Kadın Sesi
Yüce Allah Adem'le Havva'yı yaratmış, İnsan nesli onlardan ve onların zürriyetinden meydana gelmiştir. Allah Adem'e eşya isimlerini öğretmiş, ilk insanlar bu kelimelerle anlaşmaya başlamıştır. Kadın da toplumun bir bireyi olarak, hem cinsleriyle ve gerektiğinde karşı cinsle kelimeleri seslendirerek konuşmuştur. Günlük hayatın gereği olan normal görüşme ve konuşmalarda, kadın sesinin yabancı erkeklere meşrû olmadığını öne süren hiç bir bilgin yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların yabancı erkekle konuşmalarının örnekleri çoktur.
Musa (a.s) Mısır'ı terkedip Medyen'e varınca bir su başında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki hanım kız gördü. Yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bundan sonrasını Kur'ân-ı Kerîm'den izleyelim: "Onlar şöyle dedi: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulayamayız. Babamız oldukça yaşlı bir adamdır. Bunun üzerine Musa, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. "Rabbim, göndereceğin hayra ve rızka çok muhtacım" dedi. O sırada hanımlardan biri utana utana yürüyerek Musa'ya geldi. "Babam hayvanlarımızı sulama ücretini vermek için seni çağırıyor" dedi" (el-Kasas, 28/23, 25).
Hz. Peygamber'in gerektiğinde genç veya yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Ebû Said el-Hudrî (r.a) şöyle anlatır:
"Bir kadın Allah Rasûlüne gelerek dedi ki: Her zaman mescide çıkarak sözlerinizi dinleyemiyoruz. Bize bir gün tayin et de o gün gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiğini bize öğret". Hz. Peygamber bu teklifi uygun bulmuş ve hanımlara ders vermiştir (Buhârî, Sahîh, I, 34, VIII, 149; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 25). Diğer yandan Hz. Peygamberin hanımları, özellikle Hz. Aişe ashab-ı kiramın fetva için başvurdukları bir merci idi. O, onların sorularını sözlü olarak cevaplıyordu. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında bir cuma hutbesinde evliliklerin kolaylaştırılmasını ve mehrin azaltılmasını tavsiye edince cemaat arasında bulunan Kureyşli bir kadın ayağa kalkarak bir âyetle (Nisâ, 4/20) cevap vermiş, halîfe onu haklı bularak sözünde ısrar etmemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 58, 81; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 210 vd.).
Bu duruma göre, kadınların normal ihtiyaç ve muameleler yüzünden erkeklerle sesli konuşmasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Alimler arasında tartışılan ise, sevinçli gün ve zamanlarda şarkı, türkü vb. ni söylemeleridir. Bunlardan sözleri ve söyleniş biçimi müstehcen ve tahrik edici olmayan bazı şarkıları Allah Rasûlünün ve bazı sahabelerin müsamaha ile karşıladıkları bilinmektedir. Örnek verecek olursak; Hz. Âişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kere Rasûlullah (s.a.s) yanıma gelmişti. Yanımda Buas (olayıyla ilgili olarak söylenmiş kahramanlık şiirlerini def çalarak) terennüm ederek çalan iki cariye bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.s) yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra Hz. Ebû Bekr içeri girdi. Bu ne hal, Rasûlüllah'ın huzurunda şeytanın mizmârı (yani şeytanın düdüğü ve sesi) ne arıyor? diye beni azarladı.
Bunun üzerine Rasûlüllah ona dönüp: "Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca câriyelere işaret ettim, dışarı çıktılar" (Buhârî, II, s. 3; Müslim, II, s. 605; Nesaî, III, s. 59).
İbn Abbas der ki; Hz. Aişe, yakınlarından birisini bir Medineli müslümanla evlendirdi. Hz. Peygamber geldi ve; "Kız gönderdiniz mi" dedi. Hz. Aişe; "Evet" dedi. "Beraberinde şarkıcı gönderdiniz mi?" sorusuna, "Hayır" cevabını alınca, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Medineliler eğlenceden hoşlanır. Beraberinde; "Size geldik, size geldik..." diyerek bir şarkıcı gönderseydiniz... " (Buhâri, Nikâh, IV, s. 140; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391).
Hanımlar arasında bile olsa bir şarkının şu özellikleri taşıması gerekir:
1) Şarkının konusu ve sözleri İslâm ahlâk ve âdâbına aykırı bulunmamalıdır. Meselâ, içkiyi öven, onu içmeyi teşvik eden şarkı meşrû sayılmaz.
2) Şarkıcının giyim şekli jest ve mimikleriyle şehveti tahrik etmemesi gerekir.
3) Meşrû eğlenti, ibadetten alıkoymamalı ve zaman israfına yol açmamalıdır.
4) Şarkı, türkü, dinleyenin şehvetini coşturuyor, fitneye doğru sürüklüyor ve hayvanî duygularını güçlendiriyorsa kendini bundan kurtarması gerekir.
5) Şarkı, türkü beraberinde içki, kumar, zina gibi haramları getiriyorsa, müslümanın bu gibi ses ve yerlerden uzak durması gerekir. İslâm kötülüğe giden yolu kapama (sedd-i zerâyi') prensibini esas almıştır.
İşte kendisine karşı uyardığı şarkılar beraberinde kötülük olan ve kötülüğe götüren şarkılardır (İbn Mâce, Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342; Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm fî'l-İslâm, trc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, ş 321, 322; Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Musikî ve semâ, İstanbul 1976, s. 37, 88; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, trc. A. Davudoğlu, İstanbul 1985, I, 48, V, 259, VIII, 294, IX, 207, XII, 507, 508, 516, XIV, 140, 571).
Kadına Bakmak
İslâm dini kadınlara bakma konusunda birtakım ölçüler ortaya koymuştur. İslâm'ın ana kaynağı Kur'ân-ı Kerim, toplumlarda çıkabilecek fitnenin yolunu kesmek, sosyal düzeni sarsıcı hareketlere engel olmak için pek çok konuda genel kurallara yer vermiştir. Toplumu oluşturan fertlerin, genellikle kadın ve erkeklerden müteşekkil olduğu düşünülürse, bu konuda da İslâm'ın bağlayıcı hükümler getirmesi tabiîdir. Öncelikle İslâm dini, sağlıklı ve temiz bir toplumu meydana getirmek için, iki cins arasında yaradılıştan kaynaklanan arzuların kontrol edilmesini ve yerli yerinde kullanılmasını öngörür. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in Nur sûresinde, önce erkeklere, hemen akabinde de kadınlara bazı önemli uyarılarda bulunulmuştur. "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve mahrem yerlerini korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdârdır. Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini, kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (en-Nûr, 24/30-31).
Bu iki âyet, özellikle mü'min erkek ve kadınların, gözlerini yasak olandan çevirmelerini isterken ayrıca kadınların belirtilen onüç sınıf insan dışında giyimlerine dikkat etmelerini zorunlu kılmaktadır. Böylece çıplaklığın yol açacağı tehlikeler, daha başlangıçta etkisiz hâle getirilmiş olmaktadır. Bunları zikrettikten sonra, kadına bakma konusunda ortaya konan hükümleri anlatabiliriz:
Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın sadece kendi hanımıdır. Hanımı dışında hiçbir kadına şehvet nazarıyla bakması câiz değildir. Şehvetle bakmada ölçü, bir kadına devamlı bakmaktır. Bir insanın çarşı pazarda yürürken hiçbir kadını görmeden, yolda gözü kapalı veya başı eğik bir şekilde yürümesi mümkün değildir. Karşısındakini görecek, ancak bir hanım ise sürekli gözleri onda olmayacak; yoksa bakışı devam ettirmek yasak sınırına girmiş olmak demektir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın Hz. Ali'ye ikazı şöyledir: "Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakma hakkın yoktur" (Tirmizî, Edeb, 28).
Hanefi mezhebine göre, kadının yabancı erkekler karşısında avret yeri (yani açılması, gösterilmesi ve bakılması yasak olan yer), yüzü, elleri ve -bir rivâyete göre de- ayakları müstesnâ olmak üzere bütün bedenidir.
Kadının avret yerlerine şehvetli veya şehvetsiz bakmak haram olup kadınların da bunları kapamamaları haramdır. Avret yerleri, ancak kimsenin görmediği yerde (tuvalet ve banyoda) ve eşlerin cinsî münasebeti esnasında açılabilir. Yine bazı durumlarda, zarûret miktarını aşmamak üzere doktor, ebe, hâkim vb. karşısında da açabilir. Ayrıca evlenecek kimse, kızın yüzüne -şehvetle de olsa- bakabilir. (bk. Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar Helâller, İstanbul 1981, s. 84).
Müslüman bir erkeğin, mahrem (nikâhı haram) olmayan kadınların avret yerleri hariç, ellerine ve yüzüne bakması câizdir. Bir müslümanın evine akraba olmayan dost ve arkadaşları gelebilir. Ayrıca bazı sebepler yüzünden kadınların erkeklerle beraber oturması ve evin kızı veya kadınının misafirlere hizmet vermesi gerekebilir. Bu durumlarda erkeğin kadını görmesi kaçınılmazdır. Ancak bu hususta en önemli şart, kadının tesettüre (örtünmeye) riâyet etmesidir. Bu konuyla ilgili olarak hadis kitaplarında şöyle bir olay anlatılmaktadır:
"Ashab-ı kirâmdan Ebu Üseyd evlenirken zifaf gecesi, Peygamber Efendimizi ve dostlarını davet etmiş; fakat onlar için bir yemek hazırlayamamış ve bir şey de ikram edememişti. Ancak eşi, geceden bir taş kabın içinde hurma ıslatmış ve bunu ezip sulandırıp şerbet yapmış ve misafirlere bizzat kendisi ikram etmişti" (Buhârî, Nikâh, 77).
Bu olayda sahabinin eşi tesettüre riâyet ederek, akrabası olmadığı halde eşinin dost ve arkadaşlarına ikram için yanlarına çıkmıştır. Zaten İslâm dini kadın-erkek ilişkilerine sınır koymakla birlikte, kadınların ilim öğrenmek, alış-veriş yapmak, düğün ve ibadet gibi meşrû sebeplerle evlerinden dışarı çıkılmasına izin vermiştir. Ancak tesettüre riayet şartı getirilmiştir (Bu konuyla ilgili ayrıca şu hadislere bk. Buhârı, Nikâh, 115; Cuma, 13; Muslirn, Salât, 136).
Yüce Allah Adem'le Havva'yı yaratmış, İnsan nesli onlardan ve onların zürriyetinden meydana gelmiştir. Allah Adem'e eşya isimlerini öğretmiş, ilk insanlar bu kelimelerle anlaşmaya başlamıştır. Kadın da toplumun bir bireyi olarak, hem cinsleriyle ve gerektiğinde karşı cinsle kelimeleri seslendirerek konuşmuştur. Günlük hayatın gereği olan normal görüşme ve konuşmalarda, kadın sesinin yabancı erkeklere meşrû olmadığını öne süren hiç bir bilgin yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların yabancı erkekle konuşmalarının örnekleri çoktur.
Musa (a.s) Mısır'ı terkedip Medyen'e varınca bir su başında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki hanım kız gördü. Yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bundan sonrasını Kur'ân-ı Kerîm'den izleyelim: "Onlar şöyle dedi: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulayamayız. Babamız oldukça yaşlı bir adamdır. Bunun üzerine Musa, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. "Rabbim, göndereceğin hayra ve rızka çok muhtacım" dedi. O sırada hanımlardan biri utana utana yürüyerek Musa'ya geldi. "Babam hayvanlarımızı sulama ücretini vermek için seni çağırıyor" dedi" (el-Kasas, 28/23, 25).
Hz. Peygamber'in gerektiğinde genç veya yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Ebû Said el-Hudrî (r.a) şöyle anlatır:
"Bir kadın Allah Rasûlüne gelerek dedi ki: Her zaman mescide çıkarak sözlerinizi dinleyemiyoruz. Bize bir gün tayin et de o gün gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiğini bize öğret". Hz. Peygamber bu teklifi uygun bulmuş ve hanımlara ders vermiştir (Buhârî, Sahîh, I, 34, VIII, 149; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 25). Diğer yandan Hz. Peygamberin hanımları, özellikle Hz. Aişe ashab-ı kiramın fetva için başvurdukları bir merci idi. O, onların sorularını sözlü olarak cevaplıyordu. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında bir cuma hutbesinde evliliklerin kolaylaştırılmasını ve mehrin azaltılmasını tavsiye edince cemaat arasında bulunan Kureyşli bir kadın ayağa kalkarak bir âyetle (Nisâ, 4/20) cevap vermiş, halîfe onu haklı bularak sözünde ısrar etmemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 58, 81; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 210 vd.).
Bu duruma göre, kadınların normal ihtiyaç ve muameleler yüzünden erkeklerle sesli konuşmasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Alimler arasında tartışılan ise, sevinçli gün ve zamanlarda şarkı, türkü vb. ni söylemeleridir. Bunlardan sözleri ve söyleniş biçimi müstehcen ve tahrik edici olmayan bazı şarkıları Allah Rasûlünün ve bazı sahabelerin müsamaha ile karşıladıkları bilinmektedir. Örnek verecek olursak; Hz. Âişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kere Rasûlullah (s.a.s) yanıma gelmişti. Yanımda Buas (olayıyla ilgili olarak söylenmiş kahramanlık şiirlerini def çalarak) terennüm ederek çalan iki cariye bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.s) yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra Hz. Ebû Bekr içeri girdi. Bu ne hal, Rasûlüllah'ın huzurunda şeytanın mizmârı (yani şeytanın düdüğü ve sesi) ne arıyor? diye beni azarladı.
Bunun üzerine Rasûlüllah ona dönüp: "Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca câriyelere işaret ettim, dışarı çıktılar" (Buhârî, II, s. 3; Müslim, II, s. 605; Nesaî, III, s. 59).
İbn Abbas der ki; Hz. Aişe, yakınlarından birisini bir Medineli müslümanla evlendirdi. Hz. Peygamber geldi ve; "Kız gönderdiniz mi" dedi. Hz. Aişe; "Evet" dedi. "Beraberinde şarkıcı gönderdiniz mi?" sorusuna, "Hayır" cevabını alınca, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Medineliler eğlenceden hoşlanır. Beraberinde; "Size geldik, size geldik..." diyerek bir şarkıcı gönderseydiniz... " (Buhâri, Nikâh, IV, s. 140; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391).
Hanımlar arasında bile olsa bir şarkının şu özellikleri taşıması gerekir:
1) Şarkının konusu ve sözleri İslâm ahlâk ve âdâbına aykırı bulunmamalıdır. Meselâ, içkiyi öven, onu içmeyi teşvik eden şarkı meşrû sayılmaz.
2) Şarkıcının giyim şekli jest ve mimikleriyle şehveti tahrik etmemesi gerekir.
3) Meşrû eğlenti, ibadetten alıkoymamalı ve zaman israfına yol açmamalıdır.
4) Şarkı, türkü, dinleyenin şehvetini coşturuyor, fitneye doğru sürüklüyor ve hayvanî duygularını güçlendiriyorsa kendini bundan kurtarması gerekir.
5) Şarkı, türkü beraberinde içki, kumar, zina gibi haramları getiriyorsa, müslümanın bu gibi ses ve yerlerden uzak durması gerekir. İslâm kötülüğe giden yolu kapama (sedd-i zerâyi') prensibini esas almıştır.
İşte kendisine karşı uyardığı şarkılar beraberinde kötülük olan ve kötülüğe götüren şarkılardır (İbn Mâce, Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342; Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm fî'l-İslâm, trc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, ş 321, 322; Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Musikî ve semâ, İstanbul 1976, s. 37, 88; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, trc. A. Davudoğlu, İstanbul 1985, I, 48, V, 259, VIII, 294, IX, 207, XII, 507, 508, 516, XIV, 140, 571).
Kadına Bakmak
İslâm dini kadınlara bakma konusunda birtakım ölçüler ortaya koymuştur. İslâm'ın ana kaynağı Kur'ân-ı Kerim, toplumlarda çıkabilecek fitnenin yolunu kesmek, sosyal düzeni sarsıcı hareketlere engel olmak için pek çok konuda genel kurallara yer vermiştir. Toplumu oluşturan fertlerin, genellikle kadın ve erkeklerden müteşekkil olduğu düşünülürse, bu konuda da İslâm'ın bağlayıcı hükümler getirmesi tabiîdir. Öncelikle İslâm dini, sağlıklı ve temiz bir toplumu meydana getirmek için, iki cins arasında yaradılıştan kaynaklanan arzuların kontrol edilmesini ve yerli yerinde kullanılmasını öngörür. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in Nur sûresinde, önce erkeklere, hemen akabinde de kadınlara bazı önemli uyarılarda bulunulmuştur. "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve mahrem yerlerini korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdârdır. Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini, kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (en-Nûr, 24/30-31).
Bu iki âyet, özellikle mü'min erkek ve kadınların, gözlerini yasak olandan çevirmelerini isterken ayrıca kadınların belirtilen onüç sınıf insan dışında giyimlerine dikkat etmelerini zorunlu kılmaktadır. Böylece çıplaklığın yol açacağı tehlikeler, daha başlangıçta etkisiz hâle getirilmiş olmaktadır. Bunları zikrettikten sonra, kadına bakma konusunda ortaya konan hükümleri anlatabiliriz:
Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın sadece kendi hanımıdır. Hanımı dışında hiçbir kadına şehvet nazarıyla bakması câiz değildir. Şehvetle bakmada ölçü, bir kadına devamlı bakmaktır. Bir insanın çarşı pazarda yürürken hiçbir kadını görmeden, yolda gözü kapalı veya başı eğik bir şekilde yürümesi mümkün değildir. Karşısındakini görecek, ancak bir hanım ise sürekli gözleri onda olmayacak; yoksa bakışı devam ettirmek yasak sınırına girmiş olmak demektir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın Hz. Ali'ye ikazı şöyledir: "Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakma hakkın yoktur" (Tirmizî, Edeb, 28).
Hanefi mezhebine göre, kadının yabancı erkekler karşısında avret yeri (yani açılması, gösterilmesi ve bakılması yasak olan yer), yüzü, elleri ve -bir rivâyete göre de- ayakları müstesnâ olmak üzere bütün bedenidir.
Kadının avret yerlerine şehvetli veya şehvetsiz bakmak haram olup kadınların da bunları kapamamaları haramdır. Avret yerleri, ancak kimsenin görmediği yerde (tuvalet ve banyoda) ve eşlerin cinsî münasebeti esnasında açılabilir. Yine bazı durumlarda, zarûret miktarını aşmamak üzere doktor, ebe, hâkim vb. karşısında da açabilir. Ayrıca evlenecek kimse, kızın yüzüne -şehvetle de olsa- bakabilir. (bk. Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar Helâller, İstanbul 1981, s. 84).
Müslüman bir erkeğin, mahrem (nikâhı haram) olmayan kadınların avret yerleri hariç, ellerine ve yüzüne bakması câizdir. Bir müslümanın evine akraba olmayan dost ve arkadaşları gelebilir. Ayrıca bazı sebepler yüzünden kadınların erkeklerle beraber oturması ve evin kızı veya kadınının misafirlere hizmet vermesi gerekebilir. Bu durumlarda erkeğin kadını görmesi kaçınılmazdır. Ancak bu hususta en önemli şart, kadının tesettüre (örtünmeye) riâyet etmesidir. Bu konuyla ilgili olarak hadis kitaplarında şöyle bir olay anlatılmaktadır:
"Ashab-ı kirâmdan Ebu Üseyd evlenirken zifaf gecesi, Peygamber Efendimizi ve dostlarını davet etmiş; fakat onlar için bir yemek hazırlayamamış ve bir şey de ikram edememişti. Ancak eşi, geceden bir taş kabın içinde hurma ıslatmış ve bunu ezip sulandırıp şerbet yapmış ve misafirlere bizzat kendisi ikram etmişti" (Buhârî, Nikâh, 77).
Bu olayda sahabinin eşi tesettüre riâyet ederek, akrabası olmadığı halde eşinin dost ve arkadaşlarına ikram için yanlarına çıkmıştır. Zaten İslâm dini kadın-erkek ilişkilerine sınır koymakla birlikte, kadınların ilim öğrenmek, alış-veriş yapmak, düğün ve ibadet gibi meşrû sebeplerle evlerinden dışarı çıkılmasına izin vermiştir. Ancak tesettüre riayet şartı getirilmiştir (Bu konuyla ilgili ayrıca şu hadislere bk. Buhârı, Nikâh, 115; Cuma, 13; Muslirn, Salât, 136).