Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kadin La Erkeğin Eşit Olmadiklari Konular

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Özet olarak söyleyeceklerimize şu soruyla başlayalım: Eşitlik mi yoksa adalet mi tercih edilir? Kadın erkeğe eşit değildir, denilince niçin bundan, erkeğin değil de kadının aşağılandığı anlamı çıkarılıyor? Iki şeyin birbirine eşit olmadığını söylemek, birinin diğerinden üstün olduğu anlamına mı gelir? Böyle olmadığı halde bundan kadının aşağılandığı anlamını çıkaranlar aslında bu tavırlarıyla eşitsizliği kabullenmişler demektir.

Vida somuna eşit değildir. Ama hangisi daha üstündür? Bir hüküm verilebilir mi? Ya da ikisinin görevi de aynı mıdır? Inek boyunduruğa koşulursa haksızlık edilmiş olunmaz mı? Burada eşit davranmak mı daha akıllıcadır, yoksa adaletli davranmak mı? Kadının, hayatın zorluklarına tahammül edecek, ağır işleri görecek, makineleri ve yükleri indirip bindirecek gücü var mıdır? Bu işler kadına yaptırılırsa, fıtrata, yani tabiî ve doğal olana karşı çıkılmış olunmaz mı? Batılı bir düşünür: "Tüketim uygarlığı kadınları ikiye bölüyor, gittikçe de daha fazla bölecek: Tüketen kadın. üreten kadın. Birincisi kadınlıktan, gün geçtikçe dişiliğe, ikincisi kadınlıktan gün geçtikçe erkekliğe doğru kayıyor." diyor. (Attılâ Ilhan, Yanlış Erkekler, Yanlış Kadınlar 63) Bu acaba iyi bir gidiş midir? dersiniz. Tüketen kadın, israf eden kadın demek değildir. Üreten kadın ise her konuda erkekler gibi çalışan kadındır.

Zerafette, duygusallıkta, nezakette, şefkat ve merhamette erkek kadına yetişemez. Aklî muhakemede, soğukkanlılıkta, fikri tahlil, yani çözümlemede de kadın erkeğe yetişemez. Tarihte; Aristo, Sokrat, Beydaba, Sekspir, Mevlânâ gibi kaç tane kadın düşünür vardır? Hangi önemli buluşu kadınlar gerçekleştirmiştir? Uzaya kaç tane kadın gitmiştir? (götürülmüş değil. Çünkü fare de götürüldü). Dünyadaki iki yüze yakın devletten kaç tanesinin başı kadındır? Demek ki bu konular da, erkeğin görev sahasıdir.

Bazı kadınların erkeklere ait bazı işleri başarıp birçok erkeği geride bırakması, tamamen istisnaî durumlardır. Ayrıca öne geçmekle öne geçirilmeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Erkeklerin bir kadına ileri bir görev verip te, bakın işte, kadınlar da bu makamlara yükselebiliyor demeleri, kandırmacadır. Bu kadının değil, yine erkeğin başarısıdır.Soruları çogaltabiliriz: Onbeş yaşından doksan yaşına kadar teorik olarak hergün bir kaç tane çocuğa sebep olma gücüne sahip olan erkeğin yanında bir kadın, yine teorik olarak ömrü boyunca en fazla kaç çocuk doğurabilir? Niçin dünyaca meşhur boksörler, güresçiler, halterciler, futbolcular, kısaca sporcular hep erkektirler? Dünya devletleri kadın haklarını gasbettikleri ve kadın-erkek eşitliğini tanımadıklan için mi? Eğer bundansa, niçin bu gücü erkekler elinde bulunduruyor da kadınlar değil?

Tarih boyunca kadınların idareyi ele aldıkları imparatorluklar niçin hep yıkılıp gitmişlerdir? Örnek mi? Roma, Endülüs. Emevîler, Abbasîler, hattâ Osmanlılar... Bu durum aynı zamanda Peygamberimizin (s.a.s.) bir mûcizesini de gösterir. "Idaresini kadınlara teslim eden hiçbir millet iflah olmaz." (Buhâri, megâzî 82; fıten 18; Tirmizî, fiten 75; Nesâî, âdâbül-kudât) Ama bunlar, erkeğin kadından mutlak üstünlüğünü elbette göstermez.

Ikiyüz yıla yakın süredir kadının erkeğe eşit olduğunu savunan zavallılar (zavallı diyorum, çünkü iddialarını ispatlama gücüne bir türlü kavuşamıyorlar) niçin hâlâ bunu ispatlayamadılar? Ispatladılar da kasıtlı olanlar görmezlikten geliyor, denilirse niçin tuvaletlerini "Baylara" "Bayanlara" diye ayırıyorlar? Kanunlarında zorlayıcı bir hüküm bulunmadığı halde, niçin erkekleri ile kadınları genellikle ayrı elbiseler giyiyorlar? Kanunlarıyla, kadınların çalıştığı genelevler kuruyorlar da, niçin erkeklerin çalıştığı genelevler kurmuyorlar, kuramıyorlar? Niçin dünya kupalarına kadın, ya da karma sporcularla çıkmıyorlar? Fabrikalar niçin kadın isçi çalıştırmak istemiyor?

Ama niçin hastabakıcılar, hemşireler, çocuk yuvaları gibi şefkât ve merhamet isteyen kurumlarda çalışanların çoğu kadındır?

Demek ki kadın ile erkek görev ve misyon açısından da birbirinden farklıdırlar. Tıpkı fiziksel ve psikolojik bünye açısından farklı oldukları gibi.

Demek ki, kadınla erkek arasında mutlak bir eşitlikten sözetmek imkânsızdır. Bunu savunmak, ya psikolojik hastalıktan, ya da başka sinsi duygulardan kaynaklanır. Onların neler olduğuna "Feminizm ve Kadın" başlığı altında kısaca değinecegiz.

Peşin fikir ve kabullenişlerden uzak olarak düşünebilen herkes; mutlak anlamda kadın erkek eşitliğini savunanların, bu tür bir eşitliği bir türlü gerçekleştiremedikleri gibi, kaş yaparken göz çıkardıklarını ve bu uğurda insânî eşitliği de ortadan kaldırdıklarını kabullenmek zorunda kalacaktır. Çünkü girift bir makinede, kendi yerinde çok büyük görevler yapan bir dişliyi, aynı makinedeki bir başka dişliye benzemiyor diye yerinden alıp, onun gibi yapmaya çalışmak, hem her iki dişlinin görevini aksatmak, hem de makineyi bozmak demektir. Çünkü bu her iki dişlinin de, kendi yerinde çok önemli görevleri vardır. Hiçbiri değersiz olamaz. Ve bu onların birinin diğerinden mutlak üstünlüğünü de göstermez.

Bunlar eşit yapacağız diye sokaklara döktükleri kadını erkek yapamamışlar ama, kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya çevirmişlerdir. Kadın, bu gayretlerle tavus kusuna özenen karga durumuna düşmüştür.

Bu durumdan kadınlar da razı, onlar da kendilerine bu tür hakların verilmesini istiyorlar, denirse; insan, haklarına kavuşmakla mı, yoksa haklarını elden çıkarmakla mı daha huzurlu olur? diye sorarız. Cevabın ne olacağı elbette bellidir; öyleyse bu tür hakların en ileri düzeyde verildiği Iskandınav ülkelerindeki ahlâkî çöküntü niçin? Niçin dünya üzerinde kadınlar arasındaki en ileri düzeyde intihar olayları oralarda görülüyor? Kırkını geçmiş kadınların %12'si intihar ediyor? Kırk yaşına gelince bunlara hayatı çekilmez kılan nedir? Elde ettikleri hakları mı? Buna kargalar bile güler. Niçin batı, ekonomik sahada bunca ilerlemişken, her aradıkları maddî gereci otomatik olarak elleri altında bulurlarken, Doğu Islâm Dünyası, Islâm'dan da teknolojiden de uzak olmasına rağmen; her yıl yüzlerce batılı kadın bu ülkelerin insanlarıyla evleniyor? Sözkonusu edilen haklarına kavuşmak için mi? Demek ki, samanda protein ya da A vitamini yok diye ata et vermek, ya da ite saman vermek eşitlik olabilir ama, adalet ve akıllılık asla!

Bu çelişkileri ciltler dolusu olacak kadar çogaltmak mümkündür. Ama burada anlatmak istediklerimiz bunlar olmadığından, bu konuyu son olarak çarpıcı bir örnekle bitirecegiz. Bu örnek bize, tabiîliğe karşı çıkmanın insanı hangi noktaya götüreceğini, mutlak eşitliği savunanların ne gülünç durumlara düştüklerini göstermeye yetecektir. Bu örnek; Amerika'da kadın haklarını savunan derneklerden SCUM (Society For Cutting Up Men)'in, eşitliği bozduğu için erkeklerin "şey" lerinin kesilmesini öneren tutumudur. (Attılâ Ilhan age 196 ) Bu tür bir eşitlik savunulunca, bunu daha ileriye götürmek kaçınılmazdır, hattâ gereklidir. Erkeğin "şey"i kesilince onlar da kadınların meselâ memelerinin kesilmesini isteyecekler ve insanlık tek cinse doğru yol alacaktır. Ama şimdilik buna AIDS müsaade etmiyecek gibi görülüyor. Demek ki, fıtrat onu bozmaya kalkışanlara dersini veriyor.

Demek ki, kadınların hukukunu korumak, onlara her istediklerini yapma hürriyeti vermek demek değildir. Bu, elbette erkekler için de aynıdır. Hürriyetler eğer başka hakları engelliyorsa, ikisi arasında bir tercih yapmak gerekir. Bir hukukçumuzun dediği gibi: "Mao Çin'de fuhşu önlemeye kalkışmıs, iktisadî yapının bozukluğundan dolayı biçarelikten fuhşa sürüklenen kızcağızlara iş vermiş, "alışmış kudurmuştan beterdir" diye direnen bataklık ve kaldırım güllerini ise, seralarda toplayarak islah etmeye çalışmıştır. Işte aydınlarımıza bir "pratik çalışma" sorusu: Bu tutum kadını hor görmenin mi, yoksa insanlık değeri bakımından erkeğe eş saymanın mı belirtisi idi? Ikinci soru: Bu tutum anti demokratik ve ilkel bir tutum mudur, yoksa "çagdaşlık" adına onaylanması gereken bir davranış mıdır? Üçüncü soru: Iyi bir davranıştır derseniz, niçin aynı şeyi bir müslüman söylerse gericilik oluyor da Mao söylerse hikmet oluyor?" (Hûşeyin Hatemî "Davacının Yargısı" zaman 16.1.1988 s. 2.)
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
S.A KARDEŞLER
KUR’AN ÖLÇÜSÜYLE KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ

BismillahirRahmaniRahim;

İçinde bulunduğumuz toplumu gözönüne aldığımızda çeşitli ifrat ve tefritlerin bizzat yaşamda gözlemlendiğini bilmekteyiz. Vahiyden kaynaklanmayan ya da kendini Vahyi bir ölçüyle temellendirmeyen her türlü beşeri düşünce ve ilişki tarzı sonuç olarak insanları belli çıkmazlara sürüklemekte ve bu çıkmazlar da yeni yanlışlara yol açmaktadır. Her yanlışa tepkisellikle karşılık verilerek daha da içinden çıkılması zor problemlere kapı aralanmaktadır. Bundan dolayı Alemlerin tek egemeni Rahman, Rahim Allah, insanlara aklı, aklın rehberi ilahi kitapları ve kitapların uygulayıcısı elçileri nimet olarak verip ölçülü bir hayat yolu göstermiştir.


Kadın erkek ilişkileri de bu tür ifrat ve tefritlerin yaşandığı çok hassas hayat unsurlarından birisidir.

İslami kimliğini şahsiyetiyle tam olarak yaşamlaştırabilen her mümin için de önemli bir sınav alanı olan bu nokta maalesef geleneksel ve modern iki beşeri saplantı yüzünden önemli bir sorun olarak toplumda kendini hissettirmektedir. Kadın-Erkek ilişkilerinde yaşanan sorunun kaynaklarını üç ana başlık altında toplayabiliriz:

1-DOĞAL EĞİLİM

Rabbimiz insana, verdiği nimetleriyle hayatı yaşanılır kılınan bir mekan olarak tasarlamıştır. Hayatta Rahman tarafından verilen ölçülü olarak ve Şükür merkezinde değerlendirilmesi için verilmiş olan, insanların karşı cinse duydukları psikolojik ve biyolojik eğilim de bunlardan birisidir. İnsan yaratılışı gereği karşı cinsine ihtiyaç hisseder:

“...onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz...” 2/Bakara 187

“Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” 30/Rum 21

Kur’an’
ın getirdiği ölçüler ise bu ihtiyacın sağlıklı bir zeminde düzenlenmesidir. Kur’an ölçüleri göz ardı edildiğinde ise bu doğal etkileşim ve eğilim yanlış bir süreci işletmeye başlar. İşte bu süreç hem insanın kendisini hem de toplumu ifsad eder. Kadın-Erkek ilişkilerinin doğal ancak kontrol altında tutulması gereken tabiatları, Kur’ani kimliği benliğine sindirememiş insanları sonu antlaşmasız (nikahsız) laubali ilişkilerle biten buhranlara sürüklemektedir. Bu tehlikeli sürece karşı ise geleneksel tepkisellik doğmuştur:

2-GELENEKSEL TEPKİSELLİK

Geleneksel anlayış kadın erkek arasında aşılmaz duvarlar çekerek onları toplumsal hayatta tamamen birbirinden kopartmış, kadın’
ı ise fıtrat dışı bir biçimde gayri insani muamelelere layık görmüştür. Kadını eksik, şeytan, akılsız, yarım gören ve onu sadece doğurgan ve zevk alınan bir varlık olarak tasavvur eden geleneksel anlayış hem töre, örf vb. kitabi olmayan kanalla hem de fıkıh, hadis, tefsir gibi dini kanalla yaşatılmaktadır. Bu anlayışı besleyen erkek egemen bakış açısının kadın-erkek kurgusu sadece “yanlışa” odaklanmıştır. Olmaması gerekenlerin mutlak suretle olacağı gibi bir vehametle Kadın-erkek ilişkilerinde harama kaçılabilme ihtimali merkeze alınarak insan iradesi ve onun iffet sorumluluğu yerine bizzat mekansal ayrılıklar, kadının sesinin haram kılınışı gibi şeriat dışı yasaklarla önlem alınmaya çalışılmıştır. Bu yasakçı zihniyet kadın erkek ilişkilerini dengeli bir düzene oturtacağı yerde kadını salt cinsel bir nesneye indirgeyerek korkuları büyütmüş sorunu bizzat kendisi abartarak beslemiştir. Sağlıklı bir hayatta hiç akla dahi gelmeyecek bir sürü mevzuu bu yasakçı tepkisellik sayesinde gündeme oturmuştur. Kadının sesinin haramlığından, oturduğu hatta bastığı (!) yerin sıcaklığına, Sosyal hayattan dışlanmasından okuma yazma dahi öğretilmemesine kadar bir sürü ayrıntı bu tepkiselliğin sonucudur.

Haremlik-selamlık uygulamasının da bu tepkiselliğin ürünü olarak abartılmasıyla beraber İslami çalışma yapan gerekirse beraber ölümü göze alabilecek müminlerin birbirlerinin eşlerini tanımamaları gibi garip bir tabloya yol açmaktadır. Oysa geleneksel tepkisellik bu tavrıyla dengeli, iffetli cinsler arası namahrem hukukunu gözeten birbirlerinin velisi toplumsal beraberlikler yerine birbirlerinden kaçan her an salt cinsel bir tehlike varsayarak hukuki ölçülerle paylaşım yerine ayrı dünyalar üretme yoluna gitmiştir. Kadın ve erkek müslümanların geleneksel kopukluğunun aksine Hz.Peygamber dönemi toplumsal yaşayışı takva merkezli bir içiçelik haliydi.


3-MODERN TEPKİSELLİK

Modern yaklaşım ise çıkış noktası itibariyle geleneksel yasaklara tepki olarak kadın erkek ilişkilerinde aynı geleneğin yaptığı gibi “kendince” ölçüler koymuştur. Bu cahili yaklaşım Kur’an kontrolü dışında konduğu için heva ve heveslere dayalı olup bir süre sonra ölçüsüzlüğü doğurmuştur. 1.Madde’de belirttiğimiz doğal eğilimi yok sayan ama gizliden gizliye bu eğilime hizmet eden modernizm toplumsal ahlakın da yozlaşmasına sebep olmaktadır.

4-KUR’AN NE DİYOR?

İlk Kur’an neslinde özellikle hayatın içerisinde kadınların ve erkeklerin aktif olarak beraber yer aldıklarını tarihsel kaynaklarda görmekteyiz. Kur’an öncelikle Cinsler arasındaki doğal eğilimi kabul eder . Bu eğilim bir nimet olup helal daire içerisinde düzenlenmiştir. Mümin erkeklerin ve kadınların cinsel bakımdan sınırlı beraberlikler yaşayabilecekleri göz önüne alındığında evlilik ilişkisi dışındaki diğer karşı cinslerle de beraber paylaşılan İslami hayatın ilkeleri ne olmalıdır?

1- TAKVA ELBİSESİ (Sorumluluk Bilinci)


İşte bu noktada Kur’an öncelikli olarak mümin insanların kendi kendilerini eğitmelerini birinci şart olarak koymaktadır. Bu şartın Kur’an’da “Takva Elbisesi” olarak sembolize edildiğini görmekteyiz. Allah’a karşı duyulan sorumluluk bilincinin mümin erkek ve kadınlarca kuşanılması birinci ilke olmalıdır:

“Adem oğulları, size, bedenimizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, ALLAH'ın işaretleridir, olur ki öğüt alırsınız.” 7/Ar’af 26

Takva Elbisesi nasıl Giyilir?

Bu soruya da Kur’an’da net bir cevap vardır. Bu süreci ayetlerden izleyelim:

“Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sahibidir.” 8/ Enfal 29

“Şeytandan ne zaman kötü bir düşünce zihnini tırmalarsa, ALLAH'a sığın; O İşitendir, Bilendir.

Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda bir de bakmışsın ki basiretli insanlar oluvermişlerdir.” 7/ Ar’af 200-201

İnanan erkeklere, gözlerini sakınmalarını (kadınlara gözünü dikip bakmamalarını) ve iffetlerini korumalarını bildir. Bu, onlar için daha temiz bir davranıştır. Elbette ALLAH yaptıklarından haberdardır.” 24/Nur 30

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılmasi yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar...

....Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar.”

24 Nur 31

“Ey peygamberin hanımları, siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvalıysanız (Allaha karşı sorumluluk bilinciniz varsa) işveli konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan birileri size yönelmesin. Güzel ve normal biçimde konuşun.” 33/Ahzab 32

“Andolsun, kadın onu (Yusuf’u) arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o, bizim samimi/seçkin kullarımızdandı.” 12/Yusuf 24

Yukarıdaki ayetlerde de beliritilen ses ve bakış, ayakları yere vurup dikkat çekmek gibi örnekler Kadınların ve erkeklerin birbirlerini etkilemek için tahrik etmemelerini vaaz etmektedir. Allaha karşı sorumluluk bilincinin işareti olan bu uygulamalar yerine getirildiği müddetçe Mümin kadın ve erkekler ortak bir tarzda İslami mücadele yürüteceklerdir.

2- TESETTÜR (Sorumluğun Dışa Vurumu)

Takva Elbisesini giymiş müminlerin bunun ifadesi olarak fiziksel giyimlerini de Kur’an ölçülerinde düzenlemeleri gerekir. Vahyin erkek-kadın müslümanların giyimlerindeki temel prensibi toplumda kişilerin cinselliklerini ön plana çıkartmayan cinsel hatları belli etmeyen elbiselerdir;

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılmasi yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün.” 24/ Nur 31

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.” 33/ Ahzab 59

Yukarıda sayılan ve Kur’an’
ın kişilerin ilişkilerinde prensip olması gereken ciddiyet ve korunma bilinci yerine getirildikten sonra ise Mümin kadın ve erkeklerin ilişkileri şu ayetle tanımlanmaktadır:

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir.” 9/ Tevbe 71

Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Mümin erkekler ve kadınlar birbirlerini koruyup gözetirler. Onlar birbirleriyle ortak İslami kaygılara, sorumluluklara ve paylaşımlara sahiptirler. Kimliklerini sahih, vahyi temellere oturtmuş bir cemaat olan kadınlar ve erkekler ortak İslami çalışmalar yapmalılar ve birbirlerinden, farklı görüşlerinden yararlanmalıdırlar. Tarih boyunca ilmi çalışmalardan kasıtlı olarak faydalandırılmayan müslüman kadınların ortak ilim meclislerine katılmaları ise daha da gereklilik arzetmektedir.

Kur’an’a baktığımızda Sorumluluk bilincinin şahsiyetlere yerleştiği ve bunun gereklerinin tesettür ve davranışlarla ortaya konduğu Müslüman kadın ve erkeklerin isterlerse ayrı isterlerse de beraber ortamlarda bulunabilecekleri, yemek yiyebilecekleri vb. etkinlikler düzenleyebileceklerini öğrenmekteyiz:

Siz, evlerinizde, babalarınızın evlerinde, annelerinizin evlerinde, kardeşlerinizin evlerinde, kızkardeşlerinizin evlerinde, amcalarınızın evlerinde, halalarınızın evlerinde, dayılarınızın evlerinde, teyzelerinizin , anahtarlarına sahip olduğunuz ve arkadaşlarınızın evlerinde yemenizden dolayı kınanmazsınız. Aynı şekilde kör kınanmaz, topal kınanmaz, sakat ve hasta da kınanmaz. Topluca yahut ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir eve girdiğinizde ALLAH'tan güzel, kutlu bir yaşam dileyerek selamlayınız. ALLAH size ayetleri böyle açıklar ki anlayasınız.” 24/ Nur 61


SONUÇ:
İslami hayat kurma amacını güden müslümanların tüm ilişki tarzları da Kur’an merkezli olmak zorundadır. İlahi ölçülere konacak iyi niyetli de olsa ekler, fazlalık tedbirler Allahın nizamına nizam eklemek anlamına gelmektedir. Rabbimizin insanları özgür bıraktığı noktalarda yeni ölçüler koymak hüküm sahibi olarak Din adamlarını ortak koşucu bir zaaf içermektedir. Örneğin Tesettür emrinde Rabbimizin örtünmede “görünen yerleri (el,yüz ve ayaklar)” müstesna kılmasına rağmen bu bölgeleri de zorla örttürmek ya da örtünmenin tek bir tarzını (çarşaf gibi) müminelere dayatmak bu tip bir aşırılığın ifadesidir. Aynı şekilde bu aşırılık, kadını toplumsal hayattan ve dostları, yoldaşları oldukları erkeklerle ortak mücadele zemininden kopartmaya, onu sadece eve hapsetmeye kadar götürülen, katı haremlik selamlık uygulamalarıyla Kur’an ve sünnet dışı parçalanmış bir hayat oluşturan içinden çıkılmaz bir tablo üretmektedir.

Diğer aşırı uç ise kadın erkek ilişkilerinde heva ve hevesleri merkeze alıp toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır. Adı konulmamış ve insanlarca meşru olarak tanınmamış “mahrem” ilişkiler doğal insani eğilimleri azdırmakta ve bu laubali, islami ciddiyetten uzak cahili ilişkilere sebep olmaktadır. Maalesef İslami kimliğini Kur’ani temellere oturtmamış ve geleneksel yasaklarla bunaltılmış olan bir çok müslüman bu aşırı uca kayabilmektedir.

Kur’an’
ın çerçevesini çizdiği ilişki ağı ise Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşanmış mümin erkek ve hanımların ortak çalışma yapabilecekleri beraber ya da ayrı olarak ortak İslami sorumlulukları paylaşibilecekleri “toplumsal” ilişkilerdir. Birebir, toplumdan uzak yerlerde farklı cinslerin başbaşa kalmaları tebliğ amacıyla da olsa Kur’an pratiği Resul Sünnetinde engellenmiştir. Halvet denilen bu durumun dışında “birbirlerinin velisi” olan karşı cinsler toplu halde etkinlikler düzenleyebilirler. Erkek ve hanım müminlerin birarada tek başlarına kalmaları belki kendilerinde bir sorun olmamasına rağmen Müminlerin annesi Aişe’ye atılan iftira olayında (Bakınız: 24/Nur 12-18) olduğu gibi istenmeyen toplumsal kargaşalara, fitneye sebebiyet verebilecektir. Dolayısıyla yukarıda belirttiğimiz Kur’ani ölçüler dahilinde toplu ve olgun kimlikli insanlar dahilinde sürdürlecek İslami faaliyetlerle kontrolsüz çay partileri birbirinden ayrıştırılmalıdır.

Özetlersek

Kur’ani Ölçülerde

Düzenlemeler:

1. Erkek ve Hanım şahsiyetlerin kendi kendilerini kontrol etmeleri (Sorumluluk Bilinci/Takva Elbisesi)

2. Erkek ve Hanım şahsiyetlerin fiziksel görünüm açısından toplumda cinsel kimliklerini ön plana çıkartmamaları Kur’an’a göre giyinmeleri farzdır. (Tesettür)

3. Erkek ve Hanım şahsiyetlerin karşı cinslerini tahrik edici ya da etkileyici tarzda hareket etmemeleri, seslerini yürüyüşlerini ya da yüz mimiklerini bir etkileme aracı olarak kullanmamaları vurgulanmaktadır..

4. Beraber bir evlilik hayatı düşünen erkek ve hanım şahsiyetlerin bu ilişkilerini mutlaka toplum önünde belirli tanımlamalarla (söz, nişan, nikah) belli etmeleri gerekmektedir.

5. Erkek ve Hanım şahsiyetlerin tebliğ amacıyla ya da evlilik öncesi tanışma amacıyla dahi olsa başbaşa insanlardan uzak halvette kalmaları peygamber pratiğiyle yasaktır.

Sorumluluklar ve İmkanlar:
1. Müminler cins ayrımı gözetmeksizin birbirlerinin velisidirler. İslami mücadelenin yoldaşları ortak mücadele zeminlerinde ortak çalışmalarını ve üretimlerini paylaşmalıdırlar.

2. Evlerdeki haremlik selamlık uygulamaları ev halkının rahat hareket etmeleri bakımından kolaylık sağlamakla beraber bazen abartılarak bir dengesizliğe sebep te olabilmektedir. Oysa Kur’an bizlere güvendiğimiz, beraber hareket ettiğimiz mümin kardeşlerimizle istediğimiz şekilde ev halkımızın dengeli bir ilişki kurması gerektiğini belirtmektedir. (24/61)

3. Kadının bizzat sesi haram olmayıp hem erkek hem kadının tahrik edici hareketleri haram kılınmıştır. Müslüman kadınların selam vermelerini ve almalarını bile yasaklayan geleneksel kalıplar aşılmalıdır.

4. Evlilik için “ciddi niyetleri olan” çiftlerin birbirlerini halvette kalmaksızın tanımaları gereklidir. Bir hayat boyu beraberlik sürecek insanların bunu enine boyuna tartışmaları, istişare etmeleri peygamber dönemindeki uygulamalar da görülmektedir.

5. Mümin kadınlar iş hayatında Takva elbiseleriyle tesettürlerini bütünleştirerek yer alabilirler.

6. Mümin kadınlar mescitte erkeklerle beraber bulunabilir ilmi tartışmalara bizzat müdahil olabilirler. Bu olgu da asrı saadette bizzat yaşanmıştır.

7. Mümin kadınlar Ümmetin istişaresi sonucu devlet başkanı ve hakim seçilebilirler. Sebe hükümdarı Belkıs’
ın Kur’an’da olumsuzlanmaması bu konuda bir serbestliğin olduğunu göstermektedir. Hz. Aişe’nin savaş komuta etmesi de bir örnekliktir.


 
Üst Alt