Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Izah Edermisiniz Anlamadim?

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Hıristiyanlar ilahlığı sadece İsa ve Annesine hasretmekle yanıldılarİbn-i arabi

"Zatı itibariyle yüce olan Hakk'ın ortaya çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır." Abdulkerim el Cıli

Enel Hakk' (Ben Allah'ım), 'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur) Hallac-ı mansur

(kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim. Benim şanım ne yücedir)Beyazıd-ı Bistami

(Benim şu iğreti kalıbımın içinde Allah'tan başka kimse yoktur)Cüneyd-i Bağdadi

Yukarıda ki söylenen sözler gerçekten ismi yazılı zatlara aiittir.Bu sözler hangi anlamlarda edilmiştir samimi olarak hafsalam almadığı için sorma gereği duydum.Fikir beyan edecek arkadaşlar kişisel polemiklere girmeden ilmi beyanlarını ve sağlam delilerini yazsınlar lütfen.Dua ile
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Hıristiyanlar ilahlığı sadece İsa ve Annesine hasretmekle yanıldılarİbn-i arabi

"Zatı itibariyle yüce olan Hakk'ın ortaya çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır." Abdulkerim el Cıli

Enel Hakk' (Ben Allah'ım), 'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur) Hallac-ı mansur

(kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim. Benim şanım ne yücedir)Beyazıd-ı Bistami

(Benim şu iğreti kalıbımın içinde Allah'tan başka kimse yoktur)Cüneyd-i Bağdadi

Yukarıda ki söylenen sözler gerçekten ismi yazılı zatlara aiittir.Bu sözler hangi anlamlarda edilmiştir samimi olarak hafsalam almadığı için sorma gereği duydum.Fikir beyan edecek arkadaşlar kişisel polemiklere girmeden ilmi beyanlarını ve sağlam delilerini yazsınlar lütfen.Dua ile


Yukarıda bahsi geçen mezkur sözler tasavvufta var olan vahdetü'lü vücudla ilgili bir konu, Vahdet-i Vücud düşüncesinde; kendinden ibaret olan Zat her ne kadar tasavvur ve idrak edilemez olarak mutlak aşkın ve değişimin dışında olarak nitelendirilse de tasavvuf ıstılahında taayyün denilen kendini belirleme halinde belirli modelleşmelere sahiptir. Yani esasta Mutlak Teklik düzleminde kendinden başkası olmayan bir hiçliğe, Ahadiyete sahipse de bir olma (Vahdaniyet) düzleminde kendinde gördüğü ve bildiği sıfatlar söz konusudur. Ancak bu sıfatlara “O’dur” denilemeyeceği gibi, “O değildir” de denilemez. Bu İbn Arabî’nin şu ifadesinde gözlemlenebilir: “O, birliksiz bir (Vahid) ve tekliksiz tektir (Ahad).”yine Şeyhi ekber olarak da anılan İbn-i Arabi konuyla ilgili olarak "Alem'de Tek bir Varlık vardır. O da Vucudu Mutlak olan Allah'ın Varlığıdır. Diğer Varlıklar bu Varlığın çeşitli Zuhurları ve Değişik Tecellileridir.".
İbn-i Arabi yaşadığı yüzyıldan günümüze kadar özellikle de yukarıdaki sözleri nedeniyle eleştirilmiş,hatta neredeyse zahir-batın ilimlerinin ayrışma noktasındaki spekülasyonlarda her zaman odak noktası olmuştur. Bunun bir nedeni kendisinden önce dile getirilmemiş ya da sembolik ifadelerle örtülmüş marifet ilmine dair birçok konuyu eserlerinde ve sözlerinde açıkça beyan etmesi olduğu kadar kendine has üslubunun çok derin ve karmaşık bir yapısı olmasıdır.
İmam Gazali konuyla ilgili olarak tasavvufla uğraşanların aşık olduğunu, Allah aşkıyla yeryüzünde ikamet ettiğini, seven insanın nereye baksa sevdiğini göreceğini, hatta çok ilgisiz olsa dahi yine de sevdiğini ya da onun çeşitli tecellilerini anlayacağını, bu nedenle " ene'l hak " gibi sözcüklerin bu anlamda anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.
Gerçekten günlük hayatta aşkı bırakalım, herhangi bir şeye ihtiyacımız olduğu zaman neye ihtiyacımız varsa her yerde onun bir izini sürmeye çalışırız. Bu insanoğlunun doğasında olan bir şey. Meyveyi gören insan Allah'ın rezzak sıfatını görecektir, bu şekilde ona Allah'ın ilahi bir tecelligahını görecektir. Yine Beyazid-i Bestami'nin söylemiş olduğu sözlere gelince , bir hadis-i kudsi de belirtildiği üzere "Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” (K. Hafâ: 2256)" yine konuyla ilgili olarak kudsi hadisleri belirtmek gerekirse

“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.”

...

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” buyuruyorlar. (K. Hafâ)
Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:

“Onlara ilk vereceğim şey, nuru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler.” (Hâkim)
“İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir.) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (marifetullah ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizî)


“Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim. Kulumu bana en çok yaklaştıran şey, farz kıldığım ibâdetleri yapmasıdır. Nâfile ibadetlerle de bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben o kulumu severim. Sevince de artık onun duyan kulağı olurum, o benimle işitir. Gören gözü olurum, o benimle görür. Eli olurum, o benimle dokunur. Ayağı olurum, o benimle yürür, (Kalbi olurum, o benimle anlar. Söyleyen dili olurum, o benimle konuşur.) Ne dilerse onu yerine getiririm. Herhangi bir şeyden bana sığınırsa ben onu muhafaza ederim.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

Önemle belirtmek gerekirse tasavvuf konuşulmaz ancak yaşanılır, Muhyiddin-i arabi bizden olmayanlar kitaplarımızı okumasınlar diyerek avam ehlinin kendilerini yanlış anlayacağını deklare etmiştir.Bediüzzaman Şeriat ekmek, tasavvuf meyve demiştir, durumu da çok net özetlemiştir. Meyvesiz yaşanabilir, fakat ekmek olmadan aç kalırız.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Biraz uzun ama kusura bakma bir alinti;
TASAVVUF: BİR AYRI DİN



ERCÜMEND ÖZKAN



Arapça suf, yunanca sophia (hikmet) veya Ashabı Soffaya izafeten verildiği söylenen bu isim aslını nereden alırsa alsın, çıktığından, kullanılmaya başlanıldığından bu yana bilhassa Müslümanlıkta önem kazanmış, yayılmış ve nerede ise asıl İslam veya İslam’ın aslı sayılagelmistir. Araştırmacılar tasavvufun en erken hicri ikinci asırda çıktığını söylüyorlarsa da, daha sonra yapılan araştırmalar bu sanının yanlışlığını ortaya çıkarmış, başlangıcının miladi sekizinci yüzyıl sonu ve dokuzuncu yüzyıl başları olduğunu ortaya koymuşlardır.



Tasavvufun her ne kadar başlangıcını Peygamber'in şahsına, onun en yakın arkadaşlarından Ebu Bekir ve Ali’ye ve daha sonra başkalarına dayamak isterlerse de gerek Kur'an'ı ahlak edinen Peygamber'de, gerekse kendilerini ona benzetmeye çalışan arkadaşlarında ve tabii en temelde Kur'an'da tasavvufla ilgili açık ve anlaşılır motiflere rastlamak mümkün değildir. Her ne kadar peygamberin bazı arkadaşlarında tasavvufu çağrıştıracak bazı temayüller görülmüşse de buna muttali olan Peygamberin bu yönelişleri hemen önlemeye çalışması da göstermektedir ki sufiliğin İslamla alakası bulunmamaktadır.



Hatırlayacağınız gibi Peygamber'in arkadaşlarından bazılarının günlerce belki aylarca kimseden habersiz ve kendi kendilerine mütemadiyen akşama kadar oruç tuttukları ve sabaha kadar da nafile namaz kıldıkları, hanımları tarafından kendisine aktarılınca Peygamber'in: "Size ne oluyor? Ben size gönderilmiş Allah’ın elçisi değil miyim? Ben oruç da tutuyorum, yemek de yiyorum. Namaz da kılıyorum, hanımlarımla da yatıyorum" dediğini kaynaklar aktarıyor. Bize gelen rivayetlerde böyle davranan sahabeden bazılarının, bu ibadetleri süresince hanımlarıyla da temasta bulunmadıklarından Peygamber, bu hanımların şikayetleri vesilesi ile haberdar olmuştur. Cevabi sözlerinden de rahatlıkla anlaşılmaktadır durumun böyle olduğu. İslam "La ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) esasını getirmiş ve insanlar arasında bunu yerleştirmeyi hedef almıştır.



Tasavvuf ise bu esasla bağdaşması mümkün olmayan "La mevcude illallah" (Allah'tan başka mevcud yoktur) akidesinin sahibi olmuştur. Ki bunun meşhur adı "VAHDETI VÜCUD" (Vücud Birliğidir) Allah Kur'an'da: "Allah, yarattıklarından hiçbirine benzemez." (42/11) buyurduğu halde, tasavvuf, yaratılanların tümünün Allah’ın benzeri olduğu inancındadır.



Bu kanaatte oluşu nedeni ile de tasavvufun meşhur isimlerinden ve ona şeklini verenlerden Muhyiddin-i Arabi Füsüsu-l Hikeminde: "Hakikat budur ki Halik, Mahluk, Halik'tir. Bunların hepsi tek bir varlıktandır. Hayır, belki O, tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan varlıktır" (s. 78-79) diyor. Ve aynı akidenin bir tezahürü olarak devamla kitabında: "şu halde Firavnun iddia ettiği "Ben sizin yüce Rabbinizim sözü gerçekleşti. Çünkü her ne kadar o iktidar Hakk'ın aynı ise de Firavnun suretinde tecelli etmiştir." diye sürdürmektedir inançlarını açıklamayı.



Bu açıklamaları sürdürmek ve çoğaltmak kolay ve mümkündür. Yalnızca akide konusunda vermeye çalıştığımız bu görüşler İslam’ın ayrı bir din, tasavvufun ayrı bir din olduğunu akidelerinin benzemezliği bakımından ortaya koymaktadır. Konuya mukayeseli olarak bakıldığında görülmektedir ki gerçekten İslam bir ayrı din, tasavvuf da bir ayrı dindirler. Birinci olarak bu ayrı dinlerin akideleri birbirine hiç benzememekte, biri diğerinin aynısı olarak değil, ayrısı olarak görünmektedir. İslam akidesinde Allah; varlığı ezeli ve ebedi olan, eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan Yaratıcıdır. Kendisi var iken, başka hiçbir şey yok idi: Ve Allah, yarattıklarından hiçbirine benzememektedir. Tasavvufta ise Allah ve yarattıklarının tümü bir varlıktır. Vücud Birliği (Vahdeti Vücud) Yaratanla yaratılanın aynı olduğu görüşüdür.



İslam akidesi ile taban tabana zıt olan bu görüşü akide edinen tasavvuf, saliklerini (bağlılarını) İslam’dan uzaklaştırmıştır. Esas sapma da bu akide sapmasından kaynaklanmaktadır. İslam dininde kainat yoktan yaratılmıştır; gelip geçicidir. Yalnız onu yaratan, yoktan var eden Allah kalıcıdır. Kainat ile Allah arasında öz bakımından ayrılık vardır. Tasavvuf bu görüşü benimsemez.



Tasavvufa göre kalıcı (ezeli ve ebedi) olan Allah tarafından yaratılmış ne varsa onunla eş niteliktedir. Çünkü yaratılan, yaratanın bütün özelliklerini yansıtır. Yaratılan, yaratanın görüş alanına çıkmasından başka bir şey olmadığı için, ikisi arasında öz ayrılığı yoktur. Öyleyse yaratılanla, yaratan eş varlık düzeyindedir, birbirinin iki ayrı görünüş türüdür. Yaratılan kainat, yaratan Allah'ta vardır (vahdeti vücud). Yaratılma olayı Allah’ın özünden gelen, dışa vuran bir fışkırmadır; yoktan var ediş değildir.



Vahdeti Vücud anlayışı, Anadolu’da gelişen ilk çağ felsefesinin temel ilkelerinden birisidir. Tanrı ile kainat arasında birlik olduğunu ilk ileri sürenler Herakleites ile Parmenides'tir. Bu görüşü daha sonraki çağlarda Yunan filozofu Eflatun yeniden ele alarak geliştirdi; ondan sonra gelen ve Eflatun'un izinden yürüyen Platines de ayrı bir açıdan yorumladı. İslam dininin doğuşundan sonra özellikle ilk çağ felsefesine bağlı kalan filozoflar ve mutasavvıflar bu görüşün etkisi altında kalarak onu İslam dini ilkeleriyle bağdaştırmaya çalıştılar. Bu bağdaştırmayı yaparken eski İran ve Hint kültüründen, özellikle dini inançlarından yararlandılar.



Bunlar arasında, Mansur, Senai, Zunnün-u Mısri, Şeyh Attar, Şebüsteri, Celaleddini Rumi, Muhyiddini Arabi, Nesimi gibi filozof ve şairler başta gelir. Özellikle Muhyiddini Arabi bütün düşüncelerini Varlık Birliği (Vahdeti Vücud) üzerinde toplayarak bu görüşlere bir düzenlilik kazandırdı. Vahdeti Vücud anlayışının en çok tutunduğu ve yayıldığı yer İran’dır. Gerek nitelikleri, gerekse ihtiva ettiği düşünceler bakımından Vahdeti Vücud anlayışı İslam’ın şeriat ilkelerine karşıttır, onlarla bağdaşamaz. Çünkü İslam dininin temel ilkesi kainatın yoktan, Allah tarafından yaratıldığı inancına dayanır. Kainat ile Allah (Yaratılanla, Yaratan) arasında öz (zat) değil, görünüş bakımından bile en küçük bir benzerlik, yakınlık yoktur.



Kur'an’a göre, Allah, insanın düşüncesinin, aklının sınırlarını aşan bir yüce varlıktır; O, insanın düşünebildiklerinin hiçbirine benzemez, eşi ve benzeri yoktur. Bu bakımdan Allah ile Kainatı, bir sayan Vahdeti Vücud anlayışını reddeder. Bugün hemen bütün Müslümanlar arasında derece derece var olan Vahdeti Vücud anlayışı tasavvufun vaktiyle İran’da tutunmakla kalmadığını, bugün Müslümanların ezici çoğunluğunu oluşturan İslam’a sonradan giren ve ana dili arabça olmayan müslüman topluluklar arasında yayıldığını göstermektedir.



Başlangıcı itibariyle ilk yıllarını takiben diğer din salikleriyle karşılaşan ve onların müslüman olmalarıyla da girdikleri İslam’a getirdikleri eski dinlerinin kalıntılarının oluşturduğu tasavvuf zamanla dallanıp budaklanmış ve yayılmıştır. Kaynakların belirttiğine göre Müslümanların tarihinde ilk tekkenin açılışı söyle olmuştur: Suriye'nin Ürdün'e yakın bölgelerinde daha yoğun bir Hıristiyan kitle ile bir arada yaşayan Müslümanların bazılarının komşusu Hıristiyanlardan: "Sizin dininizde daha dindar olmak için ne yapılır" sorusuna aldıkları "Kendini dine adayan kişi bir lokma bir hırka ile bir manastıra kapanır ve orada kendini Allah'a adar" cevabı, soru sahiplerine ilk tekkeyi açmak (kurmak) için yol gösterici olmuştur.



Peygamber "Kitab nedir, iman nedir bilmezken" (42/52) çeşitli yerlere gittiği gibi mağaralara da gidiyor ve yalnız kalarak düşünüyordu. Lakin kendisine Rabbi Allah tarafından "Ne yapacağını bilmez iken bulunup doğru yol gösterildikten" (93/7) sonra ömründe (hicreti sırasında yalnızca düşmanlardan gizlenmek için saklanması hariç) hiç mağaraya yani inzivaya, yalnızlığa çekilmezken ve takvayı insanların arasında yaşayarak, hayatının vasfı haline getirmeye çalışırken tasavvuf ehli bunun tam tersini ahlak edinmişlerdir.



İnziva; bir köşeye çekilme ve çekilip hiçbir işe karışmama, dünya işlerinden vazgeçme manasındadır. İslam’da ise insan için en olmadık şey, olmayacak şey inzivadır. Hem şahsı açısından, hem aile efradı açısından, hem konu komşusu ve akrabaları açısından, hem de toplum açısından bir Müslüman’ın hiçbir sebeple kendini tecrid etmesi düşünülemez. Hele kendisine tebliğ görevi yüklenmiş biri olarak Müslüman’ın böylesi bir dünyadan el etek çekmesi üzerindeki farzları yerine getirmekten vazgeçmesi demektir ki hiç bir surette böylesi bir işe yol bulabilmesi mümkün değildir Müslüman olarak.



İslam’da sevap böyle dünyadan el etek çekerek değil, insanların içinde, toplum halinde yaşayarak ve normal bir hayat sürdürerek Allah’ı razı etmekle kazanılır. İslam böylesi bir davranışa, kişinin kendini toplumdan soyutlamasına izin vermediği gibi, kendi kendine böylesi bir izni almış gibi davrananı da cezalandırır. Zira bu kişi nefsini, Allah’ın emrettiği şeylerden uzak tutmaktadır. Bu sebebledir ki Peygamberin gününde inzivaya çekilen yoktur. Bu husustaki haberler de uydurmadır.



Riyazete gelince; nefsi kırma, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma, kanaatle yaşama, perhize girme demektir. Bu suretle nefsini terbiye etmeye çalışma tasavvufun İslam’a soktuğu İslam dışı bir davranıştır. Zira Allah Kuran’da bir çok kere "Yiyiniz, içiniz!..." buyurmaktadır. Olduğu halde yememek, içmemek açıkça nefse eza vermektir ki İslam’da nefse eza vermek de zulüm olarak tanımlanmıştır. Zulmün her türlüsü de haram kılınmıştır. Mesela oruç bir ay boyunca Müslümanlara, daha öncekilerde olduğu gibi farz kılınmış, lakin güneş battıktan sonra da yiyip, içmek de (yani dünya nimetlerinden yararlanmak da) gerekmektedir.



Oruç tutmak farz olduğu gibi iftar etmek de farz kılınmıştır. Tam gün oruç tutmak haramdır. Kişinin nefsini nasıl terbiye edeceğine de terbiyecisi edindiği Rabbi Allah karar vermekte, işi kişinin kendine bırakmamaktadır. Halbuki riyazet; olduğu, bulunduğu halde kişinin nefsini terbiye edeceğim diye, var olan dünya nimetlerinden kendini mahrum bırakmasıdır. Bu mahrum bırakma o derecede uygulanmaktadır ki takva uğruna vücudlar halsiz ve takatsiz bırakılmaktadır.



Tüm bunların farklı kültürlerle temas neticesi onlarda bulunan stoacı ve hermesci düşüncelerden etkilenerek şekillendiğini yukarıda anlatmaya çalıştık. Simdi İslam ve tasavvuf arasındaki karşılaştırmalara devam edelim. Yukarıda bu iki dinin akidelerini karşılaştırmış ve birbirinden ne denli uzak esasları akide edindiklerini göstermiştik. Şimdi başka hususlarda karşılaştırmalar yapalım. İslam’da zahire (görünüşe) göre hüküm verilir. Zahir, insanlar arasındaki ilişkilerde esastır. Buna göre muhakeme olunurlar. Olaylar ve davranışlar buna göre değerlendirilir ve kabul veya reddedilir. Örneğin İslam’ın kerih gördüğü bir davranış göründüğünde bu reddedilir.



Maruf, münker açıktır. Maruf yapılması gereken şeyler iken, münker kaçınılması gereken şeylerdir. Tasavvufta ise asıl olan zahir değil, batındır. Batın; gizli, görünmeyen, bilinmeyen demektir. Buna göre görünmeyen, bilinmeyene göre hareket etmeyi esas almaktadırlar. Bu düşüncelerinin sonucu da görüntüde haram olan bir işi rahatlıkla yapabilmekte ve sonucunda "Bu görünen size öyle görünmektedir. Zahirde böyledir. Lakin batınında iş sizin bildiğiniz gibi değildir ve şöyle şöyledir" demektedirler.



Bu cümleden olarak birçoğunuzun bu ve benzerlerini hemen hatırlayıvereceği gibi mesela "mürid şeyhini, önünde rakı sofrası ve yanında fahişelerle bile görse kalbini bozmamalı ve bana görünen (zahir) böyle, kim bilir mübarek zat batında ne haldedir. Benim olayı böyle görmem bendendir demeli ve şeyhi hakkındaki kanaatinde hiçbir değişiklik yapmamalıdır. Hatta böyle gördükçe şeyhi hakkındaki imanı daha da artmalıdır." Bu ve benzeri düşüncelerin inançlaşması, zahiri ölçü edinmeyip, ne olduğu bilinmeyen, gizli olan batını ölçü edinmekten kaynaklanmaktadır. Durum böyle olunca da yeryüzü ifsad olmakta, bütün doğrular eğrilmekte, bütün eğriler rahatlıkla doğrulaşmaktadır.



Bir diğer konuda yapacağımız mukayese de dikkatleri çekecektir. İslam da insan kullukta ilerledikçe sakındığı şeyler çoğalır, sakındığı şeyler çoğaldıkça kullukta ilerlerken, tasavvufta mertebe kat ettikçe mükellefiyetler azalmakta, hatta tümüyle kalkmaktadır. Akidevi bakımdan mübtedi bir mutasavvıf "Ben Hakk'ım" diyemezken, seyri sülukta ilerledikçe "Ben Allah’ım" diyebilmektedir. Bayezidi Bistami "Kendimi tesbih ederim. Benim sanım ne yücedir." derken, İbni Arabi "Yaratılan, yaratılmış olandır. Ben O ,ve O benim" diyebilmekte, buna paralel olarak da, Yunus "Bir ben vardır, bende, benden içeru..." diye sürdürmektedir. Ve giderek namazı, niyazı küçük gören, cenneti istiskal edip istemediğini söyleyen ve isteyenlere verilmesini söyleyerek "Bana seni, gerek Seni..." diyenler de bunlardır.



Ve yukarıdaki sözlerimizi doğrulayan tasavvufi tezahürlerdir. Akidevi açıdan işi o denli ileri götürürler ki "Hatta 'Füsüs ve Fütühati Mekkiyye' isimli eserlerin sahibi Muhyiddini Arabi "Hıristiyanlar tanrılığı sadece İsa ve annesine hasretmelerinde yanıldılar"'1' demektedir. Diğer yandan aynı düşünce Molla Cami'de "Bunlar abdal tabakasına girmeden önce nikahlanırlar... Fakat abdal tabakasına girdikten sonra o işi terk etmişlerdir. Artık ona bir daha dönemezler. Zevceleri ile sohbetten ve çocuklarından ayrılırlar. Bir daha zevceleri ve çocukları ile sohbet edemezler ki bu onların malumu olsun. Onlar sünnete riayet etmede, nikah hususunda mübalağa ederler.



Hatta öyle ki, bir yabancı kimse evlerine geldiği zaman, bir gün veya bir hafta kalsın ve o hanımı ile nikahlanarak onun hakkını versin isterlerdi. Daha sonra o adam o kadını bıraksın ve kadın da onun kim olduğunu bilmesin"'2'. Tasavvufla ilgili ne kadar önem atfedilen eser var ise bunların tümünde yukarıda anlatmaya çalıştığımız hususlarla ilgili yüzlerce örnek bulmamız mümkündür'3'. Akidesi, kabul ettiği ana ölçüleri, ana kavramları ile birbirinden gerçekten farklı iki din; İslam ve tasavvufun görünürdeki bazı benzerlikleri, kendini meselenin dışında tutanlar için aldatıcı olmakta, yanılmalarına sebeb olmaktadır. Biri, diğerinin yerine ikame edilmek istenilen şeylerin her şeyden çok birbirine benzemeye ihtiyaçları vardır.



Hiç değilse görünürde sağlanacak bu benzerlikler, düşünce seviyesi düşük olanları kolay kandırabilmektedir. Allah katında kabul görmeyecek nice sapık dinde de bazı doğruların bulunduğu bilinen bir husustur. Zira her şeyiyle sapık olanların tefriki kolay olması, tefriki güçleştiren unsurlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Mesela bugün demokrasinin ve hatta laikliğin İslamlaştırılması, İslam’ın tümüyle reddedilemediğindendir. Madem ki bu başarılamamaktadır o takdirde demokratik İslam’dan ya da laik İslam’dan bahsetmek gündeme getirilmekte, demokratik ve laik kavramlar İslam’da yaşatılmaya çalışılmaktadır. Kaldı ki demokrasi de, laiklik de uzaktan yakından İslam’la ilgili olmayan şeylerdir.



Hiç bir surette birbirine yakınlığı bulunmayan bu kavramlar tamamıyla reddedilemeyen, insanların akıl ve kalplerinden çıkarılmayan İslam’a sokulmaya, orada yaşatılmaya çalışılmaktadır. Kadir olsa idiler mutlaka İslam’ı tümüyle, ismi dahil ortadan kaldırmayı ve yerine kendi dinlerini ikame etmeyi isterlerdi. İstemişlerdir de. Ama bunu başaramamışlar ve başaramayacaklardır ne laik ve demokrat emperyalistler ne de İslam dışı tasavvuf anlayışı bunu başaramayacaktır “onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır”



İktibas Dergisi/Sayı: 141

(1) Bkz. iktibas Dergisi, 104. sayi, 26. Sayfa, 1. sütunda Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin Vahdeti Vücud isimli makalesi.

(2) Bkz. Nefahatül Üns; Molla Cami, Osmanlıcaya çeviren: Bedir Yayinevi, Yayıncısı: Mehmed Şevket Eygi, 1. baskı, 1971, İstanbul, Sayfa: 42.

(3) 1. Nefahat’ül Üns: Molla Cami, Bedir Yayinevi, 1. baski, 1971, İstanbul.
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Metin _mete senin de gördüğün üzere kendinden olmayanı tekfir etmek bir moda olmuş gitmiş, neymiş tasavvuf ayrı bir dinmiş, sen şimdi tasavvuf ehlini islam dışı olarak gösteriyorsun, bu hiç hoş değil.
Sizin din anlayışınız bana metaryalizmi hatırlatıyor, ille maddecilik, manaya silip süpürmek, kalbi unutmak, hoyratça bir din anlayışı bu....sen önce hadisleri kabul et , sonra bu konu hakkında bir kaç kelam et...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Metin _mete senin de gördüğün üzere kendinden olmayanı tekfir etmek bir moda olmuş gitmiş, neymiş tasavvuf ayrı bir dinmiş, sen şimdi tasavvuf ehlini islam dışı olarak gösteriyorsun, bu hiç hoş değil.
Sizin din anlayışınız bana metaryalizmi hatırlatıyor, ille maddecilik, manaya silip süpürmek, kalbi unutmak, hoyratça bir din anlayışı bu....sen önce hadisleri kabul et , sonra bu konu hakkında bir kaç kelam et...



Sana cevap vermemistim Rusen bu bir,Ikincisi kendi düsüncelerimide aktarmadim bu iki,Eger senin dedigin gibi ise yani Islam disi olarak gösterilmis ise sen isbat edeceksin degil diye.Benim anlayisimi Materyalizm olarak algiliyorsun ama benim senin anlayisini nasil algiladigi sormuyorsun?Tekrar bir derleme sunacagim ister üstüne al ister alma ama lütfen hedefte sensen veya düsüncense acikla,Benim hadisleri neden kabul etmedigimi biliyorsun sanirim eger senin dedigin gibi kabul edersem Allahin yolundan dönmüsüm demektir ve benim helak oldugumun resmidir.Senin gibi akilli birinin benden böyle bir sey istemesi manidardir?Kelama gelince eger yanlissa cevap yaz serseniste bulunma....
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
VAHDET-İ VÜCUD NEDİR ?

Vahdeti vücud bir tasavvuf terimidir ve onun felsefesi Allah'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın Allah olduğuna, var gibi gözüken ne varsa Allah'ın parçaları olduğuna inanmaktır. Bu ina-nış tasavvufun amentüsünün ilk şartıdır. Bu felsefenin künhüne vakıf olan mutasavvıflar Lâ ilâhe illallah demeyi terk edip la mevcude illallah diyerek bu amentüyü ikrar ederler.
Allah'tan başka mevcud, varlık olmadığına inanmayı gerektirecek ne bir ayet, ne bir hadis vardır. Allah'ın isimlerinden bahsettiği, bütün varlıkları yok saymak, her nasılsa (inançlarına göre) varlık olmayan şeylerin yaşadığını ve öldüğünü söylemek, meleklere iman ettim demek fakat onlar varlık değildir, Allah'ın parçalarıdır diyerek her parçayı ilah saymak, cennete ve cehenneme iman ettim demek, sonra onların varlık olmadığını, Allah'ın parçaları olduğunu söylemek, önünde secde edilen putun bile Allah'ın bir parçası olduğu bu sebeple zahirde tapılan put olsa da aslında o secdenin Allah'a yapıldığı.

İşte bu inanışa göre bir tasavvuf şeyhi Allah'ın bir parçası olduğu gibi yolda duran taş, ağaçtaki kuş, kovalanan kedi ve kovalayan kufuryok ve o köpeği vuran bir zabıta eri dahi (haşa) onlara göre Allah'ın parçasıdır ve dolayısıyla onlara Allah demek doğru bir sözdür.
Bu sapkın söylem ve inanışlar üzerinde tevhid ehli olanlar için te'vil edecek yol aramaya ve hatta düşünmeye bile gerek yoktur. Çünkü bir Müslüman kabul veya red etmek için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in böyle bir şeyi öğretip öğretmediğine bakması yeterlidir. Hiç akletmezler ki durum onların dediği gibi olsa;
inanan kimdir, inanılan kim ?
Yaratan kimdir, yaratılan kim ?
Hüküm koyan kimdir, mükellef kim, mükafat ve ceza veren kimdir,
ödüllendirilen veya cezalandırılan kim ? Ateşe koyan kimdir, ateşte yanan kim ?
Sizin taptığınız benim ayağımın altında diyen adam toprağı kastetmiştir, çünkü ona göre çiğnenen, işenen, o toprak Allah'tır (haşa) . Böyle olunca birinin çıkıp ben Allah'ım demesi onlara göre gayet tabi bir durum-dur, sırf o değil onlara göre kafir biri dahi bu sözü söylese doğru söylemiş olur çünkü o da Allah'tan bir parçadır!


Her neyse;
Gerçek Müslümanlığı yani Tevhid ehli olmayı gelin Allah'tan öğrenelim.
- Allah'tan başkasına kulluk etmemek,
- O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak,
- Allah'ı bırakıp insanların bir kısmını Rabler edinmemek.

(Ali İmran Suresi, 64)
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Allah'a övgüler olsun.İnsanların bazıları Kuran-ı Kerim'den ve Resulullah'tan başka bilgilere gerek duyarlar ise böyle sözler ortaya çıkar.


Allah Kuran-ı Kerim'de buyuruyor :''Biz size apaçık ayetler gönderdik''
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyuruyor :''Kolaylaştırın,zorlaştırmayın,sevindirin,nefret ettirmeyin.''


Bu sözler onlara ait veya değil,

kimisi iyi niyetli olupta kötü olan söz söyleyebilir

kimisi kötü niyetli olupta iyi olan söz söyleyebilir

kimisi kötü niyetli olupta kötü olan söz söyleyebilir

kimisi iyi niyetli olupta iyi olan söz söyleyebilir

Dinimizin kaynakları bellidir.Kuran-ı Kerim ve Allah'ın elçisi olan Muhammed Mustafa'nın hadis-i şerifleri'dir.Dinimiz açıktır,nettir,herkeze adaletlidir.Her insana inmiştir.Alemlere rahmettir.Allah'ın lutfu,rızkı ve nimeti ile inmiştir.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Allah'a övgüler olsun.İnsanların bazıları Kuran-ı Kerim'den ve Resulullah'tan başka bilgilere gerek duyarlar ise böyle sözler ortaya çıkar.


Allah Kuran-ı Kerim'de buyuruyor :''Biz size apaçık ayetler gönderdik''
Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyuruyor :''Kolaylaştırın,zorlaştırmayın,sevindirin,nefret ettirmeyin.''


Bu sözler onlara ait veya değil,

kimisi iyi niyetli olupta kötü olan söz söyleyebilir

kimisi kötü niyetli olupta iyi olan söz söyleyebilir

kimisi kötü niyetli olupta kötü olan söz söyleyebilir

kimisi iyi niyetli olupta iyi olan söz söyleyebilir

Dinimizin kaynakları bellidir.Kuran-ı Kerim ve Allah'ın elçisi olan Muhammed Mustafa'nın hadis-i şerifleri'dir.Dinimiz açıktır,nettir,herkeze adaletlidir.Her insana inmiştir.Alemlere rahmettir.Allah'ın lutfu,rızkı ve nimeti ile inmiştir.




Biz Kuran'ın Allah sözü olduğunu nereden biliyoruz? Kimisi, Kuran öyle söylüyor diyebilir. Peki birileri Allah'a iftira olarak başka kitapları göstererek: "Bu da Allah katındandır." derlerse ne diyeceğiz? Biz Kuran'ın Allah sözü olduğunu ancak Kuran'ı inceleyip, Kuran'ın içerdiklerini değerlendirip iddia edebiliriz. Allah'ın mesajının doğruluğunu tartışmak bizzat mesajın kendisiyle alakalıdır.
Nasıl Kuran'ın dinin kaynağı olup olmadığı bizzat Kuran'ın irdelenmesiyle tartışılabilirse, hadislerin dinin kaynağı olup olmadığı mevzusu da hadislerin irdelenmesiyle karara bağlanabilir.
Nasilki;

Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasının katından olsaydı elbette içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı.


Nisa Sûresi 82


Celiskiden uzak,Korunmus;


Hiç şüphesiz Hatırlatıcı'yı biz indirdik biz. Onun koruyucuları da gerçekten biziz.


Hicr Sûresi 9


Evet simdi bazi örneklerle Hadisler;

Kuran : " ... O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur."


Şura Suresi 11


Hadis: "Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir."


Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1

Kuran: "Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir."


İhlas Suresi 4


Hadis: "Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim."


Hanbel 5/243

Kuran: "Ben sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hepiniz birbirinizdensiniz."


Ali İmran Suresi 195


Hadis: Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.


Buhari 9/1391


Kuran: "Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz."


Furkan Suresi 8


Hadis: "Peygamber Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı."


Buhari 76/47 Hanbel 6/57,4/367


Sagolasiniz beni sonunda direk olarak bazi seyleri ortaya koyarak savunma yapmaya mecbur biraktiniz..Hakkim bu konuda helal degildir...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Hıristiyanlar ilahlığı sadece İsa ve Annesine hasretmekle yanıldılar. İbn-i arabi


EBU ZERR: Şeyhul Ekber Muhyiddin İbn Arabi'nin bir çok görüşü yine bir çok mutasavvıf tarafında eleştirilmiştir. Muhyiddin İbn Arabi bu sözü ittihat anlamına gelir ki zaten kendisi başka eserlerinde ittihat'ın küfür olduğunu söylemektedir. Peki eserlerindeki bu çelişkilerin anlamı nedir? İhtimal dahilindedir ki sonradan eklenmiştir ya da İbn Arabi bu görüşlerinden dönmüştür. İbn Arabi'yi çarpık vahdet-i vücut telakkisinden dolayı tekfir eden İbn Teymiyye şu yorumu yapmaktanda çekinmemiştir: “KONUŞMASI KÜFÜR OLMAKLA BİRLİKTE KELAMINDA UYGUN SÖZ BULUNMASI VE BAŞKASI GİBİ İTTİHAD FİKRİNDE DEVAM ETMEMESİ SEBEBİYLE İSLAM’A EN YAKIN OLANLARI İBN ARABİ’DİR. BİLHASSA O KAH HALKI ( HAKKI OLMALI HER HALDE), KAH BATILI HAYAL ETTİĞİ GENİŞ HAYALİNE DALIP GİTMİŞTİR. NE ÜZERE ÖLDÜĞÜNÜ EN DOĞRU BİLEN ALLAH’TIR. ( HAKİKİYYETÜ MEZHEBİL VAHDET RİSALESİ) Nakşibendilerden Hanefi Aliyyulkari'nin de ciddi tenkitleri vardır İbn Arabi'ye, hakeza İmam Rabbani'de İbn Arabi'nin vahdet-i vücut anlayışını tenkit etmektedir...İbn Arabiye ait olan bu tip sözlere itibar etmemek en doğru olandır...


"Zatı itibariyle yüce olan Hakk'ın ortaya çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır." Abdulkerim el Cıli


Ebu Zerr: İbn Arabi'ye göre de bu tip sözler küfür olmaktadır. Hakeza Abdulkadir Geylani'de aynı kanaattedir.(Gavsiye Risalesi)... İttihat ve hulul iddiasıdır...


Enel Hakk' (Ben Allah'ım), 'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur) Hallac-ı mansur


Ebu Zerr: Hallacı mansur enel hakk demiştir, ene Allah dememiştir...Şeriat mehkemelerinde yargılanmış ve şeriata muhalefetten öldürülmüştür...Eğer, sufiler ile fakihlerin kavgasına kurban gitmemişse...Bazıları Hallacın karamıta olduğunu da söylemektedir...


(kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim. Benim şanım ne yücedir)Beyazıd-ı Bistami
(Benim şu iğreti kalıbımın içinde Allah'tan başka kimse yoktur)Cüneyd-i Bağdadi


Ebu Zerr: Çarpık Vahdet-i vücut telakkisi dahilinde söylenmiş olan bu sözlere itibar etmek doğru değildir...Bir kere bu insanlar Peygamberin Sünnetine sıkı sıkıya bağlı olduğu iddia edilen imamlardır, o halde bu imamların sünnete muhalefeti söz konusu olamaz...Olduysa da bu onların hatalarıdır, bu hataları savunmak da başka bir hatadır...Tevilin ucu bucağı yoktur, unutmayın ki müşriklerde puta tapmalarını tevil ediyorlardır...
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
tamam Metin Mete söylenen sözleri incele,görünüyor zaten ne anlam içerdikleri tabi ki bir şeyin doğru mu olup olmadığı araştırılarak bulunur.Orada yazılanlar Hadis-i Şerif değil ki kişilerin söyledikleri sözler ben Kuran-ı Kerim'den ve Resulullah'ın sözünden başka hiçbir sözü dikkate almam,kişi Kuran-ı Kerim'den ve Muhammed Mustafa'nın hadis-i şerifinden söylüyorsa onu dinlerim.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
tamam Metin Mete söylenen sözleri incele,görünüyor zaten ne anlam içerdikleri tabi ki bir şeyin doğru mu olup olmadığı araştırılarak bulunur.Orada yazılanlar Hadis-i Şerif değil ki kişilerin söyledikleri sözler ben Kuran-ı Kerim'den ve Resulullah'ın sözünden başka hiçbir sözü dikkate almam,kişi Kuran-ı Kerim'den ve Muhammed Mustafa'nın hadis-i şerifinden söylüyorsa onu dinlerim.



Benim yazimdakiler asla beser sözü degildir bana söylememissindir sanirim,digerlerine gelince yani baska birinin yazdiklarindan beni neden sorumlu tutuyorsun?Anlamadim..
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Seni sorumlu tuttuğum yok ki Metin Mete hep beraber doğruyu bulabilmek için hidayet üzere isek hidayet nurumuzla bu sözleri doğru ve yanlış olarak ayırmak bizim için kolay olacaktır.Araştıralım.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Seni sorumlu tuttuğum yok ki Metin Mete hep beraber doğruyu bulabilmek için hidayet üzere isek hidayet nurumuzla bu sözleri doğru ve yanlış olarak ayırmak bizim için kolay olacaktır.Araştıralım.



Dogru Furkandadir;Cünki ayirmistir egriyle dogruyu..
Hidayet Allaha ayittir Kitabullahi Vesile yapmistir...
Nur Kurandirki Ismide kendiside Nurlarini sacmaktadir...
Siratilmüstakim,Bu kitabtadir cünki Kelimullahtir...
Allahin Boyasi Ayetullahin icindedir...
Allahin Ipi bu kiymetli Serefli sahifelerdedir ki Biz ona bagliyiz..
Beser sözüne küsmüsüz,Buyrun sorumlu oldugumuza buyrun kardeslige buyrun Allahin acik hatta apacik sözlerine...
 
Üst Alt