Kelimeler ya gerçekten vaz'olundukları anlamda veya, vaz'olundukları mana dışında kullanılırlar. Birincisine "hakikat", ikincisine "mecaz" adı verilir.[86] Mesela, "bülbül" kelimesini kuş için kullandığımızda "hakikat", güzel sesli biri hakkında kullandığımızda "mecaz"dır.
İşte istiare, "alakası teşbih olan mecaz" şeklinde tarif edilir.[87] Mecaz istiareye göre daha geniş kapsamlıdır. Her istiare mecazdır, fakat her mecaz istiare değildir.[88] Benzeri bir cümleyi teşbih - istiare ilişkisi açısından söylemek mümkündür: Her istiare teşbihtir, fakat her teşbih istiare değildir.[89] Banarlı'nın ifadesiyle istiare, teşbihin en kısa, en güzel şeklidir.[90]
İstiare kelimesi etimolojik olarak birinden iğreti birşey isteyip almayı bildirir. Mesela, "Gece siyah bir yarasa gibi uçtu" ve "Karşımızda muazzam bir sonsuzluk çölü uzanıp gidiyordu"[91] cümlelerine bakalım. Birinci cümlede gece siyah bir yarasaya benzetilmiş ve uçurulmuştur. İkinci cümlede ise çölün bitmez tükenmez enginliği, ona sonsuzluk verilerek anlatılmıştır.
Bir de Mehmed Akif'in şu ifadelerine bakalım:
"Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa..."[92]
Burada düşman kalabalığı önce mahşere benzetilmiş, sonra da "kudursa, çıldırsa..." ifadeleriyle o mahşeri kalabalık bir köpeğe teşbih edilmiştir. Burada "mahşer- kudursa- çıldırsa" kelimeleri ödünç olarak gerçek anlamları dışında kullanılmışlardır.
Yahya Kemal "Sessiz Gemi" isimli şiirinde bir cenaze manzarasını anlatır. Şiirde tabut bir gemiye, ölüm de seyahate benzetilir.. Bu gemiyle yapılan seyahat manzarası, bir cenaze alayının temsilidir. Benzetilen (gemi) söylenmiştir ama, özellikler hep bir ölünün ardında kalanların davranışlarını yansıtır. [93]
İstiarede şu üç özellik görülür:
1. İstiare bir mecazdır.
2. İstiarede gerçek anlamda kullanılmadığına delalet eden bir "karine-i mania" vardır.
3. İstiarede teşbih amacı söz konusudur.[94]
İstiarenin lafzı müfret ise müfret istiare, terkip halinde ise mürekkep istiare olur. Mürekkep istiare aynı zamanda temsili istiare olarak değerlendirilir. Müfret istiare, mekni ve musarrah olmak üzere ikiye ayrılır. Musarrah istiare ise, ya asli veya tebei'dir.
Bunların dışında istiare türleri de vardır. Mesela, cimri kişiye "Hatem" denilmesi tehekkümi bir istiaredir. "Ölümün tırnakları falana saplandı" tarzında hayalin meydana getirdiği istiare tahyili'dir.[95] "Kahvehanede bir arslan gördüm" şeklindeki bir ifade mutlak, "Kahvehanede silahlı bir arslan gördüm" şeklindeki bir ifade mücerred istiaredir. "Derin bir deniz ile tartıştım" şeklindeki istiare ise müraşşah olarak isimlendirilir. Burada, tartışılan kişi önce denize benzetilmiş, ardından "derin" kelimesi denizin bir sıfatı olarak kullanılmıştır.[96]
Teşbih ve istiare bazan birbiriyle iltibas edilir. Benzetme edatı zikredildiğinde teşbih olduğu aşikardır. Eğer hazfedilip, müşebbeh zikredilirse teşbih-i beliğ, zikredilmezse istiaredir.[97] Mesela, "Ali arslandır" ifadesi beliğ bir teşbihtir. "Arslan geldi" ifadesi ise istiaredir.
İstiare, Abdülkadir Cürcani'nin dediği gibi, cansızı canlı, dilsizi fasih, konuşmayan varlıkları beyan sahibi, gizli manaları aşikar yapar.[98]
Râzî, V, 106; Beydâvî, I, 106; Kurtubi, II, 211; Ebussuud, I, 201; Yazır, I, 670
[86] Cevdet Paşa, s. 26-27; Zeydan, Abdulkerim, el-Veciz, Mektebetu'l-İslâmî, İst. 1979, s. 279- 282; Tarlan, Ali Nihat, Edebi Sanatlara Dair, İnkılap Kitabevi İst. 1993, s. 11; Banarlı, Nihat Sami, Edebi Bilgiler, Remzi Kitabevi İst. 1948, s. 97
[87] bkz. Kazvînî, s.124; Haşimi, 303-304; Mevlevi, s. 71; Rıfat, Muhammed, Mecamiu'l-Edeb, ts. s. 284; Ak, Halid Abdurrahman, Usulü't-Tefsir ve Kavaiduhu, Daru'n - Nefais, Dımeşk, s. 277; Şahiner, s. 49-50
[88] Cürcani, A. Kahir, Delailu'l- İ'caz, s. 356
[89] Ak, s. 279; Ebu Zehra, s. 257
[90] Banarlı, s. 99
[91] Wellek, R. ve Warren A., Edebiyat Biliminin Temelleri, Ter. Edip Uysal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1983, s. 251
[92] Ersoy, Mehmed Akif, Safahat, İnkılap ve Aka Yay. İst. 1984, s. 352
[93] Kocakaplan, İsa, Açıklamalı Edebi Sanatlar, MEB. Yay. İst. 1992, s. 71
[94] bkz. Külekçi, Numan, Edebi San'atlar, Akçağ Yay. İst. 1995, s.53-54
[95] İlyada da yirmiyedi defa tekrarlanan "Gül rengi parmakları olan şafak" deyimi güzel bir tahyili istiaredir. bkz. Wellek, R. ve Warren A., s. 264
[96] Cevdet Paşa, s. 134-138. Ayrıca bkz. Bolelli, s. 103-111
[97] Zerkeşi, Bedreddin, el - Burhan fi Ulûmi'l- Kur'ân, el-Mektebetu'l - Asriyye, Beyrut, ts. III, 434; Cevdet Paşa, s. 121
bu yazı şadi eren kur'an'da teşbih ve temsiller kitabındandır hiçbir siteden kopyalanıp yapıştırma yapılmamıştır.
İşte istiare, "alakası teşbih olan mecaz" şeklinde tarif edilir.[87] Mecaz istiareye göre daha geniş kapsamlıdır. Her istiare mecazdır, fakat her mecaz istiare değildir.[88] Benzeri bir cümleyi teşbih - istiare ilişkisi açısından söylemek mümkündür: Her istiare teşbihtir, fakat her teşbih istiare değildir.[89] Banarlı'nın ifadesiyle istiare, teşbihin en kısa, en güzel şeklidir.[90]
İstiare kelimesi etimolojik olarak birinden iğreti birşey isteyip almayı bildirir. Mesela, "Gece siyah bir yarasa gibi uçtu" ve "Karşımızda muazzam bir sonsuzluk çölü uzanıp gidiyordu"[91] cümlelerine bakalım. Birinci cümlede gece siyah bir yarasaya benzetilmiş ve uçurulmuştur. İkinci cümlede ise çölün bitmez tükenmez enginliği, ona sonsuzluk verilerek anlatılmıştır.
Bir de Mehmed Akif'in şu ifadelerine bakalım:
"Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa..."[92]
Burada düşman kalabalığı önce mahşere benzetilmiş, sonra da "kudursa, çıldırsa..." ifadeleriyle o mahşeri kalabalık bir köpeğe teşbih edilmiştir. Burada "mahşer- kudursa- çıldırsa" kelimeleri ödünç olarak gerçek anlamları dışında kullanılmışlardır.
Yahya Kemal "Sessiz Gemi" isimli şiirinde bir cenaze manzarasını anlatır. Şiirde tabut bir gemiye, ölüm de seyahate benzetilir.. Bu gemiyle yapılan seyahat manzarası, bir cenaze alayının temsilidir. Benzetilen (gemi) söylenmiştir ama, özellikler hep bir ölünün ardında kalanların davranışlarını yansıtır. [93]
İstiarede şu üç özellik görülür:
1. İstiare bir mecazdır.
2. İstiarede gerçek anlamda kullanılmadığına delalet eden bir "karine-i mania" vardır.
3. İstiarede teşbih amacı söz konusudur.[94]
İstiarenin lafzı müfret ise müfret istiare, terkip halinde ise mürekkep istiare olur. Mürekkep istiare aynı zamanda temsili istiare olarak değerlendirilir. Müfret istiare, mekni ve musarrah olmak üzere ikiye ayrılır. Musarrah istiare ise, ya asli veya tebei'dir.
Bunların dışında istiare türleri de vardır. Mesela, cimri kişiye "Hatem" denilmesi tehekkümi bir istiaredir. "Ölümün tırnakları falana saplandı" tarzında hayalin meydana getirdiği istiare tahyili'dir.[95] "Kahvehanede bir arslan gördüm" şeklindeki bir ifade mutlak, "Kahvehanede silahlı bir arslan gördüm" şeklindeki bir ifade mücerred istiaredir. "Derin bir deniz ile tartıştım" şeklindeki istiare ise müraşşah olarak isimlendirilir. Burada, tartışılan kişi önce denize benzetilmiş, ardından "derin" kelimesi denizin bir sıfatı olarak kullanılmıştır.[96]
Teşbih ve istiare bazan birbiriyle iltibas edilir. Benzetme edatı zikredildiğinde teşbih olduğu aşikardır. Eğer hazfedilip, müşebbeh zikredilirse teşbih-i beliğ, zikredilmezse istiaredir.[97] Mesela, "Ali arslandır" ifadesi beliğ bir teşbihtir. "Arslan geldi" ifadesi ise istiaredir.
İstiare, Abdülkadir Cürcani'nin dediği gibi, cansızı canlı, dilsizi fasih, konuşmayan varlıkları beyan sahibi, gizli manaları aşikar yapar.[98]
Râzî, V, 106; Beydâvî, I, 106; Kurtubi, II, 211; Ebussuud, I, 201; Yazır, I, 670
[86] Cevdet Paşa, s. 26-27; Zeydan, Abdulkerim, el-Veciz, Mektebetu'l-İslâmî, İst. 1979, s. 279- 282; Tarlan, Ali Nihat, Edebi Sanatlara Dair, İnkılap Kitabevi İst. 1993, s. 11; Banarlı, Nihat Sami, Edebi Bilgiler, Remzi Kitabevi İst. 1948, s. 97
[87] bkz. Kazvînî, s.124; Haşimi, 303-304; Mevlevi, s. 71; Rıfat, Muhammed, Mecamiu'l-Edeb, ts. s. 284; Ak, Halid Abdurrahman, Usulü't-Tefsir ve Kavaiduhu, Daru'n - Nefais, Dımeşk, s. 277; Şahiner, s. 49-50
[88] Cürcani, A. Kahir, Delailu'l- İ'caz, s. 356
[89] Ak, s. 279; Ebu Zehra, s. 257
[90] Banarlı, s. 99
[91] Wellek, R. ve Warren A., Edebiyat Biliminin Temelleri, Ter. Edip Uysal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1983, s. 251
[92] Ersoy, Mehmed Akif, Safahat, İnkılap ve Aka Yay. İst. 1984, s. 352
[93] Kocakaplan, İsa, Açıklamalı Edebi Sanatlar, MEB. Yay. İst. 1992, s. 71
[94] bkz. Külekçi, Numan, Edebi San'atlar, Akçağ Yay. İst. 1995, s.53-54
[95] İlyada da yirmiyedi defa tekrarlanan "Gül rengi parmakları olan şafak" deyimi güzel bir tahyili istiaredir. bkz. Wellek, R. ve Warren A., s. 264
[96] Cevdet Paşa, s. 134-138. Ayrıca bkz. Bolelli, s. 103-111
[97] Zerkeşi, Bedreddin, el - Burhan fi Ulûmi'l- Kur'ân, el-Mektebetu'l - Asriyye, Beyrut, ts. III, 434; Cevdet Paşa, s. 121
bu yazı şadi eren kur'an'da teşbih ve temsiller kitabındandır hiçbir siteden kopyalanıp yapıştırma yapılmamıştır.