İslamın insanlığa vermek istediği mesaj üç ana eksende ortaya çıkar; Birincisi mülkiyet, ikincisi adalet, üçüncüsü de velayettir. Mülkiyet, sahip olduğumuz şeyler demektir. Bu sadece servet değildir. Sahip olduğumuz her şey bizim mülkümüz olmuştur. Bu noktada Allah da Mülk Allahındır der (Zümer, 6). Siz hiçbir şeyin sahibi değilsiniz ve her şeyin sahibi Allahtır. Önce bunu kabul edeceksiniz. Bana göre Mülk Allahındır ifadesi, Kelime-i Şehadettendir. Arâf Sûresinin 158. âyetinde açıklanır. Bunu anlamayan dine girmiş olmaz. Eğer girmişse, girdiği dinden çıkıp, böyle söyleyerek yeniden girmesi gerekir. Günümüz muhafazakârları arasından önemli bir bölümün dine yanlış yerden girdikleri, o yanlış yerden çıkıp, dine doğru yerden girmeleri gerektiği kanaatindeyim. Önce Mülk Allahındır ifadesinin doğru anlaşılması lazım. Mülk Allahındır ne demek? Mülkiyet Allahındır demek. Sahip olduğunuz hiçbir şeyin sahibi siz değilsiniz, eğer şu ana kadar sahip olduğunuz bir şey varsa hemen onu sahibine iade edin demek. Hemen arkasında Allah, sizin neye sahip olacağınız söyleyecektir; İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur (Necm, 39). Eğer bir şeye sahip olduysan, onun için ne kadar alın teri döktüğünü ispat etmek zorundasın. Aksi halde gırtlağına kadar haramın içindesin. Özellikle kamu (din-u devlet) üzerinden servet sahibi olmak şiddetle yasaklanmıştır.
Diğer iki ana eksene geçmeden önce mülkiyet konusunu biraz daha açalım isterseniz. Sahip olduğumuz şeyler ve bunların dönüşümü, sonraki nesle aktarımı, şahıslar arasındaki dolaşımı nasıl olmalı?
Buna en genel hatlarıyla mülkiyet ilişkileri diyoruz. Dünyadaki hayatın, insan hayatının temeli budur. Fıkhın muamelat hükümleri bununla ilgilidir ve sahip olduğumuz şeylerin el değiştirme esnasındaki tutumları kapsar. Kişinin ahlâkı da doğruluğu da dürüstlüğü de burada ortaya çıkar. Hz. Peygamber (s) şöyle der: Kişinin namazına, niyazına değil; dinar ve dirhemle olan arkadaşlığına bakın. Buradaki kasıt, kişinin sahip olduklarını nasıl kullandığı, eline bir güç, servet ya da iktidar geçtiğinde nasıl bir davranış sergileyeceğinin gözlenmesidir. Kişi bir şeye sahip olduğunda şımarıyor, olmadığında yese mi düşüyor ona bakmamız gerektiği ifade edilir. Kişinin dindarlığı burada ortaya çıkar. Kuran diyor ki bunlarda kenz ve temerküz olmayacak. Yani sahip olduklarımız (bilgi, servet, iktidar) bir kişi veya grubun elinde toplanıp, olmayanlara yönelik hegemonik ilişki geliştirilmeyecek.
İslamın mesajını verdiği ikinci ana eksen adalettir. Toplumda var olan eşitsizlikler ile ilgili duruma dinimiz ne demektedir? Bununla ilgili bir görüşü var mıdır? Mesela bir adam düşünelim. Bu adam iki yüz köyün sahibi bir ağa ve köylüler de onun marabası. Köylüler adamın tarlalarında karın tokluğuna çalışıyor. Dinimiz buna ne diyor? Mollaya sorarsan bunda bir sakınca görmüyor. Allah ağayı ağalıkla, marabayı marabalıkla, zengini zenginlikle, fakiri fakirlikle imtihan ediyor. Bizim yapacağımız bir şey yok. diyor. Oysa Kuran-ı Kerim, Yasin Sûresi 47. âyette bunu söyleyenlere kâfir diyor. O kâfirlere verdiğimiz rızıklardan infak ediniz dendiği zaman şöyle derler: Eğer isteseydi Allahın doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Peygamber müşriklere infak ediniz diyor. Kâbeye yığdınız malları veriniz, bunlar sizin hakkınız değil diyor. Yoksullara veriniz diyor. Onlar da diyorlar ki eğer isteseydi zengin yoksul ayrımını Allah giderirdi. Allah demek öyle dilemiş ki onlar yoksul. Bize de lütfetmiş, bahşetmiş ki zenginiz. Eğer isteseydi Allah onları da zengin ederdi. Biz niye verelim ki? İşte Allah bunu söyleyenlerin kâfir olduğunu bildiriyor. Yani var olan eşitsizliği dine mal etmek, Allah böyle istedi, ne yapalım? demek adaletsizliğin ta kendisidir.
Kuran-ı Kerimde adalet kelimesi geçer. Sevâ kelimesi geçer ki eşitlik demektir. Vasat kelimesi geçer bu da dengede tutmak anlamındadır. Kıst kelimesi geçer, o da eşitlik manasında kullanılır. Vezn kelimesi geçer o da ölçüyü, dengeyi korumak demektir. Bu şekilde Kuranda yedi sekiz civarında adalete eşdeğer kavramlar kullanılır. Eşitlik, has bir Kuran kavramıdır. Ancak son zamanda Müslümanlarda eşitlikten rahatsızlık söz konusudur.İslamın mesaj verdiği üçüncü ana eksen velayet kavramında belirir. Bu da bir dinin insanlarına dost-düşman idraki vermesidir. Dostumuz ve düşmanımız kimdir. Mesela şu an dünyanın ezan okunan yerlerine bombalar yağıyor, ülkeler işgal ediliyor, talan ve yağma ediliyor, kadınlara tecavüz ediliyor Irakta 1.5 milyon insan öldü. Bunu yapanlar bizim dostumuz mu, düşmanımız mıdır? Dinimiz buna ne demektedir. Eğer bir şey demiyorsa o ölü dindir.
İşte böyle mülkiyet, adalet ve velayet konusunda susan din ölü dindir.
Diğer iki ana eksene geçmeden önce mülkiyet konusunu biraz daha açalım isterseniz. Sahip olduğumuz şeyler ve bunların dönüşümü, sonraki nesle aktarımı, şahıslar arasındaki dolaşımı nasıl olmalı?
Buna en genel hatlarıyla mülkiyet ilişkileri diyoruz. Dünyadaki hayatın, insan hayatının temeli budur. Fıkhın muamelat hükümleri bununla ilgilidir ve sahip olduğumuz şeylerin el değiştirme esnasındaki tutumları kapsar. Kişinin ahlâkı da doğruluğu da dürüstlüğü de burada ortaya çıkar. Hz. Peygamber (s) şöyle der: Kişinin namazına, niyazına değil; dinar ve dirhemle olan arkadaşlığına bakın. Buradaki kasıt, kişinin sahip olduklarını nasıl kullandığı, eline bir güç, servet ya da iktidar geçtiğinde nasıl bir davranış sergileyeceğinin gözlenmesidir. Kişi bir şeye sahip olduğunda şımarıyor, olmadığında yese mi düşüyor ona bakmamız gerektiği ifade edilir. Kişinin dindarlığı burada ortaya çıkar. Kuran diyor ki bunlarda kenz ve temerküz olmayacak. Yani sahip olduklarımız (bilgi, servet, iktidar) bir kişi veya grubun elinde toplanıp, olmayanlara yönelik hegemonik ilişki geliştirilmeyecek.
İslamın mesajını verdiği ikinci ana eksen adalettir. Toplumda var olan eşitsizlikler ile ilgili duruma dinimiz ne demektedir? Bununla ilgili bir görüşü var mıdır? Mesela bir adam düşünelim. Bu adam iki yüz köyün sahibi bir ağa ve köylüler de onun marabası. Köylüler adamın tarlalarında karın tokluğuna çalışıyor. Dinimiz buna ne diyor? Mollaya sorarsan bunda bir sakınca görmüyor. Allah ağayı ağalıkla, marabayı marabalıkla, zengini zenginlikle, fakiri fakirlikle imtihan ediyor. Bizim yapacağımız bir şey yok. diyor. Oysa Kuran-ı Kerim, Yasin Sûresi 47. âyette bunu söyleyenlere kâfir diyor. O kâfirlere verdiğimiz rızıklardan infak ediniz dendiği zaman şöyle derler: Eğer isteseydi Allahın doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Peygamber müşriklere infak ediniz diyor. Kâbeye yığdınız malları veriniz, bunlar sizin hakkınız değil diyor. Yoksullara veriniz diyor. Onlar da diyorlar ki eğer isteseydi zengin yoksul ayrımını Allah giderirdi. Allah demek öyle dilemiş ki onlar yoksul. Bize de lütfetmiş, bahşetmiş ki zenginiz. Eğer isteseydi Allah onları da zengin ederdi. Biz niye verelim ki? İşte Allah bunu söyleyenlerin kâfir olduğunu bildiriyor. Yani var olan eşitsizliği dine mal etmek, Allah böyle istedi, ne yapalım? demek adaletsizliğin ta kendisidir.
Kuran-ı Kerimde adalet kelimesi geçer. Sevâ kelimesi geçer ki eşitlik demektir. Vasat kelimesi geçer bu da dengede tutmak anlamındadır. Kıst kelimesi geçer, o da eşitlik manasında kullanılır. Vezn kelimesi geçer o da ölçüyü, dengeyi korumak demektir. Bu şekilde Kuranda yedi sekiz civarında adalete eşdeğer kavramlar kullanılır. Eşitlik, has bir Kuran kavramıdır. Ancak son zamanda Müslümanlarda eşitlikten rahatsızlık söz konusudur.İslamın mesaj verdiği üçüncü ana eksen velayet kavramında belirir. Bu da bir dinin insanlarına dost-düşman idraki vermesidir. Dostumuz ve düşmanımız kimdir. Mesela şu an dünyanın ezan okunan yerlerine bombalar yağıyor, ülkeler işgal ediliyor, talan ve yağma ediliyor, kadınlara tecavüz ediliyor Irakta 1.5 milyon insan öldü. Bunu yapanlar bizim dostumuz mu, düşmanımız mıdır? Dinimiz buna ne demektedir. Eğer bir şey demiyorsa o ölü dindir.
İşte böyle mülkiyet, adalet ve velayet konusunda susan din ölü dindir.