tevhideçaðrý
New member
- Katılım
- 15 Eki 2007
- Mesajlar
- 177
- Tepkime puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Yaş
- 52
Bismillahirrahmanirrahim .
“Dünyada iken ruhun Allah'a ulaştırılmasının gerektiğine dair hiç bir âyet yoktur” diyen hanif dostlara inşaallah cevap vermek istiyoruz.
Allahû Tealâ ezelde ruhumuzdan misak, fizik vücudumuzdan ahd ve nefsimizden yemin almış ve kâlu belâ gününde bu yeminlerle bizi Kendisine bağlamış. Hatta halk arasında ne zamandan beri Müslümansın dendiğinde, biz hep “kâlu belâdan beri” diyoruz. Kâlu belâ dememizin sebebi: O gün ruhumuz misak vermiş, dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair, fizik vücudumuz Allahû Tealâ'ya ahd vermiş, dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair, nefsimiz Allah'a yemin vermiş dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair.
A'raf 172'ye göre, Allahû Tealâ nefsimizin üzerine ruh ve fizik vücudu şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruyor. Hepimiz “kâlû belâ(evet)” diyoruz. Allahû Tealâ, “Beni Rab olarak kabul ediyorsanız size emrimi veriyorum. Bana yeminler verin.” diyor. Sonra da Allahû Tealâ, emri teyid ettiriyor, emri tekrar ettiriyor. “Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz “semînâ” diyoruz. Ve ruhumuz Allah'a misak veriyor, fizik vücudumuz Allahû Tealâ'ya ahd veriyor ve nefsimiz Allah'a yemin veriyor. Ondan sonra “itaat ettiniz mi?” diye soruyor Allahû Tealâ. Biz de “Ata'na: İtaat ettik” diyoruz.
İşte, dünya hayatında bunu gerçekleştirmemiz gerektiğini Allahû Tealâ Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde hatırlatıyor:
5/MAİDE-7: Vezkurû ni'metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi'nâ ve ata'nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah'a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.
En'am 152 de bir kere daha tekrar ediyor:
6/EN'AM-152: ... ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
... Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
Allah'ın ahdi, bizim irademizin misakidir. Ama irademizin misakini yerine getirebilmek, irademizi Allah'a teslim edebilmek için, evvelden üç yemini yerine getirmemiz gerekir. Yani ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi Allah'a teslim etmemiz gerekir ki irademizin misakini yerine getirebilelim. Bu da toptan Allah'ın vasiyetini oluşturuyor. Dolayısıyla Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamanın olmazsa olmaz şartı ruhu dünya hayatında Allah'a ulaştırmaktır. Bu hidayettir.
Allahû Tealâ, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını üzerimize 9 âyet-i kerimede farz kılmıştır. Evvelâ, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşabilmesi için, bizim Allah'a ulaşmayı dilememiz gerekir. Kur'ân'daki İslâm'ın 1. safhası Allah'a ulaşmayı dilemektir. Öncelikle ruhun Allah'a ulaşması farziyetine dair 9 tane âyet-i kerimeye beraberce bakalım:
1- 73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
Burada Allah'a dönen, Allah'ın emaneti olan bizim içimizdeki ruhtur. Çünkü Allah, bütün insanları ruh, nefs, fizik vücut üçlüsüyle yaratmıştır. Nefsimiz, berzah âlemine aittir. Fizik vücudumuz, şimdi yaşadığımız zahirî âleme aittir. Ama ruhumuz Allah'tan bize üfürülmüştür ve Ahzab Suresinin 72.âyet-i kerimesine göre bir emanettir, Allahû Tealâ da bu emaneti hayattayken sahibi olan Allah'a teslim etmemizi, iade etmemizi emrediyor.
33/AHZAB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
2- 4/NİSA-58: İnnallâhe ye'murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki; Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki; Allah, işiten ve görendir.
Emanetler çoğuldur ama sahibi tekildir. Çünkü sahibi sadece Allah'tır. Biz ruh emanetini Allah'a teslim ettiğimiz zaman, fizik vücut bir emanet olur. Biz fizik vücudu Allah'a teslim ettiğimiz zaman, nefs bir emanet olur. Biz nefsi Allah'a teslim ettiğimiz zaman ise irade bir emanet olur. İradeyi de Allah'a teslim ettiğimiz zaman, bütün emanetlerini teslim etmiş, Kur'ân'daki İslâm'ı yaşayan Allah'ın en üst seviyedeki emrini yerine getirmiş biri oluruz.
Öyleyse “Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah'a dön” emri, ruhadır. Bu, Allah'a ruhun ulaşmasının farziyetini ifade etmektedir.
3- 13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Allah'ın Allah'a ulaştırmasını emrettiği şey nedir? Allah'ın emrinden olan ruhtur.
17/İSRA-85: Ve yes'elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbîve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
4- 89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
(Ey ruh!) Rabbine geri dön (erek ulaş). Allah'tan razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanarak.
Tüm bunlar, Allah'tan üfürülen bizdeki Allah'ın emaneti olan ruha, Allah'ın emirleri, Allah'ın farzlarıdır.
5 - 51/ZARİYAT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a ulaş, Allah'a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.
Bunun gerçekleştirilmesini Allahû Tealâ bizden hayattayken istiyor. Çünkü yüce Rabbimizin vazifeli kıldığı hidayetçiler vardır. Alahû Tealâ'nın bütün resûlleri, hidayetle geliyorlar. Özellikle de hidayete erdiren, Allah'ın resûlü Mehdi(A.S), Allah tarafından hidayetle gönderilmiştir.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O'dur.
Hidayet, insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. Sıratı Mustakîm de insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adıdır.
Hidayetin tarifi Bakara 120, En'am 71'de açıklanıyor:
2/BAKARA-120: ... Kul inne hudâllâhi huvel hudâ ...
... De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” ...
6/EN'AM-71: ... kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
... De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Sırat- Mustakîm'i ise, En'âm 87, 88 de Allahû Tealâ ifade ediyor.
6/EN'AM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'AM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya'melûn(ya'melûne).
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
Yunus Suresinin 25. âyet-i kerimesinde, hidayetle gelen Allah'ın resûlleri insanları Allah'ın Zat'ına davet ediyor.
10/YUNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Daveti kabul edenleri de Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm'e ulaştırıyor. Sıratı Mustakîm, insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adı.
Allahû Tealâ, bunu ölümden evvel, hayatta iken yapmamızı emrediyor:
6- 42/ŞURA-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye'tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin, Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
Allah'ın daveti insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır.
7- 39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye'tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin) ve O'na (Allah'a) teslim olun. Üzerinize azap (kabir azabı) gelmeden önce (ölümden önce). Yoksa sonra yardım olunmazsınız.
8- 30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (O'na ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
9- 31/LOKMAN-15: ... vettebi' sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
... Bana yönelenlerin (ruhunu Bana ulaştırmak üzere yola çıkaranların) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Bana'dır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
Çok muhterem aziz kardeşlerim, hanif dostlar kardeşlerim, siz dünyada iken “ruhu Allah'a ulaştırmanın gerekliliğini ispat eden hiç bir âyet yoktur” diyorsanız, bu kadar âyet saydık size yetmez mi?
Ayrıca ruhun ahiret hayatında ulaşacağından bahsediyorsunuz. Ahiret hayatında ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşır. O zaman kâfirle, mü'min arasındaki fark ne olacaktır? Eğer ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşacaksa Allahû Tealâ bu kadar emri neden versin? Sekarat halinde, gözünden perde kaldırıldığı zaman firavun bile, “ Amenna birabbi Harune ve Musa” dedi. Ama bundan önce îmân etmemişti. Acaba, ölen herkes Allah'ın zatını görecekse, Allah'a îmân etmeden giden bir kişi olabilir mi?
Îmânın olmazsa olmaz şartı 1. noktada, gaybî îmândır. Bunun için:
• Allah'a inanmak,
• Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanmak
• Bunun sizlere söylediğim âyet-i kerimelerde beyan edildiğine göre farz olduğuna inanmak
• Bunu hanif fıtratının bir gereği olarak kendisinin de yerine getirebileceğinden emin olmak.
Yani Allah'ın emaneti insandadır. Bu emanetin Allah'a ulaşması, Allah'ın işidir ama kişinin serbest iradesinin dileği, talebi olmadan gerçekleştirmiyor. Allahû Tealâ bu şarta bağlamıştır. Öyleyse, her hâlükârda Allah'a ulaşmayı dilediği taktirde mutlaka Allah o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Ruh Allah'a ulaştığı zaman, Allah'a sarılıyor. Kur'ân-ı Kerîm'de ruhun Allah'a sarılmasını va'tesamû fiiliyle Allah açıklamıştır.
Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesinde:
4 /NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez” buyuruyor.
Bunun üzerine sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: “Sende mi ya Resûlullah?”
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bende, ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir.” diye cevap veriyor.
Neden? Çünkü bu âyet-i kerimede ifade edildiği gibi ancak Allah'a ve Allah'a sarılmayı, Allah'a kavuşmayı dileyenlerin üzerine Rahîm esmasıyla tecelli eder. Onları Kendisinden bir fazl ve rahmetin içersine koyar. Ankebut Suresinin 36. âyet-i kerimesinde:
29/ANKEBUT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi'budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta'sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah'a kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah'a ulaşmaya mani olmayın).” dedi.
Yevm'il âhir, Allah'a ulaşma günüdür. Yevm'il âhiri, Allah'a ulaşma gününü, yani Allah'a ulaşmayı dileyin buyrulmaktadır. Ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşır dedik. Ruhun iki kere Allah'a ulaşacağını da Bakara-46. âyet-i kerimesi açıklıyor:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine muhakkak mülâki olacaklarına (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına) ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerine kesin olarak inanırlar.
O zaman ruhun iki kere Allah'a ulaşması vardır. Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlar için, ölümle bir keredir. Ama, Allah'a ulaşmayı dileyen insanlar için dünya hayatında bir defa, bir de ölümle ikinci kere gerçekleşir. Öyleyse, Allah'ın dînini yaşayanlar ancak dünya hayatında ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ, bütün resûllerini bu daveti, bu tebliği insanlara ulaştırmak için göndermiştir. Dilek sahiplerinin hepsi Allah'a ulaşacaktır. Çünkü, Allah'a ulaşmayı dilemeleri halinde Allah'ın sözü var: “Mutlaka onları Kendisine ulaştıracaktır.”
Hanif dostlar sitesindeki kardeşlerim konuyla ilgili âyetleri sıralamışsınız. Biz de, sizin bu söylediğiniz âyet-i kerimeleri nasıl çarpıttığınızı, nasıl ruhun dünya hayatındaki Allah'a ulaşmasını gizlediğinizi şimdi bir bir açıklayacağız.
1- 32/SECDE-23: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
Andolsun ki Musa (A.S)'a kitap verdik. Bundan sonra sen, O'na (Allah'a) mülâki olmaktan (hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmaktan) şüphe içinde olma. Ve O'nu (Tevrat'ı) İsrailoğulları için hidayet rehberi (Allah'a ulaştırıcı) kıldık.
“ Musa'ya Kitab verdik. Sakın ona kavuşacağından şüphe etme.” Musa (A.S)'a verilen Kitab, Tevrat'tır ve hidayet rehberidir. Neden şüphe etme diyor. Eğer, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi söz konusuysa, gök katlarında mutlaka Hz. Musa (A.S)'ı da görecektir. Nitekim miraç olayında Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V) Efendimiz, birinci gök katında Adem (A.S) ile, ikinci gök katında İsa (A.S) ve Yusuf (A.S) ile, üçüncü gök katında İdris (A.S) ile, dördüncü gök katında Yunus (A.S) ile, beşinci gök katında Harun (A.S), altıncı gök katında Musa (A.S), yedinci gök katında Hz. İbrahîm (A.S) ile karşılaştı.
Belki bunların sıralamasında bir yanlışlık yapmış olabilirim ama, miraç olayında peygamberlerle karşılaştığını biliyoruz. Miraç olayı, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in ruhunun vücuduna örtü olarak, 3 vücuduyla Allah'ın katına yükselmesidir. Nitekim miraç olayında peygamber efendimizle karşılaşmıştır, O'na kavuşmuştur.
2- 41/FUSSİLET-54: E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey'in muhît(muhîtun).
Onlar gerçekten Rab'lerine mülâki olacaklarından (ulaşacaklarından) şüphe içindeler, öyle değil mi? O (Allah), herşeyi ihata etmiştir (ilmiyle kuşatmıştır), öyle değil mi?
“ Sakın Allah'a ulaşamayı dilemekten, Allah'a ruhun dünya hayatında ulaşmaktan şüphe etmeyin. Şüphe ederseniz, Allah bunu bilir ve mutlak suretle sizin hassalarınıza engeller koyar.”
Bakara Suresinin 6 ve 7. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ:
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve le hum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalpleri üzerine ve işitme (sem'î) hassasının üzerine mühür vurdu. Ve görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
Allahû Tealâ bütün resûllerini, En'âm Suresinin 48. âyet-i kerimesinde:
6/EN'AM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah'a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Resûller kimler için müjdecidir? Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenler için müjdeci, Allah'a ulaşmayı dilemeyenler için cehenneme gitmekle uyarıcılardır. İnsanları cehenneme gideceklerine dair ikaz etmekle uyarıyorlar.
İşte, o kâfirleri yani Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri uyarsanda uyarmasanda birdir. Onlar îmân etmezler. Yani Allah'a ulaşmayı dilemezler. Bu dilemeyen kişilerin hassalarına Allahû Tealâ engeller koyuyor. Hassaları engelli olan insanlar bu noktadan itibaren Kur'ân-ı Kerîm'i okusalar, Kur'ân-ı Kerîm'e nüfuz edemezler, Kur'ân-ı Kerîm kursaklarından geçmez. Çünkü Allah buna mani olmuştur. Allahû Tealâ A'raf Suresinin 146. âyet-i kerimesinde, bu engelli insanlardan, irşad yolunu dilemeyen, Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlardan bakın nasıl bahsediyor:
7/A'RAF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir
Allah'ın resûlü “Allah'a ulaşmayı dile, dilediğin taktirde, Allah seni Kendisine ulaştıracak. Bu irşad yoludur. Dilemezsen gideceğin yer cehennemdir. Bu da gayy yoludur.” diye kişiye tebliğ yapıyor. Ama Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin hassalarına, Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyet-i kerimelerine göre engeller koyduğu için o noktadan itibaren artık bütün âyetlerini görse ona imân etmiyor.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalpleri üzerine ve işitme (sem'î) hassasının üzerine mühür vurdu ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
Çünkü, kendisine “Allah'a ulaşmayı dile” diye irşad yolu teklif edilmiş, dilememiştir; dilememekle de gayy yolunu tutmuştur. Gayy yolunda olan bir insan için hangi âyet-i kerimeyi göstersen o asla îmân etmez.
3- 6/EN'AM-130: Yâ ma'şerel cinni vel insi e lem ye'tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
Burada, “Ey cin ve insan topluluğu” deniyor, yani cinlerden de Allah'ın resûlleri var, insanlardan da Allah'ın resûlleri var. Cinlerden asla bir nebî, bir peygamber söz konusu değildir.
Sevgili kardeşlerim, işte ne kadar âyetleri çarpıttığınızı bu âyetle görün. Burada cin resûller var, insan resûller var. Cin resûller cinlere, insan resûller insanlara geliyorlar. Allah'ın âyetlerini kıssa ediyorlar ve diyorlar ki: “Siz, Allah'a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir. Dilerseniz mutlaka cennete gidersiniz.”
Burada da bu emrin tekrarı söz konusu. Onlar da diyorlar ki: “Kendi hakkımızda şahidiz derler. Dünya hayatı onları aldattı” Çünkü neden? Kâfir olduklarına şahit ettiği dünya hayatı onları aldattı.
Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi dünyayı dileyenlerdir. “Yok efendim ben dilemiyorum, İslâm'ın 5 şartını yerine getiriyorum.” diyenler, bunu siz, Allahı'ın huzurunda O'na anlatırsınız. Bu kafayla giderseniz o zaman orada anlatırsınız. Allah'a ulaşmayı dilemediğin taktirde sen dünya hayatını dileyen birisisin. Allahû Tealâ bunu buyuruyor. Ölümden sonra, hiç unutma gideceğin yer cehennemdir. Gayy kuyusunun en derin noktasıdır.
4- 7/A'RAF-51: Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Onlar, onların dînini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimselerdir. Böylece onlar bugünlerine ulaşacaklarını nasıl unuttularsa ve nasıl âyetlerimizi bile bile inkâr ettilerse, bugün de Biz onları unuturuz.
Allah'a ulaşmayı dilemeyenler Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi gereğince dünya hayatıyla mutmain olmuşlardır:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Dünya hayatını dileyen kişinin de gideceği yer cehennem. Sadece bu âyet-i kerimede değil, Allahû Tealâ daha bir çok âyet-i kerimede: “İnsanlar bizden dünya malını isterler. Biz onlara veririz ama onların ahirette nasibi yoktur.” buyuruyor. Öyleyse iki türlü insan var:
1- Allah'a ulaşmayı dileyen, ahiret hayatını dileyen.
• Allah'a ulaşmayı dilemeyen, otomatikman dünya hayatını dileyen.
Dünya hayatını dileyen kişinin gideceği yer de cehennemdir.
Muhterem kardeşim, hiç bunu kulağından çıkartma. Kulağına küpe yap. Sen, dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemezsen başını secdeden kaldırmasan dahi o amelin boşa gidecek. Ölümden sonra, tıpkı firavun gibi gideceğin yer cehennemdir. Hala aklın başına gelmeyecek mi? Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede bunu açıklıyor.
5- 18/KEHF-110: Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya'mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
Halbuki Nisa Suresinin 29. âyet-i kerimesinde ölümü dilemenin yani intihar Allah tarafından yasaklanmış. İntihar eden kişinin gideceği yer cehennemdir.
O zaman, ölümle insan ruhu Allah'a ulaşacaksa veya sizin söylediğiniz gibi ahiret hayatında ruh Allah'a ulaşacaksa (ki ölümle ahiret hayatında ulaşmak aynı şey), o zaman kişi neden ölümü dilesin? Herkes için ölüm vakti bellidir. Belli olan bir vakti dilemenin alemi ne? O zaman bu âyet-i kerimede kişi serbest iradesiyle Allah'a ulaşmayı diliyor. Ve ruhun Allah'a ulaşabilmesini Allahû Tealâ, salih âmel şartına bağlamış. Salih amel nefsi ıslah eden ameldir. Nefs teskiyesi gerçekleşmedikçe ruh Allah'ın Zat'ına ulaşmaz. Hâlâ anlamayacak mısınız muhterem kardeşlerim? Ve Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 5. âyet-i kerimesinde;
6- 29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Yani, Allahû Tealâ mutlaka onu Kendisine ulaştıracaktır. İstisnası yoktur.
7- 32/SECDE-14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Öyleyse bu “likâe” (Allah'a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.
Bu güne kavuşmayı eğer unutmuşlarsa bunlar Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için de Allahû Tealâ bunları unutuyor. Ve gidecekleri yer cehennem.
8- 39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye'tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: "Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın. (Cehenneme gidenler) dediler ki: "Evet (geldiler)." Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Sevgili hanif dostlardaki kardeşim, bir insana Allah'ın âyetlerini tilavet edebilmek için onunla aynı zaman parçası içersinde hayatta olmak lâzım. Hâlâ uykudan uyanmayacak mısınız? Sizi uyandırmak için ne yapmamız lâzım? Eğer burada bahsettiğin Peygamberse -ki her devirde Peygamber var mı?- bize Allah'ın âyetlerini tilavet eden şu an da hangi peygamber var? Bize bir tavsiye et, göster de biz de gidelim, o peygambere ulaşalım, bize tilavet etsin. Peygamber Efendimiz (S.A.V) son peygamber değil mi? Ondan sonra pegamber gelmeyecek. O zaman ondan sonra hayatta olan insanlara, içlerinden Allah'ın âyetlerini tilavet eden hangi peygamberi gösterebilirsin?
Utanmıyor musunuz? Aslında sizin kendinize ne kadar büyük düşmanlık ettğinizin farkına varmayacak mısınız?
9- 45/CASİYE-34: Ve kîlel yevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ ve me'vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Ve (onlara): “Bugün sizi unutacağız, tıpkı sizin “bugününüze kavuşmayı” unuttuğunuz gibi. Ve sizin mevanız (kalacağınız yer), ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” denildi.
Tabiî ki Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için, onlar Allah'ı unutanlardır ve onların gidecekleri yer cehennemdir. Yunus Suresinin 7,8. âyetleri zaten bunu ifade ediyor.
10- 10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Siz, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanmıyorsunuz. Siz insanların yazdığı, o zanlara tâbî olarak diyorsunuz ki; “ Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması yok. Yok dediğinize göre dilemeyeceksiniz. Dilemediğinize göre dünya hayatını dileyenlersiniz. Ve gideceğiniz yer cehennem. Kendinize yazık etmiyor musunuz hanif dostlar?
11- 10/YUNUS-11: Ve Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti'câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya'mehûn(ya'mehûne).
Ve eğer Allah, onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.
Allah neden onları nefsleri içerisinde şaşkın bir halde bırakıyor? Çünkü “Onlar hevalarına tâbîdirler. Ve onlar nefslerini ıslâh edemeyeceklerine göre sadece şaşkınlık içinde, ot gibi gelmişlerdir ve ot gibi gideceklerdir. Otun da yeri tabiatın bir sonucu olarak ateşte yanmaktır. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîm'de bu kadar âyet-i kerimede ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını açıklarken sizler hâlâ karşı çıkıyorsunuz.
14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) döneminde Ebu Leheb'ler karşı çıkmış. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ' in getirdiği Kur'ân-ı Kerîm için “ya bu Kur'ân'ı değiştir ya başka bir kitap getir” demişlerdi (Yunus Suresinin 11. âyet-i kerimesi). Bunlar Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Allah'ın Resûlü de onlara diyor ki; “ Ben Allah'ın tasarrufundanım. Bana ancak Allah ne vahyediyorsa ben ona uyarım. Benim başka bir seçim hakkım yok.” Ama siz daha Allah'a ulaşmayı dilemezken, uykudayken, uykudan uyanmazken tasarrufu nereden anlayacaksınız?
12- 25/FURKAN-21: Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
Ve bize mülâki olmayı (ulaşmayı) dilemeyenler: “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük taşkınlık ederek haddi aştılar.
Siz bunu söylemiyorsunuz, ama dolaylı olarak söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki: Ancak ruh ölümle Allah'a ulaşır. Zaten ölümde de, ölüm melekleri geliyorlar. Ruhu yedeğine alıp götürüyorlar.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
“Bize melekler gelmeli.” Melekler ne zaman gelir? Ölüm sırasında gelir. “Veya Rabbimizi görmeliyiz.” Rabbimiz ne zaman görürsün? Gözünden perde kaldırıldığı zaman, o da ölüm sırasında firavunda olduğu gibi olur. Ve sen hayatını firavun gibi tüketmeyi istiyorsun. Allah'ın dostu Mehdi A.S. “bir basit dilekle, Allah'a ulaşmayı dile gideceğin yer 3. kat cennet” diyor. Ve sen elinin tersiyle Allah'ın bu lütfunu geri çeviriyorsun. Tabiî ki sen serbest iradenin sahibisin. Dilediğini yapmakta serbestsin.
13- 6/EN'AM-31: Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Allah'a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah'a ulaştırmayı) yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak: “Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
Allah'a ulaşmayı yalanlayanlar, onlar hüsranda olanlardır. Ansızın kıyâmet vakti geldiğinde, yüklendikleri günahlarla birlikte Allah'ın huzuruna çıkacaklardır. Neden yüklendikleri günahlar? Çünkü onlar Allah'a ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ bütün günahlarını örtecekti. Ama Allah'a ulaşmayı dilemediklerine göre, otomatikman sırtlarına işledikleri günahları yüklenip Allah'ın huzuruna çıkıyorlar. Belki çoğu insan, şu an ben “İslâm'ın 5 şartını yerine getiriyorum. Ben cennete gitmeyeceğim de kim gidecek” diye kendi kendine böbürleniyor. Ama hiç unutma! Şunu tekrar tekrar söylemekte fayda görüyorum. Allah'a ulaşmayı dilemeyen bütün insanların gideceği yer cehennemdir. Ve asla oradan çıkamazlar. Ebedi olarak orada kalacaklar. Aklınızı başınıza alın.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'ın buyurduğu gibi;.” “ Ölmeden evvel ölün ." Çünkü ölseydiniz, ruhunuz ve nefsiniz fizik vücudunuzdan çıkardı. Nefs 40 gün süreyle fizik bedenle beraber hesap verdikten sonra ait olduğu berzah âlemine gidecektir. Kıyâmet gününe kadar orada bekleyecektir. Ama ruhu, ölüm melekleri yedeğine alarak Allah'ın Zat'ına götüreceklerdir. İşte Allahû Tealâ “bu ölüm olayı olmadan evvel, siz kendi rızanızla, kendi serbest iradenizle yapın” diyor. Hâlâ anlamayacak mısın sevgili kardeşim?
14- 10/YUNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrana düştüler (nefslerini
hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Allah'a dünya hayatında ulaşmayı yalanlayanlar hüsranda kalacaklardır. Hüsranda olanların da gideceği yer cehennemdir.
23/MU'MİNUN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
15- 13/RAD-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne).
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten O, Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden evvel ruhunuzu Allah'a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.
Allahû Tealâ, gökleri ve yerleri direksiz olarak yaratmasının hikmetini, insanlar Allah'ın âyetlerine ve Allah'a dünya hayatında ulaşmaya yakîn sahibi olsunlar diye ifade ediyor.
16- 23/MU'MİNUN-33: Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye'kulu mimmâ te'kulûne minhu ve yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
Onun kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı (Allah'a mülâki olmayı) yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.” dediler.
Ama siz onu alalâde bir insan olarak görüyorsanız, bu sizin gözlerinizi, kendi seçiminizle, tercihinizle kapatmanızdan kaynaklanıyor. Çünkü Allah'a ulaşmayı dileseydiniz, Allahû Tealâ sizdeki hassalardaki ve uzuvlardaki engelleri kaldırırdı. Ve siz o zaman, mürşidin alalâde bir insan değil, Allah'ın bir mürşidi olduğunu, Allah'ın katında vazifeli olduğunu idrak edecektiniz. Allahû Tealâ bunu size idrak ettirecekti. Ama, siz kendi serbest iradenizle Allah'a ulaşamayı dilemediğiniz için, Allah'ın tayin ettiği, âlemlere rahmet olarak gönderdiği mürşidi alalâde bir insan zannediyorsunuz.
17- 32/SECDE-10: Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum
bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
Ve (kâfirler): “Yerin (toprağın) içine karıştığımız (gömüldüğümüz) zaman mı? Biz, mutlaka gerçekten yeni bir yaratılışla mı yaratılacağız?” dediler. Hayır, onlar, Rab'lerine mülâki olmayı (hayattayken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.
Dirilmekten şüphe edenler Allah'a ulaşamayı dünya hayatında dilemeyenlerdir. Çünkü, onlar âyetlere nüfuz edemeyecekleri için doğal olarak âyetlerin inkârına gideceklerdir.
18- 2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine muhakkak mülâki olacaklarına (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına) ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerine kesin olarak inanırlar.
Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesindeki kişilerse dünya hayatında kesinlikle Allah'a ulaşacaklarından emin olanlardır.
19- 2/BAKARA-249: Fe lemmâ fesale tâlûte bil cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi neher(neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat'amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih(yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meah(meahu), kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih(cunûdihî), kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesiraten bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Talut, ordularıyla (Kudüs'ten) ayrıldığı zaman dedi ki: “Hiç şüphesiz Allah, sizi bir nehir ile deneyecektir. Kim ondan içerse, artık (o kimse) benden değildir. Ve kim ondan (doyacak kadar) içmez ise sadece eliyle bir avuç, avuçlayan (o kadar içen) hariç, artık hiç şüphesiz o bendendir.” Onlardan ancak pek azı (hariç) o sudan (doyasıya) içtiler. Nitekim o (Talut) ve îmân edenler birlikte (nehri) geçtikleri zaman: “Bugün bizim (için) Calut ve onun orduları ile (savaşacak) takatimiz (gücümüz) yok.” dediler. O kendilerinin muhakkak Allah'a mülâki olacaklarını kesin olarak bilenler (yakîn hasıl edenler) ise şöyle dediler: “Nice az bir topluluk, Allah'ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Allah SABİRİN' (sabrın sahipleri) ile beraberdir.”
“Bugün Calutla ordusuna karşı koyacak gücümüz yok” diyenler kimlerdir? Emre karşı gelenlerdir. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler, yani dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenler ise nice az bir topluluk olmalarına rağmen, sayısı çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Yani kiminle beraberse o galiptir demek istiyor.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: Mehdi A.S.'a bağlı olanların sayısı, Talutla beraber nehiri geçenlerin sayısı kadardır.” Buyuruyor. Neden Allah'ın Resûlü, Mehdi (A.S)'dan bahsederken bu âyet-i kerimeyi söylüyor. Çünkü bu âyet-i kerimede ki çarpıcı unsur, Allah'a ulaşmayı dilemektir. Nehiri geçenlerin, emre itaat edenlerin Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunun işareti burada veriliyor.
20- 11/HUD-29: Ve yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar. Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Çünkü ölümle beraber herkesin ruhu Allah'a ulaşır. Kâfiri mü'minden ayıran fark, mü'minin dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Îmânın olmazsa olmaz şartı, dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemektir. Şüpheniz olmasın.
21- 2/BAKARA-223: Nisâukum harsun lekum, fe'tû harsekum ennâ şi'tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va'lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu'minîn(mu'minîne).
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza gerçekten dilediğiniz (şekilde) yaklaşın. Kendi nefsleriniz için (ileriye dönük) hazırlık yapın. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun ve mutlaka O'na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) da bilin. Mü'minleri müjdele.
Öyleyse muhterem kardeşlerim, görüyorsunuz ki bu sözünü ettiğiniz bütün âyet-i kerimeler, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını açıklıyor. Ama siz bunları reddiyorsunuz ve kendinize göre bunları çarpıtmışsınız. Ben doğal karşılıyorum. Çünkü, milyar kere Kur'ân-ı Kerîm'i okusanız, Allah'a ulaşmayı dilemediğiniz için, Allah hassalarınıza engeller koyuyor, uzuvlarınıza engeller koyuyor.
Kur'ân-ı Kerîm o zaman kursağınızdan geçmez ey hanif dostlar! Siz Allah'a ulaşmayı dilemedikçe Allah'ın âyetlerine nüfuz edemezsiniz. Allah buna mani oluyor (A'raf 146).
7/A'RAF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Siz Allah'a ulaşmayı dilemediğiniz için kibirlilerdensiniz. Ve kesinlikle gideceğiniz yer cehennem. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilerse (3. basamak), 4. basamakta Allah Râhîm esmasıyla tecelli ediyor. Ve Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 23. âyet-i kerimesinde:
29/ANKEBUT-23: Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Allah'ın âyetlerini ve O'na (Allah'a) mülâki olmayı inkâr edenler; işte onlar, rahmetimden ümidi kestiler. Ve işte onlar; onlar için elîm azap vardır.
Allah, Allah'a ulaşmayı inkâr etmeyenlerin, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin üzerine Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Nisa 175'te bunu açıklıyor:
4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır
Allahû Tealâ, Enfal 29'da:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec'al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Rahîm esmasının tecellisinden sonra Allah kişiye peş peşe furkanlar veriyor. Yani varsa hassalardaki engelleri kaldırıyor. Varsa uzuvlardaki engelleri kaldırıyor. Onların günahlarını örtüyor. Âmenû oluyorlar ve Tegabün Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ onlar üzerinde işlemlere başlıyor ve hidayeti kalplerine koyuyor:
64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.
Kaf 33'e göre şeytana dönük kalbini Kendisine döndürüyor.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Kim gaybte (görmeden) Rahmân'a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O'na dönük bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelir.
En'am 125'e göre onların fizik bedenlerinin göğsünü yarıyor. Göğüslerinden kalplerine, nefsin manevî kalbine rahmet yolu açıyor. Sadılarını şerh ediyor:
6/EN'AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec'al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu fîs semâi, kezâlike yec'alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu'minûn(yu'minûne).
Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Ve Zümer Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre o kişi Allah'ın ismini tekrar ettiği zaman Allahû Tealâ katından fazl ve rahmeti gönderiyor.
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesinde:
4 /NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
O kişi zikretmeye başladığı zaman, Allah'ın katından gelen fazl ve rahmet o kişinin göğsüne geliyor açılan yolu takip ediyor. Ancak fazıllar kalbe giremiyor. Çünkü, îmân kelimesi yazılı değil. Rahmet içeri sızıyor ve sonuçta kişi huşu sahibi oluyor.
Ve Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre de farz olan, mürşidi Allah'tan istiyor.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (HACET NAMAZI ile kişiyi Allah'a ulaştıran MÜRŞİD'i sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
A'raf Suresinin 40. âyet-i kerimesinde:
7/A'RAF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız
Kibirliler kimlerdir? Kibirliler, irşad yolunu kendilerine tebliğ edilmesine rağmen yol edinmeyen Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişilerdir.
Âyetleri yalanlayanlar kimlerdir? “Hayır! Dünya hayatında ruhun Allah'a ulaşması yoktur.” diyenlerdir. İsra Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerine göre,
17/İSRA-45: Ve izâ kara'tel kur'âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu'minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.
Bunlara gök kapıları açılmaz. Gök kapılarının kendilerine açılabilmesi için mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemeleri gerekir. Ve Allah'ın tayin ettiği mürşide tâbî olmaları lâzım.
Allahû Tealâ, hacet namazı kılan kişiye mürşidini gösterir. Kişi mürşidine tâbî olur. Tâbî olduğu zaman devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşir (1. nimet):
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Allah'a ulaşma günüyle kişinin ruhunu uyarıyor. Vücudunu terket diyor.
2. nimet, Allah o kişinin kalbine îmân yazıyor:
58/MUCÂDELE-22:… ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu),...
Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler
Allah'a ve ruhun Allah'a ulaşma günününe îmân edenlerin kalplerine Allahû Tealâ îmânı yazıyor, onları katından bir ruhla destekliyor. Eğer Allah'a ulaşma gününe îmân etmezse bu ruh gelmez.
3. nimet, Allahû Tealâ o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları sevaba çeviriyor:
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü'min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları se-vaba çeviren ve rahmet gönderendir.
25/FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).
Tevbeleri kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır. Bu tevbenin Allah'a ulaştırcı tevbe olduğu açıkça ifade ediliyor.
4.nimet:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.
O kişinin ruhu vücudundan ayrılıyor. Sıratı Mustakîm'e ulaşıyor. 38 âyet-i kerimede tevbe merasimi var.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
Melekler (arşı tutan melekler), saf saf olarak ve ruh (devrin imamının ruhu) oradadırlar. Kendisine Rahmân'ın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. Ve sevap söyler (günahların sevaba çevrilmesini müjdeler).
Kendisine izin verilen kişiler, Devrin İmamı ve tevbe eden kişi. Onlar sevap söyler. Tevbe eden kişi, Allah'tan günahların mağfireti istikametinde talepte bulunuyor. Devrin İmamı da o kişi için mağfiret talebinde bulunuyor. Ve Allahû Tealâ tevbeyi kabul ediyor.
Ondan sonra o noktada ruh vücudundan ayrılıyor. “ O gün hak günüdür. Dileyen Sıratı Mustakîm'i yol ittihaz eder.” deniyor. Neden Sıratı Mustakîm? Çünkü Sıratı Mustakîm, insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adı. Ruhumuz vücdumuzdan ayrılıp tâbî olduğu mürşidin dergâhından Sıratı Mustakîm'e ulaşıyor. Ondan sonra yatay bir sebil üzerinden Devrin İmamı'nın dergâhına gidiyor. Ordan da dikey olan Sıratı Mustakîm üzerinden 7 tane gök katı yükselerek ve ardından 7 âlem geçtikten sonra Allah'ın Zat'ına ulaşıyor.
5. nimet, kişi nefs tezkiyesine başlıyor:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim bir seyyiat (kötülük) işlerse, onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Kadın veya erkeklerden kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, (işte) o mü'mindir. İşte onlar cennete alınırlar (konulurlar). Orada hesapsız rızıklandırılırlar.
Nefs teskiyesi gerçekleşmeden ruh Allah'ın Zat'ına ulaşmaz. Burada ıslah edici âmellere başlamak nefs teskiyesine başlamak demektir. Nefsini tezkiye eden kişinin ruhu Allah'ın Zatına ulaşır mı? Fatır Suresinin 18. âyet-i kerimesi bunu ispat ediyor.
35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet'u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey'un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr(masîru).
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki sen, ancak Rab'lerine gaybte huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur. Ve (ruhu) Allah'a döner, varır.
6. nimet: O kişi zikretmeye başladığı zaman kalbindeki aydınlıkların artması sebebiyle kişinin iradesi güçleniyor. Ahzab Suresinin 41ve 43. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ bunu ifade etmiş:
33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
33/AHZAB-43: Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu'minîne rahîmâ(rahîmen).
Sizi (nefsinizin kalbini), karanl ıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (nuru) gönderen, O ve O'nun melekleridir ki O, mü'minlere Rahîm'dir (Rahîm esmas ıyla tecelli eden
Ve 7. nimet: fizik vücut da güçleniyor.
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fi sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudaıfu li men yeşâ'(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
O, Allah yolu'nda olup, mallarını infâk edenlerin durumu her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VÂSİ'un ALÎM'dir.
Bu âyet-i kerimede, Allah yolunda mallarını infak edenlerin hali, her başağında 100 tane bulunan 7 başaklı bir buğday grubu kadardır ve Allah şöyle ihsanda bulunur:
Kişi Nefs-i Emmare'de iken 1 e 100,
Nefs-i Levvame'de 1 e 200,
Nefs-i Mülhime'de 1 e 300,
Nefs-i Mutmainne'de 1 e 400,
Nefs-i Radiye'de 1 e 500,
Nefs-i Mardiyye'de 1 e 600,
Nefs-i Tezkiye'de 1 e 700 derecat sistemini arttırarak ona ihsanda bulunuyor. Görüyoruz ki bütün bunların hepsi ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması içindir.
23/MU'MİNUN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
“Sizin üzerinizde 7 tane tarîk yarattık.” 7 nefs tezkiyesine paralel her nefs tezkiyesinde bir tarîk yükseliyor. 7 tane tarîkin birleşmesi Tarîki Mustakîmi ifade ediyor. Ve 7. gök katına ulaştığı zaman, ruh 7 tane âlemi geçiyor ve Allah'ın Zat'ına ulaşıyor. Nefs tezkiye oluyor. Fizik vücutta Allah'ın evvab kulu oluyor.
Bütün bu açıklamalar size yetmez mi? Bunlar ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını ifade eden âyetler değil mi?
Geliyoruz Yahudilerin ve Hristiyanların âmenû olmasına. Muhterem kardeşim! Allahû Tealâ bütün insanlar için bir tek dîn seçmiştir, hanif dîni. Bütün insanları da hanif fıtratıyla yaratmıştır. Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesinde bunu ifade ediyor:
30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Öyleyse vechini hanif olarak dîne (dînin kayyum olmasına) ikame et (kıyamda tut). Allah'ın o fıtratıyla ki, (Allah) bütün insanları (hanif) fıtratı ile yarattı. Allah'ın yaratmasında (ne dînde ne de hanif fıtratında) değişiklik olmaz. İşte bu kayyum olan (ezelden ebede kadar kıyamda kalacak, devam edecek) dîndir. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler
Eğer bugün farklı isimlerle dînler varsa, yahudiler, hristiyanlar bu insanlar sonradan, orjinal olan hanif dînini değiştirmeleri sebebiyle bu noktaya varılmıştır. Yani bir nevi yahudilik, hristiyanlık hanif dîninden bir sapmadır. Orjinali hanif dînidir. Bugün İslâm âlemi de aynı şekilde sapmış durumdadır .
Öyleyse, babamız İbrahîm'in hanif dîni, Arapça adıyla İslâm bu 7 safha 4 teslimi içeriyor:
Allah'a ulaşmayı dilemek,
Mürşide tâbî olmak,
Ruhu Allah'a teslim etmek,
Fizik vücudu Allah'a teslim etmek,
Nefsini Allah'a teslim etmek,
İrşada ve ihlâsa ulaşmak
İradeyi Allah'a teslim etmek.
Bu Tevrat'ta da böyledir. Bütün bu farzları biz çıkarttık. Bu farzları yaşayanları da çıkarttık. Bu İncil'de de böyledir. Bu farzların olduğunu çıkarttık ve farzları yaşayanları çıkarttık. Bu Kur'ân-ı Kerîm'de de böyledir. Bunlar Allah'ın emirleridir, farzdır. Ve bu emirleri sahâbe yaşamıştır. Bu mükafata ulaşmışlardır. Bunu yapmayanların da kesinlikle cezalandırılacağını Allahû Tealâ açıkça ifade ediyor.
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmenbillâh vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; îmân eden (âmenû olan)ler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim, Allah'a ve yevm'il âhire inanır ve ıslâh edici ameller işlerse, (nefsini tezkiye ederse), artık onların mükâfatları Rab'leri katındandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
Maide 69'da:
5/MAİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), yahudiler, sâbiiler ve nasrâniler (hristiyanlar)dan kim Allah'a ve YEVM'İL ÂHİRE îmân eder ve ıslâh edici (nefsini arındırıcı) amelde bulunursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır
O kurtuluşa ereceğinden kim emin? Allah'a ve ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşma gününe îmân eden kişi emindir. Bu îmân eden kişi kimdir? Islah edici amellere başlayandır.
İmân ettiklerni söylüyorlar ama yaptığı amel, ıslah edici amel değil, var mı böylesi? Elbette var.
“ 2/BAKARA-8: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu'minîn(mu'minîne).
Ve insanlardan öyle kişiler (var ki), derler ki: “Biz Allah'a ve ahiret gününe (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü'min değillerdir.
Diyor ki: “Ben Allah'a ve yevm'il âhire îmân ettim.” Ama Allahû Tealâ diyor ki: “bu mü'min değildir.” Yani Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi değildir. Münafik bir kişidir. Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışır. Ama sadece kendi nefsini kandırır. Farkında değil. Kalplerinde hastalık vardır. Allahû Tealâ hastalıklarını arttırmıştır. Onun için elim azap vardır.
2/BAKARA-9: Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş'urûn(yeş'urûne).
(Zannederler ki) Allah'ı ve âmenû olanları aldatırlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatırlar ve farkına varmazlar ”
“ Onlar yeryüzünde fesat çıkarırlar, şu anda Allaha ulaşmayı dilemiyerek yalanliyanlar da olduğu gibi.
Fesat çıkartma denildiğinde diyorlar ki: “Biz ıslâh edicileriz.” Hanif dostlar olarak çıkmışsınız. Yeryüzünün fesadı için uğraşıyorsunuz. Ama farkında değilsiniz. Biz ıslâh edicileriz diye insanlara yutturuyorsunuz. Öldüğünüz zaman kendinize ne kadar yazık ettiğinizi anlayacaksınız. Ama muhterem kardeşlerim! Şu geçici dünya hayatında 100 sene yaşadın 200 sene yaşadın. Ölüm senin yakana yapışacak.
Ve sen ki saltanatın asla firavununkine erişemez. Firavunun saltanatını herhalde tarihten öğrenmişsindir. O ordusuyla Hz. Musa (A.S)'ı kovalarken, gözünden perde kaldırıldığı zaman, “ben Hz. Musa ve Harun'nun Rabbine îmân ettim” dedi ama iş işten geçti. Sizler içinde akibetin bu olmamasını dilerim. Ama evrensel kanun şudur. Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin akibeti, firavunun akibetidir.
3/AL-İ İMRAN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na'bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey'en ve lâ yettehize ba'dunâ ba'den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).
De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda musavi (eşit) olan bir kelimeye gelin. (Şöyle ki); ancak Allah'a kul olalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, bir kısmınız, bazılarını Allah'tan başka Rab'ler edinmesinler.” Buna rağmen, eğer, yüz çevirirlerse, artık (şöyle) deyin: “Şahit olun ki; hiç şüphesiz biz, Allah'a teslim olanlarız
Hâlâ anlamayacak mısınız sevgili kardeşim? Bak bu âyet-i kerimede eşit olan bir kelime ki bu Allah'a ulaşmayı dilemektir. Neden Allah'a ulaşmayı dilemektir? Çünkü, Allah'a ulaşmayı dilersen şirkten kurtulursun (Rum Suresinin 31 âyet-i kerimesi):
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönel (Allah'a ulaşmayı dile) ve böylece O'na (Allah'a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
Allah'a ulaşmayı dilersen şeytana kul olmaktan kurtulursun, Allah'a kul olursun,
39/ZUMER-17:Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sana biz artık nasıl anlatalım, sayın kardeşim? Bir gün yanlız kaldığın zaman Al-i İmran Suresinin 64. âyet-i kerimesini bir kağıda yaz. Altına da Rum Suresi 31 ve 32. âyetlerini yaz. Onun altına da Zümer 17'yi yaz. Ve iyice bu 3 âyet-i kerimeyi gözden geçir. Gözden geçirdiğin zaman ancak 2 âyet-i kerimeye dayalı olarak Al-i İmran 64'ün ne ifade ettğini anlayacaksın. “ Taguta kul olmaktan içtinab edenlerin, Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğu ifade ediliyor.
Başlangıç noktasında herkes taguta kul. Ama şeytana kul olmaktan kurtulmanın şartı Allah'a ulaşmayı dilemektir.Dilediğin an zaten şirkten kurtulursun. O zaman dileyen kişi Allah'a kuldur. Allah'a hiç birşey ortak koşmayan kişidir. Tabîi ki, çok kitap okumuşsun belli. Bizim için asıl olan Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleridir. Ve Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini de Allahû Tealâ'ya hamdolsun, Efendimiz'den öğrendik. Efendimizin, Allahû Tealâ'nın Kur'ân âyetleriyle geleceğini bizlere müjdelediği Mehdi AS dır. Al-i İmran 81 bunu açıkliyor:
3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu'minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK'ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah'ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu
Tevbe Suresinin 32, 33:
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O'dur.
Duhan Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyet-i kerime lerinde:
44/DUHAN-10: Fertekib yevme te'tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHAN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHAN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû'minûn(mû'minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz mü'minleriz.
44/DUHAN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Muhakkak ki onlar öğüt almazlar. Onlara, andolsun ki apaçık bir resûl geldi.
44/DUHAN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O'NA ) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli”
dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler.
Furkan Suresinin 27, 28, 29. âyet-i kerimelerinde:
25/FURKAN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah'a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
2 5/FURKAN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filânı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKAN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba'de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki, bana zikir (Kur'ân'daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı. Ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKAN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur'âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.,
Fetih Suresinin 28. âyet-i kerimesinde açıklanan Allah'ın Resûlüdür. Ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in bize müjdelediği ümmet-i Muhammed'in en hayırlı kişisidir. O Kur'ân'ı Allah'tan öğrenmiştir. Ve bize de öğretiyor. Biz de size tebliğ ediyoruz. Ama serbest iradenin sahipleri sizlersiniz. Dînde zorlama yok. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Biz size Bakara Suresinin 62. âyet-i kerimesi ve Maide Suresinin 69. âyet-i kerimesini söyledik.
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; îmân eden (âmenû olan)ler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim, Allah'a ve yevm'il âhire inanır ve ıslâh edici ameller işlerse, (nefsini tezkiye ederse), artık onların mükâfatları Rab'leri katındandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
5/MAİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), yahudiler, sâbiiler ve nasrâniler (hristiyanlar)dan kim Allah'a ve YEVM'İL ÂHİRE îmân eder ve ıslâh edici (nefsini arındırıcı) amelde bulunursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
4 grup insan sayılıyor burada. Yevm'il ahîr nedir? Yevm'il ahîr, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşma günüdür. Bunun dünya hayatında Allah'a ulaşma olduğunu nereden biliyoruz? Allahû Tealâ bunu Ankebut Suresinin 36. âyet-i kerimesinde açıklıyor:
29/ANKEBUT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi'budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta'sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah'a kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah'a ulaşmaya mani olmayın).” dedi.
İster kâfir, ister putperest, ister mecusi olsun herkesin ruhu Allah'a ölümle ulaşır. Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Ahmed Yesevi gibi, Hacı Bektaş-ı Velî gibi, Allah'ın bütün dostları gibi Allah'ın dînini yaşamak, Allah'ın evliyası olmak istiyorsanız, Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilemeyen herkesin gideceği yer gayy kuyusudur. Sanırım, bu açıklamalar size yeterlidir.
Hepinizin Allah'a ulaşmayı dilemenizi Rabbimizden dileyerek inşallahu Tealâ buradaki sözlerimizi tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
Allahu Teala Ruhumuzun biz ölmeden Allah’a geri dönmesi (ulaşması) konusundaki MİSAK’ımızı 10 defa üzerimize farz kıldı.
1-Enam-152
“Ve bi’ahdillâhi evfû.”
Allah’a (verdiğiniz) ahdinizi yerine getiriniz.
2-Maide-7
Vezkürû ni'metallahi aleyküm miysâkahülleziy ve esekaküm bihi iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah innallahe aliymün bizâtissudûr."
Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir.
3-Zümer-54
“Ve enibû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kabli en ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.”
Başınıza azap gelip çatmadan Rabbinize dönün (ulaşın) ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.
4- Rum-31
“Müniybiyne ileyhi.”
Rabbine dön (ulaş).
5-Fecr-28
“İrci’ıy ilâ rabbiki.”
Rabbine dön (rücu et, geri dönerek ulaş).
6-Zariyat-50
“Fefirrû ilallah.”
Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın).
7-Lokman-15
“Vettebi’sebiyle men enâbe illeyy.”
Bana ulaşanın yoluna tabi ol.
8-Şura-47
“İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh.”
Allah’tan çare olmayacak gün (ölüm günü) gelmeden önce Rabbinizin davetine icabet edin.
9-Yunus-25
“Vallahü yed’û ilâ dârüsselâm ve yehdi men yeşaü ilâ sıratı mustakıym.”
Allah teslim yurduna davet eder ve (kendisine ulaştırmayı) Mustakıyme (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır.
10-Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.
“Dünyada iken ruhun Allah'a ulaştırılmasının gerektiğine dair hiç bir âyet yoktur” diyen hanif dostlara inşaallah cevap vermek istiyoruz.
Allahû Tealâ ezelde ruhumuzdan misak, fizik vücudumuzdan ahd ve nefsimizden yemin almış ve kâlu belâ gününde bu yeminlerle bizi Kendisine bağlamış. Hatta halk arasında ne zamandan beri Müslümansın dendiğinde, biz hep “kâlu belâdan beri” diyoruz. Kâlu belâ dememizin sebebi: O gün ruhumuz misak vermiş, dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair, fizik vücudumuz Allahû Tealâ'ya ahd vermiş, dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair, nefsimiz Allah'a yemin vermiş dünya hayatında Allah'a teslim olacağına dair.
A'raf 172'ye göre, Allahû Tealâ nefsimizin üzerine ruh ve fizik vücudu şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruyor. Hepimiz “kâlû belâ(evet)” diyoruz. Allahû Tealâ, “Beni Rab olarak kabul ediyorsanız size emrimi veriyorum. Bana yeminler verin.” diyor. Sonra da Allahû Tealâ, emri teyid ettiriyor, emri tekrar ettiriyor. “Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz “semînâ” diyoruz. Ve ruhumuz Allah'a misak veriyor, fizik vücudumuz Allahû Tealâ'ya ahd veriyor ve nefsimiz Allah'a yemin veriyor. Ondan sonra “itaat ettiniz mi?” diye soruyor Allahû Tealâ. Biz de “Ata'na: İtaat ettik” diyoruz.
İşte, dünya hayatında bunu gerçekleştirmemiz gerektiğini Allahû Tealâ Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde hatırlatıyor:
5/MAİDE-7: Vezkurû ni'metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi'nâ ve ata'nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah'a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.
En'am 152 de bir kere daha tekrar ediyor:
6/EN'AM-152: ... ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
... Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
Allah'ın ahdi, bizim irademizin misakidir. Ama irademizin misakini yerine getirebilmek, irademizi Allah'a teslim edebilmek için, evvelden üç yemini yerine getirmemiz gerekir. Yani ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi Allah'a teslim etmemiz gerekir ki irademizin misakini yerine getirebilelim. Bu da toptan Allah'ın vasiyetini oluşturuyor. Dolayısıyla Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamanın olmazsa olmaz şartı ruhu dünya hayatında Allah'a ulaştırmaktır. Bu hidayettir.
Allahû Tealâ, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını üzerimize 9 âyet-i kerimede farz kılmıştır. Evvelâ, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşabilmesi için, bizim Allah'a ulaşmayı dilememiz gerekir. Kur'ân'daki İslâm'ın 1. safhası Allah'a ulaşmayı dilemektir. Öncelikle ruhun Allah'a ulaşması farziyetine dair 9 tane âyet-i kerimeye beraberce bakalım:
1- 73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
Burada Allah'a dönen, Allah'ın emaneti olan bizim içimizdeki ruhtur. Çünkü Allah, bütün insanları ruh, nefs, fizik vücut üçlüsüyle yaratmıştır. Nefsimiz, berzah âlemine aittir. Fizik vücudumuz, şimdi yaşadığımız zahirî âleme aittir. Ama ruhumuz Allah'tan bize üfürülmüştür ve Ahzab Suresinin 72.âyet-i kerimesine göre bir emanettir, Allahû Tealâ da bu emaneti hayattayken sahibi olan Allah'a teslim etmemizi, iade etmemizi emrediyor.
33/AHZAB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
2- 4/NİSA-58: İnnallâhe ye'murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki; Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki; Allah, işiten ve görendir.
Emanetler çoğuldur ama sahibi tekildir. Çünkü sahibi sadece Allah'tır. Biz ruh emanetini Allah'a teslim ettiğimiz zaman, fizik vücut bir emanet olur. Biz fizik vücudu Allah'a teslim ettiğimiz zaman, nefs bir emanet olur. Biz nefsi Allah'a teslim ettiğimiz zaman ise irade bir emanet olur. İradeyi de Allah'a teslim ettiğimiz zaman, bütün emanetlerini teslim etmiş, Kur'ân'daki İslâm'ı yaşayan Allah'ın en üst seviyedeki emrini yerine getirmiş biri oluruz.
Öyleyse “Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah'a dön” emri, ruhadır. Bu, Allah'a ruhun ulaşmasının farziyetini ifade etmektedir.
3- 13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Allah'ın Allah'a ulaştırmasını emrettiği şey nedir? Allah'ın emrinden olan ruhtur.
17/İSRA-85: Ve yes'elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbîve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
4- 89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
(Ey ruh!) Rabbine geri dön (erek ulaş). Allah'tan razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanarak.
Tüm bunlar, Allah'tan üfürülen bizdeki Allah'ın emaneti olan ruha, Allah'ın emirleri, Allah'ın farzlarıdır.
5 - 51/ZARİYAT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a ulaş, Allah'a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.
Bunun gerçekleştirilmesini Allahû Tealâ bizden hayattayken istiyor. Çünkü yüce Rabbimizin vazifeli kıldığı hidayetçiler vardır. Alahû Tealâ'nın bütün resûlleri, hidayetle geliyorlar. Özellikle de hidayete erdiren, Allah'ın resûlü Mehdi(A.S), Allah tarafından hidayetle gönderilmiştir.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O'dur.
Hidayet, insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır. Sıratı Mustakîm de insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adıdır.
Hidayetin tarifi Bakara 120, En'am 71'de açıklanıyor:
2/BAKARA-120: ... Kul inne hudâllâhi huvel hudâ ...
... De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” ...
6/EN'AM-71: ... kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
... De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Sırat- Mustakîm'i ise, En'âm 87, 88 de Allahû Tealâ ifade ediyor.
6/EN'AM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'AM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya'melûn(ya'melûne).
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
Yunus Suresinin 25. âyet-i kerimesinde, hidayetle gelen Allah'ın resûlleri insanları Allah'ın Zat'ına davet ediyor.
10/YUNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Daveti kabul edenleri de Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm'e ulaştırıyor. Sıratı Mustakîm, insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adı.
Allahû Tealâ, bunu ölümden evvel, hayatta iken yapmamızı emrediyor:
6- 42/ŞURA-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye'tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin, Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
Allah'ın daveti insan ruhunun dünya hayatında Allah'a ulaşmasıdır.
7- 39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye'tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin) ve O'na (Allah'a) teslim olun. Üzerinize azap (kabir azabı) gelmeden önce (ölümden önce). Yoksa sonra yardım olunmazsınız.
8- 30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (O'na ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
9- 31/LOKMAN-15: ... vettebi' sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
... Bana yönelenlerin (ruhunu Bana ulaştırmak üzere yola çıkaranların) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Bana'dır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
Çok muhterem aziz kardeşlerim, hanif dostlar kardeşlerim, siz dünyada iken “ruhu Allah'a ulaştırmanın gerekliliğini ispat eden hiç bir âyet yoktur” diyorsanız, bu kadar âyet saydık size yetmez mi?
Ayrıca ruhun ahiret hayatında ulaşacağından bahsediyorsunuz. Ahiret hayatında ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşır. O zaman kâfirle, mü'min arasındaki fark ne olacaktır? Eğer ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşacaksa Allahû Tealâ bu kadar emri neden versin? Sekarat halinde, gözünden perde kaldırıldığı zaman firavun bile, “ Amenna birabbi Harune ve Musa” dedi. Ama bundan önce îmân etmemişti. Acaba, ölen herkes Allah'ın zatını görecekse, Allah'a îmân etmeden giden bir kişi olabilir mi?
Îmânın olmazsa olmaz şartı 1. noktada, gaybî îmândır. Bunun için:
• Allah'a inanmak,
• Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanmak
• Bunun sizlere söylediğim âyet-i kerimelerde beyan edildiğine göre farz olduğuna inanmak
• Bunu hanif fıtratının bir gereği olarak kendisinin de yerine getirebileceğinden emin olmak.
Yani Allah'ın emaneti insandadır. Bu emanetin Allah'a ulaşması, Allah'ın işidir ama kişinin serbest iradesinin dileği, talebi olmadan gerçekleştirmiyor. Allahû Tealâ bu şarta bağlamıştır. Öyleyse, her hâlükârda Allah'a ulaşmayı dilediği taktirde mutlaka Allah o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Ruh Allah'a ulaştığı zaman, Allah'a sarılıyor. Kur'ân-ı Kerîm'de ruhun Allah'a sarılmasını va'tesamû fiiliyle Allah açıklamıştır.
Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesinde:
4 /NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez” buyuruyor.
Bunun üzerine sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: “Sende mi ya Resûlullah?”
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bende, ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir.” diye cevap veriyor.
Neden? Çünkü bu âyet-i kerimede ifade edildiği gibi ancak Allah'a ve Allah'a sarılmayı, Allah'a kavuşmayı dileyenlerin üzerine Rahîm esmasıyla tecelli eder. Onları Kendisinden bir fazl ve rahmetin içersine koyar. Ankebut Suresinin 36. âyet-i kerimesinde:
29/ANKEBUT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi'budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta'sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah'a kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah'a ulaşmaya mani olmayın).” dedi.
Yevm'il âhir, Allah'a ulaşma günüdür. Yevm'il âhiri, Allah'a ulaşma gününü, yani Allah'a ulaşmayı dileyin buyrulmaktadır. Ölümle herkesin ruhu Allah'a ulaşır dedik. Ruhun iki kere Allah'a ulaşacağını da Bakara-46. âyet-i kerimesi açıklıyor:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine muhakkak mülâki olacaklarına (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına) ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerine kesin olarak inanırlar.
O zaman ruhun iki kere Allah'a ulaşması vardır. Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlar için, ölümle bir keredir. Ama, Allah'a ulaşmayı dileyen insanlar için dünya hayatında bir defa, bir de ölümle ikinci kere gerçekleşir. Öyleyse, Allah'ın dînini yaşayanlar ancak dünya hayatında ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerdir. Allahû Tealâ, bütün resûllerini bu daveti, bu tebliği insanlara ulaştırmak için göndermiştir. Dilek sahiplerinin hepsi Allah'a ulaşacaktır. Çünkü, Allah'a ulaşmayı dilemeleri halinde Allah'ın sözü var: “Mutlaka onları Kendisine ulaştıracaktır.”
Hanif dostlar sitesindeki kardeşlerim konuyla ilgili âyetleri sıralamışsınız. Biz de, sizin bu söylediğiniz âyet-i kerimeleri nasıl çarpıttığınızı, nasıl ruhun dünya hayatındaki Allah'a ulaşmasını gizlediğinizi şimdi bir bir açıklayacağız.
1- 32/SECDE-23: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
Andolsun ki Musa (A.S)'a kitap verdik. Bundan sonra sen, O'na (Allah'a) mülâki olmaktan (hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmaktan) şüphe içinde olma. Ve O'nu (Tevrat'ı) İsrailoğulları için hidayet rehberi (Allah'a ulaştırıcı) kıldık.
“ Musa'ya Kitab verdik. Sakın ona kavuşacağından şüphe etme.” Musa (A.S)'a verilen Kitab, Tevrat'tır ve hidayet rehberidir. Neden şüphe etme diyor. Eğer, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi söz konusuysa, gök katlarında mutlaka Hz. Musa (A.S)'ı da görecektir. Nitekim miraç olayında Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V) Efendimiz, birinci gök katında Adem (A.S) ile, ikinci gök katında İsa (A.S) ve Yusuf (A.S) ile, üçüncü gök katında İdris (A.S) ile, dördüncü gök katında Yunus (A.S) ile, beşinci gök katında Harun (A.S), altıncı gök katında Musa (A.S), yedinci gök katında Hz. İbrahîm (A.S) ile karşılaştı.
Belki bunların sıralamasında bir yanlışlık yapmış olabilirim ama, miraç olayında peygamberlerle karşılaştığını biliyoruz. Miraç olayı, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in ruhunun vücuduna örtü olarak, 3 vücuduyla Allah'ın katına yükselmesidir. Nitekim miraç olayında peygamber efendimizle karşılaşmıştır, O'na kavuşmuştur.
2- 41/FUSSİLET-54: E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey'in muhît(muhîtun).
Onlar gerçekten Rab'lerine mülâki olacaklarından (ulaşacaklarından) şüphe içindeler, öyle değil mi? O (Allah), herşeyi ihata etmiştir (ilmiyle kuşatmıştır), öyle değil mi?
“ Sakın Allah'a ulaşamayı dilemekten, Allah'a ruhun dünya hayatında ulaşmaktan şüphe etmeyin. Şüphe ederseniz, Allah bunu bilir ve mutlak suretle sizin hassalarınıza engeller koyar.”
Bakara Suresinin 6 ve 7. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ:
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve le hum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalpleri üzerine ve işitme (sem'î) hassasının üzerine mühür vurdu. Ve görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
Allahû Tealâ bütün resûllerini, En'âm Suresinin 48. âyet-i kerimesinde:
6/EN'AM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah'a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Resûller kimler için müjdecidir? Dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenler için müjdeci, Allah'a ulaşmayı dilemeyenler için cehenneme gitmekle uyarıcılardır. İnsanları cehenneme gideceklerine dair ikaz etmekle uyarıyorlar.
İşte, o kâfirleri yani Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri uyarsanda uyarmasanda birdir. Onlar îmân etmezler. Yani Allah'a ulaşmayı dilemezler. Bu dilemeyen kişilerin hassalarına Allahû Tealâ engeller koyuyor. Hassaları engelli olan insanlar bu noktadan itibaren Kur'ân-ı Kerîm'i okusalar, Kur'ân-ı Kerîm'e nüfuz edemezler, Kur'ân-ı Kerîm kursaklarından geçmez. Çünkü Allah buna mani olmuştur. Allahû Tealâ A'raf Suresinin 146. âyet-i kerimesinde, bu engelli insanlardan, irşad yolunu dilemeyen, Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlardan bakın nasıl bahsediyor:
7/A'RAF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir
Allah'ın resûlü “Allah'a ulaşmayı dile, dilediğin taktirde, Allah seni Kendisine ulaştıracak. Bu irşad yoludur. Dilemezsen gideceğin yer cehennemdir. Bu da gayy yoludur.” diye kişiye tebliğ yapıyor. Ama Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin hassalarına, Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyet-i kerimelerine göre engeller koyduğu için o noktadan itibaren artık bütün âyetlerini görse ona imân etmiyor.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalpleri üzerine ve işitme (sem'î) hassasının üzerine mühür vurdu ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
Çünkü, kendisine “Allah'a ulaşmayı dile” diye irşad yolu teklif edilmiş, dilememiştir; dilememekle de gayy yolunu tutmuştur. Gayy yolunda olan bir insan için hangi âyet-i kerimeyi göstersen o asla îmân etmez.
3- 6/EN'AM-130: Yâ ma'şerel cinni vel insi e lem ye'tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
Burada, “Ey cin ve insan topluluğu” deniyor, yani cinlerden de Allah'ın resûlleri var, insanlardan da Allah'ın resûlleri var. Cinlerden asla bir nebî, bir peygamber söz konusu değildir.
Sevgili kardeşlerim, işte ne kadar âyetleri çarpıttığınızı bu âyetle görün. Burada cin resûller var, insan resûller var. Cin resûller cinlere, insan resûller insanlara geliyorlar. Allah'ın âyetlerini kıssa ediyorlar ve diyorlar ki: “Siz, Allah'a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir. Dilerseniz mutlaka cennete gidersiniz.”
Burada da bu emrin tekrarı söz konusu. Onlar da diyorlar ki: “Kendi hakkımızda şahidiz derler. Dünya hayatı onları aldattı” Çünkü neden? Kâfir olduklarına şahit ettiği dünya hayatı onları aldattı.
Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi dünyayı dileyenlerdir. “Yok efendim ben dilemiyorum, İslâm'ın 5 şartını yerine getiriyorum.” diyenler, bunu siz, Allahı'ın huzurunda O'na anlatırsınız. Bu kafayla giderseniz o zaman orada anlatırsınız. Allah'a ulaşmayı dilemediğin taktirde sen dünya hayatını dileyen birisisin. Allahû Tealâ bunu buyuruyor. Ölümden sonra, hiç unutma gideceğin yer cehennemdir. Gayy kuyusunun en derin noktasıdır.
4- 7/A'RAF-51: Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Onlar, onların dînini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimselerdir. Böylece onlar bugünlerine ulaşacaklarını nasıl unuttularsa ve nasıl âyetlerimizi bile bile inkâr ettilerse, bugün de Biz onları unuturuz.
Allah'a ulaşmayı dilemeyenler Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi gereğince dünya hayatıyla mutmain olmuşlardır:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Dünya hayatını dileyen kişinin de gideceği yer cehennem. Sadece bu âyet-i kerimede değil, Allahû Tealâ daha bir çok âyet-i kerimede: “İnsanlar bizden dünya malını isterler. Biz onlara veririz ama onların ahirette nasibi yoktur.” buyuruyor. Öyleyse iki türlü insan var:
1- Allah'a ulaşmayı dileyen, ahiret hayatını dileyen.
• Allah'a ulaşmayı dilemeyen, otomatikman dünya hayatını dileyen.
Dünya hayatını dileyen kişinin gideceği yer de cehennemdir.
Muhterem kardeşim, hiç bunu kulağından çıkartma. Kulağına küpe yap. Sen, dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemezsen başını secdeden kaldırmasan dahi o amelin boşa gidecek. Ölümden sonra, tıpkı firavun gibi gideceğin yer cehennemdir. Hala aklın başına gelmeyecek mi? Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede bunu açıklıyor.
5- 18/KEHF-110: Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya'mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
Halbuki Nisa Suresinin 29. âyet-i kerimesinde ölümü dilemenin yani intihar Allah tarafından yasaklanmış. İntihar eden kişinin gideceği yer cehennemdir.
O zaman, ölümle insan ruhu Allah'a ulaşacaksa veya sizin söylediğiniz gibi ahiret hayatında ruh Allah'a ulaşacaksa (ki ölümle ahiret hayatında ulaşmak aynı şey), o zaman kişi neden ölümü dilesin? Herkes için ölüm vakti bellidir. Belli olan bir vakti dilemenin alemi ne? O zaman bu âyet-i kerimede kişi serbest iradesiyle Allah'a ulaşmayı diliyor. Ve ruhun Allah'a ulaşabilmesini Allahû Tealâ, salih âmel şartına bağlamış. Salih amel nefsi ıslah eden ameldir. Nefs teskiyesi gerçekleşmedikçe ruh Allah'ın Zat'ına ulaşmaz. Hâlâ anlamayacak mısınız muhterem kardeşlerim? Ve Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 5. âyet-i kerimesinde;
6- 29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Yani, Allahû Tealâ mutlaka onu Kendisine ulaştıracaktır. İstisnası yoktur.
7- 32/SECDE-14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Öyleyse bu “likâe” (Allah'a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.
Bu güne kavuşmayı eğer unutmuşlarsa bunlar Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için de Allahû Tealâ bunları unutuyor. Ve gidecekleri yer cehennem.
8- 39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye'tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: "Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın. (Cehenneme gidenler) dediler ki: "Evet (geldiler)." Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Sevgili hanif dostlardaki kardeşim, bir insana Allah'ın âyetlerini tilavet edebilmek için onunla aynı zaman parçası içersinde hayatta olmak lâzım. Hâlâ uykudan uyanmayacak mısınız? Sizi uyandırmak için ne yapmamız lâzım? Eğer burada bahsettiğin Peygamberse -ki her devirde Peygamber var mı?- bize Allah'ın âyetlerini tilavet eden şu an da hangi peygamber var? Bize bir tavsiye et, göster de biz de gidelim, o peygambere ulaşalım, bize tilavet etsin. Peygamber Efendimiz (S.A.V) son peygamber değil mi? Ondan sonra pegamber gelmeyecek. O zaman ondan sonra hayatta olan insanlara, içlerinden Allah'ın âyetlerini tilavet eden hangi peygamberi gösterebilirsin?
Utanmıyor musunuz? Aslında sizin kendinize ne kadar büyük düşmanlık ettğinizin farkına varmayacak mısınız?
9- 45/CASİYE-34: Ve kîlel yevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ ve me'vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Ve (onlara): “Bugün sizi unutacağız, tıpkı sizin “bugününüze kavuşmayı” unuttuğunuz gibi. Ve sizin mevanız (kalacağınız yer), ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” denildi.
Tabiî ki Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için, onlar Allah'ı unutanlardır ve onların gidecekleri yer cehennemdir. Yunus Suresinin 7,8. âyetleri zaten bunu ifade ediyor.
10- 10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Siz, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanmıyorsunuz. Siz insanların yazdığı, o zanlara tâbî olarak diyorsunuz ki; “ Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması yok. Yok dediğinize göre dilemeyeceksiniz. Dilemediğinize göre dünya hayatını dileyenlersiniz. Ve gideceğiniz yer cehennem. Kendinize yazık etmiyor musunuz hanif dostlar?
11- 10/YUNUS-11: Ve Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti'câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya'mehûn(ya'mehûne).
Ve eğer Allah, onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.
Allah neden onları nefsleri içerisinde şaşkın bir halde bırakıyor? Çünkü “Onlar hevalarına tâbîdirler. Ve onlar nefslerini ıslâh edemeyeceklerine göre sadece şaşkınlık içinde, ot gibi gelmişlerdir ve ot gibi gideceklerdir. Otun da yeri tabiatın bir sonucu olarak ateşte yanmaktır. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîm'de bu kadar âyet-i kerimede ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını açıklarken sizler hâlâ karşı çıkıyorsunuz.
14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) döneminde Ebu Leheb'ler karşı çıkmış. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ' in getirdiği Kur'ân-ı Kerîm için “ya bu Kur'ân'ı değiştir ya başka bir kitap getir” demişlerdi (Yunus Suresinin 11. âyet-i kerimesi). Bunlar Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Allah'ın Resûlü de onlara diyor ki; “ Ben Allah'ın tasarrufundanım. Bana ancak Allah ne vahyediyorsa ben ona uyarım. Benim başka bir seçim hakkım yok.” Ama siz daha Allah'a ulaşmayı dilemezken, uykudayken, uykudan uyanmazken tasarrufu nereden anlayacaksınız?
12- 25/FURKAN-21: Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
Ve bize mülâki olmayı (ulaşmayı) dilemeyenler: “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük taşkınlık ederek haddi aştılar.
Siz bunu söylemiyorsunuz, ama dolaylı olarak söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki: Ancak ruh ölümle Allah'a ulaşır. Zaten ölümde de, ölüm melekleri geliyorlar. Ruhu yedeğine alıp götürüyorlar.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
“Bize melekler gelmeli.” Melekler ne zaman gelir? Ölüm sırasında gelir. “Veya Rabbimizi görmeliyiz.” Rabbimiz ne zaman görürsün? Gözünden perde kaldırıldığı zaman, o da ölüm sırasında firavunda olduğu gibi olur. Ve sen hayatını firavun gibi tüketmeyi istiyorsun. Allah'ın dostu Mehdi A.S. “bir basit dilekle, Allah'a ulaşmayı dile gideceğin yer 3. kat cennet” diyor. Ve sen elinin tersiyle Allah'ın bu lütfunu geri çeviriyorsun. Tabiî ki sen serbest iradenin sahibisin. Dilediğini yapmakta serbestsin.
13- 6/EN'AM-31: Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Allah'a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah'a ulaştırmayı) yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak: “Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
Allah'a ulaşmayı yalanlayanlar, onlar hüsranda olanlardır. Ansızın kıyâmet vakti geldiğinde, yüklendikleri günahlarla birlikte Allah'ın huzuruna çıkacaklardır. Neden yüklendikleri günahlar? Çünkü onlar Allah'a ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ bütün günahlarını örtecekti. Ama Allah'a ulaşmayı dilemediklerine göre, otomatikman sırtlarına işledikleri günahları yüklenip Allah'ın huzuruna çıkıyorlar. Belki çoğu insan, şu an ben “İslâm'ın 5 şartını yerine getiriyorum. Ben cennete gitmeyeceğim de kim gidecek” diye kendi kendine böbürleniyor. Ama hiç unutma! Şunu tekrar tekrar söylemekte fayda görüyorum. Allah'a ulaşmayı dilemeyen bütün insanların gideceği yer cehennemdir. Ve asla oradan çıkamazlar. Ebedi olarak orada kalacaklar. Aklınızı başınıza alın.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'ın buyurduğu gibi;.” “ Ölmeden evvel ölün ." Çünkü ölseydiniz, ruhunuz ve nefsiniz fizik vücudunuzdan çıkardı. Nefs 40 gün süreyle fizik bedenle beraber hesap verdikten sonra ait olduğu berzah âlemine gidecektir. Kıyâmet gününe kadar orada bekleyecektir. Ama ruhu, ölüm melekleri yedeğine alarak Allah'ın Zat'ına götüreceklerdir. İşte Allahû Tealâ “bu ölüm olayı olmadan evvel, siz kendi rızanızla, kendi serbest iradenizle yapın” diyor. Hâlâ anlamayacak mısın sevgili kardeşim?
14- 10/YUNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrana düştüler (nefslerini
hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Allah'a dünya hayatında ulaşmayı yalanlayanlar hüsranda kalacaklardır. Hüsranda olanların da gideceği yer cehennemdir.
23/MU'MİNUN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
15- 13/RAD-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne).
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten O, Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden evvel ruhunuzu Allah'a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.
Allahû Tealâ, gökleri ve yerleri direksiz olarak yaratmasının hikmetini, insanlar Allah'ın âyetlerine ve Allah'a dünya hayatında ulaşmaya yakîn sahibi olsunlar diye ifade ediyor.
16- 23/MU'MİNUN-33: Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye'kulu mimmâ te'kulûne minhu ve yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
Onun kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı (Allah'a mülâki olmayı) yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.” dediler.
Ama siz onu alalâde bir insan olarak görüyorsanız, bu sizin gözlerinizi, kendi seçiminizle, tercihinizle kapatmanızdan kaynaklanıyor. Çünkü Allah'a ulaşmayı dileseydiniz, Allahû Tealâ sizdeki hassalardaki ve uzuvlardaki engelleri kaldırırdı. Ve siz o zaman, mürşidin alalâde bir insan değil, Allah'ın bir mürşidi olduğunu, Allah'ın katında vazifeli olduğunu idrak edecektiniz. Allahû Tealâ bunu size idrak ettirecekti. Ama, siz kendi serbest iradenizle Allah'a ulaşamayı dilemediğiniz için, Allah'ın tayin ettiği, âlemlere rahmet olarak gönderdiği mürşidi alalâde bir insan zannediyorsunuz.
17- 32/SECDE-10: Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum
bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
Ve (kâfirler): “Yerin (toprağın) içine karıştığımız (gömüldüğümüz) zaman mı? Biz, mutlaka gerçekten yeni bir yaratılışla mı yaratılacağız?” dediler. Hayır, onlar, Rab'lerine mülâki olmayı (hayattayken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.
Dirilmekten şüphe edenler Allah'a ulaşamayı dünya hayatında dilemeyenlerdir. Çünkü, onlar âyetlere nüfuz edemeyecekleri için doğal olarak âyetlerin inkârına gideceklerdir.
18- 2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine muhakkak mülâki olacaklarına (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına) ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerine kesin olarak inanırlar.
Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesindeki kişilerse dünya hayatında kesinlikle Allah'a ulaşacaklarından emin olanlardır.
19- 2/BAKARA-249: Fe lemmâ fesale tâlûte bil cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi neher(neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat'amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih(yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meah(meahu), kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih(cunûdihî), kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesiraten bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Talut, ordularıyla (Kudüs'ten) ayrıldığı zaman dedi ki: “Hiç şüphesiz Allah, sizi bir nehir ile deneyecektir. Kim ondan içerse, artık (o kimse) benden değildir. Ve kim ondan (doyacak kadar) içmez ise sadece eliyle bir avuç, avuçlayan (o kadar içen) hariç, artık hiç şüphesiz o bendendir.” Onlardan ancak pek azı (hariç) o sudan (doyasıya) içtiler. Nitekim o (Talut) ve îmân edenler birlikte (nehri) geçtikleri zaman: “Bugün bizim (için) Calut ve onun orduları ile (savaşacak) takatimiz (gücümüz) yok.” dediler. O kendilerinin muhakkak Allah'a mülâki olacaklarını kesin olarak bilenler (yakîn hasıl edenler) ise şöyle dediler: “Nice az bir topluluk, Allah'ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Allah SABİRİN' (sabrın sahipleri) ile beraberdir.”
“Bugün Calutla ordusuna karşı koyacak gücümüz yok” diyenler kimlerdir? Emre karşı gelenlerdir. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler, yani dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dileyenler ise nice az bir topluluk olmalarına rağmen, sayısı çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Yani kiminle beraberse o galiptir demek istiyor.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: Mehdi A.S.'a bağlı olanların sayısı, Talutla beraber nehiri geçenlerin sayısı kadardır.” Buyuruyor. Neden Allah'ın Resûlü, Mehdi (A.S)'dan bahsederken bu âyet-i kerimeyi söylüyor. Çünkü bu âyet-i kerimede ki çarpıcı unsur, Allah'a ulaşmayı dilemektir. Nehiri geçenlerin, emre itaat edenlerin Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunun işareti burada veriliyor.
20- 11/HUD-29: Ve yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar. Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Çünkü ölümle beraber herkesin ruhu Allah'a ulaşır. Kâfiri mü'minden ayıran fark, mü'minin dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Îmânın olmazsa olmaz şartı, dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemektir. Şüpheniz olmasın.
21- 2/BAKARA-223: Nisâukum harsun lekum, fe'tû harsekum ennâ şi'tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va'lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu'minîn(mu'minîne).
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza gerçekten dilediğiniz (şekilde) yaklaşın. Kendi nefsleriniz için (ileriye dönük) hazırlık yapın. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun ve mutlaka O'na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) da bilin. Mü'minleri müjdele.
Öyleyse muhterem kardeşlerim, görüyorsunuz ki bu sözünü ettiğiniz bütün âyet-i kerimeler, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını açıklıyor. Ama siz bunları reddiyorsunuz ve kendinize göre bunları çarpıtmışsınız. Ben doğal karşılıyorum. Çünkü, milyar kere Kur'ân-ı Kerîm'i okusanız, Allah'a ulaşmayı dilemediğiniz için, Allah hassalarınıza engeller koyuyor, uzuvlarınıza engeller koyuyor.
Kur'ân-ı Kerîm o zaman kursağınızdan geçmez ey hanif dostlar! Siz Allah'a ulaşmayı dilemedikçe Allah'ın âyetlerine nüfuz edemezsiniz. Allah buna mani oluyor (A'raf 146).
7/A'RAF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Siz Allah'a ulaşmayı dilemediğiniz için kibirlilerdensiniz. Ve kesinlikle gideceğiniz yer cehennem. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilerse (3. basamak), 4. basamakta Allah Râhîm esmasıyla tecelli ediyor. Ve Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 23. âyet-i kerimesinde:
29/ANKEBUT-23: Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Allah'ın âyetlerini ve O'na (Allah'a) mülâki olmayı inkâr edenler; işte onlar, rahmetimden ümidi kestiler. Ve işte onlar; onlar için elîm azap vardır.
Allah, Allah'a ulaşmayı inkâr etmeyenlerin, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin üzerine Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Nisa 175'te bunu açıklıyor:
4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır
Allahû Tealâ, Enfal 29'da:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec'al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Rahîm esmasının tecellisinden sonra Allah kişiye peş peşe furkanlar veriyor. Yani varsa hassalardaki engelleri kaldırıyor. Varsa uzuvlardaki engelleri kaldırıyor. Onların günahlarını örtüyor. Âmenû oluyorlar ve Tegabün Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ onlar üzerinde işlemlere başlıyor ve hidayeti kalplerine koyuyor:
64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.
Kaf 33'e göre şeytana dönük kalbini Kendisine döndürüyor.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Kim gaybte (görmeden) Rahmân'a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O'na dönük bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelir.
En'am 125'e göre onların fizik bedenlerinin göğsünü yarıyor. Göğüslerinden kalplerine, nefsin manevî kalbine rahmet yolu açıyor. Sadılarını şerh ediyor:
6/EN'AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec'al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu fîs semâi, kezâlike yec'alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu'minûn(yu'minûne).
Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Ve Zümer Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre o kişi Allah'ın ismini tekrar ettiği zaman Allahû Tealâ katından fazl ve rahmeti gönderiyor.
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesinde:
4 /NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va'tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri) Allah, Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
O kişi zikretmeye başladığı zaman, Allah'ın katından gelen fazl ve rahmet o kişinin göğsüne geliyor açılan yolu takip ediyor. Ancak fazıllar kalbe giremiyor. Çünkü, îmân kelimesi yazılı değil. Rahmet içeri sızıyor ve sonuçta kişi huşu sahibi oluyor.
Ve Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre de farz olan, mürşidi Allah'tan istiyor.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (HACET NAMAZI ile kişiyi Allah'a ulaştıran MÜRŞİD'i sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
A'raf Suresinin 40. âyet-i kerimesinde:
7/A'RAF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız
Kibirliler kimlerdir? Kibirliler, irşad yolunu kendilerine tebliğ edilmesine rağmen yol edinmeyen Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişilerdir.
Âyetleri yalanlayanlar kimlerdir? “Hayır! Dünya hayatında ruhun Allah'a ulaşması yoktur.” diyenlerdir. İsra Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerine göre,
17/İSRA-45: Ve izâ kara'tel kur'âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu'minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.
Bunlara gök kapıları açılmaz. Gök kapılarının kendilerine açılabilmesi için mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemeleri gerekir. Ve Allah'ın tayin ettiği mürşide tâbî olmaları lâzım.
Allahû Tealâ, hacet namazı kılan kişiye mürşidini gösterir. Kişi mürşidine tâbî olur. Tâbî olduğu zaman devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşir (1. nimet):
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Allah'a ulaşma günüyle kişinin ruhunu uyarıyor. Vücudunu terket diyor.
2. nimet, Allah o kişinin kalbine îmân yazıyor:
58/MUCÂDELE-22:… ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu),...
Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler
Allah'a ve ruhun Allah'a ulaşma günününe îmân edenlerin kalplerine Allahû Tealâ îmânı yazıyor, onları katından bir ruhla destekliyor. Eğer Allah'a ulaşma gününe îmân etmezse bu ruh gelmez.
3. nimet, Allahû Tealâ o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları sevaba çeviriyor:
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü'min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları se-vaba çeviren ve rahmet gönderendir.
25/FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).
Tevbeleri kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır. Bu tevbenin Allah'a ulaştırcı tevbe olduğu açıkça ifade ediliyor.
4.nimet:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.
O kişinin ruhu vücudundan ayrılıyor. Sıratı Mustakîm'e ulaşıyor. 38 âyet-i kerimede tevbe merasimi var.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
Melekler (arşı tutan melekler), saf saf olarak ve ruh (devrin imamının ruhu) oradadırlar. Kendisine Rahmân'ın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. Ve sevap söyler (günahların sevaba çevrilmesini müjdeler).
Kendisine izin verilen kişiler, Devrin İmamı ve tevbe eden kişi. Onlar sevap söyler. Tevbe eden kişi, Allah'tan günahların mağfireti istikametinde talepte bulunuyor. Devrin İmamı da o kişi için mağfiret talebinde bulunuyor. Ve Allahû Tealâ tevbeyi kabul ediyor.
Ondan sonra o noktada ruh vücudundan ayrılıyor. “ O gün hak günüdür. Dileyen Sıratı Mustakîm'i yol ittihaz eder.” deniyor. Neden Sıratı Mustakîm? Çünkü Sıratı Mustakîm, insan ruhunu Allah'a ulaştıran yolun adı. Ruhumuz vücdumuzdan ayrılıp tâbî olduğu mürşidin dergâhından Sıratı Mustakîm'e ulaşıyor. Ondan sonra yatay bir sebil üzerinden Devrin İmamı'nın dergâhına gidiyor. Ordan da dikey olan Sıratı Mustakîm üzerinden 7 tane gök katı yükselerek ve ardından 7 âlem geçtikten sonra Allah'ın Zat'ına ulaşıyor.
5. nimet, kişi nefs tezkiyesine başlıyor:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim bir seyyiat (kötülük) işlerse, onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Kadın veya erkeklerden kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, (işte) o mü'mindir. İşte onlar cennete alınırlar (konulurlar). Orada hesapsız rızıklandırılırlar.
Nefs teskiyesi gerçekleşmeden ruh Allah'ın Zat'ına ulaşmaz. Burada ıslah edici âmellere başlamak nefs teskiyesine başlamak demektir. Nefsini tezkiye eden kişinin ruhu Allah'ın Zatına ulaşır mı? Fatır Suresinin 18. âyet-i kerimesi bunu ispat ediyor.
35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet'u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey'un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr(masîru).
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki sen, ancak Rab'lerine gaybte huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur. Ve (ruhu) Allah'a döner, varır.
6. nimet: O kişi zikretmeye başladığı zaman kalbindeki aydınlıkların artması sebebiyle kişinin iradesi güçleniyor. Ahzab Suresinin 41ve 43. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ bunu ifade etmiş:
33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
33/AHZAB-43: Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu'minîne rahîmâ(rahîmen).
Sizi (nefsinizin kalbini), karanl ıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (nuru) gönderen, O ve O'nun melekleridir ki O, mü'minlere Rahîm'dir (Rahîm esmas ıyla tecelli eden
Ve 7. nimet: fizik vücut da güçleniyor.
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fi sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudaıfu li men yeşâ'(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
O, Allah yolu'nda olup, mallarını infâk edenlerin durumu her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VÂSİ'un ALÎM'dir.
Bu âyet-i kerimede, Allah yolunda mallarını infak edenlerin hali, her başağında 100 tane bulunan 7 başaklı bir buğday grubu kadardır ve Allah şöyle ihsanda bulunur:
Kişi Nefs-i Emmare'de iken 1 e 100,
Nefs-i Levvame'de 1 e 200,
Nefs-i Mülhime'de 1 e 300,
Nefs-i Mutmainne'de 1 e 400,
Nefs-i Radiye'de 1 e 500,
Nefs-i Mardiyye'de 1 e 600,
Nefs-i Tezkiye'de 1 e 700 derecat sistemini arttırarak ona ihsanda bulunuyor. Görüyoruz ki bütün bunların hepsi ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşması içindir.
23/MU'MİNUN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
“Sizin üzerinizde 7 tane tarîk yarattık.” 7 nefs tezkiyesine paralel her nefs tezkiyesinde bir tarîk yükseliyor. 7 tane tarîkin birleşmesi Tarîki Mustakîmi ifade ediyor. Ve 7. gök katına ulaştığı zaman, ruh 7 tane âlemi geçiyor ve Allah'ın Zat'ına ulaşıyor. Nefs tezkiye oluyor. Fizik vücutta Allah'ın evvab kulu oluyor.
Bütün bu açıklamalar size yetmez mi? Bunlar ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasını ifade eden âyetler değil mi?
Geliyoruz Yahudilerin ve Hristiyanların âmenû olmasına. Muhterem kardeşim! Allahû Tealâ bütün insanlar için bir tek dîn seçmiştir, hanif dîni. Bütün insanları da hanif fıtratıyla yaratmıştır. Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesinde bunu ifade ediyor:
30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Öyleyse vechini hanif olarak dîne (dînin kayyum olmasına) ikame et (kıyamda tut). Allah'ın o fıtratıyla ki, (Allah) bütün insanları (hanif) fıtratı ile yarattı. Allah'ın yaratmasında (ne dînde ne de hanif fıtratında) değişiklik olmaz. İşte bu kayyum olan (ezelden ebede kadar kıyamda kalacak, devam edecek) dîndir. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler
Eğer bugün farklı isimlerle dînler varsa, yahudiler, hristiyanlar bu insanlar sonradan, orjinal olan hanif dînini değiştirmeleri sebebiyle bu noktaya varılmıştır. Yani bir nevi yahudilik, hristiyanlık hanif dîninden bir sapmadır. Orjinali hanif dînidir. Bugün İslâm âlemi de aynı şekilde sapmış durumdadır .
Öyleyse, babamız İbrahîm'in hanif dîni, Arapça adıyla İslâm bu 7 safha 4 teslimi içeriyor:
Allah'a ulaşmayı dilemek,
Mürşide tâbî olmak,
Ruhu Allah'a teslim etmek,
Fizik vücudu Allah'a teslim etmek,
Nefsini Allah'a teslim etmek,
İrşada ve ihlâsa ulaşmak
İradeyi Allah'a teslim etmek.
Bu Tevrat'ta da böyledir. Bütün bu farzları biz çıkarttık. Bu farzları yaşayanları da çıkarttık. Bu İncil'de de böyledir. Bu farzların olduğunu çıkarttık ve farzları yaşayanları çıkarttık. Bu Kur'ân-ı Kerîm'de de böyledir. Bunlar Allah'ın emirleridir, farzdır. Ve bu emirleri sahâbe yaşamıştır. Bu mükafata ulaşmışlardır. Bunu yapmayanların da kesinlikle cezalandırılacağını Allahû Tealâ açıkça ifade ediyor.
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmenbillâh vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; îmân eden (âmenû olan)ler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim, Allah'a ve yevm'il âhire inanır ve ıslâh edici ameller işlerse, (nefsini tezkiye ederse), artık onların mükâfatları Rab'leri katındandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
Maide 69'da:
5/MAİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), yahudiler, sâbiiler ve nasrâniler (hristiyanlar)dan kim Allah'a ve YEVM'İL ÂHİRE îmân eder ve ıslâh edici (nefsini arındırıcı) amelde bulunursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır
O kurtuluşa ereceğinden kim emin? Allah'a ve ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşma gününe îmân eden kişi emindir. Bu îmân eden kişi kimdir? Islah edici amellere başlayandır.
İmân ettiklerni söylüyorlar ama yaptığı amel, ıslah edici amel değil, var mı böylesi? Elbette var.
“ 2/BAKARA-8: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu'minîn(mu'minîne).
Ve insanlardan öyle kişiler (var ki), derler ki: “Biz Allah'a ve ahiret gününe (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü'min değillerdir.
Diyor ki: “Ben Allah'a ve yevm'il âhire îmân ettim.” Ama Allahû Tealâ diyor ki: “bu mü'min değildir.” Yani Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi değildir. Münafik bir kişidir. Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışır. Ama sadece kendi nefsini kandırır. Farkında değil. Kalplerinde hastalık vardır. Allahû Tealâ hastalıklarını arttırmıştır. Onun için elim azap vardır.
2/BAKARA-9: Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş'urûn(yeş'urûne).
(Zannederler ki) Allah'ı ve âmenû olanları aldatırlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatırlar ve farkına varmazlar ”
“ Onlar yeryüzünde fesat çıkarırlar, şu anda Allaha ulaşmayı dilemiyerek yalanliyanlar da olduğu gibi.
Fesat çıkartma denildiğinde diyorlar ki: “Biz ıslâh edicileriz.” Hanif dostlar olarak çıkmışsınız. Yeryüzünün fesadı için uğraşıyorsunuz. Ama farkında değilsiniz. Biz ıslâh edicileriz diye insanlara yutturuyorsunuz. Öldüğünüz zaman kendinize ne kadar yazık ettiğinizi anlayacaksınız. Ama muhterem kardeşlerim! Şu geçici dünya hayatında 100 sene yaşadın 200 sene yaşadın. Ölüm senin yakana yapışacak.
Ve sen ki saltanatın asla firavununkine erişemez. Firavunun saltanatını herhalde tarihten öğrenmişsindir. O ordusuyla Hz. Musa (A.S)'ı kovalarken, gözünden perde kaldırıldığı zaman, “ben Hz. Musa ve Harun'nun Rabbine îmân ettim” dedi ama iş işten geçti. Sizler içinde akibetin bu olmamasını dilerim. Ama evrensel kanun şudur. Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin akibeti, firavunun akibetidir.
3/AL-İ İMRAN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na'bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey'en ve lâ yettehize ba'dunâ ba'den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).
De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda musavi (eşit) olan bir kelimeye gelin. (Şöyle ki); ancak Allah'a kul olalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, bir kısmınız, bazılarını Allah'tan başka Rab'ler edinmesinler.” Buna rağmen, eğer, yüz çevirirlerse, artık (şöyle) deyin: “Şahit olun ki; hiç şüphesiz biz, Allah'a teslim olanlarız
Hâlâ anlamayacak mısınız sevgili kardeşim? Bak bu âyet-i kerimede eşit olan bir kelime ki bu Allah'a ulaşmayı dilemektir. Neden Allah'a ulaşmayı dilemektir? Çünkü, Allah'a ulaşmayı dilersen şirkten kurtulursun (Rum Suresinin 31 âyet-i kerimesi):
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönel (Allah'a ulaşmayı dile) ve böylece O'na (Allah'a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
Allah'a ulaşmayı dilersen şeytana kul olmaktan kurtulursun, Allah'a kul olursun,
39/ZUMER-17:Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sana biz artık nasıl anlatalım, sayın kardeşim? Bir gün yanlız kaldığın zaman Al-i İmran Suresinin 64. âyet-i kerimesini bir kağıda yaz. Altına da Rum Suresi 31 ve 32. âyetlerini yaz. Onun altına da Zümer 17'yi yaz. Ve iyice bu 3 âyet-i kerimeyi gözden geçir. Gözden geçirdiğin zaman ancak 2 âyet-i kerimeye dayalı olarak Al-i İmran 64'ün ne ifade ettğini anlayacaksın. “ Taguta kul olmaktan içtinab edenlerin, Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğu ifade ediliyor.
Başlangıç noktasında herkes taguta kul. Ama şeytana kul olmaktan kurtulmanın şartı Allah'a ulaşmayı dilemektir.Dilediğin an zaten şirkten kurtulursun. O zaman dileyen kişi Allah'a kuldur. Allah'a hiç birşey ortak koşmayan kişidir. Tabîi ki, çok kitap okumuşsun belli. Bizim için asıl olan Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleridir. Ve Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini de Allahû Tealâ'ya hamdolsun, Efendimiz'den öğrendik. Efendimizin, Allahû Tealâ'nın Kur'ân âyetleriyle geleceğini bizlere müjdelediği Mehdi AS dır. Al-i İmran 81 bunu açıkliyor:
3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu'minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK'ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah'ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu
Tevbe Suresinin 32, 33:
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O'dur.
Duhan Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyet-i kerime lerinde:
44/DUHAN-10: Fertekib yevme te'tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHAN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHAN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû'minûn(mû'minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz mü'minleriz.
44/DUHAN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Muhakkak ki onlar öğüt almazlar. Onlara, andolsun ki apaçık bir resûl geldi.
44/DUHAN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O'NA ) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli”
dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler.
Furkan Suresinin 27, 28, 29. âyet-i kerimelerinde:
25/FURKAN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah'a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
2 5/FURKAN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filânı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKAN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba'de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki, bana zikir (Kur'ân'daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı. Ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKAN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur'âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.,
Fetih Suresinin 28. âyet-i kerimesinde açıklanan Allah'ın Resûlüdür. Ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'in bize müjdelediği ümmet-i Muhammed'in en hayırlı kişisidir. O Kur'ân'ı Allah'tan öğrenmiştir. Ve bize de öğretiyor. Biz de size tebliğ ediyoruz. Ama serbest iradenin sahipleri sizlersiniz. Dînde zorlama yok. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Biz size Bakara Suresinin 62. âyet-i kerimesi ve Maide Suresinin 69. âyet-i kerimesini söyledik.
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; îmân eden (âmenû olan)ler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim, Allah'a ve yevm'il âhire inanır ve ıslâh edici ameller işlerse, (nefsini tezkiye ederse), artık onların mükâfatları Rab'leri katındandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
5/MAİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Şüphesiz ki; âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), yahudiler, sâbiiler ve nasrâniler (hristiyanlar)dan kim Allah'a ve YEVM'İL ÂHİRE îmân eder ve ıslâh edici (nefsini arındırıcı) amelde bulunursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
4 grup insan sayılıyor burada. Yevm'il ahîr nedir? Yevm'il ahîr, ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşma günüdür. Bunun dünya hayatında Allah'a ulaşma olduğunu nereden biliyoruz? Allahû Tealâ bunu Ankebut Suresinin 36. âyet-i kerimesinde açıklıyor:
29/ANKEBUT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi'budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta'sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah'a kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah'a ulaşmaya mani olmayın).” dedi.
İster kâfir, ister putperest, ister mecusi olsun herkesin ruhu Allah'a ölümle ulaşır. Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Ahmed Yesevi gibi, Hacı Bektaş-ı Velî gibi, Allah'ın bütün dostları gibi Allah'ın dînini yaşamak, Allah'ın evliyası olmak istiyorsanız, Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilemeyen herkesin gideceği yer gayy kuyusudur. Sanırım, bu açıklamalar size yeterlidir.
Hepinizin Allah'a ulaşmayı dilemenizi Rabbimizden dileyerek inşallahu Tealâ buradaki sözlerimizi tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
Allahu Teala Ruhumuzun biz ölmeden Allah’a geri dönmesi (ulaşması) konusundaki MİSAK’ımızı 10 defa üzerimize farz kıldı.
1-Enam-152
“Ve bi’ahdillâhi evfû.”
Allah’a (verdiğiniz) ahdinizi yerine getiriniz.
2-Maide-7
Vezkürû ni'metallahi aleyküm miysâkahülleziy ve esekaküm bihi iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah innallahe aliymün bizâtissudûr."
Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir.
3-Zümer-54
“Ve enibû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kabli en ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.”
Başınıza azap gelip çatmadan Rabbinize dönün (ulaşın) ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.
4- Rum-31
“Müniybiyne ileyhi.”
Rabbine dön (ulaş).
5-Fecr-28
“İrci’ıy ilâ rabbiki.”
Rabbine dön (rücu et, geri dönerek ulaş).
6-Zariyat-50
“Fefirrû ilallah.”
Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın).
7-Lokman-15
“Vettebi’sebiyle men enâbe illeyy.”
Bana ulaşanın yoluna tabi ol.
8-Şura-47
“İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh.”
Allah’tan çare olmayacak gün (ölüm günü) gelmeden önce Rabbinizin davetine icabet edin.
9-Yunus-25
“Vallahü yed’û ilâ dârüsselâm ve yehdi men yeşaü ilâ sıratı mustakıym.”
Allah teslim yurduna davet eder ve (kendisine ulaştırmayı) Mustakıyme (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır.
10-Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.