Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islam'da firtinalar kopartan yaklasim

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Hallac-i Mansur ve Eseri Tavasin

Iblis ve firavunla Fütüvet ( genclik Atilganlik sadakat ve fedakarlik ) husunda tartistim
Iblis söyle dedi:
Eger secde etseydim FÜTÜVET benden uzaklasirdi
Firavun söyle konustu:
Ben O'nun Resulüne inansaydim FÜTÜVET makamindan düserdim.
Bende söyle dedim:
Ben sözümden dönseydim FÜTÜVET yaygisindan disari atilirdim..

Iblis kendisinden baska GAYR görmeyice: BEN ONDAN ÜSTÜNÜM dedi

ve firavun Toplumu icinde hakla batili ayiracak olani tanimayinca:

Sizin icin benden baska Herhangi bir ILAH tanimiyorum (Kasas;38 - Zühruf,51 ) dedi.

Ben dedim ki: EGER O NU TANIMYORSANIZ ESERLERINI TANIYIN !

ISTE O ESER BENIM !!

BEN,HAKKIM !!

HAKLA HAK OLARAK ebediyen devam edecegim

DOSTUM ve ÜSTADIM IBLIS ile FIRAVUNDUR !!
Tevhid i IBLIS den ögrenmiyen ZINDIKTIR !!


Böyle bir söylem ile süren bu Eseri okudunuz mu ?..
Okuduysaniz düsünceleriniz nedir ?..

Zemini cok kaygan bir konudur.

Islam aleminde Firtinalar yaratmistir.

Daha acacagim gayet tabii..
Yukaridaki söylem Hallac'in Ölümüne sebep olmustur.
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
1.Soru:Hallac-ı Mansur enel hak diyerek ne demek istemiştir? 2.Soru:Hallac-ı Mansur enel hak diyerek küfre mi gitmişitir? 3.Soru:Hallac-ı Mansur'u öldüren kimseler iyi bir şey mi yapmışlardır?

Değerli Kardeşimiz;

Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti.

Kalbin masivadan arınarak Hakk'ın esma, sıfat ve zılâl nûrlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle salik, akis ve gölgeleri Hakk'ın kendisi zanneder. Hallac'ın "Ene'l-Hakk" dediği makam burasıdır. Elini ateşe sokan kişinin yandığında can havliyle: "Yandım, ateş oldum." demesi nasıl mecazi bir hakikati ifade ediyorsa ve bu söz; söyleyenin gerçekten ateş olduğunu göstermiyorsa "Enel-Hak" sözü de böyle bir mecazi idraktir. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fillerin Allah'a aid olduğunu idrak etmesidir.

"Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan" bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibasa müsaid olduğundan bu tür sözleri, sadece beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilahî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. "Ene'l-Hakk" sözünün söylendiği makam Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarıyla idrak olunduğu makamdır. "Hakk" ismi, esma ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden "Ene'l-Hakk" diyenler çıktığı halde "Enallah" diyenler çıkmamıştır.


Konunun tahlili:

Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.
Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, Obenimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

Hallâc-ı Mansûr'un idâmına sebeb olan "Enel-Hak" sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hal ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği doğru bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı; "Ben Hakk'ım" demek olan bu sözün hakîki mânâsı: "Ben yokum. Hak vardır." demektir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 2. cild 44. mektûbunda bu husûsu şöyle açıklamaktadır: "O büyüklerin "Her şey O'dur" demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır demektir. Meselâ, Hallâc-ı Mansûr Enel-Hak (Ben Hakk'ım) dedi. Böylece, ben Hakk'ım, Hakk teâlâ ile birleştim, demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur ve öldürülmesi lâzım olur. Onun sözünün mânâsı "Ben yokum, Hakk teâlâ vardır." demektir. İşte sofiyye her şeyi Hakk teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşü, onların aynası bilir. Zâtın (kendisinin) bunlarla birleştiğini, zâtında değişiklik olduğunu söylemez. Meselâ, bir insanın gölgesi, kendinden hâsıl oluyor. Gölge, o kimse ile birleşmiş, onun aynıdır veya o kimse o gölge şekline girmiştir, gibi şeyler söylenemez. O kimse, kendi kendinedir. Gölge, onun bir görünüşüdür. Bu kimseyi aşırı seven, gölgeyi filân görmez. Ondan başka bir şey görmez. Gölge, o kimsenin aynıdır, diyebilir. Yâni gölge yoktur, yalnız o insan vardır, der. Bundan anlaşıldı ki, sofiyye, eşyâya, Hakk teâlâdan meydana gelmiştir. Hakk teâlâ değildir, diyor. O halde, sofiyyenin; "Her şey O'dur." sözleri; "Her şey O'ndandır." demektir ki, âlimler de böyle söylemektedir. İki taraf arasında bir fark yoktur. Yalnız şu fark vardır ki, sofiyye, eşyâya, Hakk'ın görünüşü diyor. Âlimler bunu söylemekten çekiniyor. Eşyâ ile birleşmek, eşyânın içinde bulunmak anlaşılmasın diye, bu sözü söylemiyor."

BİR KISSA BİN HİSSE

Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!..” (Ben Hakkım!) diye diye inlerdi.
Halk ikiye bölündü. Bir kısmı zâhire göre hükmetti, Hallac-ı Mansur’u inkâr etti ve sözüyle dinden çıktığını ileri sürdü. Bir kısmı da Hallac-ı Mansur’un bu sözüyle benliğini reddettiğini ve Hakkı dilediğini savundu.
Hallac-ı Mansur mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi.
“Ene’l-Hak deme! Hüve’l-Hak (Hak Odur) de!” dediler.

Hallac, “Bizim için de Hak Odur!” dedi.

İbn-i Atâ haber gönderdi:

“Özür dile ki zindandan çıkarsınlar!”

Hallac, “Ben ne dedim ki özür dileyeyim? Ben Halık’ı bırakıp halka yalvarmam!” dedi. Bir yandan da “Ene’l-Hak! Ene’l-Hak!” diye feryat ediyordu.

Bağdat uleması Hallac’ın katledilmesi için fetva verdi. Nihayet fetva gereğince Hallac idam edildi.
Şiblî, Hallac-ı Mansur’u rüyasında gördü ve sordu:

“Sana azap eden ve seni asan halka Cenab-ı Hak nasıl muamele eyledi?”

Hallac:

“Benim hakkımda halk ikiye bölünmüştü. Bir kısmı benim hâlimi bilirdi. Bana şefkat ederdi. Bir kısmı da benim hâlimi bilmezdi. Şeriatı muhafaza ve Cenab-ı Hakk'ın emrini yerine getirmek için bana azap ederdi. Cenâb-ı Hak her iki bölüğe de rahmet eyledi. Çünkü her ikisi de masumdu!”

Bir derviş rüyada gördü ki, şeytan Hallac-ı Mansur’u görünce şaşırdı ve şöyle dedi:

“Sen ‘Ene’l-Hak’ (Ben Hakkım!) dedin. Ben ‘Ene’l-Hayr’ (Ben hayırlıyım!) dedim. Sana rahmet olundu, bana lânet edildi. Bunun hikmeti nedir?”

Hallac-ı Mansur şu cevabı verdi:

“Sen enaniyetine güvendin ve benlik eyledin. Ben ise enaniyetimi inkâr ettim, benliği kendimden uzak eyledim. Benliğimi Hak'ta gördüm!”

Kaynaklar:
1)Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.114
2)Kuşeyrî Risâlesi; s.28, 43
3) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.199
4) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.140
5) Târih-i Bağdâd; c.8, s.112
6) Hikâyetü'l- Mansur; c.4, s.138
7) Hallâc-ı Mansûr; AliEmirî, 1252
8) Tabakât-ı Ensârî; s.315
9) Tabakâtü'l-Evliyâ; s.187
Süleyman KÖSMENE
Selam ve dua ile...
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Tasavvuf tarihinin en çok anılan isimlerinden birisidir.İsmi Hüseyin bin Mansûr, künyesi Ebü'l-Mugis'tir. 858 (H.244) yılında İran'ın Beyzâ şehrinde doğduğu rivâyet edilmektedir. 919 (H.306) yılında ise idâm olunarak şehîd edildi.

(Derleyen : Gülüm Omay)

Hüseyin bin Mansûr'un büyük babası Mahamma adında bir zerdüştîdir.
Buna, ana tarafından hazret-i Ebû Eyyûb'un neslinden geldiğini söyleyerek Ensârî de denilmiştir. Tüster'de büyük velîlerden Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî hazretlerinin sohbetinde iki sene bulundu. Onun ruhlara hayat veren sohbetleri bereketiyle tasavvufa yöneldi. On sekiz yaşında Basra'ya gelerek, Amr bin Osman-ı Mekkî'ye bağlandı. On sekiz ay da onun sohbetinde ve derslerinde bulundu. Her iki velînin yanında da nefsi ile büyük mücâdele yaptı ve her isteğine sırt çevirdi. Nefsin istemediği, rağbet etmediği işlere sarıldı. Samîmi ve bağrı yanık bir âşık idi. Kendisini çok seven Ebû Yâkûb-ı Aktâ' kızını ona verdi. Bundan sonra bir müddet daha Basra'da kaldı.

Hüseyin bin Mansûr'a Hallâc denilmesine şu olay sebeb olmuştur. Bir gün o, dostu olan bir hallâcın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun tavassutunu ricâ etti. Fakat hallâcın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Yâ Hüseyin! Gördün mü başımıza gelenleri. Senin için bugün kendi işimden oldum." diye söylendi.

Hüseyin bin Mansûr onun endişeli hâline bakarak tatlı tatlı gülümsedi ve; "Üzülme senin işini de biz hallederiz." dedikten sonra parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallâcın gözleri fal taşı gibi açılmış şaşkınlıktan sanki ayakta donmuş kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bu târihten sonra da Hüseyin, Hallâc-ı Mansûr diye anıldı.

Hallâc-ı Mansûr daha sonra Basra'dan ayrılarak Bağdât'a Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına geldi, Cüneyd-i Bağdâdî ona susmayı ve insanlarla görüşmemeyi emretti. Daha sonra Hicaz'a giderek, bir sene Ravda-i mutahherada kaldı. Zikr ve ibâdetle meşgûl oldu. Sonra tekrar Bağdât'a geldi. Burada yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü ve bâzı suâller sordu. Cüneyd-i Bağdâdî suâllerine cevap vermedi ve; "Gâliba bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır!" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bu sözü ile ilerde onun şehîd edileceğine işâret ediyordu. Mansûr, sorduğu meselelerin cevâbını alamayınca, izin alarak Tüster'e gitti. Bir sene orada kaldı. Burada büyük kabûl ve ilgi gördü. Sonra buradan ayrılıp, beş yıl ortadan kayboldu. Horasan ve Mâverâünnehr gibi beldelerde bulundu ve Ahvaz'a geldi. Burada da nasihatlarda bulunup, Ahvaz halkı içinde büyük kabûl ve ikrâm gördü. Ahvaz'da ilâhî esrârdan çok bahsettiğinden, kendisine Hallâc-ı Esrâr denildi. Tekrâr hacca gitti. Dönüşte Basra'ya geldi. Oradan tekrar Ahvaz'a gitti. Bir müddet daha burada kaldı. Sonra; "Halkı Hakk'a dâvet için şirk beldelerine gidiyorum." diyerek Hindistan'ın yolunu tuttu. Buradan Mâverâünnehr'e geldi. Çin'i Maçin'i dolaştı. Gittiği her yerde halkı Hakk'a dâvet etti. Hint, Çin ve Türk kavimlerinden pekçok kimsenin İslâmiyetle şereflenmesine vesîle oldu. Onların İslâmiyeti tanımaları için pekçok eserler telif etti. Dönüşünde dünyânın dört bir yanından ona mektuplar yazılmaktaydı. Hindliler, ona; Ebû Mugis, diye mektup yazarlardı. Çinliler Ebû Muîn, Türkler; Ebû Mihr, Farslılar; Ebû Abdullah Zâhid, Huzistanlılar; Hallâc-ı Esrâr diye hitab ediyorlardı.

Hallâc-ı Mansûr'un İslâm'ı yaymak için yıllarca dolaştığı, şehir şehir gezdiği bu seyâhatleri sırasında pekçok kerâmetleri, hârikulâde halleri görüldü. Kerâmetlerinden daha mühimi de onun mârifet, hikmet ve ince mânâlar dolu sözleridir. Bunlar, onun ilim ve mârifette ulaştığı kıymetli dereceleri gösteren birer delildir.

"Kul, ubûdiyetin, kulluğun bütün şartlarını kendinde toplarsa, Allah'tan başkasına kul olmanın yorgunluğundan kurtularak hürriyete kavuşur, külfetsiz ve sıkıntısız bir şekilde Allah'a kul olmanın zîneti ile süslenir. Peygamberlerin ve sıddîkların makâmı budur. Bu durumdaki kula ibâdet ve tâat zor gelse bile, Allahü teâlânın yardımı ile onu zevk ve gönül rahatlığı ile îfâ eder. İslâmiyet yönünden bu nevî ibâdetlerle süslü bulunduğu halde ibâdetlerinde kalbine en küçük bir meşakkat, sıkıntı ârız olmaz."

"Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyyete, kulluğa sıkı bir şekilde devâm etsin. Hakîkî hürriyet Allah'tan başkasına kulluk yapmamaktır."

"Azîz ve celîl olan Allah'tan başka bir şeyden korkan veya bir şeyi ümid eden kimsenin yüzüne, Allahü teâlâ bütün kapıları kapatır, ona âdî bir korkuyu (Allah korkusunun dışında kalan korkuları) musallat eder. Kendisi de onun arasına yetmiş perde çeker, bu perdelerin en incesi şüphe, vesvese olur."

Bir gün kendisine; "Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez." buyurdu. Kendisinin ölümü ve idâmı böyle cereyân etmiştir.

Nitekim Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.

Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar.
İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız.
İkinci gece, O benimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz.
Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi.
Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

Şeyh Ebû Abdullah-i Hafîf şöyle nakletti: "Bir çok hîle ile zindana girerek Hallâc-ı Mansûr'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, iyi tertib edilmiş güzel bir oda gördüm. Odanın duvarına bir ip bağlanmış, üzerinde bir havlu asılmıştı. Orada yüzü güzel bir köle gördüm. "Şeyh nerededir?" diye sordum. "Abdesthânededir. Abdest hazırlığı görüyor." dedi. Ben: "Ne zamandan beri şeyhin hizmetindesin?" dedim. "On sekiz aydan beri." dedi. "Bu zindanda şeyh ne yapıyor?" dedim. "On üç batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor." dedi. Sonra devâm ederek: "Bu gördüğün zindanın kapılarının herbirinin arkasında eşkıyâ ve hırsız kimseler vardır. Onlara nasîhat eder. Bıyıklarını ve saçlarını keser." dedi. "Ne yer?" diye sordum. "Her gün önüne çeşitli yemeklerle donatılmış bir sofra getiririz. Bir müddet onlara bakar. Sonra parmağının ucu ile o yemeklerin üzerine basar ve içli bir sesle çeşitli şiirler söyler. Aslâ onları yemez. Sonra önünden alır, götürürüz." Biz bu şekilde konuşurken o abdesthâneden çıktı. Güzel görünüşlü olup, câzibeli bir boyu vardı. Beyaz sof giymiş, işlemeli bir peştemalı başına sarmıştı. Sofa tarafına çıkıp oturdu. Bana: "Ey delikanlı! Neredensin?" dedi. "Fars'tanım (İranlıyım)" dedim. "Hangi şehirdensin?" diye sordu. "Şiraz'danım" dedim. Benden meşâyıh haberlerini sordu. Ebü'l-Abbâs ibni Atâ'ya gelince, sözümü keserek: "Onu görürsen, o kâğıtları (mektupları) yakmasını söyle." dedi. Sonra yine: "Buraya nasıl gelebildin?" dedi. "Bâzı İran askerlerinin yardımıyla." dedim. Tam bunu söylediğim zaman zindancıbaşı içeri girdi. Yer öpüp oturdu. Şeyh ona: "Sana ne oldu?" dedi. Zindancıbaşı: "Düşmanlarım beni halîfeye gammazlamışlar. Güyâ ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni alıp götürecek, katledecekler." dedi. Şeyh: "Var selâmetle git." dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehâdet parmağı ile işâret ederek, ansızın ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Tekrar şeyhin önüne oturdu. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum." dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. O, "Beni halîfenin yanına götürdükleri zaman halîfe; "Şimdiye kadar seni katletmeyi tasarlıyordum. Şimdi sana gönlüm hoş geldi. Seni beğendim. Tekrar affettim." dedi. Bundan sonra şeyh, yüzünü o havlu ile temizlemek istedi. Havlunun asılı olduğu ipin yüksekliği şeyhden yirmi arşın yukarıdaydı. Şeyh elini uzatarak havluyu aldı. Şeyhin eli mi uzandı yoksa o havlu mu şeyhe yaklaştı anlayamadım." Sonra ben çıkıp gittim ve İbn-i Atâ'ya vardım. O haberi verdim. Dedi ki: "Eğer tekrar onunla buluşursan; beni, kendi başıma bırakırlarsa, ona mektupları saklayacağımı söyle." dedi.

Naklederler ki, Hallâc-ı Mansûr hapishânedeyken üç yüz kişiydiler. Bir gece diğerlerine; "Ey mahpuslar! Gelin sizi kurtarayım." dedi."Peki sen kendini niçin kurtarmıyorsun. Gücün olsa kendini kurtarırsın." dediklerinde; "Biz himâye ve selâmet içindeyiz. Eğer dilersek bir işâretle bütün kelepçeleri açarız!" dedi. Sonra parmağıyla işâret edince, bütün kelepçeler yere döküldü.. Bunun üzerine; "İyi ama hapishânenin kapısı kilitli, şimdi biz nereye gidelim?" dediler. Bunun üzerine bir daha işâret etti. Duvarlarda bir takım gedikler ortaya çıktı. Bu hali gören mahpuslar, hemen Hallâc'ın ayaklarına kapanarak kendileriyle gelmesi için yalvarmaya başladılar. Fakat o reddetti. Neden diye sorduklarında; "Bizim O'nunla öyle bir sırrımız vardır ve sır sâhibinden başkasına söylenmez." buyurdu.

Bu haberler halîfeye ulaşınca; "Fitne çıkarmak istiyor, onu katlediniz veya Enel-Hak sözünden dönene kadar sopalayınız." emrini verdi. Bunun üzerine Hallâc-ı Mansûr hazretlerini Bağdât'ta Tâkkapısına götürdüler. Evvelâ yüz kırbaç vurdular. Kendisinden en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler.

Hallâc-ı Mansûr'un elleri ve ayakları kesildiğinde; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum." buyurdu.

Darağacına çıkan Mansûr hazretlerine şu suâl soruldu; "Tasavvuf nedir?" "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" "Onu görmeye tahammülünüz olmaz."

İdâm edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." cevâbını verdi.

Bu arada kendisinden nasîhat istemek için gelen hizmetçisine; "Nefsi, yapması gereken bir şeyle, ibâdetle meşgul et! Yoksa o seni yapılmaması gereken bir şeyle, haramlarla meşgul eder." dedi.

Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi revâ görenlere rahmet et! Senin rızân için beni elimden, ayağımdan, gözlerimden, başımdan, canımdan ayıran bu kullarını affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı.Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdât'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallâc-ı Mansûr hazretleri bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atacaklar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdât'ı basacak. O zaman hırkamı nehrin kenarına götürüp, sulara at." buyurmuştu.

Abdülmelik Evkâf anlatır: "Bir gün üstâdım olan Hallâc-ıMansûr'a; "Ey hocam! Ârif kimdir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Ârif o kimsedir ki, Zilkâde ayından altı gün kala, Salı günü, 919 (H.306) senesinde Bağdât'ta eli ayağı kesilerek, gözleri çıkarılarak, baş aşağı astırılıp, gövdesi yakılarak, külünü savururlar."Onun dediği zamânı gözledim. Meğer o söylediği kendiymiş, o ne söyledi ise aynını yaptılar."

Naklederler ki: Onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve; "Bir Ene (ben) sen dedin, bir Ene de ben. (Sen Ene'l-Hak dedin, ben: "Ene hayrun minhü= Ben ondan hayırlıyım." dedim) Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sordu. Hallâc-ı Mansûr şu cevâbı verdi: "Sebep şudur. Sen "Ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben Ene dedim, kendimi ortadan kovdum. Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gâyet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."

Hallâc-ı Mansûr, zamânındaki bâzı zâhir âlimlerinin anlayamadığı sâdık, Allahü teâlânın aşkı ile yanan bir Hak âşığıdır. Şiddetli mücâhedeler ve çetin riyâzetler çekmiş, himmeti yüksek, kerâmetler sâhibi bir velîdir. Sözleri güzel, konuşması fasîh ve belîğ, firâseti üstün, hakîkat, esrâr, mânâ ve mârifetler sâhibi olup, yaşadığı müddetçe, dâimâ ibâdet ve riyâzetle meşgûl olurdu.

Hallâc-ı Mansûr'un idâmına sebeb olan "Enel-Hak" sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hal ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği doğru bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı; "Ben Hakk'ım" demek olan bu sözün hakîki mânâsı: "Ben yokum. Hak vardır." demektir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 2. cild 44. mektûbunda bu husûsu şöyle açıklamaktadır: "O büyüklerin "Her şey O'dur" demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır demektir. Meselâ, Hallâc-ı Mansûr Enel-Hak (Ben Hakk'ım) dedi. Böylece, ben Hakk'ım, Hakk teâlâ ile birleştim, demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur ve öldürülmesi lâzım olur. Onun sözünün mânâsı "Ben yokum, Hakk teâlâ vardır." demektir. İşte sofiyye (evliyâ) her şeyi Hakk teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşü, onların aynası bilir. Zâtın (kendisinin) bunlarla birleştiğini, zâtında değişiklik olduğunu söylemez. Meselâ, bir insanın gölgesi, kendinden hâsıl oluyor. Gölge, o kimse ile birleşmiş, onun aynıdır veya o kimse o gölge şekline girmiştir, gibi şeyler söylenemez. O kimse, kendi kendinedir. Gölge, onun bir görünüşüdür. Bu kimseyi aşırı seven, gölgeyi filân görmez. Ondan başka bir şey görmez. Gölge, o kimsenin aynıdır, diyebilir. Yâni gölge yoktur, yalnız o insan vardır, der. Bundan anlaşıldı ki, sofiyye, eşyâya, Hakk teâlâdan meydana gelmiştir. Hakk teâlâ değildir, diyor. O halde, sofiyyenin; "Her şey O'dur." sözleri; "Her şey O'ndandır." demektir ki, âlimler de böyle söylemektedir. İki taraf arasında bir fark yoktur. Yalnız şu fark vardır ki, sofiyye, eşyâya, Hakk'ın görünüşü diyor. Âlimler bunu söylemekten çekiniyor. Eşyâ ile birleşmek, eşyânın içinde bulunmak anlaşılmasın diye, bu sözü söylemiyor."

Onun hal ve mertebesini anlayan pekçok âlim ve velî yüksek bir velî olduğunu söylemişlerdir. Büyük velî Şiblî, onun için; "Ben ve Hallâc aynı şeyiz. Ama bana deli dediler kurtuldum. Onun aklı ise onu helâk eyledi." buyurmuştur. Yine Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî; "Hallâc, imâmdır. Fakat durumunu her kişiye söyledi. Zayıflara ağır yük yükletti. Avam (halkın) bilgisiyle ve akıl yoluyla anlayamayacakları şeyleri konuştu. Bu hususta İslâmiyete riâyet etmedi. Ona ne vâki olduysa, bu sebepten oldu." demiştir.

Ali Râmitenî hazretleri ise, Hallâc-ı Mansûr'un hâlini; "Hüseyin bin Mansûr zamânında, Hâce Abdülhâlık-ı Gücdüvânî'nin oğullarından biri bulunsaydı, Mansûr idâm edilmezdi." buyurarak en veciz şekilde îzâh etmiştir. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî'nin mânevî oğulları olan talebelerinden biri bulunsaydı, Hüseyin bin Mansûr'u terbiye ederek, o makamdan daha yukarılara geçirir, idâm edilmesi lâzım gelmezdi. Çünkü Hallâc-ı Mansûr, her ne kadar büyük velî olmakla birlikte, tasavvuf yolunun en nihâyetine ulaşabilmiş değildir. Bulunduğu mertebe nihâyetten çok uzaktır.

Onun hâli, dünyâsı ve içindeki ilâhî aşkı bir başka olup, zâhir insanının anlayabilmesinden çok uzaktı. Zaman zaman şöyle derdi:

Dilim dilim bende yürek
Aşk nicedir gel benden sor.
Savrulurum kürek kürek
Aşk nicedir gel benden sor.



1)Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.114
2)Kuşeyrî Risâlesi; s.28, 43
3) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.199
4) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.140
5) Târih-i Bağdâd; c.8, s.112
6) Hikâyetü'l-Mansur; c.4, s.138
7) Hallâc-ı Mansûr; AliEmirî, 1252
8) Tabakât-ı Ensârî; s.315
9) Tabakâtü'l-Evliyâ; s.187
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Ilgi ve gayretlerinizden dolayi Allah sizden Razi olsun !..

Biraz katki da ben yapmak isterim;
Ki Hallac'in sahsinda hatirasinda iyi-kötü,Nur-nar iliskisi anlasilabilsin..

Bismillah;

Enel Hak : Ben yaratici gercegin bir tecellisiyim..Ben HAKKIM !!

Bu sözleri öncesini bilmeden degerlendirmek insani yanlis Düsüncelere götürür..Onun icin öncesine
bakalim..

Ortada bir sohbet vardir:Firavun ve seytan ile ilgili:

Nur ve NAR in birlekteligi:

Ahmed ( Muhammed ) ile iblisten baskasina iddaci olmak yakismamistir.Su var ki Iblis in gözden
düsmesine karsin Ahmed icin gözün gözü acildi..
Iblis e : SECDE ET ! dendi;
Ahmed e :BAK !
Iblis secde etmedi,Ahmed de saga sola bakmadi ( Yani ikisde isyan etti )

Iblis önce Yakarmis,Hakk in yoluna cagirmisti.Ama sonunda kendi kuvvetine sigindi.

Ahmed ise idda da bulunmustu,fakat sonunda kendi gücüne bel baglamaktan vaz gecti !

Ahmed söyle diyordu:

Ancak senin yardiminla hareket eder,yanliz senin yardiminla yükselirim.

Ey kalplerimizi cekip ceviren
Seni yeterince övemem ki ben !.

gök sakinleri icinde Iblis gibi tevhid eri yoktu faat gözden düstü,sonsuzluk yolculugunda lutufdan
uzaklastirildi.

" Allah a hic kimseyi ise katmamak suretiyle ibadet etmisti.Ve tam bireycilige ulasinca
Lanetlendi.Ve daha fazlasini isteyince de Huzurdan kovulup uzaklastirildi !

Hak ona secde et ! demisti
Senden gayriya secde etmem ! diye karsilik verdi

Hak dedi: O halde lanetim üzerine dökülecek..
O yine : senden gayriya secde etmem diye karsilik verdi..



Inkarlarim seni takdis
Aklim önünde tehvis
Senden ayri bir sey mi ki Adem ?
Orta yerde kimmis Iblis ?

Senden baskasina yok benim yolum
Seni seven boynu bükük bir kulum


Hak Iblis e sordu : Kibirlendin mi ?

Cevap verdi: Seninle bir lahzalik beraberligim olsaydi bile kibirlenmek ve Cabbarlik bana
yakisirdi.Oysa ki ben ezelden beri seni taniyan biriyim

Adem den üstünüm ben
Hizmetim ondan kidemli
Su alemlerde seni benden iyi taniyan var mi ki ?
Benim sende muradim senin bendemuradin var
Ve senin beni isteyisin daha eski
Ya senden baskasina secde etseydim ?



Secde etmeyince aslima dönmem gerekti.

Cünkü sen beni atesten yaratmissin.Bu bir gercek.
Ve atese dönecek .
Sonuc olarak takdir edip secme senin elinde..

Ne kaldi kopacak,ne var korkacak
Nasil olsa uzak düsmüsüm sana
Anladim,bir bana yakinla uzak
Sevgiyle ayrilik olurmu yoldas ?
Ayrildim;
Ayrilk oldu arkadas

Ey Tevfiki veren,Sana Hamt,SENA
Seckin bir kul egilmez bir baskasina..



Iblis konusunu bu anlayisla yani iBLIS I TEVHID BAGLILIK;SEBAT Istirabi gögüsleme Ask ve sevgide
vefa gibi üstün degerlerin sembolü olarak ilk kez gündeme getiren Müslüman düsünür HALLAC tir.

Daha sonra onun bu yaklasimi Ahmed Gazali de yankilanacak Aynulkuddat la derinlesecek Attar,Mevlana
IKBAL gibi ANIT insanlarin mucize söylemlerinde vucut bulacaktir.


Hallac a Göre Allah in emri ayri IRADESI ayridir !

Allah bir seyi emretmisse Onu istemistir denmez..
Nitekim IBLIS e: "SECDE ET ! "

Emrini yöneltmistir ama Iradesi kendisinden baskasina secde edilmemesi
yönündedir.
Iblis bunu bildigi ve tevhide aykiri buldugu icin Adem e secde etmemistir.

Iblis in bu büyük izdirabinin arkasinda bu emir-IRADE farki yatmaktadir.
HALLAC bu emir-irade arasinda kalmaktan dogan bu istiraba isaret ederken
Su ünlü beyiti önümüze Koyuyor:

Onu suya firlatti,elleri basi üstünde bagli
Ve seslendi ona: Dikkat et sakin ISLANMA !!


Hallac in bu Kiyamet koparan yaklasimi,Islam düsünce tarihinde derin izler birakmis ve art arda yeni
yaklasimlara Vücut vermistir.

Örnegin Ahmed bin Yahya el-Murtaza:
Resuller Ölüme yenik düsürülürken Iblis in kiyamete kadar baki tutulmasinin hikmeti nedir ?

Sorusunu
sormus ve su Cevapta Birlesilmistir:

Kendisinden müstagni kalamiyacagimiz tek varlik ALLAH tir !..
Nebi lere gelince,Allah ard arda nebi göndererek Insanlari tek bir peygambere bagli kalmaktan
kurtarmistir.
Iblis e gelince:
Allah onun yok edilmesinde yarar görseydi elbet yok ederdi.
Demek oluyor ki Iblis in ölümünden dogacak zarar Yasamasiyla vucut bulan zarardan daha büyüktür..


Hz.Musa seytan a sordu:
O'nu hala hatirlarmisin ?
Cevapverdi:
Ey Musa Olusturdugu olayla birlikte yaratilan düsünce hatirlanmaz hatirlanamaz.Ayni anda hem ben
aniliyorum hem O !

** Kovulmus Seytan dan Allah a Siginirim ** Bu Her okunusunda seytan Allah ile birlikte anilmaktadir
ve seytan bunu bir seckinlik olarak görmektedir. Ve söyle devam eder:

Zikri zikrim !..Zikrim zikri..
Birbirini anan beraberleriz..


Hizmetim sidi daha ari daha parlak.cünkü ona eskiden zevkim icin hizmet ediyordum Simdi ise O nun
arzusu ugruna didiniyorum..
Biz,engelleme,Savunma,zarar ve kar arzusundan arinmisiz.

O nun hakikati üzerine yemin olsun ki:
Ne tedbirde hata ettim ne de takdiri red ettim.Tasviri degistirmeye de kalkismis degilim..
Bu oluslarda benim kudretimin de etkisi vardir !

Bana ebedler boyu atesi ile azab etsede O ndan gayrisina egilmem.Ne bir kisi önünde secde ederim
de bir ceset huzurunda diz cökerim.Ne ogul tanirim ne karsit !..

DAVAM SADIKLAR DAVASIDIR !!
Ask konusunda gercek baglilardanim ben

Bir adida AZAZIL olan Seytan hakkinda cok sey söylenmistir:
Iste Onlardan biri:

o hem göklerde hem yerde DAI ( Cagirici ) idi.Gökte Meleklere Dailik yapip Olara iyilikleri
güzellikleri gösteriyordu.
Yerde ise Insanlarin Daisi onlarada cirkinlikleri kötülükleri gösteriyor

Cirkini tanimayan Güzeli taniyamaz !!

Iblis ve firavunla Fütüvet ( genclik Atilganlik sadakat ve fedakarlik ) husunda tartistim
Iblis söyle dedi:
Eger secde etseydim FÜTÜVET benden uzaklasirdi 1
Firavun söyle konustu:
BenO'nun Resulüne inansaydim FÜTÜVET makamindan düserdim.
Bende söyle dedim:
Ben sözümden dönseydim FÜTÜVET yaygisindan disri atilirdim..

Iblis kendisnden baska GAYR görmeyice: BEN ONDAN ÜSTÜNÜM dedi

ve firavun Toplumu icinde hakla batili ayiracak olani tanimayinca:

Sizin icin benden baska Herhangi bir ILAH tanimiyorum (Kasas;38 - Zühruf,51 ) dedi.

Ben dedim ki: EGER O NU TANIMYORSANIZ ESERLERINI TANIYIN !

ISTE O ESER BENIM !!

BEN,HAKKIM !!
HAKLA HAK OLARAK ebediyen devam edecegim

DOSTUM ve ÜSTADIM IBLIS ile FIRAVUNDUR !!
Tevhid i IBLIS den ögrenmiyen ZINDIKTIR !!

Sorun bundan ibarettir:
yani meselenin asli NUR ile NAR in ayni Kaynaktan olusmasidir.

ENEL HAK ben tanriyim manasinda söylenmemistir.

Aynen IBN arabi nin :

ALLAH'iniz ayaklarimin altinda yatiyor sözü gibi..

Biliyorsunuz o da öldürülmüstü !

Daha sonra durdugu yer kazilinca Yerin altinda ALTIN ve Diger degerli seylerden olusan büyük br
hazine bulunmustu..

Yani dogru söylemisti...
Müslümanim diyen bir cok Insan in ALLAH i Altin ve Paraydi..
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Biraz daha acayim;
Öncelikle bu tez benim degil;
Hallac-i MANSUR
GAZALI
AYNULKUDDAT HAMADANI
IKBAL
MEVLANA
RUZBIHAN BAKI gibi insanlarin tezi dir.

Bunlarin yola ciktigi kaynak ise:
Abdullah Ibn ABBAS yani Asr-i Saadet in en büyük kuran yorumcusudur.

Hallac dan 300 yil önce yasayan Ibn Abbas in IBLIS görüsü Hallac in sahsinda Sairene bir acilimidir.

Bakin AYNULKUDDAT HAMADANI Bu düsünceleri acikladigi icin 33 yasinda derisi yüzülerek katledildi.
Ders verdigi medresenin girisine astilar cesedini daha sonra üzerine yag dökerek yakildi.


ASK,idda ve erdiriciligin iki temsilcisi vardir:

Hz.MUHAMMED
IBLIS
Gercege varmak icin bu ikisini rehber edinmek gerekir.Rehber edinmek,Mutlaka uymayi
gerektirmez.Kendisine uyulmamasi gerektigini bize anlatan kisi veya güc de REHBERDIR.Tabii birincisi
keyifli bir rehber olurken ikincisi zorluklara SIKINTILARA dayanmayi gerektiren bir rehberdir.



Seytan in böyle suclanmasinin nedeni belki de budur !

Islam dininde IBLIS MUHAMMED in karsiti olan ilkenin SEMBOLÜDÜR.

Gercegin,CEMALINDE tecellisi MUHAMMED MUSTAFA dir ki O:
Biz seni alemlere Rahmet olman disinda bir sey icin yaratmadik ( Enbiya,107 ) ayetinde ortaya
konmustur.

Ayni gercegin CELAL ( Cirkinlik,kahir,istirap ) tecellisi Iblis de vucut bulmaktadir ki o:

( Lanetim kiyamet ününe kadar senin üstündedir ) Ayetinde ortaya konmustur.


Ayni gercek Iblis de delalet,Hz MUHAMMED de Rahmet ve Hidayet seklinde tecelli etmektedir.Bu ikisi
gercegin varligi ve islevselligi icin kacinilmazdir

Bunlarin birini iyi ötekini kötü ilan etmek izim KISIR bakisimizin bir sonucudur.

Ilahi ASKIN bütünlügü Hz.MUHAMMED ve Iblis in birlikte düsünülmesiyle ele gecer.Onlar cift
kutuplu gercegi karsilikli uclaridir.;Biri ötekisiz düsünülemez.

Ezelden ebede Tüm olus ve erisler Nur ve nar ile gerceklesir.Muhammed in Nuru Iblis in Nari.

Iblis - Muhammed Iliskisi dertle deva iliskisine benzer.Tekamül icin bu ikiside gereklidir.


IBLIS den dertlenen
MUSTAFA da Deva bulur.


Bu bu sekilde devam eder gider.

Iblis KÜFRÜ,MUSTAFA IMANI temsil eder.

Küfür ile Iman da birbirine Muhtactir.

Küfür fenayi Ölümlülügü
IMAN bekayi Sonsuzlugu temsil eder. ve fena olmadan BEKA anlasilamaz.

Yaratici tek olduguna göre ISIK ve IMAN gibi KARANLIK ve SAPIKLIK da Allah'in Mahlukudur.

Bu mahluklardan biri HIDAYET ( MUHAMMED e ),Ötekisi DELALET ( Iblis e ) Havale edilmistir.

Yani Muhammed te Iblisde Allah in verdigi görevi yapmaktadir.

Bu Islam Düsünürlerinin Hareket noktasi sudur:


Allah in isimleri Zitlik ilkesine göre düzenlenmis isimlerdir.Bu isimlerin her bi kendisinin ZITTI -
karsiti ile bilinir.



Bu isimlerin varlik ve olust CEMAL ve LUTUF ifade edenlerini Hz.MUHAMMED.

CELAL ve KAHIR ifade edenlerini IBLIS temsil etmektedir.

O halde IBLIS de MUHAMMED kadar gereklidir.

Bu noktada insanin durumuda diger varliklardan cok farklidir.

Diger varliklarin her biri görev yapmak icin sartlanmistir.

Insan ise Özgürlügünü kullanmak icin
sartlanmistir.


Onun icin secme Imkan ve Yetisi insan icin bir tür mecburiyettir.

Her varlik yaratilistan mecbur ve mahkum edilmistir.Insanda yaratilistidan özgür secme hakkini
kullanmaya mecburdur.


Su icin söndürmek
Ates icin yakmak nasil onlarin dogasiysa Insanin dogasida ÖZGÜRLÜKTÜR!.
Insan bunun icin sorumludur !
ürettigi isleri kendisi yarattigi icin DEGIL !



O halde Iblis de,tipki MUSTAFA gibi Allah in iradesine uygun olarak görevini yapiyor.

Bu görevin Karanlik ve SAPIKLIK kutbunda olmasi Iblis i görev yapmayan yaratik durumuna düsürüp
Allah in Iradesi disina cikarmaz.


Tam Bu noktada KURANSAL gercegi IFADEYE koyalim:

Kuran da Allah in yani göklerin ve yerin NUR u olan ( NUR,35 ) ISIGIN isim-sifatlari yani esmaül Hüsna 99 dur ( Tamlama seklindekileri de sayarsak )

Kuran da göklerin ve yerin karanligi karicisi olan seytan in adi da 99 dur.88 yerde Seytan 11 yerde
IBLIS.

Bir baska ürpertici gercekde sudur:
Melek kelimesi de 88 yerde gecmektedir Kuran da.
Melekler Allah in kendilerine emrettigi konularda asla isyan etmezler.Emrolani yerine getirirler.

Seytan ise RAHMAN in karanlik ilkesini isletmekte görev yapan emir erleridir.

Ve Kuran da bu iki prensip arasinda 88 e 88 bir esitlik olduguna Dikkat cekmistir.

Yani yaratilisi özgürlükle esitlenmis olan insan bu esit gücte olan iki merkezin ortasindadir.


KENDI SECIMI ILE BU YANA YA DA ÖTEKI YANA GIDECEKTIR !!

Sonuc olarak tartismasiz olan sudur:

ILAHI plandan bakilginda bir ikilik YOKTUR !

TEK ALLAH tek YARATICI esastir. Isik ve karanlik kuvvetleri onun emrinde onun planina uygun olarak
hareket etmektedir.

Insan in farki kendisine Isik ya da Karanlik kutubunda yer verilmek yerine,Secim Karakteri verilmis
olmasidir.Insani sorumlu kilan ÖZGÜRLÜK ve serbest SECIM firsatidir.


Bu baglamda Materyalist akadaslarin da Kötü olani yani Cinayet Hirsizlik veya benzeri gibi Kötülükleri
Kader e ve Allah a Isnat etmelerinin yaniti da verilmis oluyor.

Yani Allah kimseye Zulüm etmiyor zulüm eden yine insanlar hemde özgür secim haklarini kullanarak.

Bu kadar yeterli mi bilemiyorum..

Iman konusunda:

Iblis in kafir oldugu hakkinda süphe yoktur.

Allah in Muhammed de NURU ...
Seytan da Ise LANETI vardir.

Yani ikisinde de Allah dan
bir sey vardir.

Seytan Allah in CELALI dir.

Hz.Muhammed Söyle Buyuruyor:

Allah benim isigimi kendi IZZETINDEN NUR dan,IBLIS in isigini ise yine kendi IZZETININ NAR indan
yaratmistir !!


Allah meleklere SECDE edin emni verirken,Görünmeyen alemin derinliklerinden IBLIS e:

Benden baskasina SECDE etmeyin seklinde IRADE etmistir.

Allah in Iradesi ne Kimse Karsi duramaz !..

Bilmem Bundan süpheye düsen Iman dan cikar mi ?

Seytan in Isyani Allah in iradesi ile gerceklesmistir.


Selam ve dua ile..
 
Üst Alt