Yeryüzünde 1 milyar Müslüman
Mağripten maşrika saraylar, hanlar, hamamlar
Mavi göğe yükselen minareler
Susmayan ezanlar, inmeyen bayraklar
Namazlar, cumalar, bayramlar, kurbanlar
Kabirler, türbeler, fatihalar, yasinler
Bütün bunlar İslamın yeryüzünde gürül gürül yaşandığı, dimdik ayakta durduğu anlamına mı geliyor?
Eğer öyleyse Geçip giden varsa İslamın şu çiğnenmiş diyarından, ümmet-i merhume (ölü ümmet) haline gelmiş ve felç-i iradiye mübtela olmuş hal-i pür melalimize (yerlerde sürünen acınak halimize) ne diyeceğiz?
Akifin dizeleriyle;
Zulme tapmak, adaleti tepmek, hakka hiç aldırmamak
Kendi asudeyse, dünya yansa baş kaldırmamak
Sözünde durmamak, yalan sözden çekinmemek
Kuvvetin meddahı olmak, acizi hiç söyletmemek
Mübtezel bir çok merasim; eğilip bükülmeler, yatmalar
Şaklabanlıklar, gösterişler, ardı ardına aldatmalar
Fırka, milliyet, lisan namıyla daim ayrılık
En samimi kimseler arasında ciddi açık
Enseden arslan kesilmek , cepheden yaltak kedi
Müslümanlık bizden evvel böyle bir zillet görmedi
Peki bu ümmet bu zillete neden düştü?
Müslüman dünya neden Ehl-i kitaplaşma süreci yaşadı, yaşıyor?
Önceki Ehl-i kitaplaşmalara bakın, hiç ders almadan aynısını neden biz de yaşıyoruz?
***
Kiliseler, havralar, sinegoglar, camiler, ezanlar, çan sesleri
Aslında hepsi hayattan çekilmiş.
Şehirlerin meydanlarına yapılmış olmalarına rağmen hayatın atardamarlarında yok bunlar.
Onlar eski dünyanın kalıntıları, anıtları, müzeleri olmuş; hemen yanı başında yeni bir dünya kurulmuş.
İbn Haldunun tabiriyle ümran rüzgarı yön değiştirmiş.
İnsanlık bir de din olmadan yükselmenin yollarını aramış.
Böyle bir arayışı yekten suçlamak ne derece doğru?
Her dinin insanlığın yararına olduğunu söyleyebilir miyiz?
Dinler, insanoğlunun bizzat insana, tarihe, hayata ve doğaya yabancılaşmasının nedeni olamaz mı?
Dinin afyon yüzü bu yüzden insanlığın gerçekten karanlık tarafı belki de.
Belki de diyorum, dinin afyon yüzü diyorum. Çünkü tam da burada İslam hakkında söyleyeceklerim var.
***
M. İkbalin tesbiti ile İslam, aslında eski dünya ile yeni dünya arasında durmaktadır.
Yani insanlık tarihinde yeni (modern) dünya bir de din olmadan yükselebilmenin yollarını arama ise, İslam aynı yükselme arayışını dini dünyanın içinden yapmanın adıdır.
İslama bir insanlık hamlesi olarak baktığımızda bu böyledir.
Gerçekten de İslam eski dünyadan yeni dünyaya bir geçiştir.
Kendini din formu içinde ifade etmiş yeni dünyanın adıdır.
Büsbütün dini dünya ile büsbütün dinden arınmış dünya arasında durmaktadır.
Onun için İslam dinlerden bir din değildir.
Daha doğrusu değildi.
***
Kanımca aşağıdaki üç şey İslamı tekrar o eski büsbütün dini dünyaya geri döndürdü ve dinlerden bir din haline getirdi.
Bu, aynı zamanda İslamın özgün içeriğinin boşaltılması, dinler dünyasına getirdiği re-formun de-forma uğraması; tapınaklarda, minarelerde, ezanlarda, mezarlarda, riüellerde yaşıyor görünmesine rağmen gerçekte kütür kütür yıkılışıydı.
Dinlerden bir dine dönüşerek yaşaması onun gerçekte yaşadığı anlamına gelmiyor. Bilakis Ehl-i kitaplaşma sürecine girerek ve kendisisine büyük saygı duyularak hayattan çekildiği anlamına geliyor.
İslamı yıkan bu üç şeye akılda kalması için 3M dedim.
Yani M harfi ile başlayan üç kelime: Mülk, Mucize ve Mevzu
Bu üç kelimenin İslama ettikleri sanıldığından çok fazladır. Bunlar İslamın özgün içeriğini boşaltmış, dini dünyaya ve insanlığa getirdiği yenilikleri mahvetmiştir.
Ve bu kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden olmuştur.
Akifin dizeleri ile;
Gökten gelen bela sözünün manası yoktur herzedir
En beyinsizler bile istikbali zira kestirir
Gökten inmez bir de hiçbir şey Bütün yerden taşar
Kendi ahlakıyle bir millet ölür, yahut yaşar
Bakın nasıl
***
1- MÜLK: İslamın ilk ve esas mesajı mülk üzerineydi. Lehul-mülk (Mülk Allah/Halkındır.) diyerek başlanmıştı. Her şeyden önce Müslümanın mülk ile kurduğu ilişki düzelmeliydi. Mülk yığıcılık ve mülksüzlük daima sorunludur. Yapılan araştırmalarda mülkten şımarmış mühitlerde yaşayanlarla varoşlarda mülksüzlükten/mesleksizlikten sefalet hayatı yaşayanların ahlaki davranışlarının birbirine benzer çıkması boşuna değil. Her ikisinde de ahlaki kayıtsızlık gözlenmiş. Çünkü toplumların temel ahlaki değerlerini koruyan ve sürdürenler genellikle orta sınıflardır. Bu nedenle orta sınıflaşmış bir toplum en iyisidir. Aşırı mülkçülük ve aşırı mülksüzlük daima hastalık üreten bataklık gibidir.
Defalarca söylediğim gibi Kuranın ilk 23 suresini tekrar tekrar okumalıyız. Bu bize neyin ilk ve esas mesele olduğunu, işe nereden başlamak gerektiğini gösterecektir. Baktığımızda 23. sureye kadar putların ismi hiç anılmamakta, daha ilk sure (Alak) zenginliği kendine yeterli görme (istiğna) ile azgınlık/yabancılaşma (tuğyan) arasında ilişki kurarak başlamakta İlk eleştiriler hep Mekkeli mülk sahiplerine yönelik İlk kıssa mülk (zenginlik-yoksulluk) meselesinin ele alındığı Bahçe sahipleri kısası Allahın isim ve sıfatlarından ilk öne çıkarılan daha çok iktisadi yönü ifade eden Rabb kavramı
Peki neden?
Kuran neden ilk buradan başlıyor?
Çünkü bir yanda tüm toprakların sahibi ağalar, diğer yanda o topraklarda karın tokluğuna çalışan marabalar Ve her geçen gün aralarında büyüyen uçurumlar
Buradan ne çıkar? İnsan mı tabut mu?
Böylesi bir mülk düzeninde Allahın dini tutar mı? Tevhid olur mu?
Buradan çıksa çıksa efendi-köle ilişkisi çıkar.
Kurulsa kurulsa Firavun-köle düzeni kurulur.
Böylesi bir mülk düzeninden insanca, pek insanca bir ilişki çıkmaz, çıkamaz, çıkabilemez.
Bu nedenledir ki mülk paylaşım düzenine dokunmayan, en önce buradan başlamayan, tıpkı Kuranın başlayışı gibi işe ilk buradan başlamayan din söylemleri afyondur.
İlk istiğna-tuğyan ilişkisini işlemeyen din dersleri afyondur.
İlk mülk sahibi zümreleri hedef almayan din söylemleri afyondur.
İlk bahçe sahiplerini anlatmayan din vaazları afyondur.
İlk ekmek verenin, aş verenin, yedirenin, doyuranın Rabb olduğunu söylemeyen din teolojileri afyondur.
Eğer Kuran ise elinizdeki kitap bu böyle
İlkleri boşver, onlar nesh oldu, sonraya gel derseniz sonrası da öyle Sözü uzatmayayım.
***
İşte İslamı içeriden ilk yıkan şey eski cahiliye mülk ilişkilerine geri dönüş (irtica!) olmuştur. İslam ilk buradan yıkıldı. Daha başlamadan otuz yıl içinde bitti
Dinden dönenler (mürtedler) ilk bundan döndü. Zekat vermeyeceğiz, böylesi bir mülk düzenini kabul etmiyoruz dediler. Bunun için mürted aslında yeni mülk düzeninden dönen demektir.
Cahiliye döneminin vahşi kapitalizmi, İslamın paylaşımcı mülk düzenini, yeni kardeşlik iktisadını kabullenemedi. Tarihin akışı içinde gayet esastan bir çıkış olduğu için belki de içerisi dahi bunu benimseyemedi.
Hedeflerini gerçekleştiremeden tarihten çekildi. Halbuki peygamber zamanındaki ideallerin hedefine tam ulaşması ve insanlıkta kalıcı bir tarihsel dönüşüme neden olması için en az yüz yıla ihtiyaç vardı.
Topu topu otuz yıl kadar sürdü.
Benden sonra birbirinizin boynunu vurmayın, Müslümana kardeşinin canı, malı, ırzı haramdır denmesine rağmen canlar heder edildi, mallar yağmalandı, ırzlar çiğnendi.
Mülk (mal, iktidar) yüzünden iç savaşlarda dünyanın gözü önünde 90 bin kişi birbirini kesti. Muhammedin adamları birbirini yiyor dedirttiler.
İslam o günkü dünya kamuoyunda Çölde yeni bir din (peygamber) çıkmış kölelere özgürlük (fekku raqabe) diyormuş diyerek duyulmuştu Bu sese kulak kabartan Sasani ve Bizansın köleleri, ezilenleri, mahrumları, çaresizleri, İslamın içindeki mülk kavgasını görünce Bu da diğerleri gibi dediler ve umutsuzluğa gark oldular.
İşte o an çölde haykıranın sesi duyulmaz oldu. Dünya kamuoyunda estirdiği o muazzam rüzgar hızını kaybetti.
Ebuzerin çöle gömülmesiyle yıldızı söndü.
Alinin yenilmesiyle rüzgarı dindi.
Kanımca sonrası Sasani ve Roma mülk/devlet/imparatorluk düzeninin kılıf değiştirmiş tekrarından başka bir şey değildir
Tekrar köle ve cariye sahibi olma yarışına girdiler.
Uçsuz bucaksız mal (mâlen memdûd) sahibi olma üstünlük ölçüsü ve fütuhat hırsı haline geldi.
Zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum büyüdükçe büyüdü. Son hak din dahi buna engel olamadı
Peki, dinin teorisinde mi bir sorun vardı yoksa onu anlayan zihin mi sorunluydu?
Tabi ki ikincisi
Bugün BM verilerine göre yeryüzünde 1 milyar insan sokaklarda aç dolaşıyor. Allah bugün peygamber gönderse ilk ve esas mesele olarak yine buradan başlayacaktı. 1 milyar insan hangi suçundan dolayı aç? diye soracaktı. Tevhid ve şirk bununla ilgili değilse nedir?
Özellikle ilk 23 sure başta olmak üzere tüm Kuranın mülke bakışı bunun apaçık kanıtıdır. Sürekli olarak verme (infak) emrediliyor, biriktirme, yığma (kenz) yeriliyor. Kuranın tek bir yerinde bile mülk biriktirmenin övüldüğünü görmedim. Dinin teorik içeriğinde bir sorun yok.
Öyleyse hal-i pür melalimiz şu: Bu Kitap ezberlenerek, aynlar patlatılarak mehcur bırakıldı! Duvarlara asılarak, tapınaklarda inletilerek, duvarlara, sütunlara, mezar taşlarına okunarak terk edildi. Kitabın ilk ve esas konusu olan mülk meselesi neredeyse bütün dini guruplar, cemaatler, mezhepler, tarikatlar tarafından unutuldu, yok hükmünde sayıldı. Hala öyle Onun için ta Ebuzerden beridir fena bozulmaktalar Gayet sevimsiz, sıkıcı ve çuvaldız gibi içe batıcı bulmaktalar.
Eh, siz Kitapı terk ederseniz o da sizi terk eder!
Bakınız, cennetle müjdelenen on sahabe (Aşere-i Mubeşşere) içinde ilk üçü hariç (Ebubekr, Ömer, Ali) hepsi toprak ağası oldu. Öldüklerinde geride en küçüğünün binlerce dinar mülkü vardı. Sadece birisine 700 köyden haraç geliyordu. Din-u devlet faaliyetinin sonucu böyle mi olmalıydı? Nasıl Harun gelip Karun oldular? Neden Peygamberimiz olmadı, Ebubekr, Ömer, Ali olmadı da onlar oldu? Öteden beri hep merak ederim neden cennetle müjdelenen on sahabe içinde tek bir yoksul sahabe yok? Ebuzer nerede? Ammar? Bilal nerede? (Çünkü o liste uydurma; Mevzu)
Demek ki en önce din-u devlet tefessüh etti, mülk-i millet bozuldu!
İslam işte ilk buradan yıkıldı!
Mülkten kaybettik ilk mülkten!
***
2- MUCİZE: Mülkte cahiliye anlayışına geri dönüş Müslümanın eşya ile ilişkisini yani ontolojisini bozduğu gibi, mucize zihniyeti de epistemolojisini bozdu. Yani bilgi kaynakları dumura uğradı. Gözler, kulaklar, kalpler mucizeye, kehanete, keramete ve intizara (bekleyişe) alıştırıldı. İnsana, tarihe, hayata ve tabiata yabancılaşıldı. O eski büsbütün dini dünyaya geri dönüldü. Yahudilerin mucize, Hristıyanların kehanet, Mecusilerin bekleyiş (intizar), Şamanların gök tanrı, ruhlar, mezarlar ve atalar zihniyeti her yanı sardı. Dini dünya bunlardan ibaret hale geldi.
Mucizeleştirmeler aklı örten bir afyona dönüştü. Araştırma ve inceleme gereği duymayan, Allah deyince her şeye inanan, yaşayan apaçık ayetleri (insan, tarih, hayat ve tabiat) mucize saymayan bir zihniyet sardı her yanı.
Kuran kutsandı, mucizeler kitabı haline geldi. Esas büyük el-Kitabı (Kainat Kitabını) işaret eden bir işaret parmağı olarak görüleceği yerde bizzat kendisi en büyük kitap haline geldi. Kafasını küçük Kitaba (Kuran) sokan ve bir türlü büyük el-Kitabı (kainat, evren) göremeyen zihinler türedi.
Müslüman ümmet elindeki Kitapın her şey olduğunu sandı. Bütün her şeyi orada vardı. Çalkaladıkça kendinden yağ çıkan kap gibi sıkışınca çalkalamak yeterliydi. Okuyanlar, üfürenler, muska yapanlar, şifre arayanlar, cifr hesapları gırla gitti, gidiyor.
Elin oğlu el-Kitapı (kainat, evren, doğa) okuyarak bir bilimsel buluş mu yapmış, hiç telaşa gerek yok. Elimizdeki mucizevî kitapta kesin haber verilmiştir!
Denizleri yaran Musa, ölüleri dirilten İsa, ateşte yanmayan İbrahim, kayadan deve çıkaran Salih, üçyüz yıl uykuya dalan Ashab-ı Kehf, karıncayla konuşan Süleyman ve göğe çıkan İsa vs. vaazlarıyla uyuşan kitleler, Bunlar bugün niye olmuyor? Filistinli çocuklara, Iraklı annelere neden mucize inmiyor?, Kuşlar, karıncalar şimdi neden bizimle konuşmuyor? Yaşayan el-Kitapda bunlar niye yok? sorularıyla karşılaşınca şüphe vadilerinde dolanmaya başladılar. Ya da vardır bir hikmeti, töbe töbe diyerek içlerine attılar.
Halbuki bunları eski dünya dinlerinin etkisinden kurtularak, zaten Kuranda geçmeyen ve asla bir Kuran kavramı olmayan mucize kelimesine başvurulmadan açıklamak gayet kolaydır, anlaşılabilirdir, apaçıktır. Biraz karşılaştırmalı dinler tarihi, biraz eski uygarlıklar, Kuranın işaret ettiği gibi biraz yol kenarlarında duran eski çağlara ait kanıtlar, biraz arkeolojik kazılar, biraz tabiat tarihi, biraz bu formda gelen ve bütün kutsal kitaplarda görülen sembolik dil üzerinde çalışılsa gayet güzel anlaşılacak.
Fakat mucizeleştirmeler bütün bunları yok ediyor.
Müslüman zihni tarihe, hayata ve tabiata yabancılaştırıyor.
Kafa konforu rahat, insanlık acısı ve varoluş sancısı çekmeyen, beyninde hiç merak uyanmayan, soru sormayan, sormayı şeytan işi sayan, teslimiyetin sorular sordukça değil; sormadıkça gerçekleşeceğini sanan, akletmeyi, deneyi, gözlemi kör itikatla örten, gayet kolay olup bitenleri, başına Allah, ortasına Kadir-i Mutlak, sonuna mucize getirerek açıklayıveren bir zihnin oluşmasına neden oluyor.
Oysa ne olup bittiğine nüfuz edemiyor. Gerçekliğin içinde değil; gerçekliğe paralel kurgusal bir dünyada yaşıyor. A. Şeriatinin dediği gibi alinasyon (yabancılaşma) içinde
Bu zihnin insanlıkta sıçrama yapması mümkün değildir.
Yeryüzünün öğretmeni, öncüsü, önderi, Kuranın tabiri ile şahidi olması mümkün değildir.
Gassilin elindeki meyyit gibi Hint gurularının ayağını yalamak ya da şeyhlerinin haremine girmek için sıra bekleyen akılsızlar işte bu narkozlanmış dinî zihnin ürünüdür.
Böyle olunca peygamberler harikalar diyarında dolaştırılır. Gerçek hayata paralel halisinasyonik bir dünya kurulur. Halbuki varolan hayat ve yaşayan tabiata paralel cinlerden, meleklerden, şeytanlardan, ruhlardan, ifritlerden, nuranî varlılardan oluşan ayrıca bir dünya yoktur. Allah melekelerini (gücünü, kudretini) bu paralel ruhani dünyada değil; gözümüzün önünde yaşayan gerçeklikte; yerlerde ve göklerde gösterir. Güneşle, ayla, yıldızlarla, denizlerle, ırmaklarla, geceyle, gündüzle, ağaçlarla, kıtalarla, bitkilerle, 1 milyon canlı türüyle vs. gösterir, gösteriyor. Kuran işte buna göklerin ve yerin melekûtu diyor. Cinler (daha göremediğimiz türler, varlıklar), şeytanlar (kötülük hırsları, dürtüler) ve melekler (tabiat güçleri) hepsi buradadır.
Keza Allah yepyeni alemler yaratmaya kadir olduğu için ileride ölüleri diriltecek, kıyameti koparacak, cenneti ve cehennemi kuracak, defterler açılacak, hesap günü gelecek ve ahiret hayatı yaşanacaktır. Buna da Kuran yeniden yaratılış (halk-ı cedid) diyor. Biz buna iman ederiz, ispatı ile uğraşmayız, bilimin konusu yapmayız. İslam imanı, maneviyatı ve ruhaniyatı yalnızca bu olmak icap eder.
Bunun dışında Yahudi mucizeleştirmelerinin, Hristıyan kehanetlerinin, Mecusi bekleyişlerin bu dinde yeri yoktur. Onlar o eski büsbütün dini dünyada kaldı. İslamın dini dünyaya getirdiği reformun ve eski dünya ile yeni dünya arasında duran misyonunun asıl burada ortaya çıktığını artık görmeliyiz
3- MEVZU: Vazolunmuş/uydurulmuş rivayetler demektir. Bununla şu an tefsir, fıkıh, siyer, tasavvuf, kelam özellikle de hadis kitaplarına sızmış, medreselerde, dergahlarda, cemaat mahfillerinde, şeyhlerin sohbetinde, vaizlerin dilinde anlatılıp durulan ve asla sorgulanmayan Diyanetin mevzu hadisler kitabına göre de mevzu (uydurulmuş) 200 bin küsur hadisi kastediyoruz.
Mülk anlayışıyla eşya ile, mucizeleştirmelerle bilgi ile ilişkisi dumura uğrayan Müslümanın, bu uydurmalarla da peygamberle ve sosyal hayatla ilişkisi mahvolmuştur.
İslam üçüncü olarak da buradan yıkılmıştır.
Öyle ki Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun/ Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun. diyen Akif bile, görüldüğü gibi bu yolla yeni bir din kurulduğundan bahsetmektedir.
İş bu kadar vahimdir.
Demek ki Gâle Rasulullah (Allahın elçisi dedi ki) diyerek kurulan bir herze-i din den rahatlıkla bahsedebiliriz. Farsçadan dilimize geçen herze boş laf, lakırdı, saçmalık, saçma söz, uyduruk manasındadır. Bu durumda herze-i din peygamberin ağzından uydurulmuş, akıl dışı, absürd, saçmalıklar dini demek oluyor. Bunlarla dinin yüzü çehre-i memsuh (çirkin bir yüz) halini almıştır.
200 bin uydurulmuş hadis fazla abartılı gelmesin. İmam Buharinin kitabına aldığı 7145 hadisi 600 bin (tekrarları ile beraber olmalı) hadis arasından seçmiş olması herzeliğin ne boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır. Demek ki Buhari söylentiler halinde dolanan 592. 855 hadisi inkar etmiş! Çok da iyi etmiş. Kanımca Buhari böyle yapmakla kurulmaya çalışılan yeni herze-i dine ağır bir darbe vurmuştur. Ancak yetersizdir, daha fazlasını da yapmalıydı. Çeşitli yollardan kitabına herzelerin girmesine tam da mani olamadığı görülüyor. Şimdi bunu da çağımızın alimlerinin yapması gerekiyor.
devam ediyor>>>
Mağripten maşrika saraylar, hanlar, hamamlar
Mavi göğe yükselen minareler
Susmayan ezanlar, inmeyen bayraklar
Namazlar, cumalar, bayramlar, kurbanlar
Kabirler, türbeler, fatihalar, yasinler
Bütün bunlar İslamın yeryüzünde gürül gürül yaşandığı, dimdik ayakta durduğu anlamına mı geliyor?
Eğer öyleyse Geçip giden varsa İslamın şu çiğnenmiş diyarından, ümmet-i merhume (ölü ümmet) haline gelmiş ve felç-i iradiye mübtela olmuş hal-i pür melalimize (yerlerde sürünen acınak halimize) ne diyeceğiz?
Akifin dizeleriyle;
Zulme tapmak, adaleti tepmek, hakka hiç aldırmamak
Kendi asudeyse, dünya yansa baş kaldırmamak
Sözünde durmamak, yalan sözden çekinmemek
Kuvvetin meddahı olmak, acizi hiç söyletmemek
Mübtezel bir çok merasim; eğilip bükülmeler, yatmalar
Şaklabanlıklar, gösterişler, ardı ardına aldatmalar
Fırka, milliyet, lisan namıyla daim ayrılık
En samimi kimseler arasında ciddi açık
Enseden arslan kesilmek , cepheden yaltak kedi
Müslümanlık bizden evvel böyle bir zillet görmedi
Peki bu ümmet bu zillete neden düştü?
Müslüman dünya neden Ehl-i kitaplaşma süreci yaşadı, yaşıyor?
Önceki Ehl-i kitaplaşmalara bakın, hiç ders almadan aynısını neden biz de yaşıyoruz?
***
Kiliseler, havralar, sinegoglar, camiler, ezanlar, çan sesleri
Aslında hepsi hayattan çekilmiş.
Şehirlerin meydanlarına yapılmış olmalarına rağmen hayatın atardamarlarında yok bunlar.
Onlar eski dünyanın kalıntıları, anıtları, müzeleri olmuş; hemen yanı başında yeni bir dünya kurulmuş.
İbn Haldunun tabiriyle ümran rüzgarı yön değiştirmiş.
İnsanlık bir de din olmadan yükselmenin yollarını aramış.
Böyle bir arayışı yekten suçlamak ne derece doğru?
Her dinin insanlığın yararına olduğunu söyleyebilir miyiz?
Dinler, insanoğlunun bizzat insana, tarihe, hayata ve doğaya yabancılaşmasının nedeni olamaz mı?
Dinin afyon yüzü bu yüzden insanlığın gerçekten karanlık tarafı belki de.
Belki de diyorum, dinin afyon yüzü diyorum. Çünkü tam da burada İslam hakkında söyleyeceklerim var.
***
M. İkbalin tesbiti ile İslam, aslında eski dünya ile yeni dünya arasında durmaktadır.
Yani insanlık tarihinde yeni (modern) dünya bir de din olmadan yükselebilmenin yollarını arama ise, İslam aynı yükselme arayışını dini dünyanın içinden yapmanın adıdır.
İslama bir insanlık hamlesi olarak baktığımızda bu böyledir.
Gerçekten de İslam eski dünyadan yeni dünyaya bir geçiştir.
Kendini din formu içinde ifade etmiş yeni dünyanın adıdır.
Büsbütün dini dünya ile büsbütün dinden arınmış dünya arasında durmaktadır.
Onun için İslam dinlerden bir din değildir.
Daha doğrusu değildi.
***
Kanımca aşağıdaki üç şey İslamı tekrar o eski büsbütün dini dünyaya geri döndürdü ve dinlerden bir din haline getirdi.
Bu, aynı zamanda İslamın özgün içeriğinin boşaltılması, dinler dünyasına getirdiği re-formun de-forma uğraması; tapınaklarda, minarelerde, ezanlarda, mezarlarda, riüellerde yaşıyor görünmesine rağmen gerçekte kütür kütür yıkılışıydı.
Dinlerden bir dine dönüşerek yaşaması onun gerçekte yaşadığı anlamına gelmiyor. Bilakis Ehl-i kitaplaşma sürecine girerek ve kendisisine büyük saygı duyularak hayattan çekildiği anlamına geliyor.
İslamı yıkan bu üç şeye akılda kalması için 3M dedim.
Yani M harfi ile başlayan üç kelime: Mülk, Mucize ve Mevzu
Bu üç kelimenin İslama ettikleri sanıldığından çok fazladır. Bunlar İslamın özgün içeriğini boşaltmış, dini dünyaya ve insanlığa getirdiği yenilikleri mahvetmiştir.
Ve bu kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden olmuştur.
Akifin dizeleri ile;
Gökten gelen bela sözünün manası yoktur herzedir
En beyinsizler bile istikbali zira kestirir
Gökten inmez bir de hiçbir şey Bütün yerden taşar
Kendi ahlakıyle bir millet ölür, yahut yaşar
Bakın nasıl
***
1- MÜLK: İslamın ilk ve esas mesajı mülk üzerineydi. Lehul-mülk (Mülk Allah/Halkındır.) diyerek başlanmıştı. Her şeyden önce Müslümanın mülk ile kurduğu ilişki düzelmeliydi. Mülk yığıcılık ve mülksüzlük daima sorunludur. Yapılan araştırmalarda mülkten şımarmış mühitlerde yaşayanlarla varoşlarda mülksüzlükten/mesleksizlikten sefalet hayatı yaşayanların ahlaki davranışlarının birbirine benzer çıkması boşuna değil. Her ikisinde de ahlaki kayıtsızlık gözlenmiş. Çünkü toplumların temel ahlaki değerlerini koruyan ve sürdürenler genellikle orta sınıflardır. Bu nedenle orta sınıflaşmış bir toplum en iyisidir. Aşırı mülkçülük ve aşırı mülksüzlük daima hastalık üreten bataklık gibidir.
Defalarca söylediğim gibi Kuranın ilk 23 suresini tekrar tekrar okumalıyız. Bu bize neyin ilk ve esas mesele olduğunu, işe nereden başlamak gerektiğini gösterecektir. Baktığımızda 23. sureye kadar putların ismi hiç anılmamakta, daha ilk sure (Alak) zenginliği kendine yeterli görme (istiğna) ile azgınlık/yabancılaşma (tuğyan) arasında ilişki kurarak başlamakta İlk eleştiriler hep Mekkeli mülk sahiplerine yönelik İlk kıssa mülk (zenginlik-yoksulluk) meselesinin ele alındığı Bahçe sahipleri kısası Allahın isim ve sıfatlarından ilk öne çıkarılan daha çok iktisadi yönü ifade eden Rabb kavramı
Peki neden?
Kuran neden ilk buradan başlıyor?
Çünkü bir yanda tüm toprakların sahibi ağalar, diğer yanda o topraklarda karın tokluğuna çalışan marabalar Ve her geçen gün aralarında büyüyen uçurumlar
Buradan ne çıkar? İnsan mı tabut mu?
Böylesi bir mülk düzeninde Allahın dini tutar mı? Tevhid olur mu?
Buradan çıksa çıksa efendi-köle ilişkisi çıkar.
Kurulsa kurulsa Firavun-köle düzeni kurulur.
Böylesi bir mülk düzeninden insanca, pek insanca bir ilişki çıkmaz, çıkamaz, çıkabilemez.
Bu nedenledir ki mülk paylaşım düzenine dokunmayan, en önce buradan başlamayan, tıpkı Kuranın başlayışı gibi işe ilk buradan başlamayan din söylemleri afyondur.
İlk istiğna-tuğyan ilişkisini işlemeyen din dersleri afyondur.
İlk mülk sahibi zümreleri hedef almayan din söylemleri afyondur.
İlk bahçe sahiplerini anlatmayan din vaazları afyondur.
İlk ekmek verenin, aş verenin, yedirenin, doyuranın Rabb olduğunu söylemeyen din teolojileri afyondur.
Eğer Kuran ise elinizdeki kitap bu böyle
İlkleri boşver, onlar nesh oldu, sonraya gel derseniz sonrası da öyle Sözü uzatmayayım.
***
İşte İslamı içeriden ilk yıkan şey eski cahiliye mülk ilişkilerine geri dönüş (irtica!) olmuştur. İslam ilk buradan yıkıldı. Daha başlamadan otuz yıl içinde bitti
Dinden dönenler (mürtedler) ilk bundan döndü. Zekat vermeyeceğiz, böylesi bir mülk düzenini kabul etmiyoruz dediler. Bunun için mürted aslında yeni mülk düzeninden dönen demektir.
Cahiliye döneminin vahşi kapitalizmi, İslamın paylaşımcı mülk düzenini, yeni kardeşlik iktisadını kabullenemedi. Tarihin akışı içinde gayet esastan bir çıkış olduğu için belki de içerisi dahi bunu benimseyemedi.
Hedeflerini gerçekleştiremeden tarihten çekildi. Halbuki peygamber zamanındaki ideallerin hedefine tam ulaşması ve insanlıkta kalıcı bir tarihsel dönüşüme neden olması için en az yüz yıla ihtiyaç vardı.
Topu topu otuz yıl kadar sürdü.
Benden sonra birbirinizin boynunu vurmayın, Müslümana kardeşinin canı, malı, ırzı haramdır denmesine rağmen canlar heder edildi, mallar yağmalandı, ırzlar çiğnendi.
Mülk (mal, iktidar) yüzünden iç savaşlarda dünyanın gözü önünde 90 bin kişi birbirini kesti. Muhammedin adamları birbirini yiyor dedirttiler.
İslam o günkü dünya kamuoyunda Çölde yeni bir din (peygamber) çıkmış kölelere özgürlük (fekku raqabe) diyormuş diyerek duyulmuştu Bu sese kulak kabartan Sasani ve Bizansın köleleri, ezilenleri, mahrumları, çaresizleri, İslamın içindeki mülk kavgasını görünce Bu da diğerleri gibi dediler ve umutsuzluğa gark oldular.
İşte o an çölde haykıranın sesi duyulmaz oldu. Dünya kamuoyunda estirdiği o muazzam rüzgar hızını kaybetti.
Ebuzerin çöle gömülmesiyle yıldızı söndü.
Alinin yenilmesiyle rüzgarı dindi.
Kanımca sonrası Sasani ve Roma mülk/devlet/imparatorluk düzeninin kılıf değiştirmiş tekrarından başka bir şey değildir
Tekrar köle ve cariye sahibi olma yarışına girdiler.
Uçsuz bucaksız mal (mâlen memdûd) sahibi olma üstünlük ölçüsü ve fütuhat hırsı haline geldi.
Zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum büyüdükçe büyüdü. Son hak din dahi buna engel olamadı
Peki, dinin teorisinde mi bir sorun vardı yoksa onu anlayan zihin mi sorunluydu?
Tabi ki ikincisi
Bugün BM verilerine göre yeryüzünde 1 milyar insan sokaklarda aç dolaşıyor. Allah bugün peygamber gönderse ilk ve esas mesele olarak yine buradan başlayacaktı. 1 milyar insan hangi suçundan dolayı aç? diye soracaktı. Tevhid ve şirk bununla ilgili değilse nedir?
Özellikle ilk 23 sure başta olmak üzere tüm Kuranın mülke bakışı bunun apaçık kanıtıdır. Sürekli olarak verme (infak) emrediliyor, biriktirme, yığma (kenz) yeriliyor. Kuranın tek bir yerinde bile mülk biriktirmenin övüldüğünü görmedim. Dinin teorik içeriğinde bir sorun yok.
Öyleyse hal-i pür melalimiz şu: Bu Kitap ezberlenerek, aynlar patlatılarak mehcur bırakıldı! Duvarlara asılarak, tapınaklarda inletilerek, duvarlara, sütunlara, mezar taşlarına okunarak terk edildi. Kitabın ilk ve esas konusu olan mülk meselesi neredeyse bütün dini guruplar, cemaatler, mezhepler, tarikatlar tarafından unutuldu, yok hükmünde sayıldı. Hala öyle Onun için ta Ebuzerden beridir fena bozulmaktalar Gayet sevimsiz, sıkıcı ve çuvaldız gibi içe batıcı bulmaktalar.
Eh, siz Kitapı terk ederseniz o da sizi terk eder!
Bakınız, cennetle müjdelenen on sahabe (Aşere-i Mubeşşere) içinde ilk üçü hariç (Ebubekr, Ömer, Ali) hepsi toprak ağası oldu. Öldüklerinde geride en küçüğünün binlerce dinar mülkü vardı. Sadece birisine 700 köyden haraç geliyordu. Din-u devlet faaliyetinin sonucu böyle mi olmalıydı? Nasıl Harun gelip Karun oldular? Neden Peygamberimiz olmadı, Ebubekr, Ömer, Ali olmadı da onlar oldu? Öteden beri hep merak ederim neden cennetle müjdelenen on sahabe içinde tek bir yoksul sahabe yok? Ebuzer nerede? Ammar? Bilal nerede? (Çünkü o liste uydurma; Mevzu)
Demek ki en önce din-u devlet tefessüh etti, mülk-i millet bozuldu!
İslam işte ilk buradan yıkıldı!
Mülkten kaybettik ilk mülkten!
***
2- MUCİZE: Mülkte cahiliye anlayışına geri dönüş Müslümanın eşya ile ilişkisini yani ontolojisini bozduğu gibi, mucize zihniyeti de epistemolojisini bozdu. Yani bilgi kaynakları dumura uğradı. Gözler, kulaklar, kalpler mucizeye, kehanete, keramete ve intizara (bekleyişe) alıştırıldı. İnsana, tarihe, hayata ve tabiata yabancılaşıldı. O eski büsbütün dini dünyaya geri dönüldü. Yahudilerin mucize, Hristıyanların kehanet, Mecusilerin bekleyiş (intizar), Şamanların gök tanrı, ruhlar, mezarlar ve atalar zihniyeti her yanı sardı. Dini dünya bunlardan ibaret hale geldi.
Mucizeleştirmeler aklı örten bir afyona dönüştü. Araştırma ve inceleme gereği duymayan, Allah deyince her şeye inanan, yaşayan apaçık ayetleri (insan, tarih, hayat ve tabiat) mucize saymayan bir zihniyet sardı her yanı.
Kuran kutsandı, mucizeler kitabı haline geldi. Esas büyük el-Kitabı (Kainat Kitabını) işaret eden bir işaret parmağı olarak görüleceği yerde bizzat kendisi en büyük kitap haline geldi. Kafasını küçük Kitaba (Kuran) sokan ve bir türlü büyük el-Kitabı (kainat, evren) göremeyen zihinler türedi.
Müslüman ümmet elindeki Kitapın her şey olduğunu sandı. Bütün her şeyi orada vardı. Çalkaladıkça kendinden yağ çıkan kap gibi sıkışınca çalkalamak yeterliydi. Okuyanlar, üfürenler, muska yapanlar, şifre arayanlar, cifr hesapları gırla gitti, gidiyor.
Elin oğlu el-Kitapı (kainat, evren, doğa) okuyarak bir bilimsel buluş mu yapmış, hiç telaşa gerek yok. Elimizdeki mucizevî kitapta kesin haber verilmiştir!
Denizleri yaran Musa, ölüleri dirilten İsa, ateşte yanmayan İbrahim, kayadan deve çıkaran Salih, üçyüz yıl uykuya dalan Ashab-ı Kehf, karıncayla konuşan Süleyman ve göğe çıkan İsa vs. vaazlarıyla uyuşan kitleler, Bunlar bugün niye olmuyor? Filistinli çocuklara, Iraklı annelere neden mucize inmiyor?, Kuşlar, karıncalar şimdi neden bizimle konuşmuyor? Yaşayan el-Kitapda bunlar niye yok? sorularıyla karşılaşınca şüphe vadilerinde dolanmaya başladılar. Ya da vardır bir hikmeti, töbe töbe diyerek içlerine attılar.
Halbuki bunları eski dünya dinlerinin etkisinden kurtularak, zaten Kuranda geçmeyen ve asla bir Kuran kavramı olmayan mucize kelimesine başvurulmadan açıklamak gayet kolaydır, anlaşılabilirdir, apaçıktır. Biraz karşılaştırmalı dinler tarihi, biraz eski uygarlıklar, Kuranın işaret ettiği gibi biraz yol kenarlarında duran eski çağlara ait kanıtlar, biraz arkeolojik kazılar, biraz tabiat tarihi, biraz bu formda gelen ve bütün kutsal kitaplarda görülen sembolik dil üzerinde çalışılsa gayet güzel anlaşılacak.
Fakat mucizeleştirmeler bütün bunları yok ediyor.
Müslüman zihni tarihe, hayata ve tabiata yabancılaştırıyor.
Kafa konforu rahat, insanlık acısı ve varoluş sancısı çekmeyen, beyninde hiç merak uyanmayan, soru sormayan, sormayı şeytan işi sayan, teslimiyetin sorular sordukça değil; sormadıkça gerçekleşeceğini sanan, akletmeyi, deneyi, gözlemi kör itikatla örten, gayet kolay olup bitenleri, başına Allah, ortasına Kadir-i Mutlak, sonuna mucize getirerek açıklayıveren bir zihnin oluşmasına neden oluyor.
Oysa ne olup bittiğine nüfuz edemiyor. Gerçekliğin içinde değil; gerçekliğe paralel kurgusal bir dünyada yaşıyor. A. Şeriatinin dediği gibi alinasyon (yabancılaşma) içinde
Bu zihnin insanlıkta sıçrama yapması mümkün değildir.
Yeryüzünün öğretmeni, öncüsü, önderi, Kuranın tabiri ile şahidi olması mümkün değildir.
Gassilin elindeki meyyit gibi Hint gurularının ayağını yalamak ya da şeyhlerinin haremine girmek için sıra bekleyen akılsızlar işte bu narkozlanmış dinî zihnin ürünüdür.
Böyle olunca peygamberler harikalar diyarında dolaştırılır. Gerçek hayata paralel halisinasyonik bir dünya kurulur. Halbuki varolan hayat ve yaşayan tabiata paralel cinlerden, meleklerden, şeytanlardan, ruhlardan, ifritlerden, nuranî varlılardan oluşan ayrıca bir dünya yoktur. Allah melekelerini (gücünü, kudretini) bu paralel ruhani dünyada değil; gözümüzün önünde yaşayan gerçeklikte; yerlerde ve göklerde gösterir. Güneşle, ayla, yıldızlarla, denizlerle, ırmaklarla, geceyle, gündüzle, ağaçlarla, kıtalarla, bitkilerle, 1 milyon canlı türüyle vs. gösterir, gösteriyor. Kuran işte buna göklerin ve yerin melekûtu diyor. Cinler (daha göremediğimiz türler, varlıklar), şeytanlar (kötülük hırsları, dürtüler) ve melekler (tabiat güçleri) hepsi buradadır.
Keza Allah yepyeni alemler yaratmaya kadir olduğu için ileride ölüleri diriltecek, kıyameti koparacak, cenneti ve cehennemi kuracak, defterler açılacak, hesap günü gelecek ve ahiret hayatı yaşanacaktır. Buna da Kuran yeniden yaratılış (halk-ı cedid) diyor. Biz buna iman ederiz, ispatı ile uğraşmayız, bilimin konusu yapmayız. İslam imanı, maneviyatı ve ruhaniyatı yalnızca bu olmak icap eder.
Bunun dışında Yahudi mucizeleştirmelerinin, Hristıyan kehanetlerinin, Mecusi bekleyişlerin bu dinde yeri yoktur. Onlar o eski büsbütün dini dünyada kaldı. İslamın dini dünyaya getirdiği reformun ve eski dünya ile yeni dünya arasında duran misyonunun asıl burada ortaya çıktığını artık görmeliyiz
3- MEVZU: Vazolunmuş/uydurulmuş rivayetler demektir. Bununla şu an tefsir, fıkıh, siyer, tasavvuf, kelam özellikle de hadis kitaplarına sızmış, medreselerde, dergahlarda, cemaat mahfillerinde, şeyhlerin sohbetinde, vaizlerin dilinde anlatılıp durulan ve asla sorgulanmayan Diyanetin mevzu hadisler kitabına göre de mevzu (uydurulmuş) 200 bin küsur hadisi kastediyoruz.
Mülk anlayışıyla eşya ile, mucizeleştirmelerle bilgi ile ilişkisi dumura uğrayan Müslümanın, bu uydurmalarla da peygamberle ve sosyal hayatla ilişkisi mahvolmuştur.
İslam üçüncü olarak da buradan yıkılmıştır.
Öyle ki Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun/ Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun. diyen Akif bile, görüldüğü gibi bu yolla yeni bir din kurulduğundan bahsetmektedir.
İş bu kadar vahimdir.
Demek ki Gâle Rasulullah (Allahın elçisi dedi ki) diyerek kurulan bir herze-i din den rahatlıkla bahsedebiliriz. Farsçadan dilimize geçen herze boş laf, lakırdı, saçmalık, saçma söz, uyduruk manasındadır. Bu durumda herze-i din peygamberin ağzından uydurulmuş, akıl dışı, absürd, saçmalıklar dini demek oluyor. Bunlarla dinin yüzü çehre-i memsuh (çirkin bir yüz) halini almıştır.
200 bin uydurulmuş hadis fazla abartılı gelmesin. İmam Buharinin kitabına aldığı 7145 hadisi 600 bin (tekrarları ile beraber olmalı) hadis arasından seçmiş olması herzeliğin ne boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır. Demek ki Buhari söylentiler halinde dolanan 592. 855 hadisi inkar etmiş! Çok da iyi etmiş. Kanımca Buhari böyle yapmakla kurulmaya çalışılan yeni herze-i dine ağır bir darbe vurmuştur. Ancak yetersizdir, daha fazlasını da yapmalıydı. Çeşitli yollardan kitabına herzelerin girmesine tam da mani olamadığı görülüyor. Şimdi bunu da çağımızın alimlerinin yapması gerekiyor.
devam ediyor>>>