Kölelik müessesesi ne İslâm tarafından başlatılmış, ne de bir müessese haline sokulmuştur. İslâm geldiğinde, o, zaten her kavmin sosyal sisteminde oluşmuş ve kökleşmişti. Genelde, halkın yaşantısının esaslı bir parçası haline gelen bu uygulamayı yasal düzenlemeler yahut sosyal reformlar durduramazdı. Bu müesseseyi büsbütün kaldırmak, yok etmek bir disiplin için ne pratik, ne de makul idi. Bu yüzden, İslâm statükoyu görünüşte kabul etti ve devam ettirdi, fakat kölelerin statülerini ve şartlarını ıslah etmek, onları özgür kılarak müminleri iyilik ve takvaya ulaşmalarını teşvik etmek için bir kısmının daha önce açıklandığı pratik tedbirler aldı.
İslâm'da kölenin statüsü, sahibinin seviyesine yükseltilmiştir, öyle ki her ikisi de sosyal ve ekonomik yaşantılarında eşit haklardan faydalanırlar. Rasulullah (s.a.v), izleyicileri olan müminlerin yiyecek, giyecek ve barınak hususlarında kölelerine kendileriyle eşit muamele etmelerini istemiştir. Ebu Zerr'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.v):
"Allah kerdeş-lerinizi sizin idareniz altına koymuştur. Öyleyse, kim kardeşlerinin idarecisi kılınırsa onlara kendi yediğinden yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerinin yeteceğinden fazlasını teklif etmesin. Eğer ağır bir iş yaptıracaksa kendisi de yardım etsin." buyurdu. (Ebu'l Âlâ Mevdudi, el-Cihad fi'-İslam, Urduca sf. 253-262).
Ebu Hureyre'-nin rivayetinde ise Rasulullah (s.a.v),
"Birinizin hizmetçisi (yahut kölesi) yemeğinizi hazırlar ve kokusu ile sıcağına yakın olduktan sonra size getirirse, sizinle oturtup birlikte yesin; ancak eğer topluluk çok. yemek de miktarca az ise ona bir-iki lokma versin." buyurdu. (Mişkât).
Ebu Hureyre'nin diğer bir rivayetinde Rasulullah (s.a.v), şunları söylemiştir:
"Söylediklerinde masum iken kölesini suçlayan kişi kıyamet gününde cezalandırılacaktır."
İbn-i Ömer de Rasulullah (s.a.v)'dan şunu rivayet eder:
"İşlemediği bir suç nedeniyle hizmetçisini (yahut kölesini) tokatlayan veya döven kişi için keffaret borcu onu azad etmektir."
Ebu Mes'ud el-Ensarî demiştir ki: "Kölelerimden birini döverken ardımdan 'Ebu Mesud: Bil ki, Allah senin üzerinde, senin kölelerinin üzerinde olduğundan daha fazla güce sahiptir.' diye bir ses işittim. Dönüp Allah'ın Rasulünü gördüğümde 'Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın rızası için o şu andan İtibaren hürdür! dedim. 'Eğer bunu yapmamış olsaydın, ateş seni kaplayacaktı.' şeklinde cevap verdi." (Ebu'l Âlâ Mevdûdi, -Cihad fi'l-İslam', Urduca, sf. 253-262).
"Köle" olarak çağırıldıklarında kendilerini küçültülmüş, hakaret edilmiş hissederler. Bu sebeple, Rasulullah (s.a.v), ashabına "kölem" yahut "cariyem" diye hitap etmemelerini, yerine "oğlum" yahut "kızım" diye seslenmelerini öğütlerdi. Kölelerin de sahiplerine "Rabbim" dememelerini isterdi, çünkü sadece Allah, insanların Rabbidir.
Ebu Bekir, Rasulullah (s.a.v)'dan rivayet eder ki: "Elinin altında bulunanlara kötü davranan kişi Cennet'e giremeyecektir." Abdullah'ın b. Ömer'in rivayetinde: "Bir kimse Rasulullah (s.a.v)'a gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü, bir köleyi ne kadar sık affetmeliyim?' şeklinde sual yöneltti. Rasulullah (s.a.v) da cevap vermedi. Soruyu soran kişi sorusunu üç kez tekrarladıktan sonra Rasulullah (s.a.v)'ın cevabı 'Onu günde yetmiş kez affet' oldu." Diğer bir zaman Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kölelerinize çocuklarınız gibi cömertlikle muamele edin ve yediklerinizden yedirin."
Ebu Hureyre' nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.v):
"Size kimlerin günahkâr olduğunu haber vereyim. Onlar yalnız başlarına yerler, kölelerini döverler ve onlara yardımdan sakınırlar?' demiştir. (Mişkât).
Ali b. Ebî Tâlib şöyle söylemiştir: "Allah'ın Rasulü bana kardeş olan iki genç hediye etti. Ben de bunlardan birini sattım. Sonradan bana 'Adamın ne oldu, Ya Ali ?' sorusunu yöneltti, sattığımı söylediğimde 'Onu geri al! Onu geri al!' dedi."
Bir cariyeyi çocuğundan ayıran kişi, Rasulullah (s.a.v)'ın bunu yasaklaması üzerine hareketini düzeltip bir daha cariyeyi çocuğundan ayırmadı. Abdullah b. Mes'ud, tutsakların getirildiğinde Rasulullah (s.a.v)'ın aileleri bölmekten hoşlanmadığı için onları ailecek dağıttığını anlatır. (Mişkât).
Rasulullah (s.a.v) köleleri ile evlenmek isteyenlere kolaylık gösterir, fakat boşanmalarında güçlük çıkarırdı. Bir şahıs cariyesini evlendirmiş, sonra da onu kocasından ayırmak istemişti. Cariye Rasulullah (s.a.v)'a şikayette bulundu, Rasulullah (s.a.v) da mescidde kalkarak, "Size ne oluyor da köleleri evlendiriyor sonra da ayırıyorsunuz? Evlenme ve boşanma hakkı sadece kadın ve kocaya aittir." buyurdu.
Buradan da anlaşılacağı üzere İslam cariye ile mahrem ilişkiler seviyesini evlilikle öngörmüştür. Bu nedenle cariyeden faydalanmak tabirinde " cariye ile evlenebilmek" gerçeği vardır. Çünkü o dönemin sosyal şartları köle ile evlenmeyi aşağılayıcı addediğinden, İslam bu konuda köleliği, dolayısı ile cariye yi bu tür istimallerden korumak adına evlenilmesini önermiştir.
Ebu Zerr acem bir köleye kötü sözler söylemiş, o da Rasulullah (s.a.v)'a bu hususta şikayette bulunmuştu. Rasulullah (s.a.v), Ebu Zerr'i azarladı ve
"Sende cahiliyetten halâ bir parça var. Köleleriniz kardeşlerinizdîr, Allah onları sizin idarenize vermiştir. Mizacınıza uymuyorsa satın, ancak Allah'ın yarattıklarına zarar vermeyin. Yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Güçleri yetmediği şeyleri teklif etmeyin. Şayet ağır bir iş teklif ederseniz, onlara yardım ediniz." buyurdu. (Mişkât).
Bu hadisden de anlaşıldığı üzere, köleye, cariyeye davranış biçiminde ki bu denli incelik ve merhamete karşı, kişinin cariyesini serbest bir cinsel obje görmesini İslam öngöremez. Ancak bu ilişki karşılıklı rıza ve akidle oluşabilir.
Her ne zaman kendisine köle ulaşsa onları serbest bırakırdı; ancak onlar kendilerini Resul (s.a.v)'ın merhameti ve cömertliğinden kurtaramazlardı. O, kölelere karşı son derece merhametli İdi; vefatından önceki son vasiyetlerinden biri, "Köleler hususunda Allah’tan korkun." idi. Bu merhametin bir sonucudur ki, birçok gayri müslimlerin köleleri kaçarak ona sığındılar. Rasulullah (s.a.v) da daima onlara hürriyetlerini verirdi. Savaş ganimetleri dağıtılırken köleler de kendilerine düşen gerekli payları alırlardı. Yeni özgür kılınmış kişiler herhangi bir varlığa sahip olmamaları nedeniyle hisselerine ilk kavuşanlar olurdu.
Bu yüzden İslâm'daki kölelerin statüsünü diğer uygarlıklarda olanla karıştırmak yanlıştır. Terim olarak, 'köle' ismiyle nitelenebilirler, ancak pratikte, sahipleri ile eşit ve onların kardeşleri olarak muamele görürler.
Sahibinin, kızını kölesiyle evlendirdiği sonra da onu kendi mülkiyetine mirasçı kıldığı başka bir uygarlık var mıdır? İslâm uygarlık tarihi bu tür örneklerle doludur.
Rasulullah (s.a.v), kendi yeğenini özgür kıldığı kölesi Zeyd b. Harise'ye verdi. Sıradan insanlardan konuşmayıp onların örneklerini bir tarafa bırakak bile, kızlarını köleleriyle evlendiren birçok hükümdar vardır. Bir kiralın kızını kölesiyle evlendirmesi, ölümünden sonra da kölenin bu kiralın halefi olması nedeniyle kurucuları kıral kölesi olan ve 'köle hanedan olarak bilinip Hindistan'ı yöneten bir hanedanlık vardır.
İslâm uygarlığında kölelik kavramı normalde sahip olduğundan bütünüyle farklı bir anlama sahiptir. Hatta bu lafzî kavram bile İslâm devleti tarafından alınan, yukarda da gözden geçirilmiş olan tedbirler vasıtasıyla yavaş yavaş ortadan kayboldu. İnananlar sadece takva olmak için değil, aynı zamanda zayıflıklarının ve hatalarının kefareti olarak köleleri serbest bırakmaya teşvik edilmişlerdir. Manevî arınma ve başarıya ulaştıran, ancak zor ve sarp olan yolu izlemeleri için yönlendirilirler. "Fakat o, sarp (olan) yokuşa göğüs geremedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek (özgürlük vermek)tir!' (30: 11-3). Ayet, bu tür meselelerde ahlâkî eğitimin önemini açıkça ortaya koymaktadır. İslâm, insan karakterini öyle bir noktaya iletir ki, kişi insanca olanın dışında bir tarzla insanoğluna ilişkiye girmekten tiksinip kaçınır. Bütün insanlık aynı ana-baba'dan gelir ve bu yüzden hepsi kardeştirler; Allah'ın nazarında eşittirler (49: 10-13). Fertler arasında bir ayırım yoktur. Çünkü onlar aynı insan ırkının üyeleridirler. Böyle olduklarından birbirlerine eşit davranmak zorundadırlar. Toplumdan kölelik kurumunu yavaş yavaş yok edecek yolu açan bu duygu ve şuur, İslâm ahlâk eğitimiyle inkişaf eder. Başka bir uygarlık veya hayat şekli bu uygulamayı toplumdan söküp atmak için İslâm'dan daha fazlasını yapmış değildir. İslâm bütün bunları, gönül rızası ile yapılan çabalarla; insan-'ar arasında ayırım, kötü muamele ve adaletsizlik için tiksinti oluşturarak, sosyal, ekonomik veya politik pozisyonlarına göre değil, fazilet ve takva ile insan onur, şeref ve statülerini yükselterek başardı.
Bütün bunlara ek olarak, kölelik müessesesiyle ilgili statükoyu devam ettirmeyi gerektiren diğer faktörler de vardı (İbni Sa'd, s. 182-183) ki bunlar aşağıda sıralanmaktadır.
1- O dönemlerde tutsakların değişimi sistemi yoktu. Düşman müminleri yakalayıp köle olarak tuttuklarında, müminler de tutsakları köle olarak korumaktan başka alternatife sahip değillerdi. Düşman, esirlerin değişimi için müslümanlar tarafından ayarlandıklarında tutsakların şahmını için antlaşmayı ilk başlatan müminler olurdu. Rasulullah (s.a.v) bu metodu düşmanın mutabık olduğu birkaç fırsatta kullandı.
2- Bazan savaş öyle cereyan ederdi ki, bir köy veya kasabanın tüm erkekleri ölür, kadın ve çocuklara bakacak hiç kimse kalmazdı. Bu şartlarda dul kadınları ve çocuklarını gözetmenin tek yolu onları muhafaza altına almaktı. Kadınlara koruma ve onur sağlamanın en iyi yolu müslümanların onlarla aile bağlan kurmalarına izin verip, onları ve çocukları ailenin üyeleri olarak himaye etmekti. Bu hem onları İslâm toplumunun saygın üyeleri yapar, hem.de bu durumlarda sıklıkla görülen ahlâksızlık ve zina kapılarını kapatırdı.
3- İslâm sadece şartlarının gerektirdiği durumlarda (47: 4 ve 8: 76) savaş esirlerinin alınmasına izin vermiş, onu emretmemiştir. Bu izni kullanıp kullanmamak müslümanlara bağlıdır. Rasulullah (s.a.v) zamanında düşmana karşı 78 sefer düzenlendi ve bunların çok az bir kısmında esir alındı. Çoğunda düşman kaçtı, müminler ne onları izlemek, ne de savaş esiri olarak almak için bir çaba gösterdiler. Savaş esiri aldıkları durumların çoğunda da onları serbest bıraktılar. Rasulullah (s.a.v)'ın bu uygulamaları halefleri tarafından da gerek şeklen, gerekse ruhen takip edildi. İkinci Raşit Halife Ömer döneminde birçok memleket fethedildi, ancak savaş esiri alınmadı. Sadece, çetin bir mücadeleden sonra fethedilen Mısır'ın bazı sakinleri savaş esiri yapılıp Medine'ye, halifeye gönderildiler, ancak halife onları serbest bırakarak memleketlerine gönderdi.
Böylece Rasulullah (s.a.v) ve onun Raşit Halifeleri’nin yaşantılarıyla sundukları örneklikleri, kölelik uygulamasının ne esaslı, ne en iyi, ne de en çok beğenilen olduğu, fakat esirlerin karşılıklı değişim geleneğinin yokluğunda zorunlu yol olarak kabul edildiğini ortaya koyar.
4- İslâm, mecburi hallerde sadece savaş esirlerinin köle yapılmasına izin vermiştir. Kadim çağlardan beri uygulandığı şekliyle özgür insanları yakalayıp köle olarak satmak, İslâm'da kesinlikle yasaklanmış ve lanetlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) buyurmuştur ki, "Kıyamet günü hasmı olacağım üç (tür) insan vardır; benim adıma söz verip sonra da haince hareket eden kişi; hür bir insanı satıp para alan kişi; bir kişiyi kiralayıp bütün işleri yaptırdıktan sonra ona ücretini ödemeyen kişi." (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, 'El-Cihad fi'1-İslam', Urduca, s. 253-262).
Gönüllü İlga
Yukarıdaki açıklamalar, zorunluluk altında ve lüzumlu zamanlarda İslâm'ın kölelik uygulamasına izin verdiği fakat niteliğini ve faaliyet alanını değiştiren reformları ortaya koyduğunu gösterir. Gerçekte, direkt reformun imkânsız olduğu yerde statükoyu devam ettirip, ondaki bütün kötülükleri kaldıran ıslahatları sunması İslâm'ın genel bir prensibidir. Uzun süreden beri uygulanan kökleşmiş gelenek nedeniyle kötülüğü bütünüyle birden kaldırmak imkânsızdı, fakat şeklini korurken ruhunu (özünü) değiştirerek İslâm onu kabul edilebilir bir sosyal yapıya çevirdi. Kullanılan yöntemler aşağıya sıralanmıştır.
(a) Takvalı Davranışlar... İslâm, bir köleyi hür kılan, yahut onun hürriyetini kazanmasına yardım eden fazilet ve iyilik hareketlerine büyük önem verir. Allah'ın rızası için müslümanları köle azad etmeye teşvik eden birçok Kur'an ayeti vardır (30: 11-13). Rasul (s.a.v) ashabı arasında kölelere karşı sevgi bağlarının ve onları hür kılmak İstediğinin oluşması olgusunun güzelliğini çeşitli vesilelerle ifade etti. Bir kez bir bedevi gelip Rasulullah (s.a.v)\ sordu: "Ey Allah'ın Rasulü! Beni yapmamla cennete götürecek bir amel söylermisin?" Rasul (s.a.v)'m cevabı: "Kölelerini serbest kıl ve insanların boynundan kölelik yükünün kaldırılmasına yardımcı ol." oldu. Diğer bir hadisinde "Her kim bir mümini özgür kılarsa vücudunun her parçası o kölenin parçaları karşılığında cehennemden korunacaktır!' buyurdu. Bir başka vesileyle de şunları söyledi: "Her kim bir mümin canı serbest bırakırsa, bu onun cehennemden korunması için kefaret olur."
Kölelerini serbest bırakmalarında insanları daha fazla teşvik etmek için Rasulullah (s.a.v) şu prensibi açıkladı:Ne kadar daha fazla değerli ve daha fazla sevilen köle azad edilirse, Allah nazarmdaki fazilet ve iyilik o kadar olacaktır. Rasulullah (s.a.v)'a Ebu Zerr sordu: "Hangi köleyi azad etmek daha eftaldir?" Rasulullah (s.a.v) şöyle cevapladı: "Sahibi nezdine en pahalı ve insanlar nezdinde en çok sevilendir." Benzer şekilde kadın köleye iyi bir eğitim ve öğretim vermek, özgür kılmak, sonra da onunla evlenmek İslâm'da takva davranışı olarak mütalâa edilir. Ayrıca, İslâm çeşitli günahlar ve hatalar için kefaretler tayin etmiştir ki, köle azadı en büyük kefaret sayılır. Böylece, İslâm her yönüyle kölelerin salınmasını teşvik etmiştir.
(b) Güzel Muamele... Köleliğin kötü yönlerini azaltan diğer bir yol kölelere daha iyi muamele etmeyi teşvik etmektir. Rasulullah (s.a.v) her zaman ashabına kölelerine iyi ve merhametli olmalarını emretti. Ashabını bu konuyla ilgili olarak sık sık azarladı. Kölelik çok eski bir müessese idi. Kölelerine kötü davranan ve döven insanların zihnini sık sık bozup, baştan çıkarmakta idi. Daha önce de söz konusu edildiği gibi kölelere kardeşlerimiz gibi davranılması üzerinde ısrarla durulmuştur. Süveyl b. Mukarrin, yedi kardeş olduklarını, en küçük kardeşlerinin sahip oldukları tek köleyi dövmesi üzerine Rasul'ün köleyi serbest bırakmalarını emrettiğini anlatıştır. Bütün bu direktifler kölelerin toplu-un üyeleri olarak rahat ve şerefli kalmaları içindir.
(c) Kanuni Haklar... İslâm kölelere o kadar cok hukukî haklar vermiştir ki, onlar neredeyse hür insanlarla eşit hale gelmişlerdir. Ceza hukukunda hürlerle aynı güvenlik hak-kma sahiptirler. Bir köleyi öldüren, mal varlığını çalan, kadınlarının şerefine leke süren veya bedenî yaralanmalara yol açan kişi, ister hür ister köle olsun, bu suçlan hür insanlara karşı işlemiş gibi aynı şekilde cezalandırılır. Aynı şekilde, medenî hukuk onların mülkiyet hakkını tanır ve bunu kullanmakta onlara geniş bir yetki verir. Sahipleri bile onların mallarını rızaları dışında kullanmaya selâhiyetli değillerdir. Onlara bedenî zarar veremezler, onların hanım veya kızlarıyla gayri meşru ilişkiye giremezler.
Kanundan öte, İslâm toplumu onlara diğer üyeleriyle eşit statü verir. Sosyal hayatta onların statüsü hür bir insandan daha az veya daha aşağı değildir. Hayatın her sahasında; bilgi, siyaset, din, sosyal meseleler., vb., ilerlemenin bütün yolları onlara açıktır, köle olmaları onlar için bir engel teşkil etmez. Rasûlullah (s.a.v)în halasının kızı Zeyneb, Rasûlullah'ın azaldı kölesi Zeyd ile evlendi. İmam Hüseyin cariye olarak getirilen Pers prensesi ile evlendi. İmam Zeynel Âbidin bu cariyeden doğmuş olup, nesli, İslâm'ın güzideleri arasında en mükemmel olanı sayılır. Tabiin'in ileri gelen hukukçuları arasında yer alan Salim b. Abdillah ve Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir'in anneleri cariye idi. Tabiin'in liderlerinden ve bir mistik disiplin sahibi imam Basri bir kölenin oğlu idi. Tabiin'in mümtaz şahsiyetlerinden sayılan ünlü muhaddis Muhammed b. Sayr'in yine bir kölenin oğlu idi. İmam Malik'in hocası Nâfi, Abdullah b. Ömer'in kölesi idi. Önde gelen müçtehidlerden Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mübarek, Mübarek isimli bir kölenin oğludur. Müfessirlerin imamlarından biri olan İkrime bir köle idi. Ünlü siret yazan Muhammed b. İshak, Yaser isimli bir kölenin torunu idi.
İmam Muhiddisin Alâ b. Ebî Rebah, Yemenli imam Tâvûs b. Keysân, Mısırlı İmam Yezid b. Habib, Suriye'li İmam Mekhul, Cezayirli İmam Me'mun b. Mehran, Horasanlı İmam Dihak ve Kûfeli İmam İbrahim Nefaî gibi İslâm edebiyatının ünlü isimleri hep köle idi. Selman-ı Farisî de bir köle idi ki Hz. Ali, onun hakkında "Ehli beytten birisidir:' der^ di. Hakkında Hz. Ömer'in sık sık "Bilâl, efendimizin kölesidir, bizim ise efendimiz-dir." dediği Bilâl, Habeşli bir köle idi. Hz. Ömer tarafından yerine namaz kıldırması istenilen Suheyb, Romalı bir köle idi. Hz. Ömer'in ölümü esnasında "Eğer bugün yaşıyor olsaydı, onu hilâfet makamına aday gösterirdim." dediği Salim, Ebu Huzeyfe'nin bir kölesi idi. Bir köle çocuğu olan Usame b. Zeyd, hayatının son günlerindeki Rasul (s.a.v) tarafından müslüman kuvvetlerin komutasına atandığında Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğerleri bu orduda onun komutası altında idiler.
Kölelere gösterilen bu hürmet, ahlâkî eğitim ve manevî öğretim vasıtasıyla İslâm tarafından ortaya konan reformların sonucu idi. îs-lâmî canlılığın zayıfladığı sonraki dönemlerde bile, köle olmalarına rağmen iki nesil boyunca Hindistan'ı yöneten Kurbeddin Ay-bek, Şemsettin İletmiş ve Gıyasettin Balaban gibi isimlere rastlamaktayız. Zamanın en büyük hükümdarlarından olan Gazneli Mahmud, bir Türk köle ailesine mensuptu. Mısır'ı yüzyıllarca yöneten Memlük'lerin isimleri bile onların köle oldukları fikrini verir.
Bir gerçeği tekrar edelim; İslâm, kölelik müessesesinin niteliğini ve gayesini bütünüyle değiştirdi; bunu Avrupa ve Amerikalıları da kapsayan diğer uluslar tarafından uygulanan kölelikle karşılaştırmak kesinlikle yanlıştır. İslâm uygarlığında köle olmak ne bir lekedir, ne de İlerleme yoluna bir engel. Köle, her mevkiye yükselebilir, hatta sahibinin kızıyla evlenerek kral bite olabilir. Öyleyse, onlar kelimenin bugün Batı'da kullanılan sıradan anlamıyla 'köle' olarak isimlendirilemezler. Öğrenim, din, siyaset, vs. kapsayacak şekilde hayatın her yönünde önderler olabilen, hükümdarlık yahut ordu komutanlığı yapabilen insanlara kim 'köleler' gözüyle bakabilir. Eğer bu 'kölelik' ise o halde hürriyet nedir?
İslâm'ın kölelik kurumunu nasıl ıslah edip, onu artık kölelik ve özgürlüğün ayırt edilmesi zor olan bir seviyeye yükselttiği böylece anlaşılmış oldu. Şüphesiz 'kölelik' kelimesi kaldı, ancak yapısı bütünüyle değişti. (Ebû'l Alâ Mevdûdi, 'El~Cihad fi'1-İslâm', Urduca, sf. 253-262).
İslâm'da kölenin statüsü, sahibinin seviyesine yükseltilmiştir, öyle ki her ikisi de sosyal ve ekonomik yaşantılarında eşit haklardan faydalanırlar. Rasulullah (s.a.v), izleyicileri olan müminlerin yiyecek, giyecek ve barınak hususlarında kölelerine kendileriyle eşit muamele etmelerini istemiştir. Ebu Zerr'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.v):
"Allah kerdeş-lerinizi sizin idareniz altına koymuştur. Öyleyse, kim kardeşlerinin idarecisi kılınırsa onlara kendi yediğinden yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerinin yeteceğinden fazlasını teklif etmesin. Eğer ağır bir iş yaptıracaksa kendisi de yardım etsin." buyurdu. (Ebu'l Âlâ Mevdudi, el-Cihad fi'-İslam, Urduca sf. 253-262).
Ebu Hureyre'-nin rivayetinde ise Rasulullah (s.a.v),
"Birinizin hizmetçisi (yahut kölesi) yemeğinizi hazırlar ve kokusu ile sıcağına yakın olduktan sonra size getirirse, sizinle oturtup birlikte yesin; ancak eğer topluluk çok. yemek de miktarca az ise ona bir-iki lokma versin." buyurdu. (Mişkât).
Ebu Hureyre'nin diğer bir rivayetinde Rasulullah (s.a.v), şunları söylemiştir:
"Söylediklerinde masum iken kölesini suçlayan kişi kıyamet gününde cezalandırılacaktır."
İbn-i Ömer de Rasulullah (s.a.v)'dan şunu rivayet eder:
"İşlemediği bir suç nedeniyle hizmetçisini (yahut kölesini) tokatlayan veya döven kişi için keffaret borcu onu azad etmektir."
Ebu Mes'ud el-Ensarî demiştir ki: "Kölelerimden birini döverken ardımdan 'Ebu Mesud: Bil ki, Allah senin üzerinde, senin kölelerinin üzerinde olduğundan daha fazla güce sahiptir.' diye bir ses işittim. Dönüp Allah'ın Rasulünü gördüğümde 'Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın rızası için o şu andan İtibaren hürdür! dedim. 'Eğer bunu yapmamış olsaydın, ateş seni kaplayacaktı.' şeklinde cevap verdi." (Ebu'l Âlâ Mevdûdi, -Cihad fi'l-İslam', Urduca, sf. 253-262).
"Köle" olarak çağırıldıklarında kendilerini küçültülmüş, hakaret edilmiş hissederler. Bu sebeple, Rasulullah (s.a.v), ashabına "kölem" yahut "cariyem" diye hitap etmemelerini, yerine "oğlum" yahut "kızım" diye seslenmelerini öğütlerdi. Kölelerin de sahiplerine "Rabbim" dememelerini isterdi, çünkü sadece Allah, insanların Rabbidir.
Ebu Bekir, Rasulullah (s.a.v)'dan rivayet eder ki: "Elinin altında bulunanlara kötü davranan kişi Cennet'e giremeyecektir." Abdullah'ın b. Ömer'in rivayetinde: "Bir kimse Rasulullah (s.a.v)'a gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü, bir köleyi ne kadar sık affetmeliyim?' şeklinde sual yöneltti. Rasulullah (s.a.v) da cevap vermedi. Soruyu soran kişi sorusunu üç kez tekrarladıktan sonra Rasulullah (s.a.v)'ın cevabı 'Onu günde yetmiş kez affet' oldu." Diğer bir zaman Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kölelerinize çocuklarınız gibi cömertlikle muamele edin ve yediklerinizden yedirin."
Ebu Hureyre' nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.v):
"Size kimlerin günahkâr olduğunu haber vereyim. Onlar yalnız başlarına yerler, kölelerini döverler ve onlara yardımdan sakınırlar?' demiştir. (Mişkât).
Ali b. Ebî Tâlib şöyle söylemiştir: "Allah'ın Rasulü bana kardeş olan iki genç hediye etti. Ben de bunlardan birini sattım. Sonradan bana 'Adamın ne oldu, Ya Ali ?' sorusunu yöneltti, sattığımı söylediğimde 'Onu geri al! Onu geri al!' dedi."
Bir cariyeyi çocuğundan ayıran kişi, Rasulullah (s.a.v)'ın bunu yasaklaması üzerine hareketini düzeltip bir daha cariyeyi çocuğundan ayırmadı. Abdullah b. Mes'ud, tutsakların getirildiğinde Rasulullah (s.a.v)'ın aileleri bölmekten hoşlanmadığı için onları ailecek dağıttığını anlatır. (Mişkât).
Rasulullah (s.a.v) köleleri ile evlenmek isteyenlere kolaylık gösterir, fakat boşanmalarında güçlük çıkarırdı. Bir şahıs cariyesini evlendirmiş, sonra da onu kocasından ayırmak istemişti. Cariye Rasulullah (s.a.v)'a şikayette bulundu, Rasulullah (s.a.v) da mescidde kalkarak, "Size ne oluyor da köleleri evlendiriyor sonra da ayırıyorsunuz? Evlenme ve boşanma hakkı sadece kadın ve kocaya aittir." buyurdu.
Buradan da anlaşılacağı üzere İslam cariye ile mahrem ilişkiler seviyesini evlilikle öngörmüştür. Bu nedenle cariyeden faydalanmak tabirinde " cariye ile evlenebilmek" gerçeği vardır. Çünkü o dönemin sosyal şartları köle ile evlenmeyi aşağılayıcı addediğinden, İslam bu konuda köleliği, dolayısı ile cariye yi bu tür istimallerden korumak adına evlenilmesini önermiştir.
Ebu Zerr acem bir köleye kötü sözler söylemiş, o da Rasulullah (s.a.v)'a bu hususta şikayette bulunmuştu. Rasulullah (s.a.v), Ebu Zerr'i azarladı ve
"Sende cahiliyetten halâ bir parça var. Köleleriniz kardeşlerinizdîr, Allah onları sizin idarenize vermiştir. Mizacınıza uymuyorsa satın, ancak Allah'ın yarattıklarına zarar vermeyin. Yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Güçleri yetmediği şeyleri teklif etmeyin. Şayet ağır bir iş teklif ederseniz, onlara yardım ediniz." buyurdu. (Mişkât).
Bu hadisden de anlaşıldığı üzere, köleye, cariyeye davranış biçiminde ki bu denli incelik ve merhamete karşı, kişinin cariyesini serbest bir cinsel obje görmesini İslam öngöremez. Ancak bu ilişki karşılıklı rıza ve akidle oluşabilir.
Her ne zaman kendisine köle ulaşsa onları serbest bırakırdı; ancak onlar kendilerini Resul (s.a.v)'ın merhameti ve cömertliğinden kurtaramazlardı. O, kölelere karşı son derece merhametli İdi; vefatından önceki son vasiyetlerinden biri, "Köleler hususunda Allah’tan korkun." idi. Bu merhametin bir sonucudur ki, birçok gayri müslimlerin köleleri kaçarak ona sığındılar. Rasulullah (s.a.v) da daima onlara hürriyetlerini verirdi. Savaş ganimetleri dağıtılırken köleler de kendilerine düşen gerekli payları alırlardı. Yeni özgür kılınmış kişiler herhangi bir varlığa sahip olmamaları nedeniyle hisselerine ilk kavuşanlar olurdu.
Bu yüzden İslâm'daki kölelerin statüsünü diğer uygarlıklarda olanla karıştırmak yanlıştır. Terim olarak, 'köle' ismiyle nitelenebilirler, ancak pratikte, sahipleri ile eşit ve onların kardeşleri olarak muamele görürler.
Sahibinin, kızını kölesiyle evlendirdiği sonra da onu kendi mülkiyetine mirasçı kıldığı başka bir uygarlık var mıdır? İslâm uygarlık tarihi bu tür örneklerle doludur.
Rasulullah (s.a.v), kendi yeğenini özgür kıldığı kölesi Zeyd b. Harise'ye verdi. Sıradan insanlardan konuşmayıp onların örneklerini bir tarafa bırakak bile, kızlarını köleleriyle evlendiren birçok hükümdar vardır. Bir kiralın kızını kölesiyle evlendirmesi, ölümünden sonra da kölenin bu kiralın halefi olması nedeniyle kurucuları kıral kölesi olan ve 'köle hanedan olarak bilinip Hindistan'ı yöneten bir hanedanlık vardır.
İslâm uygarlığında kölelik kavramı normalde sahip olduğundan bütünüyle farklı bir anlama sahiptir. Hatta bu lafzî kavram bile İslâm devleti tarafından alınan, yukarda da gözden geçirilmiş olan tedbirler vasıtasıyla yavaş yavaş ortadan kayboldu. İnananlar sadece takva olmak için değil, aynı zamanda zayıflıklarının ve hatalarının kefareti olarak köleleri serbest bırakmaya teşvik edilmişlerdir. Manevî arınma ve başarıya ulaştıran, ancak zor ve sarp olan yolu izlemeleri için yönlendirilirler. "Fakat o, sarp (olan) yokuşa göğüs geremedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek (özgürlük vermek)tir!' (30: 11-3). Ayet, bu tür meselelerde ahlâkî eğitimin önemini açıkça ortaya koymaktadır. İslâm, insan karakterini öyle bir noktaya iletir ki, kişi insanca olanın dışında bir tarzla insanoğluna ilişkiye girmekten tiksinip kaçınır. Bütün insanlık aynı ana-baba'dan gelir ve bu yüzden hepsi kardeştirler; Allah'ın nazarında eşittirler (49: 10-13). Fertler arasında bir ayırım yoktur. Çünkü onlar aynı insan ırkının üyeleridirler. Böyle olduklarından birbirlerine eşit davranmak zorundadırlar. Toplumdan kölelik kurumunu yavaş yavaş yok edecek yolu açan bu duygu ve şuur, İslâm ahlâk eğitimiyle inkişaf eder. Başka bir uygarlık veya hayat şekli bu uygulamayı toplumdan söküp atmak için İslâm'dan daha fazlasını yapmış değildir. İslâm bütün bunları, gönül rızası ile yapılan çabalarla; insan-'ar arasında ayırım, kötü muamele ve adaletsizlik için tiksinti oluşturarak, sosyal, ekonomik veya politik pozisyonlarına göre değil, fazilet ve takva ile insan onur, şeref ve statülerini yükselterek başardı.
Bütün bunlara ek olarak, kölelik müessesesiyle ilgili statükoyu devam ettirmeyi gerektiren diğer faktörler de vardı (İbni Sa'd, s. 182-183) ki bunlar aşağıda sıralanmaktadır.
1- O dönemlerde tutsakların değişimi sistemi yoktu. Düşman müminleri yakalayıp köle olarak tuttuklarında, müminler de tutsakları köle olarak korumaktan başka alternatife sahip değillerdi. Düşman, esirlerin değişimi için müslümanlar tarafından ayarlandıklarında tutsakların şahmını için antlaşmayı ilk başlatan müminler olurdu. Rasulullah (s.a.v) bu metodu düşmanın mutabık olduğu birkaç fırsatta kullandı.
2- Bazan savaş öyle cereyan ederdi ki, bir köy veya kasabanın tüm erkekleri ölür, kadın ve çocuklara bakacak hiç kimse kalmazdı. Bu şartlarda dul kadınları ve çocuklarını gözetmenin tek yolu onları muhafaza altına almaktı. Kadınlara koruma ve onur sağlamanın en iyi yolu müslümanların onlarla aile bağlan kurmalarına izin verip, onları ve çocukları ailenin üyeleri olarak himaye etmekti. Bu hem onları İslâm toplumunun saygın üyeleri yapar, hem.de bu durumlarda sıklıkla görülen ahlâksızlık ve zina kapılarını kapatırdı.
3- İslâm sadece şartlarının gerektirdiği durumlarda (47: 4 ve 8: 76) savaş esirlerinin alınmasına izin vermiş, onu emretmemiştir. Bu izni kullanıp kullanmamak müslümanlara bağlıdır. Rasulullah (s.a.v) zamanında düşmana karşı 78 sefer düzenlendi ve bunların çok az bir kısmında esir alındı. Çoğunda düşman kaçtı, müminler ne onları izlemek, ne de savaş esiri olarak almak için bir çaba gösterdiler. Savaş esiri aldıkları durumların çoğunda da onları serbest bıraktılar. Rasulullah (s.a.v)'ın bu uygulamaları halefleri tarafından da gerek şeklen, gerekse ruhen takip edildi. İkinci Raşit Halife Ömer döneminde birçok memleket fethedildi, ancak savaş esiri alınmadı. Sadece, çetin bir mücadeleden sonra fethedilen Mısır'ın bazı sakinleri savaş esiri yapılıp Medine'ye, halifeye gönderildiler, ancak halife onları serbest bırakarak memleketlerine gönderdi.
Böylece Rasulullah (s.a.v) ve onun Raşit Halifeleri’nin yaşantılarıyla sundukları örneklikleri, kölelik uygulamasının ne esaslı, ne en iyi, ne de en çok beğenilen olduğu, fakat esirlerin karşılıklı değişim geleneğinin yokluğunda zorunlu yol olarak kabul edildiğini ortaya koyar.
4- İslâm, mecburi hallerde sadece savaş esirlerinin köle yapılmasına izin vermiştir. Kadim çağlardan beri uygulandığı şekliyle özgür insanları yakalayıp köle olarak satmak, İslâm'da kesinlikle yasaklanmış ve lanetlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) buyurmuştur ki, "Kıyamet günü hasmı olacağım üç (tür) insan vardır; benim adıma söz verip sonra da haince hareket eden kişi; hür bir insanı satıp para alan kişi; bir kişiyi kiralayıp bütün işleri yaptırdıktan sonra ona ücretini ödemeyen kişi." (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, 'El-Cihad fi'1-İslam', Urduca, s. 253-262).
Gönüllü İlga
Yukarıdaki açıklamalar, zorunluluk altında ve lüzumlu zamanlarda İslâm'ın kölelik uygulamasına izin verdiği fakat niteliğini ve faaliyet alanını değiştiren reformları ortaya koyduğunu gösterir. Gerçekte, direkt reformun imkânsız olduğu yerde statükoyu devam ettirip, ondaki bütün kötülükleri kaldıran ıslahatları sunması İslâm'ın genel bir prensibidir. Uzun süreden beri uygulanan kökleşmiş gelenek nedeniyle kötülüğü bütünüyle birden kaldırmak imkânsızdı, fakat şeklini korurken ruhunu (özünü) değiştirerek İslâm onu kabul edilebilir bir sosyal yapıya çevirdi. Kullanılan yöntemler aşağıya sıralanmıştır.
(a) Takvalı Davranışlar... İslâm, bir köleyi hür kılan, yahut onun hürriyetini kazanmasına yardım eden fazilet ve iyilik hareketlerine büyük önem verir. Allah'ın rızası için müslümanları köle azad etmeye teşvik eden birçok Kur'an ayeti vardır (30: 11-13). Rasul (s.a.v) ashabı arasında kölelere karşı sevgi bağlarının ve onları hür kılmak İstediğinin oluşması olgusunun güzelliğini çeşitli vesilelerle ifade etti. Bir kez bir bedevi gelip Rasulullah (s.a.v)\ sordu: "Ey Allah'ın Rasulü! Beni yapmamla cennete götürecek bir amel söylermisin?" Rasul (s.a.v)'m cevabı: "Kölelerini serbest kıl ve insanların boynundan kölelik yükünün kaldırılmasına yardımcı ol." oldu. Diğer bir hadisinde "Her kim bir mümini özgür kılarsa vücudunun her parçası o kölenin parçaları karşılığında cehennemden korunacaktır!' buyurdu. Bir başka vesileyle de şunları söyledi: "Her kim bir mümin canı serbest bırakırsa, bu onun cehennemden korunması için kefaret olur."
Kölelerini serbest bırakmalarında insanları daha fazla teşvik etmek için Rasulullah (s.a.v) şu prensibi açıkladı:Ne kadar daha fazla değerli ve daha fazla sevilen köle azad edilirse, Allah nazarmdaki fazilet ve iyilik o kadar olacaktır. Rasulullah (s.a.v)'a Ebu Zerr sordu: "Hangi köleyi azad etmek daha eftaldir?" Rasulullah (s.a.v) şöyle cevapladı: "Sahibi nezdine en pahalı ve insanlar nezdinde en çok sevilendir." Benzer şekilde kadın köleye iyi bir eğitim ve öğretim vermek, özgür kılmak, sonra da onunla evlenmek İslâm'da takva davranışı olarak mütalâa edilir. Ayrıca, İslâm çeşitli günahlar ve hatalar için kefaretler tayin etmiştir ki, köle azadı en büyük kefaret sayılır. Böylece, İslâm her yönüyle kölelerin salınmasını teşvik etmiştir.
(b) Güzel Muamele... Köleliğin kötü yönlerini azaltan diğer bir yol kölelere daha iyi muamele etmeyi teşvik etmektir. Rasulullah (s.a.v) her zaman ashabına kölelerine iyi ve merhametli olmalarını emretti. Ashabını bu konuyla ilgili olarak sık sık azarladı. Kölelik çok eski bir müessese idi. Kölelerine kötü davranan ve döven insanların zihnini sık sık bozup, baştan çıkarmakta idi. Daha önce de söz konusu edildiği gibi kölelere kardeşlerimiz gibi davranılması üzerinde ısrarla durulmuştur. Süveyl b. Mukarrin, yedi kardeş olduklarını, en küçük kardeşlerinin sahip oldukları tek köleyi dövmesi üzerine Rasul'ün köleyi serbest bırakmalarını emrettiğini anlatıştır. Bütün bu direktifler kölelerin toplu-un üyeleri olarak rahat ve şerefli kalmaları içindir.
(c) Kanuni Haklar... İslâm kölelere o kadar cok hukukî haklar vermiştir ki, onlar neredeyse hür insanlarla eşit hale gelmişlerdir. Ceza hukukunda hürlerle aynı güvenlik hak-kma sahiptirler. Bir köleyi öldüren, mal varlığını çalan, kadınlarının şerefine leke süren veya bedenî yaralanmalara yol açan kişi, ister hür ister köle olsun, bu suçlan hür insanlara karşı işlemiş gibi aynı şekilde cezalandırılır. Aynı şekilde, medenî hukuk onların mülkiyet hakkını tanır ve bunu kullanmakta onlara geniş bir yetki verir. Sahipleri bile onların mallarını rızaları dışında kullanmaya selâhiyetli değillerdir. Onlara bedenî zarar veremezler, onların hanım veya kızlarıyla gayri meşru ilişkiye giremezler.
Kanundan öte, İslâm toplumu onlara diğer üyeleriyle eşit statü verir. Sosyal hayatta onların statüsü hür bir insandan daha az veya daha aşağı değildir. Hayatın her sahasında; bilgi, siyaset, din, sosyal meseleler., vb., ilerlemenin bütün yolları onlara açıktır, köle olmaları onlar için bir engel teşkil etmez. Rasûlullah (s.a.v)în halasının kızı Zeyneb, Rasûlullah'ın azaldı kölesi Zeyd ile evlendi. İmam Hüseyin cariye olarak getirilen Pers prensesi ile evlendi. İmam Zeynel Âbidin bu cariyeden doğmuş olup, nesli, İslâm'ın güzideleri arasında en mükemmel olanı sayılır. Tabiin'in ileri gelen hukukçuları arasında yer alan Salim b. Abdillah ve Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir'in anneleri cariye idi. Tabiin'in liderlerinden ve bir mistik disiplin sahibi imam Basri bir kölenin oğlu idi. Tabiin'in mümtaz şahsiyetlerinden sayılan ünlü muhaddis Muhammed b. Sayr'in yine bir kölenin oğlu idi. İmam Malik'in hocası Nâfi, Abdullah b. Ömer'in kölesi idi. Önde gelen müçtehidlerden Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mübarek, Mübarek isimli bir kölenin oğludur. Müfessirlerin imamlarından biri olan İkrime bir köle idi. Ünlü siret yazan Muhammed b. İshak, Yaser isimli bir kölenin torunu idi.
İmam Muhiddisin Alâ b. Ebî Rebah, Yemenli imam Tâvûs b. Keysân, Mısırlı İmam Yezid b. Habib, Suriye'li İmam Mekhul, Cezayirli İmam Me'mun b. Mehran, Horasanlı İmam Dihak ve Kûfeli İmam İbrahim Nefaî gibi İslâm edebiyatının ünlü isimleri hep köle idi. Selman-ı Farisî de bir köle idi ki Hz. Ali, onun hakkında "Ehli beytten birisidir:' der^ di. Hakkında Hz. Ömer'in sık sık "Bilâl, efendimizin kölesidir, bizim ise efendimiz-dir." dediği Bilâl, Habeşli bir köle idi. Hz. Ömer tarafından yerine namaz kıldırması istenilen Suheyb, Romalı bir köle idi. Hz. Ömer'in ölümü esnasında "Eğer bugün yaşıyor olsaydı, onu hilâfet makamına aday gösterirdim." dediği Salim, Ebu Huzeyfe'nin bir kölesi idi. Bir köle çocuğu olan Usame b. Zeyd, hayatının son günlerindeki Rasul (s.a.v) tarafından müslüman kuvvetlerin komutasına atandığında Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğerleri bu orduda onun komutası altında idiler.
Kölelere gösterilen bu hürmet, ahlâkî eğitim ve manevî öğretim vasıtasıyla İslâm tarafından ortaya konan reformların sonucu idi. îs-lâmî canlılığın zayıfladığı sonraki dönemlerde bile, köle olmalarına rağmen iki nesil boyunca Hindistan'ı yöneten Kurbeddin Ay-bek, Şemsettin İletmiş ve Gıyasettin Balaban gibi isimlere rastlamaktayız. Zamanın en büyük hükümdarlarından olan Gazneli Mahmud, bir Türk köle ailesine mensuptu. Mısır'ı yüzyıllarca yöneten Memlük'lerin isimleri bile onların köle oldukları fikrini verir.
Bir gerçeği tekrar edelim; İslâm, kölelik müessesesinin niteliğini ve gayesini bütünüyle değiştirdi; bunu Avrupa ve Amerikalıları da kapsayan diğer uluslar tarafından uygulanan kölelikle karşılaştırmak kesinlikle yanlıştır. İslâm uygarlığında köle olmak ne bir lekedir, ne de İlerleme yoluna bir engel. Köle, her mevkiye yükselebilir, hatta sahibinin kızıyla evlenerek kral bite olabilir. Öyleyse, onlar kelimenin bugün Batı'da kullanılan sıradan anlamıyla 'köle' olarak isimlendirilemezler. Öğrenim, din, siyaset, vs. kapsayacak şekilde hayatın her yönünde önderler olabilen, hükümdarlık yahut ordu komutanlığı yapabilen insanlara kim 'köleler' gözüyle bakabilir. Eğer bu 'kölelik' ise o halde hürriyet nedir?
İslâm'ın kölelik kurumunu nasıl ıslah edip, onu artık kölelik ve özgürlüğün ayırt edilmesi zor olan bir seviyeye yükselttiği böylece anlaşılmış oldu. Şüphesiz 'kölelik' kelimesi kaldı, ancak yapısı bütünüyle değişti. (Ebû'l Alâ Mevdûdi, 'El~Cihad fi'1-İslâm', Urduca, sf. 253-262).