ozkanalbay
New member
- Katılım
- 4 Ara 2006
- Mesajlar
- 103
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 42
Bana sık sık sorarlar; en beğendiğiniz şiir kimindir, en çok hangi şairi seviyorsunuz, sizin müstesna beytiniz hangisidir vs. Divan şiiriyle uğraşınca öyle bir çırpıda sayılıverecek kadar değildir sevdiğiniz manzumeler.
Hele öyle beyitler vardır ki bir şiirin diğer beyitleri içinde, yıldızlar arasında dolunay gibi parlak dururlar. Bunun için Divan şiirinde sevilen şiirlerin veya beyitlerin sayısı olmaz.
Fuzulî’nin gazellerini, Nef’î’nin kasidelerini, Bakî’nin mersiyesini, Ruhi ve Ziya Paşa’nın terkib-i bendlerini, Nedim’in müstezad ve bazı şarkılarını, Galib Dede’nin tardiyelerini ve na’tlarını herkes gibi ben de çok severim. Perakende şiirler söz konusu edildiğinde Ahmet Paşa’nın “Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül” murabbaını, Rasih’in “Süzme çeşmin gelmesin müjgan müjgan üstüne” dizesiyle başlayan gazelini, Osman Nevres’in “Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül” nakaratlı şarkısını okumayı ve hatta bestelerini dinlemeyi pek severim. Beyitlere gelince; ben bunları ikiye ayırıyorum: Nükteli olanlar ve hikmetli olanlar.
Nükteli olanlar, şairin zekasındaki zarafeti göstererek insanı hayrete düşürür. Mesela, “Zâhid bu bürûdetle eğer dûzaha girsen / Bir lü’le duhân yakmağa ateş bulamazsın” beytini akledip söylemek için yalnızca şairlik yetmez. Suratından düşenin bin parça olduğu soğuklukla birini cehenneme gönderip oranın ateşini hepten söndürtmek gibi bir hayal herhalde sıradan bir zekanın ürünü olamaz. Yahut, “Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb / Sevincimden nice yıllar geçipdür görmedim uyku” diyen Zatî’nin ‘Lütfedip bir gece rüyana gireceğim diyen sevgilinin bu vaadine sevinmekten uyku uyuyamayan’ tavrına mübalağa zekası mı, yoksa zeka mübalağası mı demekte tereddüt edersiniz. Hele şu beyitte ‘Ey yüce Rabb’im! Benim yerime amel defterimi yakıver!’ diyen meçhul şairin samimi münacaatına ne demeli: “Bakma yâ Rab sevâd-ı defterime / Onu yak âteşe benim yerime”.
Ben beyitlerdeki hikmete de bayılırım. İnsan bu tür beyitleri sık sık okumalı bence, kendi kendine tekrarlamalı. Çünki bunlar birer tarz-ı hayat (yaşam biçimi) olarak her gün dünyamızı kuşatıyor. İşte buyrun, Basirî, kadının erkeğe, yaşlının gence, bir okun yaya ihtiyacı gibi her daim insanların birbirlerine muhtaç olduklarını söylemiş: “Zen merde cüvân pîre kemân tîrine muhtac / Eczâ-yı cihân cümle biribirine muhtac” Ziya Paşa’nın hikmetli beyitleri ünlüdür. Der ki bir tanesinde: “Nîk ü bed herkes bulur âlemde bir gün ettiğin / Kendi çekmezse cezâ mîrâs kalır evlâdına” Yani şöyle demek; ‘İyi yahut kötü, bu dünyada ne edersen onu bulursun. Hatta karşılığını sen görmesen bile evladına miras kalır.’
Bir de berceste mısralar vardır, okuduğunuz an çarpılırsınız hani. Yunus Emre hazretlerinin sehl-i mümteni ayarındaki mısraları gibi. Nitekim buyurur: “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” Haydi buyrun… Bu dizeyi günde elli kere okusanız elli kere ferahlarsınız. Yalan dünyanın ardına düştüğümüz ölçüde kafamıza dank etmesi gereken bir dizedir bu ve dünyalıklar için çırpındığımız kadar gönlümüzdeki daralmanın artacağını söyleyip durur. Gönül darlığından kurtulmak için bu dizeden daha hikmetli bir öğüt, bize göre, ya hadis, ya ayet olabilir. Yenişehirli Avni Bey’in şu duası da hikmet bakımından ne derece zengindir: “Mâni-i rızk olanın rızkını Mevlâ kessin”.
Divan şiirinde güzellikler harman harmandır. Aradığınız renk ve deseni mutlaka bulursunuz. Yeter ki onu arayın…
BERCESTE
Biz bu ilden gider olduk kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun
Yunus
Son mektup
Sevgili okuyucu!.. Okuduğun şu yazıları kağıtlara kalem ile yazdığım zamanlara rastlıyor ilk aşinalığımız… Belki sen daha bebektin… Sonra yıllar su gibi aktı, araya daktilo girdi, bilgisayarlar girdi. İyi günde ve kötü günde eski zamanlara dair, tarih, şiir, sevgi ve dostluk üzerine hep söyleşmeye çalıştım seninle. Sancılar çektim müşterek benliğimizi keşfetmek adına ve krizler yaşadım kadim tarih sayfalarının ortak hatıralarını yeniden paylaşmak, geçmişten geleceğe ilhamlar taşımak için. Bu süre içinde ben seni hakikatli bir ayak direyişle sevdim, gerçek bir dost, bir anne, baba, evlat, kardeş misali kendime yakın buldum, yakınım saydım. Senin de beni kabullendiğini, söyleyeceklerime dikkatle kulak verdiğini bilerek yaptım bunu üstelik. Benim klavyenin başında ağladığım yazıları sen de okurken ağladın, ben gülerken de sen güldün. O yüzden kolay değil şimdi “Allah’a ısmarladım!” demek, kolay değil gözdeki nemi silmek.
Her neyse, sözü kısa kesmek gerek:
Dile kolay… Tam on beş yıl… Her şey sıradanlaşmaya; cümleler, sözler, yazılar birbirini tekrara başladı. Artık susmak veya başka bir şekilde, başka bir zamanda konuşmak gerekiyor. Bunun için ayrılıyoruz. Ve giderken eşiğine yüreğimi bırakıp da gidiyorum.
Biliyorum çok zor bunları söylemek, bu satırları yazmak kadar zor… Cümlelerimi onlarca kez değiştirip belki yüz kerre bozup yeniden yazmam işte bundan. Hayatımın bu en zor yazısını yazarken beni anlayışla karşılayacağını biliyorum ey okuyucu.
Mahabbet, meveddet ve uhuvvetle Taala’ya emanet ol ve’s-selam!...
Hele öyle beyitler vardır ki bir şiirin diğer beyitleri içinde, yıldızlar arasında dolunay gibi parlak dururlar. Bunun için Divan şiirinde sevilen şiirlerin veya beyitlerin sayısı olmaz.
Fuzulî’nin gazellerini, Nef’î’nin kasidelerini, Bakî’nin mersiyesini, Ruhi ve Ziya Paşa’nın terkib-i bendlerini, Nedim’in müstezad ve bazı şarkılarını, Galib Dede’nin tardiyelerini ve na’tlarını herkes gibi ben de çok severim. Perakende şiirler söz konusu edildiğinde Ahmet Paşa’nın “Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül” murabbaını, Rasih’in “Süzme çeşmin gelmesin müjgan müjgan üstüne” dizesiyle başlayan gazelini, Osman Nevres’in “Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül” nakaratlı şarkısını okumayı ve hatta bestelerini dinlemeyi pek severim. Beyitlere gelince; ben bunları ikiye ayırıyorum: Nükteli olanlar ve hikmetli olanlar.
Nükteli olanlar, şairin zekasındaki zarafeti göstererek insanı hayrete düşürür. Mesela, “Zâhid bu bürûdetle eğer dûzaha girsen / Bir lü’le duhân yakmağa ateş bulamazsın” beytini akledip söylemek için yalnızca şairlik yetmez. Suratından düşenin bin parça olduğu soğuklukla birini cehenneme gönderip oranın ateşini hepten söndürtmek gibi bir hayal herhalde sıradan bir zekanın ürünü olamaz. Yahut, “Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb / Sevincimden nice yıllar geçipdür görmedim uyku” diyen Zatî’nin ‘Lütfedip bir gece rüyana gireceğim diyen sevgilinin bu vaadine sevinmekten uyku uyuyamayan’ tavrına mübalağa zekası mı, yoksa zeka mübalağası mı demekte tereddüt edersiniz. Hele şu beyitte ‘Ey yüce Rabb’im! Benim yerime amel defterimi yakıver!’ diyen meçhul şairin samimi münacaatına ne demeli: “Bakma yâ Rab sevâd-ı defterime / Onu yak âteşe benim yerime”.
Ben beyitlerdeki hikmete de bayılırım. İnsan bu tür beyitleri sık sık okumalı bence, kendi kendine tekrarlamalı. Çünki bunlar birer tarz-ı hayat (yaşam biçimi) olarak her gün dünyamızı kuşatıyor. İşte buyrun, Basirî, kadının erkeğe, yaşlının gence, bir okun yaya ihtiyacı gibi her daim insanların birbirlerine muhtaç olduklarını söylemiş: “Zen merde cüvân pîre kemân tîrine muhtac / Eczâ-yı cihân cümle biribirine muhtac” Ziya Paşa’nın hikmetli beyitleri ünlüdür. Der ki bir tanesinde: “Nîk ü bed herkes bulur âlemde bir gün ettiğin / Kendi çekmezse cezâ mîrâs kalır evlâdına” Yani şöyle demek; ‘İyi yahut kötü, bu dünyada ne edersen onu bulursun. Hatta karşılığını sen görmesen bile evladına miras kalır.’
Bir de berceste mısralar vardır, okuduğunuz an çarpılırsınız hani. Yunus Emre hazretlerinin sehl-i mümteni ayarındaki mısraları gibi. Nitekim buyurur: “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” Haydi buyrun… Bu dizeyi günde elli kere okusanız elli kere ferahlarsınız. Yalan dünyanın ardına düştüğümüz ölçüde kafamıza dank etmesi gereken bir dizedir bu ve dünyalıklar için çırpındığımız kadar gönlümüzdeki daralmanın artacağını söyleyip durur. Gönül darlığından kurtulmak için bu dizeden daha hikmetli bir öğüt, bize göre, ya hadis, ya ayet olabilir. Yenişehirli Avni Bey’in şu duası da hikmet bakımından ne derece zengindir: “Mâni-i rızk olanın rızkını Mevlâ kessin”.
Divan şiirinde güzellikler harman harmandır. Aradığınız renk ve deseni mutlaka bulursunuz. Yeter ki onu arayın…
BERCESTE
Biz bu ilden gider olduk kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun
Yunus
Son mektup
Sevgili okuyucu!.. Okuduğun şu yazıları kağıtlara kalem ile yazdığım zamanlara rastlıyor ilk aşinalığımız… Belki sen daha bebektin… Sonra yıllar su gibi aktı, araya daktilo girdi, bilgisayarlar girdi. İyi günde ve kötü günde eski zamanlara dair, tarih, şiir, sevgi ve dostluk üzerine hep söyleşmeye çalıştım seninle. Sancılar çektim müşterek benliğimizi keşfetmek adına ve krizler yaşadım kadim tarih sayfalarının ortak hatıralarını yeniden paylaşmak, geçmişten geleceğe ilhamlar taşımak için. Bu süre içinde ben seni hakikatli bir ayak direyişle sevdim, gerçek bir dost, bir anne, baba, evlat, kardeş misali kendime yakın buldum, yakınım saydım. Senin de beni kabullendiğini, söyleyeceklerime dikkatle kulak verdiğini bilerek yaptım bunu üstelik. Benim klavyenin başında ağladığım yazıları sen de okurken ağladın, ben gülerken de sen güldün. O yüzden kolay değil şimdi “Allah’a ısmarladım!” demek, kolay değil gözdeki nemi silmek.
Her neyse, sözü kısa kesmek gerek:
Dile kolay… Tam on beş yıl… Her şey sıradanlaşmaya; cümleler, sözler, yazılar birbirini tekrara başladı. Artık susmak veya başka bir şekilde, başka bir zamanda konuşmak gerekiyor. Bunun için ayrılıyoruz. Ve giderken eşiğine yüreğimi bırakıp da gidiyorum.
Biliyorum çok zor bunları söylemek, bu satırları yazmak kadar zor… Cümlelerimi onlarca kez değiştirip belki yüz kerre bozup yeniden yazmam işte bundan. Hayatımın bu en zor yazısını yazarken beni anlayışla karşılayacağını biliyorum ey okuyucu.
Mahabbet, meveddet ve uhuvvetle Taala’ya emanet ol ve’s-selam!...