Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Iran Notlari

fedaiyan

New member
Katılım
5 Haz 2007
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
İran’da Devlet otelleri genelde 5 yıldızlı konfora sahip otellerdir. Odalara girdiğinizde ilk dikkat çeken şey, odadaki tv konsolu üzerinde bir Kuran-ı Kerim ( bu otelde ayriyeten Hz. Ali’nin eseri olan Nehcu’l- Belâğa da vardı) de konulmuş olmasıydı. Bu durum, Türkiye’de iken de duymuştum ancak İranlılarla da konuşup teyit ettirme imkanı bulmuş oldum, devletin etkin propaganda faaliyetlerinin bir bacağını oluşturmaktadır.
Saat 15:00 civarında Tebriz şehir turu atmak üzere şehir merkezine gittik. Şehir merkezi Tahran kadar modern bir yapı arzetmiyordu ancak büyük bir şehir olduğu her halinden belli idi. Tahran’dan sonra İran’ın ekonomik ve kültürel anlamda ikinci büyük şehri ve eyalet sistemi ile yönetilen İran’da Doğu Azerbeycan Eyaleti’nin Başkentidir Tebriz. Şehir merkezinde Mavi Cami (Mescid-i Kebud) ve yakınındaki arkeolojik kazı alanına (müştemilatın tümü Mavi Cami Müze Alanı adı ile hizmet vermektedir) ziyarette bulunduk. Aslında tesadüfi bir kazı sonucu bulunmuş olan bu müze alanında, 2200 sene önce yaşamış bir insan topluluğu olduğu, o dönemki gelenekleri gereği kap-kaçak/değerli eşyaları ile gömülmüş insan mezarları bulunmuş ve bu mezarlar dikkatlice kazılarak iskeletlere zarar vermeden üzerleri cam ile kaplanarak ziyarete açılmış. Kazı ve müze alanını modernleştirme çalışmaları halen devam etmektedir.
Bu müzedeki gezimizin peşinden birkaç km mesafe bulunan açık müzeye doğru yol aldık. Caddeler bütün İran şehirlerinde olduğu gibi çok geniş, nizami ve temiz. Parkları yeşillik muhafaza edilerek inşa edilmiş, şehirleşme uğruna yeşillik heba edilmeyip korunmuş, bu özellik, giden herkesin eminim dikkatini çekiyordur. Tebriz şehir merkezinde çok uzun sürmeyen bu ziyaretlerden sonra, 40 km ötede bulunan peribacaları ve kaya otele doğru gitmek üzere otobüslere bindik ve yola koyulduk. Bu bölge, Kapadokya peri bacalarının hemen hemen aynıları olan ancak kapladığı alan acısından kapadokya kadar büyük olmayan bir bölge ve bu peribacalarının içleri, doğallıkları korunmak şartı ile otel odasına çevrilmiş.
Buradan da ayrılıp birkaç km ileride olan bir akarsuyun az üzerinde kurulmuş olan bir köye doğru yol aldık. Bu köyün özelliği, taze kuruyemiş ve bal satışlarının çok yoğun yapılan bir yer olmasıdır. Bir saat kadar bu köyde vakit geçirdik. Tebriz’e gelindiğinde gezilmesi ve görülmesi gerekli yerlerden olup, zaman kısıtlılığımız nedeniyle gidemediğimiz Azerbeycan Müzesi ve meşhur kapalı çarşı, İran’a bir daha gelmek için elimizde geçerli bir sebeb var şeklinde bir düşünceye bizi sevkederek, bu tarihi şehri Tahran’a hareket etmek üzere geride bırakarak havalimanına doğru hareket ettik.
Tebriz’den Fukker 100 modeli uçak ile Tahran’a hareket ettik ve gece yarısı Tahran’a vardığımızda hepimiz gerçekten çok yorgun bir halde idik. Hiç oyalanmadan Tahran’ın en konforlu otellerinden olan 5 yıldızlı Lale otele geçerek odalara çekildik. Eskiden Intercontinental Otel olan bu otelin girişinde İran kültürü ve tarihi ile alakalı, el sanatları albümü mahiyetinde olan kitapların satıldığı kitapçılar ve lüx restorantlar bulunur.
Akşam 21:00’da Şiraz’a hareket etmek üzere havalimanına gidene kadar olan vaktimizi Tahran şehir turu ile değerlendirmek üzere otelden ayrıldık. Tahran’da otobüsümüz ile bir müddet dolaştık, görmeden önce hakkında çok şey duyduğumuz Tahran trafiğine ve kuralsız araç kullanımına birebir şahit olma şansını yakalamış olduk.
Elbruz dağının eteklerinde bulunan geniş bir araziye yayılmış olan Tahran, diğer İran şehirlerindeki geleneksel yapıya uyarak iki veya en fazla üç katlı tuğla binalardan oluşmuştur fakat modern şehir merkezi bu görüntüden oldukça uzaklaşmıştır. Modern mimari ile inşa edilmiş yüksek binaları ile İstanbul'u andırmaktadır. Yukarıda bahsedilen tuğla binaların çoğunda sıva kullanılmamaktadır, bu da bu tür tuğla binaların yaygın olduğu şehri çöl kenti havasına sokmaktadır. Binalarda tuğlaların yerleştirilişindeki zevk ve estetik görüldüğünde insanı büyüleyebilmektedir.
Genel bir şehir merkezi turunun ardından Şah’ın sarayı olan Sadabad Sarayı’na gittik. Fakat şu anda bu isimle değil, Millet Müzesi adı ile biliniyor. Devrimden sonra adının Millet Müzesi’ne çevrilmiş olması, ülke toprakları üzerinde yer alan hiçbir varlığın kimsenin şahsi malı olamayacağı, aksine tümünün milletin malı olduğu, millete ait servet ile kimsenin sınırsız müreffeh hayat ve egemenlik yaşayamayacağı, ülke kaynaklarının millete ait olduğunun vurgulanmak istendiği ve bu yönde bir imaj oluşturma çabasına işarettir.
Tahran’ın kuzeyinde, şehir merkezine oldukça uzak olan Şemiran’da bulunan bu sarayda birçok müze bulunuyor. Fakat bu müzelerin tümü açık değil. Biz zaman kısıtlılığı nedeniyle bu müzelerden sadece Mahmud FARSCİYAN müzesini gezebildik. Bu müzede, Mahmud FARSCİYAN’ın –kendisi Amerika’da yaşamaktadır- değişik tarzdaki ve rengarenk olan yüzlerce boyamalarının onlarcasını görebilirsiniz.
Millet Müzesinin büyük kapısından içeri girer girmez uzunca ve her iki tarafı kalın gövdeli ağaçlarla kaplı bir yol sizi bir zamanların en şatafatlı egemenliklerinden birinin kapısına doğru götürüyor. Ancak, Devrimin kendisi hakkında olumlu, devirdiği hakkında olumsuz imaj oluşturma çabası, sizi, bu şatafatı merakla görmek istercesine yürürken birden durdurup, yaşanmış olan o ulaşılmaz sanılan hayatın kötü akıbetini göstermekle başlıyor; Şah’ın, egemenlik döneminde kullandığı Mercedes marka zırhlı araçların çürümeye terkedilmiş halleri ve devrim günlerinde ayaklanan halk tarafından gövde bölümü devrilerek sadece bacakları kalmış olan bir Şah heykeli. Bu görüntünün, ziyaretçiyi “Şah ne kadar da güçlü egemenliğe sahipmiş” düşüncesine kapılmaktan bir anda geri çekerek, devrim sonrası kurulan yönetimin sağlamlığını ön plana çıkarıp zihne önce bunu monte etme çabasına yönelik olduğu açık.
“Vah vah, hiç de Şah olmak istemezdim” gibi alaycı, biraz da acıma duygusuyla karışmış düşüncelere kapılıp Millet Müzesi’ne giriyorsunuz. Müze 54 odadan oluşuyor ve resmi davetlilere akşam yemeği verilen salondaki 143 metrekarelik yuvarlak ipek halı herhalde eşinden bir daha bulunmayan bir türden olsa gerek. Şah, fransız mimarisi ve dekorasyonuna vermiş olduğu önemi, sarayını fransız kültürüne ait öğelerle dekore ettirerek sergilemiş. Şah döneminden kalma asansörün değişik tarzdaki kapısı da ilginizi çekebilir. Birbirinden güzel ipek Kirman halıları görülmeye değer; milimetrik şekilde işlenmiş desenleri ve devasa büyüklükleri ile.
Tahran’a gelinmişken gidilmesi gereken ama gidemediğimiz yerler/yararlanamadığımız imkanlarda oldu tabi ki. Bunlar: Bazar-ı Bozurg (Büyük Pazar - Kapalı Çarşı), Ulusal Halı Müzesi, Tochal Teleferik, Arkeoloji Müzesi, Özgürlük Anıtı (Azadi Anıtı), Ulusal Mücevher Müzesi gibi önemli ve görmeye değer yerlerdi.
21:10’da hareket eden uçak 22:40’da Şiraz’a iniyor. Havalimanı ile arası yaklaşık 40 km olan Huma otele gittim, sanırım ödediğim para 2 dolar civarındaydı. Ulaşım gerçekten komik denecek kadar ucuz. Herkes yattıktan sonra ben yine otelden çıkıp yarım saat kadar otelin civarındaki parkı ve geniş caddeleri dolaşıp otelin epey ilerisinde arama kontrolü yapan Devrim Muhafızlarını seyrediyorum. Genelde lüx araçları durdurup sorular soruyorlar ve gerekirse arama yapıp ondan sonra yoluna devam etmesine izin veriyorlar. Devrim muhafızları bu uygulamalarını genelde sokaklara geceleri çıkarak yapıyorlar.
İki milyon nufusu ve sahip olduğu ticaret hacmi ile İran’ın en büyük beşinci kenti olan Şiraz, Persepolis ve edebiyat dünyasına kazandırdığı iki önemli ismi ile meşhurdur: Hafız ve Sadi Şirazi. Akşam 20:30’daki İsfahan uçuşu için havalimanına gidene kadar Persepolis geziliyor ve Hafız’ın kabrinin bulunduğu yere gidiliyor.
Şiraz’a 80 km uzakta olan Persepolis’e gidiyoruz öncelikle. Yol boyunca çok geniş ve düz araziler dikketimizi çekiyor. Buralar tarım için oldukça elverişli. İran medeniyeti, devlet geleneklerini Persepolis’e dayandırıyor. Zaten gidilip görüldüğünde, modern İran’ın bazı kurumlarının logo olarak kullandığı simgeleri Persepolis kalıntıları üzerinde de görünce bu ilişkiyi kurmak daha da kolaylaşıyor. Mesela Iran Air’in logosu olan Huma kuşu... Bu kuş Fars mitolojisinde önemli bir yer edinmiştir ve Persepolis kalıntılarında çok sayıda bu kuşun heykellerinden görmek mümkündür. mitolojilerinde bu kuş iyiliği temsil etmektedir. Diğer örnek İran’ın Ulusal Radyo-Televizyon Yayıncılığı olan IRIB kanalının simgesi olan çiçek. Bununla, İran/Fars medeniyetinin köklü bir medeniyete sahip olduğu, medeniyet köklerinin en azından 3000 senelik köklere sahip olduğu ve bu köklere sahipken, kültürel anlamda batı kültüründe erime tehlikesinin bu güçlü köklere karşı pek ihtimal dahilinde olmadığı imajı oluşturularak, tarihte olduğu gibi modern çağ istilacılarına da bir mesaj verilmek istenmektedir. Herhalde şunu söylediğimde bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır: İran, tarihte dışarıdan istila amaçlı gelinip kendi topraklarında kendisine en az sayıda savaş açılmış medeniyetlerden biridir. Kendisini, toprakları dışında savunmuştur genellikle.
Şehir turu ve akşam yemeğinden sonra uçak ile İsfahan’a geçtik. Kalacağımız otel Safeviler döeminde yapılmış ve kervansaray olarak kullanılmış olan çok güzel dekorasyon ve süslemeleri olan Abbasi Hotel idi. İran’daki en güzel ve konforlu otel olarak bilinmketedir. İşletme özel olmayıp tamamen devlete aittir. Otelin çok geniş bahçesinde yemek ve çay faslından sonra arkadaşlarımız odalarına çekiliyor fakat ben şehir merkezinde sayılan otelin konumunu fırsat bilerek gece 01:00’da caddeleri ve sokakları dolaşmak üzere otelden ayrılıyorum. Elimde fotoğraf makinası, takım elbiseli halimle İsfahan halkından olmadığım aleni olarak belli iken gecenin bir vakti caddede fotoğraf çekiyor olmam, polis kulübesindeki polisin dikkatini çekmiş olacak ki -çünkü öğleden sonra Ahmedinejad şehre gelip İmam Humeyni Meydanı'nda halka hitab edecek ve ben o gece tanha caddede fotoğraf çekmekteyim- uzun süre beni izledi. Gecenin saat 01:30’u ve halen İsfahan’ın caddelerinde açık pizzacı, cafe bulabilmek mümkün. Fakat sabah Ahmedinejad İsfahan’a gelip halka sesleneceğinden belediye faliyetleri, temizlik, güvenlik önlemleri had safhada. İsfahan’ın her tarafı Ahmedinejad’ın posterleri ile donatılmış vaziyette idi. Yeşillik konusunda İsfahan gerçekten zengin bir şehir.
İsfahan'ın içinden geçen Zayende Nehri'nin üzerindeki eski köprüler de görülmeye değer çok değerli mimari yapılardır. Bu köprülerin içinde en ünlüsü 33 gözlü anlamına gelen Siusi Pol köprüsüdür. Bu köprünün ayaklarında nehrin gürül gürül akan suyunun sesi eşliğinde çay içerken, aynı saatlerde İmam Humeyni meydanında halka seslenen Ahmedinejad’ın konuşması hoparlörler aracılığı ile bize de iletiliyor ve meydandaki çoşkulu kalabalığın, Ahmedinejadın İran düşmanlarına öfke içeren haykırışları karşısındaki coşkulu tezahüratları kendimizi adeta meydanda halk arasında hissetmemizi sağlıyordu. Ahmedinejad’ın halka hitabı olmasa, İsfahan’ı devrim ve politikanın etkilerinden uzak, eşsiz güzellikteki bahçelerinde dinlenme ve yürüme yapılacak sessiz sakin bir şehir olarak algılayabilirsiniz. İsfahan’ı gezip gördüğünüzde, İran kültür ve sanatının gerçek anlamda hangi boyutlara ulaştığını kesinlikle müşahede edebilirsiniz.
Ahmedinejad’ın şehre gelecek olmasından dolayı şehir merkezindeki dükkanlar hemen hemen gün boyu kapalı idi. Fakat caddeler çok kalabalıktı. Şehrin o günkü yoğun trafiğine kalmadan otobüsümüze binip şehrin dışına doğru bir tur atalım dedik ve yola koyulduk. Mecusilerin sönmemesiyle ünlü olan fakat Hz. Muhammed’in doğumunu haber veren mucizelerden biri olan 2500 yıllık ateşin sönmesi olayının meydana geldiği yer olan dağın yanına kadar gittik. Ateş, dağın tepesinde yanıyor imiş ve bacası da halen duruyor. Oradan çıkıp, sallanan minare adıyla meşhur bir türbeye gittik. Gerçekten de, görevli minarenin içine girip iskele kısmına çıkıyor, kollarını iki yana açarak minareyi içten kavrıyor ve kendisini içeride salladıkça minare de sallanıyor. Sallantının şiddeti artsa yılılacak da zannedersiniz. Bu arada hayatın ucuzluğuna bir örnek olması açısından bahsetmeye değer: sallanan minare denilen türbeden Zayende nehri köprüsüne dönerken otobüsü durdurup meyve almak istedik; 1 kg muz ve 1 kg kayısı için ödediğim miktar türk parası ile 70 ykr tutarında idi.
Safeviler döneminde başkent olan İsfahan, bu sebeble çok sayıda ve görsel zenginliği olan tarihi eserleri barındıran bir kenttir. Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey tarafından 11. yy’da, Şah 1. Abbas tarafından da 17. yy’da başkent yapılan İsfahan, 17. yy’da yapılan, UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınan ve dünyanın en büyük meydanlarından biri olarak kabul edilen İmam Humeyni meydanı (Nakş-ı Cihan meydanı) ile meşhurdur. Meydanın çevresindeki yapılar kapalıçarşıdır ve İsfahan işi ince işçilik olan birçok sanat eserini bulabilirsiniz. Meydanın ortasında bulunan havuz, meydanı inanılmaz derecede mistik bir havaya sokmakta ve akşam üzerinden itibaren havuz çevresindeki ışıkların yakılması ile beraber oluşan atmosferi izlemek, insanı saatlerce oturduğu yerden kaldırmayabilir. Aslında İsfahan’ın 40 Sütun adıyla meşhur parkını da görmeden ayrılmak olmazdı fakat zamanımız buna elverişli değildi. Bir müddet meydanda vakit geçirdikten sonra manevi atmosfer açısından İran’ın en yüksek atmosferine sahip kenti olan Meşhed (şehitlik)’e gitmek üzere havalimanına hareket ettik. Akşam yemeğini havalimanında yedikten sonra Tupolev tipi yolcu uçağı ile Meşhed’e uçtuk. Uçaktaki yolculuk iyi geçmekle beraber, Tupolev uçakları fiziki ömrünü çoktan tamamlamış uçaklar olmasından dolayı her an bir arıza yapabilir diye korku hissetmemek elde olmuyor. Öğrendiğime göre, 6 ay kadar önce Meşhed yakınlarında bu uçaklardan biri düşmüş.
Geceyarısı Meşhed’e varıyoruz. Uçak havalimanına yaklaşırken İmam Rıza türbesi o devasa alanı ile net bir biçimde seçilebiliyor uçaktan. Meşhed, şehitlik anlamında olup İmam Rıza’dan dolayı bu isimle anılmaktadır. İmam Rıza, Şia'nın 8. İmamı olup Hz. Muhammed'in torunudur, yani Ehlibeyt'tendir. Şia'da Ehlibeyt inancı çok köklü ve kitleleri harekete geçirecek şekilde güçlü bir yapıya sahiptir. Meşhed, çok eski bir yerleşim yeri ve İran’ın en büyük ikinci şehridir; 823 yılında kurulmuştur. İki buçuk milyona yakın nufusu vardır. Tahran’a uzaklığı 850 km olup, Horasan Eyaleti’nin Başkentidir. İmam Rıza’nın kabrini ziyaret için Meşhed yılda 25 milyon ziyaretçi almaktadır. Tahran’dan günde 15 sefer mevcuttur.
Ertesi gün öğleden sonra Tahran’a dönecek olmamızdan dolayı, şehir turu atma imkanımız olamayacağından, eşyaları otele koyar koymaz İmam Rıza türbesini gece de olsa görelim diye düşünerek türbeye gittik. Herkes birsüre sonra otele geri döndü çünkü görmesi gerekeni -yani türbenin mimarisini- görmüştü, fakat bir de hissedilmesi gereken vardı ve ben bunun için otele dönmeyip sabah saat 04:00'a kadar orada kaldım. Sabah namazına doğru yaklaşırken, türbenin en büyük avlularından birine tamamen halılar serildi. Namaz için gelenler bu avluyu tamamen doldurmuştu ve kabaca bir tahmin ile o saatte orada en az 30.000 insan olduğu rahatça anlaşılabilyordu.
İpek halı dokumacılığında çok güzel örnekler çıkaran Meşhedli sanatkarların eserleri de görmeye değer. Çerçeveye alınmış halılara birkaç metre yaklaşmadığınız sürece kesinlikle bir yağlıboya tablosu zannedeceksiniz.
Ve organizasyonun son günü... Artık İstanbula dönmek üzere Meşhed’den Tahran’a dönüyoruz. Akşam üzeri, canlı müzik eşliğinde yemek yenilip İran şartlarında insanların eğlendiği bir restoran olan Parsa Otel’in restorantı Sinbad’a gidip akşam yemeği yedik. Yemek faslı biraz uzun sürünce ben dışarı çıkıp etrafı gezmek istedim. Restorant girişinde, gelen müşterilerin arabaları için yer ayarlayan görevli nereli olduğumu sorunca kendisiyle konuşmaya başladım ve gezme düşüncem sekteye uğradı. İstanbul’dan geldiğimi söyleyip, fars ırkı için garip sayılabilecek bir tene sahip olan bu arkadaşa kendisinin Almanlara çok benzediğini, aslının Alman olup olmadığını sordum. Biraz çekinerek anne tarafından yahudi olduğunu söyledi -ki bu "ben yahudiyim" demektir, çünkü yahudilik babadan değil anneden devam eder fakat bir sebebi olmalı ki sadece "anne tarafından yahudiyim" şeklinde söyledi- Yahudiler İran’da varlıklı aileler midir diye sordum ve hayır cevabını aldım. Ekonomik anlamda normal bir aile ne ise kendilerinin de o ölçüde olduğunu söyledi. Peki dedim, Ahmedinejad israili haritadan sileceği söylemlerini devamlı dile getiriyor, yahudilere çok sataşıyor, bunlar İran’daki yahudilerin tepkisini çekmiyor mu diye sordum. Aslında bu sorunun cevabını biliyordum ve tamamen nabız ölçme sorusuydu, kendisi de cevabını “bu meseleleri çok takip eden ve anlayan biri değilim ama tanıdığım yahudi ailelerden böyle bir tepki çıktığını duymadım” şeklinde verdi. Gerçekten de İran yahudileri arasında Ahmedinejad’ın israile olan tepkisi için bir destek var ve İran yahudileri her fırsatta Ahmedinejad ile görüşmektedirler, Ahmedinejad’ın “israil, soykırım yalanı ile masumiyet edasına girmeye çalışıyor” tezine herşekilde destek verdiklerini dile getirmektedirler.
Restoranttan çıkıp derbend denilen bir mevkiye doğru yok aldık. Derbend’e uğranmassa Tahran’ın eğlenceli yüzünü görmekten mahrum kalınmış olunur. Burası Tahran’ın en kuzey ucunda tamemen kayalık bir dağın eteklerinde kurulmuş olan eğlence yeridir. Dağdan gelen bir dere çok şiddetlice akarak, su sesinin dinlendirici etkisine sizi kaptırıveriyor. Derenin iki yamacı sayısız nargileci, çayhane, kebapçı ve lokanta ile doludur. İki yamacın arasındaki yoldan dağa tırmanılabilir. Çayhanelerin şark köşesi tarzında döşenmiş mekanlarında mutlaka bir yer bulup kendinize bir çay söyleyin. Çayın yanında kıtlama şekeri ile birlikte hurma da verilmektedir. Akşam serinliğinde gidilmesi daha güzel olur diye düşünüyorum.
Genel İzlenimler:
İçhat uçuşları oldukça kalabalık, ucuz olması nedeniyle uçak yolculuğu otobüs ve trene nazaran çok tercih ediliyor. Tahran’da havalimanına gitmek istenildiğinde trafik mutlaka hesaba katılmalı ve normal süresinden birkaç saat önce yola çıkılmalıdır.
Yolları ve caddeleri oldukça düzgün. Belediyecilik nizami ve gelişmiş bir biçimde yapılmaktadır. Yeşilliği muhafaza etmiş olmaları ve şehirleşmeye heba etmemiş olmaları dikkat çekici.
Ulaşımda, taksi kullanmak oldukça ucuza maloluyor. Toplu taşıma amaçlı kullanılan otobüslerinde kadınlar arka kısımda, erkekler ise ön kısımda seyahat edebiliyor.
Alternatif aramadığınız sürece pilav ve kebap yemek durumunda kalıyorsunuz. Farklılık olsun diyorsanız hint yemekleri, pizza, balık, fisuncan yemeği, barbunya yemeği ve zereşk pilavı tadabilirsiniz. Yemeklerinde safran denilen bir baharatı çok kullanmaktadırlar. Restorantlara girdiğinizde safranın kokusu itici gelebilir ancak tadının güzel olduğuna emin olabilirsiniz.
Avrupa ve Uzakdoğu ürünü olan tüm elektronik markalar ülkeye girmiş durumda. Her tarafta bayilikler görülebiliyor. Elektronikte Türkiye’ye göre biraz daha ucuz.
Sigara, hemen hemen akla gelebilecek her yerde içilebiliyor. Kanuni bir yasaklama henüz konulmamış. Havalimanı içinde de istediğiniz yerde içebiliyorsunuz.
Turkcell ve Avea İran’da kullanılabilmekle beraber, telefon cihazının markasına göre problem yaşanılması olasıdır. Mesela bazı arkadaşlarımızın Samsung marka telefonları şebekeyi algılayamazken, aynı hattı Nokia marka telefona taktıklarında çalışabiliyordu.
Bayan-erkek farketmez, geceleri dışarı çıkılıp gezilebilmesi açısından herhangi bir güvenlik sorunu bulunmamaktadır. Polis ve Devrim Muhafızlarının sayısı oldukça fazla ve her yerde devriye gezmektedirler.
Sosyal hayat açısından bakıldığında, yaşantıları Türk insanı ile çok benzerlik göstermektedir. Evlerine kapanık olmayan bir toplum olup, günü dışarıda ve alışverişte geçirmeleri ile türk toplum hayatını anımsatmaktadır.
El sanatları ve hediyelik eşya açısından tüm şehirler oldukça zengin materyale sahipler. İpek halı, dericilik, cam işleme, seramik, porselen, süsleme sanatları en önde gelen sanatlardır.
Arabalarına bakıldığında, yatırımı olmasından dolayı yabancı araçlarda en fazla Peugeot olduğu farkedilmektedir. Peugeot’u Toyota, Kia, Citroen takip etmektedir. Fakat kendi milli arabaları olan Paykan ve Semend marka arabalar daha fazla kullanılmaktadır.
Devlet eli ile yürütülen propaganda faaliyetlerini şehir merkezlerinde her adımda görebilmek mümkündür. Din ile yönetilen bir devlet olmasından dolayı, caddeler, büyük duvarlar, parkların içi, yüksek binaların dış cepheleri...vs gibi yerler ayet, hadis, dini hikmetler, milli kültür ögeleri, İran-Irak savaşından görüntüler/cephe resimleri gibi öğelerle donatılmıştır. Şehirler arası yollarda bile giderken dinlenme tesislerine ne kadar mesafe kaldığını gösteren tabelalar hemen hemen hiç gözünüze çarpmazken, dini ve milli sloganların sıklığı dikkat çekmektedir.
Devlet, dini insan hayatının tümüne yaymak için maksimum çaba göstermektedir. Uçakların kalkışından önceki anonsların Besmele ve Salevat ile başlaması, Resmi açılış, tören ve konuşmaların Kuran-ı Kerim okunarak başlaması, resmi yazışmalarda kullanılan evrakların başında Benam-ı Huda ibaresinin konulmuş olması... Bütün bunlar insan zihninin dini öğelerden uzak kalmasını engelleyip gözönünde tutulmasını sağlamaya yönelik uygulamalar olarak görülüyor.
Cami ve türbeler sosyal hayatın merkezini oluşturuyor denilse abartılmış sayılmaz. Camiler, Türkiye’dekinin aksine sadece ibadet mahalli olarak kullanılmayıp, sosyal amaçlı birçok etkinliğin de uygulandığı yerler olarak kullanılmaktadır.
İran edebiyat çevresince, Türkiye’den bazı yazarlar ve şairler tanınmaktadır. En çok tanınanları Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’dır.
İran’da IRIB adlı devlet yayın organının Türkçe yayın yapan radyo ve televizyon kanalları bulunmaktadır. İran Resmi/Yarı Resmi haber ajanslarının (IRNA, Mehrnews) türkçe versiyonları da vardır.
Ekonominin ve işletmelerin %90’ına yakın bir kısmı halen devlet elindedir. Büyük işletmemerde özel sektör henüz faal değildir. Gazetelerin neredeyse tamamı devlete aittir.
Gündüz saat 14:00 ile 17:00 arası iranda esnaf hayatı adeta duruyor. Fakat sosyal hayatta buna paralel olarak bir durgunluk görülmüyor.
Alışveriş için alternatifler çok. Ayrıca ülke içinde türk parasını kullanmakta çok sorun yaşıyorsunuz. Eğer gidilecek olursa, Türkiye’den çıkış yapmadan yanınıza Dolar veya Euro almalısınız, zira döviz büroları ve bankalar YTL’den İran Riyali’ne para çevirirken düşük değerden çevirmektedirler.
 
Üst Alt