Dünyada bütün acılar en çok çocukların payına düşüyor. Kahrolası savaşların, zulümlerin, bombaların, kurşunların beraberinde getirdiği kanın diyetini en çok onlar ödüyor. Böylelikle o küçük insanların ruh ve beden yapıları parçalanıyor ha bire.
Direnç sıcaklığını onlar için kuşanmalıyız, oysa.
Çocukların evrensel inancımızla buluşması için, gül inancımızın harmanlanması ve çiçeğe dönüşmesi için direnç ve özgürlüğü kuşanmalıyız.
O yüzden çocuklarımın yüzlerine bakarak bütün yeryüzü çocuklarını muhatap alarak sesli düşünüyorum: Yeryüzü siz çocukların… Zulme ve zalimlere karşı asla direnç sıcaklığını elden bırakmayın! Afganlı çocukları düşünün, Filistinli çocukları, en çok da gülmeye, oynamaya hasret Iraklı çocukları…
Biliyorum toprak kokusu denli güzelsiniz her biriniz. Bu yüzden toprağın rengi ışıltılıdır, tıpkı sizin renginizde olduğu gibi…
Bir yandan oyunlar oynarken bir yandan da hayallerinizi yeşertin! Bozuk düzenlerin sararttığı onmazlıkları gördüğünüzde kavi bir biçimde kenetlenmeyi asla ihmal etmeden!
Hele emeğin en harlı bir eylem olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın!
Yarınlarda hangi makam mevkide de olsanız, inancınızı aş edinin, azık edinin ve o bilinçle değer verin diğer çocuklara…
Siz çocuklar unutmayın ki yarınlarımız ve umudumuzsunuz...
Sonra dikkatimi bir dergideki Iraklı çocuk yüzleri alıyor.
Minik goncalara benzeyen yüzleriyle ne kadar da solmuş, sanki kan gülleri açmış yüzlerinde.
Iraklı çocuklar… Coğrafyamızın, bizim Ortadoğu’muzun çocukları… Bizim çocuklarımız… Öteye gidişlerine seyirci kalp, tanıklık ettiğimiz çocuklar…
Her haber bülteninde içimiz yeterince kanamıyor. Hüznümüz yeterince katlanmıyor. Garipliğiniz, sahipsizliğiniz, yalnızlığınız karşısında yeterince dağlanmıyor yüreklerimiz. Yoksulluğunuz, açlığınız, şehidler kervanına katılışınız, hele o minik elleriniz, solmuş gözleriniz yeterince yüreğimizi kanatmıyor. Gözyaşlarımız yeterince yağmur oluyor. Yalnızca elimizi açıp bu zulüm sayfalarına karşı ilencimizi içeren yakarışlarda bulunuyoruz yüce Yaradan’a…
Sizlerin toprağa her düşüşünde yüreğimizde isyan çiçekleri yeterince boy vermiyor: Oysa bir çocuk kolay mı büyür, az seneler mi alır… İstenir ki çocuk büyüsün, fidan gibi boy atsın…
Şimdi canilerce büyümesine izin verilmiyor Iraklı çocukların… Iraklı analarının yüreklerinden sökülen canhıraş feryatlarla düşüyorlar toprağa. Gözleri daha açık, ağızlarına karanfiller kümelenmiş… Iraklı çocuklar, yavrularımızın yaşıtları… Öz çocuklarımız… Bizim diyarın çocukları…
Biliyorum büyüyor bozgun, artıyor lânet. Sabah olmuyor, güneş doğmak bilmiyor. Ağmıyor ufkumuza şavk. Bağlarımızda evrenselliğin o iri, özgürlük gülleri açmıyor bir türlü…
Aslında suçlu biziz. Toprağa düşüşünüzle yüreğimiz fert olarak değil, ümmet olarak yangın yerine dönüşse idi, her toprağa düşen çocuğu kendi çocuğumuz olduğunu bilseydik, kardeşliği bir yay gibi gerseydik, hiçbir çocuk toprağa düşmezdi kuşkusuz.
Yalnızca zalimlerin yüreğine korku düşerdi o zaman…
Şair “Kayıtlarda zulüm vardı” diyor…
Şimdi ise zulüm yüreklerde kayıtlanıyor…
Peki, bunun sorgusunu, hesabını nasıl vereceğiz Sevgili Önderimize, o esenlik veren öğretinin habercisine…
Bunu düşündüğümde derinden ürpermemek ne mümkün…
Sahi, mecalsiz yüreklerde direnç mi olur hiç?
Bozgun ülkesinden Şair M. Akif İnan’ın dizelerini bir tutamak yapmak istiyorum. Tabi Akif Ağabey’e rahmet dilemeyi unutmadan:
“Haberin var mı ey güzel çocuk
İçimde devinen çağlayanlarından
Erir gözlerinin keskin şavkında
Bu çağın bil cümle karanlıkları
Zaferler özleyen düşünü süsler
Göğsünde çağlayan bu bedir nehri
Ellerin bir hızrın kumandasında
Gözlerin ki çizer sınırlarını…”