İsteme, dileme, arzu ve isteklerin gerçekleştirilip ortaya konması yeteneği veya iki şeyden birini tercih etme ma’nâlarına gelen irâde; hayatını kalp ve ruh seviyesinde yaşayanlarca: “Nefsin isteklerini aşma, bedenin arzularına başkaldırma, Hakk’ın rızâ ve hoşnutluğunu kendi istek ve dileklerine tercih ederek kendine rağmen her yerde ve her durumda O’nda ve O’nun murâdında fâni olma” şeklinde anlaşılmış ve ta’rif edilmiştir.
Mürîd; kendi güç ve kuvvetinden teberrî edip, zerreden sistemlere kadar herşeyi kabza-i tasarrufunda tutan Kudreti Sonsuz’un irâdesine râm olan.. murâd ise, Hakk arzusuyla dopdolu hâle gelmiş; bütün bütün mâsivâya “O’ndan başkası” kapanmış.. O’nun hoşnutluğundan başka hiçbir şeye istek ve iştihası kalmamış.. dolayısıyla da Hakk’ın murâd ve matmah-ı nazarı “gözde” olmuş bahtiyar ruh demektir.
İrâde;
“ -İş ve davranışlarında sırf O’nu ister ve dilerler” (En’âm, 6/52; Kehf, 18/28)
gerçeğine göre, Hakk yolunun yolcuları için ilk menzil ve Sonsuz’a yelken açanlar için de bir ilk konaktır. Nâmütenâhîye açılan hemen herkes, ilk defa bu liman ve bu piste uğrar.. sonra da bu birinci durağın anilmerkez gücüyle yükselir, hedefe doğru yol almaya başlar. Bu yol alış, şahsın safveti, madde ile irtibatı ve merkezdeki gücün iticiliğiyle mebsûten mütenâsib (doğru orantılı) dir. Hakk’ın tevfîki ve irâde gücüne göre, kimileri bu mesafeyi yerde yürüme sür’atiyle, kimileri peyk, füze ve ışık hızıyla, kimileri de her türlü kemmiyet ölçüleri üstünde kat’eder. Nebî’de miraç, velîde arşiye, dervişte seyr-i sülûk, Hakk’ın tevfîkiyle desteklenmiş irâde, mürîd ve murâda ne parlak birer misâldirler.
Mürîdle irâde arasında bir alâka vardır ama, bu daha çok bir iştikâk alâkasıdır. Sebeblerin, sathî akıllar nazarında, ilâhî izzet ve azamete perde olması gibi, izâfî bir varlık sayılan insan irâdesi de
“ -Dilediğini dilediği gibi yapan” (Bürûc, 85//16)
Zât’ın irâdesinin gölgesinin gölgesidir. Gölge asla tâbi olduğu gibi, yaratılan irâdeler de yaratıcı irâdeye tâbidirler. Gölgede vehmedilen parlaklık, canlılık ve câzibenin, aynalara akseden sûretlerin parlaklık, canlılık ve câzibesinden farkı yoktur... Ne var ki, yolun başındakiler için bunu anlayıp kavramak pek de kolay değildir.
Mürîd, irâdesini mutlak irâdeyle irtibatlandırıp murâd ufkuna ulaşacağı ve bedenden rûha, cisimden kalbe, düşünceden vicdana yükseleceği âna kadar, kat’iyen “fark”tan kurtulamaz.. kurtulamaz da, irâdeyi ayrı, irâde edeni ayrı ve murâdı da hep ayrı görür. Evet, Hakk yolcusu, yolun başlangıcında mürîd, nihâyetinde murâd.. kulluğu tabiatına mâletme gayreti içinde mürîd, Hakk’la münâsebetlerin, fıtratın ayrılmaz bir yanı haline geldiği noktada murâd.. sevilip-arzu edilme yollarını araştırma faslında mürîd, herşeyde O’ndan bir kısım izler görüp sevgi ve ma’rifet arası gelip-giden ve bu geliş-gidişiyle zevk-i rûhânî kaneviçesini ördüğü zaman da murâddır.
“İlme’l-yakîn”in başlangıcından “Hakka’l-yakîn”in nihâyetine kadar bu çok geniş mesafede, nisbî pek çok ibtidâ ve intihâlar vardır. Meselâ: Pek çoklarına göre
“ -Rabbim sînemi aç, rûhuma genişlik ver” (Tâ-Hâ, 20/25)
bir intihâdır. Ama
“ -Biz, Senin sîneni açıp rûhuna genişlik vermedik mi?” (İnşirâh, 94/1)
mazhariyetine göre bir ibtidâdır. Kezâ “ -Rabbim göster cemâlini göreyim Seni” (A’râf, 7/143)
kendi makamında bir son ama,
“ - O’nun gözü ne kaydı ne de kamaştı” (Necm, 53/17)
ufkuna göre bir başlangıçtır. Bunun gibi “ -Şüphesiz benimle beraberdir Rabbim ve bana yol gösterecektir” (Şuarâ, 26/62)
bir maiyyeti idrâk ifâdesidir. Ama, “ -Tasalanma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 9/40)
hakikat-ı âliyesiyle kâbil-i kıyas değildir.
Mebde’de, sadâkat, vefâ ve azim esastır.. müntehâda, ciddiyet, temkîn ve edeb. Mebde’de kusur edenler, takılır yollarda kalırlar.. müntehâdakiler ise itab görür ve hırpalanırlar.
Mükellefiyetleri yerine getirmede hassasiyet ve sürekli Hakk’a yalvarıp yakarma irâdeyi besleyen önemli kaynaklarından biridir. Bunun ötesinde, Hakk inâyetinin, insanın gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili ve tutup yakalayan eli haline gelmesi ise, onun nâfilelerdeki titizliğine bağlıdır.
|