Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Irade Kahramanliği

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
İRADE


قَدْ جَاءَكُمْ بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه وَمَنْ عَمِىَ فَعَلَيْهَا وَمَا اَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفيظٍ
En’am / 104. (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ اِنَّا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِمينَ نَارًا اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَاِنْ يَسْتَغيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِى الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا
Kehf / 29. Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!
اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبيلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا
İnsan / 3. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.
ذلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ اِلى رَبِّه مَابًا
Nebe / 39. İşte o, kesin olarak gelecek gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun.
يَهْدى بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه وَيَهْديهِمْ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ
Maide / 16. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.
لَوْ اَرَدْنَا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا اِنْ كُنَّا فَاعِلينَ
Enbiya / 17. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) biz (bunu) yapanlardan değiliz.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
irade üzerine

irade üzerine

İsteme, dileme, arzu ve isteklerin gerçekleştirilip ortaya konması yeteneği veya iki şeyden birini tercih etme ma’nâlarına gelen irâde; hayatını kalp ve ruh seviyesinde yaşayanlarca: “Nefsin isteklerini aşma, bedenin arzularına başkaldırma, Hakk’ın rızâ ve hoşnutluğunu kendi istek ve dileklerine tercih ederek kendine rağmen her yerde ve her durumda O’nda ve O’nun murâdında fâni olma” şeklinde anlaşılmış ve ta’rif edilmiştir.
Mürîd; kendi güç ve kuvvetinden teberrî edip, zerreden sistemlere kadar herşeyi kabza-i tasarrufunda tutan Kudreti Sonsuz’un irâdesine râm olan.. murâd ise, Hakk arzusuyla dopdolu hâle gelmiş; bütün bütün mâsivâya “O’ndan başkası” kapanmış.. O’nun hoşnutluğundan başka hiçbir şeye istek ve iştihası kalmamış.. dolayısıyla da Hakk’ın murâd ve matmah-ı nazarı “gözde” olmuş bahtiyar ruh demektir.
İrâde; “ -İş ve davranışlarında sırf O’nu ister ve dilerler” (En’âm, 6/52; Kehf, 18/28) gerçeğine göre, Hakk yolunun yolcuları için ilk menzil ve Sonsuz’a yelken açanlar için de bir ilk konaktır. Nâmütenâhîye açılan hemen herkes, ilk defa bu liman ve bu piste uğrar.. sonra da bu birinci durağın anilmerkez gücüyle yükselir, hedefe doğru yol almaya başlar. Bu yol alış, şahsın safveti, madde ile irtibatı ve merkezdeki gücün iticiliğiyle mebsûten mütenâsib (doğru orantılı) dir. Hakk’ın tevfîki ve irâde gücüne göre, kimileri bu mesafeyi yerde yürüme sür’atiyle, kimileri peyk, füze ve ışık hızıyla, kimileri de her türlü kemmiyet ölçüleri üstünde kat’eder. Nebî’de miraç, velîde arşiye, dervişte seyr-i sülûk, Hakk’ın tevfîkiyle desteklenmiş irâde, mürîd ve murâda ne parlak birer misâldirler.
Mürîdle irâde arasında bir alâka vardır ama, bu daha çok bir iştikâk alâkasıdır. Sebeblerin, sathî akıllar nazarında, ilâhî izzet ve azamete perde olması gibi, izâfî bir varlık sayılan insan irâdesi de “ -Dilediğini dilediği gibi yapan” (Bürûc, 85//16) Zât’ın irâdesinin gölgesinin gölgesidir. Gölge asla tâbi olduğu gibi, yaratılan irâdeler de yaratıcı irâdeye tâbidirler. Gölgede vehmedilen parlaklık, canlılık ve câzibenin, aynalara akseden sûretlerin parlaklık, canlılık ve câzibesinden farkı yoktur... Ne var ki, yolun başındakiler için bunu anlayıp kavramak pek de kolay değildir.
Mürîd, irâdesini mutlak irâdeyle irtibatlandırıp murâd ufkuna ulaşacağı ve bedenden rûha, cisimden kalbe, düşünceden vicdana yükseleceği âna kadar, kat’iyen “fark”tan kurtulamaz.. kurtulamaz da, irâdeyi ayrı, irâde edeni ayrı ve murâdı da hep ayrı görür. Evet, Hakk yolcusu, yolun başlangıcında mürîd, nihâyetinde murâd.. kulluğu tabiatına mâletme gayreti içinde mürîd, Hakk’la münâsebetlerin, fıtratın ayrılmaz bir yanı haline geldiği noktada murâd.. sevilip-arzu edilme yollarını araştırma faslında mürîd, herşeyde O’ndan bir kısım izler görüp sevgi ve ma’rifet arası gelip-giden ve bu geliş-gidişiyle zevk-i rûhânî kaneviçesini ördüğü zaman da murâddır.
“İlme’l-yakîn”in başlangıcından “Hakka’l-yakîn”in nihâyetine kadar bu çok geniş mesafede, nisbî pek çok ibtidâ ve intihâlar vardır. Meselâ: Pek çoklarına göre “ -Rabbim sînemi aç, rûhuma genişlik ver” (Tâ-Hâ, 20/25) bir intihâdır. Ama “ -Biz, Senin sîneni açıp rûhuna genişlik vermedik mi?” (İnşirâh, 94/1) mazhariyetine göre bir ibtidâdır. Kezâ “ -Rabbim göster cemâlini göreyim Seni” (A’râf, 7/143) kendi makamında bir son ama,“ - O’nun gözü ne kaydı ne de kamaştı” (Necm, 53/17) ufkuna göre bir başlangıçtır. Bunun gibi “ -Şüphesiz benimle beraberdir Rabbim ve bana yol gösterecektir” (Şuarâ, 26/62) bir maiyyeti idrâk ifâdesidir. Ama, “ -Tasalanma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 9/40) hakikat-ı âliyesiyle kâbil-i kıyas değildir.
Mebde’de, sadâkat, vefâ ve azim esastır.. müntehâda, ciddiyet, temkîn ve edeb. Mebde’de kusur edenler, takılır yollarda kalırlar.. müntehâdakiler ise itab görür ve hırpalanırlar.
Mükellefiyetleri yerine getirmede hassasiyet ve sürekli Hakk’a yalvarıp yakarma irâdeyi besleyen önemli kaynaklarından biridir. Bunun ötesinde, Hakk inâyetinin, insanın gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili ve tutup yakalayan eli haline gelmesi ise, onun nâfilelerdeki titizliğine bağlıdır.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
yunus emre den

yunus emre den

Aciz kaldım zalim nefsin elinden
Şol dünyanın lezzetinden doyamaz.
Aynını (gözünü) almıştır gaflet gömleğin
Ömrünün gelip geçtiğini bilemez.
İlâhî gaflet gömleğin giyene,
“Müslüman” der misin nefse uyana?
Kazanıp kazanıp verir ziyana
Hakk yoluna bir pulunu kıyamaz.
İlâhî, gafletten uyar gözümü,
Dergâhında kara etme yüzümü
Yunus eder, gelin tutun sözümü
Dünya seven, ahireti bulamaz.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
irade üzerine

irade üzerine

SEBEPLERE RİAYET VE İLÂHÎ İRADE'YE MUHALEFETTEN KAÇINMA
Allah'ın Meşietine vabeste hususlarda sabırsızlık göstermemek lâzım. İrade, insanın en önemli yanı, onu insan yapan gerçek husûsiyetidir ama, onun için bazen de bir dezavantaj olur. İrademizi Allah'ın iradesine teslim etsek, O'nun kâinat için, hayat için koyduğu kuralları çok iyi bilip, onlara hakkıyla riayet etsek, karışıp karıştırmasak, her şey çok daha iyi yürür. Eko sistem, insan ile değmeden nasıl aslî dengesi içinde yürüyor ve insanın yersiz müdahaleleriyle bozuluyorsa, içtimaî sistem de aynen öyle yürür. Helâl yolda kullanıldığında tenâsül adına hayırlı bir fonksiyon yüklenen şehvet, suiistimal edildiğinde nasıl insanı insanlıktan çıkarıyor ve en büyük günahlara meşcerelik yapıyorsa, bunun gibi, irade de, yerinde kullanılmadığı, yanlış yerde kullanıldığı, İlâhî İrade'ye muhalefet ettiği zaman, insanın başına belâlar açar.
İrade ve sebepler, Allah'ın fiillerimizi yaratmasında, çok küçük ve çok ince de olsa, bir esastır. Bunu yerli yerine kullandığımızda, İlâhî İrade'ye, Allah'ın rızasına râm olduğumuzda, O bize farkında olmadığımız öyle kapılar açar ki, biraz tefahhus ve tecessüs içinde olur, hayatımızı duyarak yaşarsak, bunun farkına varırız. Çokları insanın ledünniyatıyla meşgul olmuş, onun iç dünyasını araştırmıştır. Fakat biri var ki, bu sahaya çok daha iyi girmiş, çok derinlere inmiş. İnsanın diğer duyularına ilâveten, keşfettiği sâika ve şâika adlı iki histen daha bahsetmektedir. Ortada hiç sebep yokken içinizden bir şey yapmaya şevk duyar, bir yola, bir yöne sevk edildiğinizi hissedersiniz. İşte bu, O'na teslimiyetinize O'nun bir insanıdır. Size öyle ihsanlarda bulunur, sizi öyle işlere sevk eder ki, yaptıklarınızı yapmaya dâhîler muvaffak olamaz. Fakat burada bir diğer önemli şart daha var ki, her yaptığınızı Allah'ın ahkâmına uygunluk içinde yapacak, en doğru bildiğiniz kararlarınızı ve uygulamalarınızı bile günde birkaç defa test edecek, bu konuda büyükler ne demiş, vicdanımız ne diyor, onları dinleyecek ve talebinizde ciddî olacaksınız. O zaman, "men talebe ve cedde, vecede - Talep edip, talebinin gereğini ciddiyetle yerine getiren, talep ettiğine ulaşır" şaşırınca, ummadığınız, düşünemediğiniz ufuk ve hedeflere sevk edildiğinizi görürsünüz.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
ÜSTAD 'dan

ÜSTAD 'dan

RİSALE…
İrade-i cüz'iye-i insâniye ve cüz'-i ihtiyariyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir, fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yâni mânen der: "Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir!" Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen, o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip üstünde bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hak, Ahkem-ül Hâkimîn, nihayet za'fta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gâyet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gâyet uzun ve hasenatta eli gâyet kısa, cüz'-i ihtiyârî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet'e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem'e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.
 
Üst Alt