Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Insanın sorun ve derdi

ALÝ ÝSFAHANÝ

New member
Katılım
31 Ara 2009
Mesajlar
59
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İnsanın derdi nedir? İnsanın derdi derken mesela bir baş ağrısı mı gelmelidir akla? İnsanın insanlık boyutu söz konusu ediliyorsa meselenin baş ağrısı ya da benzeri bir dert olmayacağı açıktır. Çünkü herhangi bir hayvanın da pekala başı ağrıyabilir. İnsanın başı, eli, kolu ya da ayağının ağrıması ona insani bir dert kazandırmaz; uzuv ve vücut ağrıları hayvanda da vardır, insanda da; her ikisinde de görülebilecek olan bu ağrının ortaya koyduğu dert" hayvani" bir derttir; maddi ve şahsa münhasırdır. Ancak insanın derdinden söz edilirken insanın derdi, onun "dert taşıması", "derde sahip olması"dır diyenlerin kastettiği dert böyle bir dert, böyle bir ağrı değildir, bambaşka bir şeydir o; insani değerlerin kıymeti, insani değerlere değer katan şeydir.

İslam ariflerince de tanınmış ve tespit edilmiş bir "dert"tir bu... Arifler bu derdi pek mukaddes bilir, insanın ancak kendi nevine münhasır bir özelliği olduğunu söylerler Hatta insanı meleklere üstün kılan şeyin de bu olduğuna inanırlar; insan melekten üstündür, çünkü o dert taşır, meleğinse derdi yoktur. Ariflerin sözünü ettiği bu dert "Allah'ın peşinde olan", "Allah'ı arama", "Yaratan'ı arayış derdi"dir. Yalnızca ariflerin görüşü değildir bu, buraya kadar sözü edilen çerçeve dahilinde İslam'ın da görüşüdür aynı zamanda. Bir hakikattir bu; insan ilahi bir soluktan gelmedir, asıl mayası budur; apayrı bir dünyaya aittir insan. Yaşadığı bu dünyada, tabiatta mevcut olan bunca varlıklar arasında bir yabancılık hisseder, bütünüyle onların cinsinden olmadığını anlar. İçinde yaşadığı dünyanın her şeyi gariptir ona; insan bu dünyada adeta bir yabancıdır, gurbettedir. O, kendisiyle içiçe yaşadığı tabiatı yadırgar ve garipser, çünkü onunla tam olarak aynı cinsten değildir, bu yüzden de bu dünyada hep yabancılık duygusuna kapılır, gurbette olduğunu hisseder, bir "sıla"sı vardır sanki, hep onun hasretini duyar içinde, onu arar durur hayatı boyunca... Her şey; gördüğü, tanıdığı her şey fanidir, geçicidir, sürekli bir değişim içindedir; hiçbir şey gönül verilecek, kendisine bağlanılacak türden değildir... Oysa insanda sürekli bir ölümsüzlük düşüncesi vardır, sürekli bir "hep kalıcılık" merak ve endişesi vardır, bir fırtına gibi hep içinde taşır onu, hep tedirgindir...Onun "dert"i işte budur... İnsanı Yaratıcısına itaate, Allah'a ibadete, Rabbine hamd-u senada bulunup O'nunla dertleşmeye ve O'na yaklaşmaya cezbeden güçtür bu!
 

ALÝ ÝSFAHANÝ

New member
Katılım
31 Ara 2009
Mesajlar
59
Tepkime puanı
2
Puanları
0
slam irfanı bunu anlatmaya çalışan örnekler, deyimler, teşbihler ve kıssalarla doludur. Bazen Hindistan ormanlarında, hemcinsleriyle bir arada yaşamaktayken tutulup kafese konulan bir papağan misaliyle anlatılmak istenir. Hayvancağız hep üzgün hep mahzundur; dertlidir daima...Vatanından ırak düşmüş, gurbete getirilmiştir, hürriyetine kavuşup vatanına, içinde yaşadığı, içinde doğup büyüdüğü ormana doğru kanatlanıp uçacağı anı bekler durur boyuna... Bütün kaygısı budur, "dert"i, vatan hasretidir.

Kimi zaman, yuvasından ırak düşen bir kuşa teşbih edilir...

Bu hususta en güzel teşbihi yine Mevlana yapar ve insanı, sazlıktan kesilip getirilen bir "ney"e benzetir, daima ah-u figan etmede, ağlayıp inlemede, hüzünlü bir sesle yürekleri parçalamadadır. Çünkü onu vatanından koparmışlar, "öz"ünden ve "asl"ından ayrı düşürmüşlerdir:

"Dinle... Şu ney nasıl şikayet etmede, bak; ayrılıkları anlatmada:

Diyor ki: Beni kamışlıktan kesip getirdiklerinden beri feryadımla kadın- erkek herkes ağlamıştır.

Ayrılıktan şahrem şahrem olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdini anlatayım ona

Aslından uzak kalan kişi, buluşma zamanını bekler hep...

Ney gibi iki ağzımız var adeta; biri onun dudaklarında gizli sanki.

Kimi zaman da Hindistan'dan getirilen bir filin hikayesi örnek verilir, sürekli tepesine vururlar bu filin, aksi takdirde vatanı olan Hindistan'ı hatırlamakta ve huysuzluk etmektedir:

"Fil ne zaman uyuyacak olsa

Hindistan girerdi rüyasına

Eşekse rüyasında Hindistan'ı görmez hiç

Hindistanlı değildir ki sıla hasreti çeksin.
 

ALÝ ÝSFAHANÝ

New member
Katılım
31 Ara 2009
Mesajlar
59
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Ne kadar da güzel anlatır bunu Emir-ül Mü'minin Ali (a.s); Kumeyl b. Ziyad en-Nehai'nin elinden tutup onu çöle götürür, şehirden iyice uzaklaşırlar, ıssız çölde bir başlarına kalınca Hz. Ali (a.s) anlatmaya başlar... Kumeyl "Hz. Ali (a.s) derin bir iç çektikten sonra, Ey Kumeyl! buyurdular" der, "İnsanların kalpleri kaplara benzer, gönülleri bir kap gibidir tıpkı; en hayırlı gönül, kapasitesi fazla olan ve içindekini en iyi koruyabilendir. Benden duyduğun sözü aklında tut, insanlar üç kısımdır... Evet insanlar üç grupta da ele alınır, bu üç grubun özelliklerini anlatmaya başlar, konuşmasının sonuna doğru eliyle göğsüne işaret edip "Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki; ne olurdu bunu anlayabilecek biri bulunsaydı, keşke bu sırrı anlayabilecek, onu hakkıyla idrak edebilecek, fakat dünyaya da alet etmeyecek biri olsaydı" diyerek sırrını açacak birisinin olmayışından yakınır, fakat daha sonra "Böyle birisi hiç de yok değil hani..." diyerek ekler: "Fakat emin değilim ondan; din hükümlerini isteklerine alet edebilir..."

Emir-ül Mü'minin bu konuşmasında söz konusu idrak ve bilgi sahibi insanların daima yeryüzünde var olduğunu ve olacağını, yeryüzünün bir an olsun onlarsız bırakılmamış oluğunu da hatırlatarak: "Allah'ım, evet; yeryüzü, senin için delil ve hüccet olan, senin adına kaim bulunan birisinden mahrum kalmaz"der, "O, ilmi ve dini ayakta tutar; ama meydanda olur, bilinir, tanınır yahut hikmet icab eder, gizlenir... Allah'ın hüccetlerinin, Allah'ın apaçık delillerinin batıl olmaması için hüküm budur, böyledir. Ama bu niceye dek böyle sürer gider? Andolsun Allah'a ki onların sayıları azdır. Allah katında dereceleri pek büyük, makamları pek yücedir. Allah delillerini, onlara benzeyenlere ısmarlayıncaya, kendi benzerlerinin gönüllerine verinceye dek onlarla korur. Allah onların can gözlerini açar, bilgiyi onlara sunar, onlar da yakin ruhuyla kuvvetlenirler, güçlükleri kolay görürler, bilgisizlerin kaçındıkları, hoş görmedikleri şeyler hoş görünür onlara, canları yüceler yücesi olan yakınlık duraklarında olduğu halde bedenleriyle dünya ehlinden görünürler, onlarla görüşüp konuşurlar. İşte bunlardır Allah'ın halifeleri, bunlardır yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak yaratılmış olanlar; bunlardır halkı dine çağıranlar... Ah, ah!... Ne de özlerim onları görmeyi..
 

ALÝ ÝSFAHANÝ

New member
Katılım
31 Ara 2009
Mesajlar
59
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Evet... Ne de yücedir Ali'nin (a.s) derdi, irfani dertleri pek de görkemlidir gerçekten... ibadi ve duai dertleri bambaşkadır onun... İbadet sırasında öylesine kendisinden geçer, sevgilisine, mahbubu olan Rabbine öylesine adapte olur ki bütünüyle unutur benliğini bir aşk ve teslimiyetle yönelir ki Rabbine, vücudundan çekip çıkarılan okun bile farkına varmaz!...

"İnsan"ın derdi budur işte...

Budur insani dert..."

Hak'tan firak derdi... O'nun zatına yakınlık iştiyakı, Rabbine kavuşma arzusuyla yanıp tutuşma, O'nun rızasına nail olmadır... İnsan O'na kavuşmadıkça, O'nun rızasına nail olmadıkça varlığını kasıp kavuran bu fırtına dinmez, bu dert derman edilmez, yorgun gönlü dinlenmez... Bu dert her zaman, sürekli vardır insanda... Pek çok şeylerle sürekli oyalanır durur, şuradan buraya, filan durumdan filan duruma geçer geçmesine, ama bunlar bütünüyle oyalanmaca, geçici meşgalelerdir onun için. İşin gerçeği bambaşkadır aslında; Kur'an'ın da buyurmuş olduğu gibi:

"...İyice bilin ki, gönüller Allah'ı anmakla yatışır ancak, O'nu anmakla huzur ve kuvvet bulur."[25]

Evet; ayet-i kerime böyle buyurmakta, insanoğlunun ancak ve ancak Hakkı anmakla huzur ve sükun bulacağını, onun içten içe depreşip duran dertlerinin ancak Rabbine yönelmek ve O'nun yakınlığına mucip olmak süratiyle yatışabileceğini bildirmektedir.

İnsanın dertlerinden biridir bu... Arifler daha çok bu dertle ilgilenmişler, insanın diğer dertlerine fazlaca önem vermemişlerdir. Mevlana'nın daha önce birkaç beytini verdiğimiz bir şiirinde de söylemiş olduğu gibi:

"Hastalıktaki dert, inilti ve hasret

Hastayı uyandırır; hastalık ve dert bütünüyle uyanış getirir zaten.

Kim daha uyanıksa bil ki daha dertlidir

Kim daha çok anlamışsa rengi daha çok sararır

O halde şu hakikatı unutma ey hakikati arayan. Uyanmıştır artık derdi olan; işi sezmiş, farkına varmıştır
 
Üst Alt