17 Ağustos 2007 Cuma, Vakit gazetesi-Ahmet Varol
Siyonist İsrail işkenceyi yasallaştıran bir devlettir. Filistinlilere işkence yapılmasına izin veren yasalar çıkarmış olan bu devlet aynı zamanda dünyada işkenceyi yasallaştıran tek devlettir. Eski Firavun rejimini çağdaş formata sokarak yeniden hayata geçiren Mısır ise işkenceyi yasallaştırmadan gelenekselleştirmiştir. Her ikisi de işkenceye başta ABD olmak üzere çağın müstekbir güçlerinin ruhsat ve müsaadeleriyle başvurmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki her ikisinde de işkence adeta insan öğütme makinesi gibi can aldığı halde emperyalist güçlerden onlara ses çıkarıldığını, tepki gösterildiğini duymayız. Zaten böyle bir şeyle karşılaşmayacaklarını bildiklerinden işkence konusunda kendilerini bu derece rahat hissediyorlar. O yüzden de kurdukları işkence mekanizması insan değirmeni gibi çalışıyor.
Mısır'da 13 yaşındaki Muhammed Memduh işkence veya polis şiddeti sebebiyle 2007'nin başından buyana hayatını kaybeden on altıncı kişiydi. Bu sayı Mısır İnsan Hakları Kurumu'nun hazırladığı işkence raporunda geçiyor. Demek ki toplumu artık sorgu işkencesini ve polis şiddetini kabullenmeye zorlayan çağdaş Firavun rejiminin sorgulamalarında ayda ortalama iki kişi hayatını kaybediyordu. Sakatlananların, psikolojik sorunlara maruz kalanların ise istatistiği çıkarılmamış.
Mısır'daki çağdaş Firavun rejiminin işkence uygulaması kadın erkek ayrımı yapmıyor. Dolayısıyla tutuklanan kadınlar ve genç kızlar da son derece iğrenç, insanlık dışı işkencelere maruz kalıyorlar. Kadın için işkence sadece bir bedensel eziyet değil aynı zamanda kadınlık haysiyetinin hedef alındığı ve manevi eziyet yönü daha baskın bir uygulamadır. Örneğin bir kadının ellerini bacaklarının arkasından bağlayıp yumak yaparak işkence direğine astıkları ve bu şekilde arkadan vurdukları zaman çekeceği manevi eziyetin organlarının duyacağı acıdan fazla olacağını tahmin edersiniz. Yine küfür ve hakaretten kadının duyacağı manevi eziyet erkeğinkinden fazladır. Küfür ve hakaret ise Mısır'daki işkence uzmanlarının en çok başvurdukları metottur.
Mısır, işgalci Siyonist devlet gibi işkenceyi yasallaştırmamış ama bu ülkede de ilginç bir uygulama var: Devletin savcısı dışında hiç kimse işkence iddialarından dolayı polis veya hükümet yetkilileri aleyhine dava açamıyor. Yani bir adamın çocuğu işkenceyle öldürülmüş olsa bile gidip kendi adına dava açma, oğlunun öldürülmesi hakkında soruşturma açılması talebinde bulunma hakkı yok. Bunu ancak savcıdan rica edebiliyor ve savcı devlet adına yetkisini kullanarak isterse dava açıyor. Ama çoğu zaman bu yetkisini kullanmıyor. Daha önce de vurguladığımız üzere 13 yaşındaki Muhammed'in işkence yüzünden hayatını kaybetmesi uluslar arası kuruluşların raporlarına da yansıyınca mızrak çuvala sığmadığı için el-Mansura savcılığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı. Muhammed 2007'nin başından buyana işkence yüzünden hayatlarını kaybedenler içinde çocuk yaşta olanların ilkiydi. Biraz da o yüzden bu kez mızrak çuvala sığmadı. Eğer Mısır'daki çağdaş Firavun rejimi bu olayı da çuvala sığdırabilseydi belki dünyada kimsenin bu ülkede 2007'nin başından beri 16 kişinin işkence sebebiyle hayatını kaybettiğinden haberi bile olmayacaktı.
İlginç bir husus da Mısır'ın BM'nin işkenceyle mücadele anlaşmasına imza atan ülkeler arasında yer alması. İşte bu tür anlaşmalara imza atılması da sahtekâr, dayatmacı rejimlerin ikiyüzlülüğünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Mısır rejimi ikiyüzlü olduğundan söz konusu anlaşmayı onaylamasına rağmen inceleme ve araştırma yapılmasına izin verilmesine imkân sağlayan protokolü imzalamıyor. Bu protokole imza atılması devletlerin tercihlerine bırakılmış. Böyle bir tercih hakkı ise işkence konusunda çifte standartçı, ikiyüzlü olunmasını kolaylaştırıyor.
Küçük Muhammed 2007'nin başından itibaren Mısır'da işkence maktullerinin on altıncısı olduğu gibi el-Mansura bölgesinde Ağustos 2007'nin başından itibaren bu yüzden hayatını kaybeden ikinci kişiydi. Ondan önce de Ahmed Abdullah es-Saidi sorgulama esnasında Muhammed Muavvid adlı bir subay tarafından ölünceye kadar dövülmüştü. Böylesine vahşi bir uygulamayla hayatına son verilen Ahmed Abdullah ise 37 yaşındaydı ve geride yetim çocukları kaldı. Üstelik ne gibi bir suçlamadan dolayı kendisine böylesine işkence yapıldığı hakkında tatmin edici bir bilgilendirme yapılmadı. Şimdi ailesi Hüsni Mübarek'e bu vahşi cinayet hakkında soruşturma başlatılması için çağrıda bulunuyor. Oysa baş işkenceci çağdaş Firavun rejiminin başındaki Hüsni Mübarek'tir.
DAHA FAZLA BILGI İÇİN yazar Ahmet Varol un wep sıtesini
http://www.vahdet.com.tr//
Siyonist İsrail işkenceyi yasallaştıran bir devlettir. Filistinlilere işkence yapılmasına izin veren yasalar çıkarmış olan bu devlet aynı zamanda dünyada işkenceyi yasallaştıran tek devlettir. Eski Firavun rejimini çağdaş formata sokarak yeniden hayata geçiren Mısır ise işkenceyi yasallaştırmadan gelenekselleştirmiştir. Her ikisi de işkenceye başta ABD olmak üzere çağın müstekbir güçlerinin ruhsat ve müsaadeleriyle başvurmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki her ikisinde de işkence adeta insan öğütme makinesi gibi can aldığı halde emperyalist güçlerden onlara ses çıkarıldığını, tepki gösterildiğini duymayız. Zaten böyle bir şeyle karşılaşmayacaklarını bildiklerinden işkence konusunda kendilerini bu derece rahat hissediyorlar. O yüzden de kurdukları işkence mekanizması insan değirmeni gibi çalışıyor.
Mısır'da 13 yaşındaki Muhammed Memduh işkence veya polis şiddeti sebebiyle 2007'nin başından buyana hayatını kaybeden on altıncı kişiydi. Bu sayı Mısır İnsan Hakları Kurumu'nun hazırladığı işkence raporunda geçiyor. Demek ki toplumu artık sorgu işkencesini ve polis şiddetini kabullenmeye zorlayan çağdaş Firavun rejiminin sorgulamalarında ayda ortalama iki kişi hayatını kaybediyordu. Sakatlananların, psikolojik sorunlara maruz kalanların ise istatistiği çıkarılmamış.
Mısır'daki çağdaş Firavun rejiminin işkence uygulaması kadın erkek ayrımı yapmıyor. Dolayısıyla tutuklanan kadınlar ve genç kızlar da son derece iğrenç, insanlık dışı işkencelere maruz kalıyorlar. Kadın için işkence sadece bir bedensel eziyet değil aynı zamanda kadınlık haysiyetinin hedef alındığı ve manevi eziyet yönü daha baskın bir uygulamadır. Örneğin bir kadının ellerini bacaklarının arkasından bağlayıp yumak yaparak işkence direğine astıkları ve bu şekilde arkadan vurdukları zaman çekeceği manevi eziyetin organlarının duyacağı acıdan fazla olacağını tahmin edersiniz. Yine küfür ve hakaretten kadının duyacağı manevi eziyet erkeğinkinden fazladır. Küfür ve hakaret ise Mısır'daki işkence uzmanlarının en çok başvurdukları metottur.
Mısır, işgalci Siyonist devlet gibi işkenceyi yasallaştırmamış ama bu ülkede de ilginç bir uygulama var: Devletin savcısı dışında hiç kimse işkence iddialarından dolayı polis veya hükümet yetkilileri aleyhine dava açamıyor. Yani bir adamın çocuğu işkenceyle öldürülmüş olsa bile gidip kendi adına dava açma, oğlunun öldürülmesi hakkında soruşturma açılması talebinde bulunma hakkı yok. Bunu ancak savcıdan rica edebiliyor ve savcı devlet adına yetkisini kullanarak isterse dava açıyor. Ama çoğu zaman bu yetkisini kullanmıyor. Daha önce de vurguladığımız üzere 13 yaşındaki Muhammed'in işkence yüzünden hayatını kaybetmesi uluslar arası kuruluşların raporlarına da yansıyınca mızrak çuvala sığmadığı için el-Mansura savcılığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı. Muhammed 2007'nin başından buyana işkence yüzünden hayatlarını kaybedenler içinde çocuk yaşta olanların ilkiydi. Biraz da o yüzden bu kez mızrak çuvala sığmadı. Eğer Mısır'daki çağdaş Firavun rejimi bu olayı da çuvala sığdırabilseydi belki dünyada kimsenin bu ülkede 2007'nin başından beri 16 kişinin işkence sebebiyle hayatını kaybettiğinden haberi bile olmayacaktı.
İlginç bir husus da Mısır'ın BM'nin işkenceyle mücadele anlaşmasına imza atan ülkeler arasında yer alması. İşte bu tür anlaşmalara imza atılması da sahtekâr, dayatmacı rejimlerin ikiyüzlülüğünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Mısır rejimi ikiyüzlü olduğundan söz konusu anlaşmayı onaylamasına rağmen inceleme ve araştırma yapılmasına izin verilmesine imkân sağlayan protokolü imzalamıyor. Bu protokole imza atılması devletlerin tercihlerine bırakılmış. Böyle bir tercih hakkı ise işkence konusunda çifte standartçı, ikiyüzlü olunmasını kolaylaştırıyor.
Küçük Muhammed 2007'nin başından itibaren Mısır'da işkence maktullerinin on altıncısı olduğu gibi el-Mansura bölgesinde Ağustos 2007'nin başından itibaren bu yüzden hayatını kaybeden ikinci kişiydi. Ondan önce de Ahmed Abdullah es-Saidi sorgulama esnasında Muhammed Muavvid adlı bir subay tarafından ölünceye kadar dövülmüştü. Böylesine vahşi bir uygulamayla hayatına son verilen Ahmed Abdullah ise 37 yaşındaydı ve geride yetim çocukları kaldı. Üstelik ne gibi bir suçlamadan dolayı kendisine böylesine işkence yapıldığı hakkında tatmin edici bir bilgilendirme yapılmadı. Şimdi ailesi Hüsni Mübarek'e bu vahşi cinayet hakkında soruşturma başlatılması için çağrıda bulunuyor. Oysa baş işkenceci çağdaş Firavun rejiminin başındaki Hüsni Mübarek'tir.
DAHA FAZLA BILGI İÇİN yazar Ahmet Varol un wep sıtesini
http://www.vahdet.com.tr//