Bekir kardeşim öncelikle böyle bir konu açtığınız için teşekkür ederim İnsanın hem kendisine hemde etrafındakilere sorması gereken bir soru olmalı bu.
Bu konu ile alakalı bulduğum ve bize yol göstereceğine inandığım bir kaç ayeti aşağıda veriyorum dizilişine dikkat edilirse soru için güzel bir cevap olacak sanıyorum.
Allah CC engüzel biçinde yarattığı insanın, ziyan içinde olduğundan bahsediyor ve bu ziyanın temel yapısının emanetçisi olduğu şeylerin çokluğu ile övünmesindn kaynaklandığını açıklayıp bunun bir tutku haline geldiğini bildirmiş ve doğru olanın ne olduğunu beyan etmiş inşaallah hep beraber istifade edeceğiz.
Tin suresi ayet 4
Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
Allah (c.c) yaratılmışlar içerisinde insanoğlunu en güzel kıvamda yaratmıştır. Bu kıvamı fiziki olarak kabul ederseniz; Allah insanı fiziki olarak en güzel şekilde yaratmıştır. Kıvamı kabiliyet olarak kabul ederseniz; Allah insanı bütün yaratılmışların içerisinde en kabiliyetli yaratmıştır.
Eğer elinizde olsaydı, gözlerinizi yerinden çıkarıp vücudunuzun neresine koyarsanız daha iyi görürdü ve daha güzel olurdu? düşünün.!!!
Allah'ın bu ayet-i kerimesi Hz. Ali'yi coşturuyor. Hz. Ali (r.a) insanı tarif ederken şöyle diyor;
"Devan kendindedir, ilacın kendindedir, hastalığın da kendindedir. Sen kendini küçücük bir şey zannedersin ama bütün bir kainat sen de toplanmıştır."
Asr suresi ayet 2
Gerçekten insan, ziyan içindedir.
her insan, bütün beşer türü her asırda ve her zamanda ve özellikle son asırda bulunan insanlar, gelecekteki istisna edilenler hariç hepsi, mutlak bir zarar içindedir. Küfür ve küfran gibi husr ve hüsran, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, nihayet if l as ile hasret ve ümitsizlik içine düşmektir. "Tenvin" de büyükleme ve türlendirme içindir. Yani büyük bir ziyan veya bir çeşit ziyan içinde boğulmaktır. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat harcanılıp giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Eğer o nefesler, insanın her istediği zaman, istediği gibi yapacak şekilde kendisinin olsaydı, kendi yapısı ve icadı bulunsaydı o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi harcamakta hiçbir zarara düşmezdi. Fakat o insanın kendi mülkü değil, yaratan Halık Teâlâ'nın mülkü olup, onun adına güzel tasarruf ederek kârından istifade etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş emanet sermaye kabilindendir. İnsanın bütün istifadesi, onun harcama ve a lışverişinden hasıl olacak kâra bağlıdır. Onun için "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 53/39) ve "Herkes kendi kazancına bağlıdır." (Tûr, 52/21). Bu şekilde insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra, hesap günü kendisine kala c ak olan kâra göre kendisini kurtaracak ve o oranda nimetlenmiş olacak veya açığına göre sorumlu ve iflas etmiş olarak zarar ve azapta kalacaktır. Tartının ağır veya hafif basmasının sonucu da budur. O halde zamanın acı veya tatlı olaylarla akışı içinde he r harcanan nefeste bir zarar vardır ki, onu ancak karşılığında Allah için yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeyebilecektir. Ömürden her geçen saat, her harcanan nefes, ya bir işe harcanır, ya boşuna geçer. Boşuna geçtiyse elbette bir zarardır. Bir i ş e harcandıysa, o iş ya hayır ve güzel olanbir itaattir veya şer ve fesat olan bir günahtır. Veya ne o, ne o; ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise, bir eseri kalmamak itibarıyla boşuna geçmiş gibidir. Bir şer ise kesin bir zarardır. Eğer itaat ise onu veya diğer birini ondan daha güzel bir şekilde yapmak da mümkündür. Çünkü Allah Teâlâ'ya tevazu ve baş eğme mertebeleri sayısızdır. Çünkü Allah Teâlâ'nın kahr ve yücelik mertebeleri ve mutlak güzellik tecellileri sonsuzdur. Onun için insanın Allah' a ilmi ne kadar çok olursa korku ve sevgisi de o nisbette çok, tâat ve amelde Allah'ı yüceltmesi, o nisbette daha tamam ve daha mükemmel olur. O halde her nefeste daha güzelini yapamayıp da düşüğüyle kalmakta kârdan da olsa yine bir tür ziyan vardır. Bu itibarla insan her an bir tür
ziyandan uzak değildir, demek olur. Bununla beraber bunlara asrın, zamanın akışı içinde her yönden hücum etmekte olan engelleri, baskı yapan diğer büyük olayları da katarak düşünülürse, insanın her an nasıl bir tehlike ve ziyan içinde bulunduğu açıkça anlaşılır. Her an nimet ve refah içinde bulunduğu kabul edilse bile, her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın bir zarar içinde bulunduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Zira her geçen nefes bir ölümdür. Bundan dolayı Razî der ki: "Bu âyet insanda ziyan ve sıkıntının asıl olduğuna delalet eder." Bunun açıklaması şudur: İnsanın gerçek saadeti, ahireti sevmek, dünyanın acı ve tatlısına iltifat etmemektedir. Bununla beraber ahirete çağıran vesileler ise açıktır ki o beş duyu, şe h vet ve kızmadır. Onun için halkın pekçoğu dünya sevgisi ile meşgul ve onu talebde boğulmuştur. Bundan dolayı zarar ve helaktedirler.
Tekasür suresi ayet l
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi.
"Elhakum lehu"nun asıl manası "gaflet"tir. Ama Arapça'da bu kelime, "her şeyden ilgiyi kesen meşgale" anlamında kullanılır. Bu maddede "kelimesi kullanıldığında anlamı, "bir lehu (meşgale) seni o kadar "Elhakum" cezbetmiştir ki, gözünde hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. O, senin üzerine musallat olmuştur. Gece gündüz onunla meşgul olarak herşeyden gafil olmuşsunuz."
"Ettekasür", "kesret"tendir. Onun üç anlamı vardır. Birincisi, insanın en fazla "kesret" elde etmek için çalışmasıdır. İkincisi, insanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbirlerinin üzerine çıkmaya çaba göstermesidir. Üçüncüsü, insanların birbirlerine karşı kibirli davranmalarının bolluk dolayısıyla olmasıdır.
Dolayısıyla, "elhakumu't tekâsur"un manası, tekâsur size o kadar çekici gelmiştir ki, ondan daha önemli şeylerden gafil olmuşsunuz. Bu cümlede, tekâsur ile ne kastedildiği açıklanmamıştır. "Elhakum" da hangi şeyden gafil olduğu izah edilmemiştir. "Elhakum" (sizi gafil etmiştir.) sözünün muhatabının kim olduğu belirtilmemiştir. Bunu tasrih etmemesinden dolayı bu kelimelerin ıtlakı çok geniş anlamlara, eğlence ve lezzet vasıtalarına, kuvvet vesilelerine, iktidar sağlama çabasına, ve onu elde etmek için yarışmalarına, elde edince de birbirlerine kibirli davranmalarına şamildir. Aynı zamanda "elhakum"un muhatabları da sınırlı değildir. Her devirde insanlar fert veya toplum olarak da olabilir. "Elhakumu't tekâsur"un insanları bu kadar cezbederek hangi şeyden gafil ettiği tasrih edilmemiştir. Bu nedenle anlamı çok geniştir. Yani bu tekâsur insanlara o kadar musallat olmuştur ki, onlar, daha önemli şeylerden gafil olmuşlardır. Onlar, hayat seviyeleri yükselsin diye kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, insanî seviyelerini düşürmeyi bile göze almışlardır. Çok fazla servet elde etmek isterken bunun hangi yolla olacağına aldırmazlar. Onlar refah, cismanî lezzetler ve çok fazla imkanlar elde etmek isterler. Ancak sonunun ne olacağını düşünmeden bu isteklere tutulmuşlardır. Onlar, çok fazla güç, en büyük askerî kuvvet ve en gelişmiş silahları elde etmek isterler. Bu yolda birbirleriyle yarış içindedirler. Fakat onlar, bütün bunların, Allah'ın arzında zulüm yapmak ve insanlığın felaketini hazırlamak anlamına geldiğini düşünemezler. Kısaca "tekâsur", insanları ve milletleri içine çeken sayısız şekillerdedir. Artık dünyadan, ondan faydalanmaktan ve dünyevî lezzetlerden başka bir şey düşünmeye meydan kalmamıştır.
Asr suresi ayet 3
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.
İşte ancak böyle iman, güzel ameller, hakkı tavsiyeler, sabrı tavsiyeler ile, bu dört vasıf ile vasıflanan kimseler ziyanda değil, müstesnadırlar. Bu müstesnalardan başkası mutlak bir ziyandadırlar. Bunun dördü de Hakk'a tam imanın belirtisi demektir. Hak, gerçekte sabit ve tahakkuk edici olduğu ve imanın hükmü de inanılana tabi bulunduğu için Hakk'a iman hiçbir zaman yanlış çıkmayacak ve bütün mekan ve zamanın üstünde Hak, hayat ile yaşayacak olan ebedî bir nimet ve saadet olduğundan, dünyada o Hakk'a tam imanın bir tezahüründen ibaret olup da onun yolunda güzel işlere sarfedilmiş bulunan bir hayat, bir ömür, hiçbir zaman boşa gitmez, hüsrana düşmez. Böyle bir imana erişmeyen nefisler de ziyandan kurtulmaz. Hiç imanı olmayanların kurtulamayacağı açık olduğu gibi, batıla iman etmiş olanların da imanın meyvesi olan amelleri, o bâtılın bâtıllığıyla yok olup gideceği de şüphesizdir. Fakat bu âyet şunu gerektiriyor ki, Hakk'a iman etmekle beraber güzel işler yapmayan, Hakk'ı ve sabrı tavsiye etmeyen kimseler de bir çeşit ziyandan hariç kalmamış olurlar. Demek olur ki, iman olunca amelsizlik ziyan etmez diyen Mürcie mezhebi sahiplerinin görüşleri doğru değ i ldir. Doğrusu Sünnet Ehli'nin dedikleri gibi imanı olup da, imanına göre amel etmeyen fasıklar, asiler için de bir çeşit ziyan vardır. Zira ebedî olmamakla beraber mümin isyankarlar için de cehennem vardır. İman en sonunda onları da kurtarırsa da, kötülü k leri iyiliklerinden ağır gelen müminler de günahları temizleninceye kadar cehennem azabı olan hüsranı göreceklerdir.
Başta beyan olunduğu üzere bu sûrenin geniş bir şekilde açıklanması bütün Kur'ân demek olduğundan, daha ne kadar açıklaması yapılsa tükenmez. Taberânî "Evsat"da ve Beyhakî "Şuab"da Ebu Huzeyfe'den -ki sohbeti vardır- şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. "Resulullah'ın ashabından iki kişi birbiriyle karşılaştıklarında biri diğerine Ve'l-Asrı Sûresi'ni okumadan, sonra da biri diğerine se l am vermeden ayrılmazlardı."
Bizlerin de asrımızın gidişini ve ömürlerimizin geçişini anlayıp düşünerek
birbirlerimize Hak ve sabır tavsiye etmeye ve Hak Teâlâ'ya tam iman ile güzel amellere başarı dilemeye ihtiyacımız ne kadar çok! Ne kadar çok! Buna karşılık böyle Hak ve hayır tavsiye eden müstesna kişilerle alay ederek, onları türlü türlü ayıplayıp çirkin bulanların da hesabı yok.