(ÂLİ IMRÂN 180)
Diyanet Açıklamalı: Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Elmalılı : Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler sakın onu kendilerine hayırlı sanmasınlar. Hayır, o, onlar için bir şerdir. Kıyamet gününde o kıskandıkları mal, boyunlarına tomruk edilecek. Kaldı ki, göklerin ve yerin mirası hep Allah'ındır ve Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Göklerin ve yerin mirası yani selef (geçmiş)den halef (yerine geçen)e intikal edegelen mal ve diğerleri gibi gökler ve yerle ilgili miraslar yalnız Allah'ındır. Tek başına onun mülküdür. Bunlara miras yoluyla sahip olanların, gerçek mülkleri yoktur, o geçici, iğreti bir şeydir. Hepsi yok olur. Ancak gerçek sahip olan Allah'ın mülkü kalır. Şu halde bunları Allah'dan kıskanıp da Allah yolunda sarfetmek hususunda cimrilik edenler bunu düşünmeli ve ne büyük günah yaptıklarını anlamalıdırlar. Semâvî (göklere ait) miras, nübüvvet (peygamberlik), ilim... gibi yüksektir. Bundan şu anlaşılır ki, önce miras ilâhî bir kanundur. İkinci olarak "Allah'ın onlara lütfundan verdiği" yalnız mallara tahsis edilmiş değildir. Bir de burada bu süreyi takip edecek olan Nisâ Sûresi'nde gelecek miras âyetlerine bir çeşit hazırlık vardır.
(HADÎD 10)
Diyanet Açıklamalı: Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.
Elmalılı : Ne diye Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ıdır (hepsi O'na kalacaktır). Fetihten önce harcayıp çarpışanlarınız diğerleriyle bir olmaz; onların derecesi sonradan harcayıp çarpışanlardan daha büyüktür! Bununla beraber Allah hepsine en güzeli va'd buyurdu. Allah her ne yaparsanız haberdardır!
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]8-9-10. Halbuki Allah sizden kesin söz almıştı. fiilinin zamiri, hem Allah'a hem de Resulü'ne ait olabilir. Allah'a ait olduğu düşünülürse o zaman buradaki misâktan maksat, yaratılış sözü olan "Evet Rabbimizsin dediler". mîsakıdır ki, delil getirme ve düşünceye yerleştirme şeklinde de yorumlanmıştır. Resulullah (s.a.v)'a ait olduğu kabul edilirse bu duruma göre de ona yapılan biât anlamına alınabilir. Zira Ubâde b. Sâmit (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Sahabiler Hz. Peygamber'e, canlılık ve gevşeklik halinde işitip itaat etme, zorluk ve kolaylık durumunda nafaka verme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve kınayanın kınamasından korkmayarak Allah Teâlâ ile ilgili söz söyleme konusunda biât etmişlerdi. "Fetihten önce" Burada fetihten kasıt, Mekke'nin fethi, yahut hakkında Fetih Sûresi'nin indiği Hudeybiye'dir Bu ibareden de, onuncu âyetin Medine'de nazil olduğu anlaşılır. Müfessir el-Vâhidî'nin rivâyetine göre bu âyet, Ebû Bekr (r.a.) hakkında indirilmiştir. Bununla beraber "Sebebin hususî olması, hükmün genel olmasına engel teşkil etmez." kaidesinden hareketle Mekke'nin fethedilmesinden veya Hudeybiye'den evvel infakda bulunan ve savaşan Muhacir ve Ensarı da içerisine almaktadır. Bu yüzdendir ki çoğul sıgasıyla "Onlar, (derece itibarıyla) daha büyüktür." buyurulmuştur. Ahmed b. Hanbel'in Enes (r.a.)den yaptığı bir rivâyete göre Hâlid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında şöyle bir konuşma geçmişti. Hâlid, Abdurrahmân'a: "Siz, bizden önce yaşamış olduğunuz günlerle önümüze geçmek istiyorsunuz." demişti. Bu söz Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaştığında buyurdu ki: "Ashabımı benim için bırakın, nefsim kudret elinde bulunan O yüce zât'a yemin ederim ki, siz dağlar kadar altın infak etseniz, yine de onların amellerine yetişemezsiniz." Görüldüğü gibi bu hadis, ile işaret olunanların Hudeybiye'den önce infak edenler olduğunu kuvvetlendirmektedir. Çünkü, Hâlid b. Velid'in müslüman olması hadisesi, Hudeybiye'den sonra, Mekke'nin fethinden önce idi. Şu halde fetihten maksat, Hudeybiye demektir. Ancak Zemahşerî gibi bir çok âlim, onu Mekke'nin fethi olarak kabul etmişlerdir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hüsnâ, birçok kere geçtiği gibi, en güzel mükafat, yani cennet anlamını ifade etmektedir.[/FONT]
İNFÂK
Nafaka verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama. Bir terim olarak; gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlama, demektir. Zarûrî ihtiyaç ve maişet için sarfolunacak paraya ve azık çeşidine "nafaka" denir. Bir kimsenin kanunen geçindirmek zorunda bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylık da bu adı alır.
İslâm hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır. Zekât gibi miktarı belirli yardımlaşma hükümleri gelmeden önce, Ashâb-ı kiram yoksullar için ne kadar harcayacaklarını bilmiyorlardı.
Muaz b. Cebel ile Sa'lebe Hz. Peygamber'e "Kölelerimiz ve hısımlarımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda harcayalım" diye, şu ayet inmişti: "Ey Muhammed! Sana, hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyacınızdan artanı verin"(el-Bakara, 2/219). Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri, bu ayete göre, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı (ez-Zebîdî, Tecridî Sarîh, Terc. K Miras, Ankara 1978, XI, 371).
Kur'an-ı Kerîm'in pek çok âyetinde, varlıklı müminlere "Allah yolunda infak" emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür.
"Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekât ve sadaka verin)" (el-Bakara, 2/267);
"Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir kortu yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır" (el-Bakara, 2/274);
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir,. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyle bilendir" (el-Bakara, 2/261).
Bakara Suresi'nin ilk ayetlerinde takvâ sahiplerinin vasıfları sayılırken, "Allah yolunda harcayanlar"; gayba inanan ve namaz kılandan sonra üçüncü sırada zikredilir (bk. el-Bakara, 2/3; Âlu İmrân, 3/134).
Allah yolunda yapılan harcamanın, malın sevilen çeşidinden yapılması, kişiyi "birr" derecesine ulaştırır. Ayette şöyle buyurulur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar Cennete ve iyiliğin en güzeline (birr) eremezsiniz" (Âlu İmrân, 3/92). Bu ayet inince, Ebû Talha (r.a) en çok sevdiği malı olan "Bırhâ" bahçesini Allah yolunda tasadduk etmek istemiş, Hz. Peygamber'in; "yakın hısımlarına ve amcasının oğullarına vermesi" tavsiyesine uyarak böyle yapmıştır (Buhârî, Zekât, 44, Vesâyâ, 17, 26; Müslim Zekât, 43; Ahmed b. Hanbel, III, 141, 256). Hz. Ömer Hayber'den hissesine düşen değerli ganimet toprağını vakfetmiştir (İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsir, Beyrut 1981, I, 299).
Zeyd b. Hârise (r.a) "Seyl" adındaki ünlü atını tasadduk etmesini Hz. Peygamber'den istemiş, O da atı Usâme b. Zeyd (r.a)'e vermiştir. Hasan el-Basrî şöyle der: "Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için sadaka olarak verirse bu ayetteki "birr"e mazhar olmuş olur". Ömer b. Abdülaziz, yoksullara bol miktarda şeker dağıtır ve sebebini soranlara da şu cevabı verirdi: Çünkü ben en çok şekeri severim.
İnfakın en fazîletlisi ve en önde geleni kişinin muhtaç durumda bulunan hısımlarına yaptığı harcamalardır. Ayette şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet ve miras gibi bazı konularda) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler, mallarından onların geçimini sağlamaktadırlar" (en-Nisâ, 4/34). Âile fertlerine yapılacak harcama sadaka hükmündedir. Hadiste şöyle buyurulur:"Bir müslüman, aile fertlerinin geçimini, Allah'ın rızasını umarak sağlasa bu, kendisi için sadaka olur".
Hadiste zikredilen aile fertlerine (ehl); karısı, çocukları, nafakası kendisine gerekli olan erkek ve kız kardeşleri ile amcası ve amcasının çocukları, evinde beslediği yabancı yoksul çocuklar dahildir. Bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmesi, onun üzerine vaciptir. Eğer bu masrafları yaparken Allah rızasını kazanmayı kastederse, sürekli sadaka ecri alır. Ancak bu konuda Allah rızasını kasdetmezse, üzerinden borç düşer, fakat ayrıca bir ecir alamaz (bk. ez-Zebîdî, a.g.e, IV, 411-417, XI, 372, 373). Buna, Sa'd b. Ebî Vakkas'ın naklettiği şu hadis de delâlet eder:
Veda Haccı yılı Mekke'de hastalanan Sa'd b. Ebî Vakkas tek varisi olan kızına çok servet kalacağını düşünerek servetinin üçte ikisini vasiyet yoluyla başkasına bırakmak ister. Hz. Peygamber razı olmaz. Yarısını bırakmak ister. Resulullah (s.a.s), "üçte birini vasiyet etmesi" ne müsaade eder ve şöyle buyurur:
"Ey Sa'd! Senin mirasçılarını zengin bırakman, onları yoksul ve başkalarına avuç açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır. Sen, Allah rızası için harcadığın nafakadan dolayı ecir alırsın. Hatta, yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmadan ötürü de ecir alırsın" (Buhârî, Merdâ, 16; Mâlik, Muvatta', Vasiyye, 4). Ancak Sa'd, bu hastalığından iyileşip uzun bir müddet daha yaşamış ve bu kızından başka çocukları olmuştur.
Buna göre, bir kimse, malının üçte birine kadar olan kısmını vasiyet yoluyla Allah yolunda harcayabilir. Servetin üçte ikisi mirasçıların korunmuş hissesidir. Ancak, mirasçılara vasiyetle mal bırakılması hadisle yasaklanmıştır. Çünkü mirasçılara Allahu Teâlâ belirli miras hisseleri tahsis etmiştir (bk. en-Nisâ, 4/11, 12, 176; el-Enfâl, 8/75).
Zorunlu nafaka ikiye ayrılır:
1. Kişinin gücü yettiği zaman kendisi için gerekli olan nafaka. Bu, başkalarına yapılacak yardım ve Allah yolunda harcamadan önde gelir. Çünkü kişinin yaşamını sürdürmesi ve başkalarına olan infak görevini yerine getirebilmesi buna bağlıdır. Hz. Peygamber; "İnfaka önce kendinden, sonra nafakası senin üzerine vacip olan kimselerden başla!" (Buhâr;, Zekât" 18, Nafakât, 3; Müslim, Zekât, 41; Tirmizî, Zekât, 38, Zühd, 32; Nesaî, Zekât, 51, 53, 60) buyurur.
2. Müminin başkalarına olan infakı. Başkasına infakın farz olmasının üç sebebi vardır: Evlilik, hısımlık ve mülk.
Evlilikte, koca eşinin yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını karşılamak zorundadır. Emsalinin evinde hizmetçi bulunuyorsa o da nafaka kapsamına girer (bk. el-Bakara, 2/233; et-Talâk, 65/6, 7; Buhârî, Nafakât, 1-4; Ebû Dâvud, Menâsik, 56; el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Mısır 1909-1910, IV, 40; Hamdi Döndüren, İslâm Hukuku, İstanbul, 1983, S. 294 vd.).
Eşler dışında, biri diğerine evlenme engeli teşkil edecek kadar yakın hısım (mahrem) olunca, bunlar arasında nafaka cereyan eder. Anne, baba, dede, nine, çocuk ve torunlar, kardeşler, hala, amca, dayı ve teyze bunlar arasında sayılabilir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin" (en-Nisâ, 4/36)."O halde, akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver" (er-Rûm, 30/38).
Hz. Peygamber, iyilik yapmaya en lâyık kimin olduğunu soran bir sahabeye şöyle cevap vermiştir: "Annen, sonra, yine annen, sonra yine annen. Sonra, baban. Sonra en yakınından başlayarak uzağa doğru diğer hısımların" (eş-Şevkânî, Neylü'l Evtâr, VI, 327).
Hanefîler bu ayet ve hadislerdeki "hısımlar"ı, "mahrem hısımlar" şeklinde sınırladılar. Çünkü; "Babanın yükümlülükleri aynen mirasçıya da geçer" (el-Bakara, 2/233) ayeti, Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652) kırâatinde "Babanın yükümlülükleri aynen mahrem hısımlardan olan mirasçıya geçer" şeklinde rivayet edilmiştir.
İslâm hukukçuları eş ve diğer hısımların nafakasının; yiyecek, katık ve giyeceğin belde örfüne göre ve yükümlünün durumu dikkate alınarak "yetecek ölçüde" olması gerektiği konusunda görüş birliği hâlindedir.
Çünkü nafaka ihtiyaç sebebiyle vacip olmuştur. İhtiyaçlar da yeterli ölçüdeki (kifaye miktarı) şeylerle giderilebilir. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Sufyan'ın karısı Hind'e; "Kocanın malından, örfe göre sana ve çocuklarına yetecek kadar al" (Buhârî, Buyû', 95; Nesaî, Kudât, 31; İbn Mâce, Ticârât, 65; Dârimî, Nikâh, 45) buyurmuştur. Burada onun ve çocuklarının nafakası kifaye miktarında belirlenmiştir. Diğer hısımların da buna kıyas yapılarak aynı ölçüde olması gerekir. Eş veya diğer hısım hizmetçiye muhtaçsa, nafaka kapsamına o da girer. Felçli durumdaki yoksul anne veya babanın bir hizmetçiye baktırılması gibi.
Diyanet Açıklamalı: Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Elmalılı : Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler sakın onu kendilerine hayırlı sanmasınlar. Hayır, o, onlar için bir şerdir. Kıyamet gününde o kıskandıkları mal, boyunlarına tomruk edilecek. Kaldı ki, göklerin ve yerin mirası hep Allah'ındır ve Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Göklerin ve yerin mirası yani selef (geçmiş)den halef (yerine geçen)e intikal edegelen mal ve diğerleri gibi gökler ve yerle ilgili miraslar yalnız Allah'ındır. Tek başına onun mülküdür. Bunlara miras yoluyla sahip olanların, gerçek mülkleri yoktur, o geçici, iğreti bir şeydir. Hepsi yok olur. Ancak gerçek sahip olan Allah'ın mülkü kalır. Şu halde bunları Allah'dan kıskanıp da Allah yolunda sarfetmek hususunda cimrilik edenler bunu düşünmeli ve ne büyük günah yaptıklarını anlamalıdırlar. Semâvî (göklere ait) miras, nübüvvet (peygamberlik), ilim... gibi yüksektir. Bundan şu anlaşılır ki, önce miras ilâhî bir kanundur. İkinci olarak "Allah'ın onlara lütfundan verdiği" yalnız mallara tahsis edilmiş değildir. Bir de burada bu süreyi takip edecek olan Nisâ Sûresi'nde gelecek miras âyetlerine bir çeşit hazırlık vardır.
(HADÎD 10)
Diyanet Açıklamalı: Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.
Elmalılı : Ne diye Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ıdır (hepsi O'na kalacaktır). Fetihten önce harcayıp çarpışanlarınız diğerleriyle bir olmaz; onların derecesi sonradan harcayıp çarpışanlardan daha büyüktür! Bununla beraber Allah hepsine en güzeli va'd buyurdu. Allah her ne yaparsanız haberdardır!
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]8-9-10. Halbuki Allah sizden kesin söz almıştı. fiilinin zamiri, hem Allah'a hem de Resulü'ne ait olabilir. Allah'a ait olduğu düşünülürse o zaman buradaki misâktan maksat, yaratılış sözü olan "Evet Rabbimizsin dediler". mîsakıdır ki, delil getirme ve düşünceye yerleştirme şeklinde de yorumlanmıştır. Resulullah (s.a.v)'a ait olduğu kabul edilirse bu duruma göre de ona yapılan biât anlamına alınabilir. Zira Ubâde b. Sâmit (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Sahabiler Hz. Peygamber'e, canlılık ve gevşeklik halinde işitip itaat etme, zorluk ve kolaylık durumunda nafaka verme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve kınayanın kınamasından korkmayarak Allah Teâlâ ile ilgili söz söyleme konusunda biât etmişlerdi. "Fetihten önce" Burada fetihten kasıt, Mekke'nin fethi, yahut hakkında Fetih Sûresi'nin indiği Hudeybiye'dir Bu ibareden de, onuncu âyetin Medine'de nazil olduğu anlaşılır. Müfessir el-Vâhidî'nin rivâyetine göre bu âyet, Ebû Bekr (r.a.) hakkında indirilmiştir. Bununla beraber "Sebebin hususî olması, hükmün genel olmasına engel teşkil etmez." kaidesinden hareketle Mekke'nin fethedilmesinden veya Hudeybiye'den evvel infakda bulunan ve savaşan Muhacir ve Ensarı da içerisine almaktadır. Bu yüzdendir ki çoğul sıgasıyla "Onlar, (derece itibarıyla) daha büyüktür." buyurulmuştur. Ahmed b. Hanbel'in Enes (r.a.)den yaptığı bir rivâyete göre Hâlid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında şöyle bir konuşma geçmişti. Hâlid, Abdurrahmân'a: "Siz, bizden önce yaşamış olduğunuz günlerle önümüze geçmek istiyorsunuz." demişti. Bu söz Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaştığında buyurdu ki: "Ashabımı benim için bırakın, nefsim kudret elinde bulunan O yüce zât'a yemin ederim ki, siz dağlar kadar altın infak etseniz, yine de onların amellerine yetişemezsiniz." Görüldüğü gibi bu hadis, ile işaret olunanların Hudeybiye'den önce infak edenler olduğunu kuvvetlendirmektedir. Çünkü, Hâlid b. Velid'in müslüman olması hadisesi, Hudeybiye'den sonra, Mekke'nin fethinden önce idi. Şu halde fetihten maksat, Hudeybiye demektir. Ancak Zemahşerî gibi bir çok âlim, onu Mekke'nin fethi olarak kabul etmişlerdir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hüsnâ, birçok kere geçtiği gibi, en güzel mükafat, yani cennet anlamını ifade etmektedir.[/FONT]
İNFÂK
Nafaka verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama. Bir terim olarak; gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlama, demektir. Zarûrî ihtiyaç ve maişet için sarfolunacak paraya ve azık çeşidine "nafaka" denir. Bir kimsenin kanunen geçindirmek zorunda bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylık da bu adı alır.
İslâm hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır. Zekât gibi miktarı belirli yardımlaşma hükümleri gelmeden önce, Ashâb-ı kiram yoksullar için ne kadar harcayacaklarını bilmiyorlardı.
Muaz b. Cebel ile Sa'lebe Hz. Peygamber'e "Kölelerimiz ve hısımlarımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda harcayalım" diye, şu ayet inmişti: "Ey Muhammed! Sana, hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyacınızdan artanı verin"(el-Bakara, 2/219). Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri, bu ayete göre, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı (ez-Zebîdî, Tecridî Sarîh, Terc. K Miras, Ankara 1978, XI, 371).
Kur'an-ı Kerîm'in pek çok âyetinde, varlıklı müminlere "Allah yolunda infak" emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür.
"Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekât ve sadaka verin)" (el-Bakara, 2/267);
"Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir kortu yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır" (el-Bakara, 2/274);
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir,. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyle bilendir" (el-Bakara, 2/261).
Bakara Suresi'nin ilk ayetlerinde takvâ sahiplerinin vasıfları sayılırken, "Allah yolunda harcayanlar"; gayba inanan ve namaz kılandan sonra üçüncü sırada zikredilir (bk. el-Bakara, 2/3; Âlu İmrân, 3/134).
Allah yolunda yapılan harcamanın, malın sevilen çeşidinden yapılması, kişiyi "birr" derecesine ulaştırır. Ayette şöyle buyurulur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar Cennete ve iyiliğin en güzeline (birr) eremezsiniz" (Âlu İmrân, 3/92). Bu ayet inince, Ebû Talha (r.a) en çok sevdiği malı olan "Bırhâ" bahçesini Allah yolunda tasadduk etmek istemiş, Hz. Peygamber'in; "yakın hısımlarına ve amcasının oğullarına vermesi" tavsiyesine uyarak böyle yapmıştır (Buhârî, Zekât, 44, Vesâyâ, 17, 26; Müslim Zekât, 43; Ahmed b. Hanbel, III, 141, 256). Hz. Ömer Hayber'den hissesine düşen değerli ganimet toprağını vakfetmiştir (İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsir, Beyrut 1981, I, 299).
Zeyd b. Hârise (r.a) "Seyl" adındaki ünlü atını tasadduk etmesini Hz. Peygamber'den istemiş, O da atı Usâme b. Zeyd (r.a)'e vermiştir. Hasan el-Basrî şöyle der: "Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için sadaka olarak verirse bu ayetteki "birr"e mazhar olmuş olur". Ömer b. Abdülaziz, yoksullara bol miktarda şeker dağıtır ve sebebini soranlara da şu cevabı verirdi: Çünkü ben en çok şekeri severim.
İnfakın en fazîletlisi ve en önde geleni kişinin muhtaç durumda bulunan hısımlarına yaptığı harcamalardır. Ayette şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet ve miras gibi bazı konularda) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler, mallarından onların geçimini sağlamaktadırlar" (en-Nisâ, 4/34). Âile fertlerine yapılacak harcama sadaka hükmündedir. Hadiste şöyle buyurulur:"Bir müslüman, aile fertlerinin geçimini, Allah'ın rızasını umarak sağlasa bu, kendisi için sadaka olur".
Hadiste zikredilen aile fertlerine (ehl); karısı, çocukları, nafakası kendisine gerekli olan erkek ve kız kardeşleri ile amcası ve amcasının çocukları, evinde beslediği yabancı yoksul çocuklar dahildir. Bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmesi, onun üzerine vaciptir. Eğer bu masrafları yaparken Allah rızasını kazanmayı kastederse, sürekli sadaka ecri alır. Ancak bu konuda Allah rızasını kasdetmezse, üzerinden borç düşer, fakat ayrıca bir ecir alamaz (bk. ez-Zebîdî, a.g.e, IV, 411-417, XI, 372, 373). Buna, Sa'd b. Ebî Vakkas'ın naklettiği şu hadis de delâlet eder:
Veda Haccı yılı Mekke'de hastalanan Sa'd b. Ebî Vakkas tek varisi olan kızına çok servet kalacağını düşünerek servetinin üçte ikisini vasiyet yoluyla başkasına bırakmak ister. Hz. Peygamber razı olmaz. Yarısını bırakmak ister. Resulullah (s.a.s), "üçte birini vasiyet etmesi" ne müsaade eder ve şöyle buyurur:
"Ey Sa'd! Senin mirasçılarını zengin bırakman, onları yoksul ve başkalarına avuç açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır. Sen, Allah rızası için harcadığın nafakadan dolayı ecir alırsın. Hatta, yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmadan ötürü de ecir alırsın" (Buhârî, Merdâ, 16; Mâlik, Muvatta', Vasiyye, 4). Ancak Sa'd, bu hastalığından iyileşip uzun bir müddet daha yaşamış ve bu kızından başka çocukları olmuştur.
Buna göre, bir kimse, malının üçte birine kadar olan kısmını vasiyet yoluyla Allah yolunda harcayabilir. Servetin üçte ikisi mirasçıların korunmuş hissesidir. Ancak, mirasçılara vasiyetle mal bırakılması hadisle yasaklanmıştır. Çünkü mirasçılara Allahu Teâlâ belirli miras hisseleri tahsis etmiştir (bk. en-Nisâ, 4/11, 12, 176; el-Enfâl, 8/75).
Zorunlu nafaka ikiye ayrılır:
1. Kişinin gücü yettiği zaman kendisi için gerekli olan nafaka. Bu, başkalarına yapılacak yardım ve Allah yolunda harcamadan önde gelir. Çünkü kişinin yaşamını sürdürmesi ve başkalarına olan infak görevini yerine getirebilmesi buna bağlıdır. Hz. Peygamber; "İnfaka önce kendinden, sonra nafakası senin üzerine vacip olan kimselerden başla!" (Buhâr;, Zekât" 18, Nafakât, 3; Müslim, Zekât, 41; Tirmizî, Zekât, 38, Zühd, 32; Nesaî, Zekât, 51, 53, 60) buyurur.
2. Müminin başkalarına olan infakı. Başkasına infakın farz olmasının üç sebebi vardır: Evlilik, hısımlık ve mülk.
Evlilikte, koca eşinin yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını karşılamak zorundadır. Emsalinin evinde hizmetçi bulunuyorsa o da nafaka kapsamına girer (bk. el-Bakara, 2/233; et-Talâk, 65/6, 7; Buhârî, Nafakât, 1-4; Ebû Dâvud, Menâsik, 56; el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Mısır 1909-1910, IV, 40; Hamdi Döndüren, İslâm Hukuku, İstanbul, 1983, S. 294 vd.).
Eşler dışında, biri diğerine evlenme engeli teşkil edecek kadar yakın hısım (mahrem) olunca, bunlar arasında nafaka cereyan eder. Anne, baba, dede, nine, çocuk ve torunlar, kardeşler, hala, amca, dayı ve teyze bunlar arasında sayılabilir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin" (en-Nisâ, 4/36)."O halde, akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver" (er-Rûm, 30/38).
Hz. Peygamber, iyilik yapmaya en lâyık kimin olduğunu soran bir sahabeye şöyle cevap vermiştir: "Annen, sonra, yine annen, sonra yine annen. Sonra, baban. Sonra en yakınından başlayarak uzağa doğru diğer hısımların" (eş-Şevkânî, Neylü'l Evtâr, VI, 327).
Hanefîler bu ayet ve hadislerdeki "hısımlar"ı, "mahrem hısımlar" şeklinde sınırladılar. Çünkü; "Babanın yükümlülükleri aynen mirasçıya da geçer" (el-Bakara, 2/233) ayeti, Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652) kırâatinde "Babanın yükümlülükleri aynen mahrem hısımlardan olan mirasçıya geçer" şeklinde rivayet edilmiştir.
İslâm hukukçuları eş ve diğer hısımların nafakasının; yiyecek, katık ve giyeceğin belde örfüne göre ve yükümlünün durumu dikkate alınarak "yetecek ölçüde" olması gerektiği konusunda görüş birliği hâlindedir.
Çünkü nafaka ihtiyaç sebebiyle vacip olmuştur. İhtiyaçlar da yeterli ölçüdeki (kifaye miktarı) şeylerle giderilebilir. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Sufyan'ın karısı Hind'e; "Kocanın malından, örfe göre sana ve çocuklarına yetecek kadar al" (Buhârî, Buyû', 95; Nesaî, Kudât, 31; İbn Mâce, Ticârât, 65; Dârimî, Nikâh, 45) buyurmuştur. Burada onun ve çocuklarının nafakası kifaye miktarında belirlenmiştir. Diğer hısımların da buna kıyas yapılarak aynı ölçüde olması gerekir. Eş veya diğer hısım hizmetçiye muhtaçsa, nafaka kapsamına o da girer. Felçli durumdaki yoksul anne veya babanın bir hizmetçiye baktırılması gibi.