Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İman hakikatları

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
Önemine binaen iman hakikatlarına dönmek istiyorum. iman öyle bir cevherdir ki, maddenin de mananın da, dünyanın da ahiretin de temelidir, temel taşıdır; din binasının üssüdür, esasıdır. Keza, mâlum olduğu üzere, binanın sağlamlığı temelin sağlamlığına bağlı olduğu gibi, din hayatının, başka ifade ile, şer’î hayatın, tarikatın, tarikat hayatının sağlam yapıya sahip olması da iman nurunun ve iman cevherinin sağlam olmasına, sağlam yapıya sahip olmasına bağlıdır. Binaenaleyh, insanımızın, hele hele tarikat ehli insanımızın iman hakikatlarını çok iyi bilmesi, kaynaklara dayanması, ilmelyakinin de ötesinde ve üstünde aynelyakin ve hakkalyekin seviyesine çıkması şarttır ve esastır. Böyle bir seviyeye yükselmesi de İmam-ı Rabbani’nin de tekrar tekrar ifade ettiği gibi, Ehl-i Sünnet akaidini gereği gibi bilmesine ve o akideyi sarsılmaz bir şekilde sinesine sindirmesine bağlıdır.

Erbabınca bilinen bir keyfiyettir ki, akıde babında ,,İlmelyakin, aynelyakin ve hakkalyakin” olmak üzere tarikatın makamları vardır. ,,İlmelyakin” demek, hakkı olduğu gibi tasavvur etmek ve nefselemirde nasılsa onu öyle bilmek, demektir. ,,Aynelyakin” ise, hakkı ve hakikatı olduğu gibi görmek ve müşahade etmek, demektir. ,,Hakkalyakine” gelince hakta fani, onunla baki olmak, demektir. Yani hakkın varlığı karşısında erime ve yok olma, hakkın var etmesiyle de beka bulma ve ebedileşme demektir.

İşte bütün merhale ve mertebeleri geçe geçe hakkın beka sıfatiyle beka bulma hedefinin temelinde iman cevheri ve iman hakikatları yatmaktadır. Bu cevherde ve bu hakikatta en ufak ihmal ve en ufak boşluk, büyük sarsıntılar ve büyük çalkantılar meydana getirir, hareketin yavaşlamasına, vüsulün gecikmesine sebebiyet verir. Bu itibarla yine itikadî meselelere dönüyor ve Ehl-i Sünnet akaidini İmamı Azam’ın Fıkh-ı Ekber’inden özetlemek istiyorum:

,,Tevhid’in aslı ve sağlam itikad:

Herşeyden önce gelen bir hakikat vardır ki, oda insanın: ,,Ben Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberterine, ölümden sonra dirilmeye, kadere; yani hayır ve şerrin (Allah’ın irade ve dilemesine ve yaratmasına...) bağlı olduğuna; hesap ve mizanın, cennet ve cehennemin hak olduğuna inandım ve iman ettim,” demesidir.

Allahü Teala birdir. Ama bu birlik sayı yönünden değil, eşi ve benzeri olmama yönünden. Yani O’nun ne eşi vardır ne de benzeri!

Kur’an şöyle der:

,,De ki: Gerçek şu ki, Allah birdir. Allah Samed’dir; (yani herşey O’na muhtaçtır ama 0 hiçbir şeye muhtaç değildir...). 0, doğurmamıştır, doğurulmamıştır (yani O’nun ne babası vardır ne evladı).”

0 mahlukatından hiçbir şeye benzemediği gibi, mahlukatın da hiçbir şey O’na benzemez. 0; isimleriyle de zati sıfatlanyle de, fiili sıtatlariyle de ezeli ve ebedidir (varlığına ne bir ön tayin edilebilir ne de bir son!..). Zatî sıfatları: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi, basar, irade sıfatlarından ibarettir. Fiili sıfatlarına gelince: Yaratma, rızık verme, inşa (yapma), ibda (örneksiz icad etme), sun’ (sanatla, güzel bir şekilde yaratma) ve diğer fiili sıfatlarıdır.

İsimleriyle de sıfatlariyle de ezelî ve bedidir. Yani herhangi bir ismiyle ve herhangi bir sıfatiyle hadis değildir, sonradan olma değildir. Daima ilmiyle alimdir; ilim ezelde O’nun sıfatıdır. Kendi kudretiyle kadirdir; kudret ezelde O’nun sıfatıdır. Kendi kelamiyle mütekellimdir (konuşandır); kelam ezelde O’nun sıfatıdır. Yaratmasiyle yaratıcıdır; yaratma ezelde O’nun sıfatıdır. Kendi fiiliyle faildir; fiil (yani iş yapma) ezelde O’nun sıfatıdır. Fail (yapan) Allah’tır; fiil ezelde O’nun sıfatıdır; yapılan şey O’nun mahlukudur, Allah’ın fiili ise mahluk değildir. O’nun sıfatları ezelde vardır, mahluk değildir (yani sonradan olma değildir). Kim ki, Allah’ın sıfatları mahluktur veya muhdestir (yani sonradan olmadır) derse veya tevakkuf veyahut şekkederse o, Allah’ı inkar etmiştir.

Kur’an Allah’ın kelamıdır; mushaflarda yazılıdır, kalplerde hıfzedilmiştir, dillerde okunan, Peygamber (s.a.v.)’e inendir. Bizim Kur’an’ı okuyuşumuz, mahluktur, yazmamız mahluktur, okumamız mahluktur; Kur’an ise mahluk değildir.

Allah Teala Hazretleri’nin, Kur’an’da Hz. Musa’dan ve diğer peygamberlerden, Firavun ve İblis’ten hikaye olarak zikrettiği şeylerin küllüsü Allah kelamıdır ve aynı zamanda onlardan haber vermedir. Kelamullah ise mahluk değildir. Hz. Musa’nın ve diğerlerinin kelamı mahluktur; Kur’an Allahü Teala’nın kelam-ı kadimî’dir. Onların kelamları ise hadistir ve mahluktur.

Musa Aleyhisselam, Allahü Teala’nın kelamını işitmiştir. Nitekim Allahü Teala şöyle buyurur

,,Allah Musa ile konuştu...” Allahü Azimüşşan, Musa ile konuşmasından önce de kelam sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah, yaratmadan önce de ezelde yaratıcı idi. AIlah Musa’ya hitab ettiğinde, ezelde sıfatı o’an kelamı ile konuştu. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. 0, hakkıyle işiten ve hakkıyle bilendir.

Allahü Teala, Musa Aleyhisselam ile konuşurken ezeli olan kelamiyle konuşmuştur. Bütün sıfatları da böyledir. Mahlukatın sıfatları böyle değildir; onlar hep mahluktur. Allah bilir ama bizim bildiğimiz gibi değil, gücü yeter ama bizim kudretimiz gibi değil, görür ama bizim gördüğümüz gibi değil, işitir ama bizim işittiğimize benzemez, konuşur ama bizim konuşmamıza benzemez. Elhasıl bütün bu sıfatlar kendisine mahsustur; ezeli ve ebedidir...

Bizim konuşmamız (dil, dudak ve hava gibi) alet ve vasıtalara ve harflere dayanır. Allah’ın konuşması bizimki gibi değildir, aletsiz ve harfsizdir. Çünkü bunlar mahluktur, Allah’ın kelamı ise mahluk değildir. 0, bir şeydir ama eşya gibi değildir. Şey olmanın manası; O’nun varlığıdır, varlığının isbatıdır. 0, ne cisimdir, ne cevherdir ve ne de arazdır; varlığının bir haddi yoktur, sınırsızdır. Ne zıddı vardır ne de misli (O’nun varlığı da sıfatları da filleri de kendisine mahsustur...). O’nun, Kur’an’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’ın Kur’an’da zikrettiği el, yüz ve nefis gibi şeyler keyfıyetsiz sıfatlardır. O’nun eli ,,kudreti veya nimetidir” denilemez. Zira bu takdirde sıfat ibtal edilmiş olur. Bu Kaderiyye ve Mutezile’nin görüşüdür. O’nun elinin keyfiyyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyyetsiz sıfatlardan iki sıfatıdır.

Allahü Teala eşyayı yarattı ama herhangi bir şeyden değil (yani maddesi de sureti de hadistir, sonradandır, daha açığı ezelî değildir). Allah, eşyayı ezelde ulaşmadan da biliyordu. O’dur eşyayı takdir eden ve takdir ettiği gibi de kuvveden fiile çıkmasına da hükmeden, karar veren ve meydana getirendir. Dünyada ve ahirette bir şey meydana gelmiş ise, O’nun dilemesiyle, O’nun ilmiyle, O’nun kaza ve kaderiyle, Levh-i mahfuz’a yazmasiyle olur. Levh-i mahfuz’a yazması, hüküm olarak değil, vasıt olaraktır.

Kaza, kader ve meşiyyet O’nun ezelde keyfiyyetsiz sıfatlarıdır. Allah; mâdumu, ademi (yokluğu) halinde yok olarak bilir, onu icad ettiği zaman da nasıl icad edeceğini de bilir. Mevcudu da vücudu halinde var olarak bildiği gibi, fenaya gideceği, yok olacağı keyfiyeti de bilir; Allah, ayakta duranın ayakta durmuş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah’ın ilminde ne bir değişme ne de sonradan olma birşey hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf yaratılanlarda olur.

Allahü Teala insanları iman ve küfürden hali olarak yaratmış, sonra onlara hitab ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan; kendi fiiliyle hakkı inkar ve reddetmesi ve Allah’ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah’ın muvaffakiyetiyle ve yardımı ile iman etmiştir.

Allah, insanın neslini Adem’in sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, onlara hitab etmiş, iman emredip küfrü yasaklamıştır. Onlar da O’nun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu onların imanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında devam ve sebat etmiş olur.

Allah, kullarının hiçbirini iman veya küfre zorlamamış, onları mü’min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfür esnasında kâfir olarak bilir. 0 kimse daha sonra iman ederse, iman halinde mü’min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.

Kulların hareket ve sükun gibi, bütün filleri hakikaten kendi kesibleri (kazançları)dır. Onların yaratıcısı ise, Yüce Allah’tır. Onların hepsi Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kararı ile olur.

Taatların hepsi,Allah’ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacib kılınmıştır. Mâsiyyetlerin hepsi de Allah’ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber rızası ve emri ile değildir. Peygamberler (salât ve selam üzerlerine olsun!) büyük ve küçük günahlardan münezzehtirler. Küfür ve şirk gibi şeylerden beridirler. Ama kendilerinden bazı zelle ve hatalar sudur etmiştir. Muhammed Aleyhisselam, Allah’ın dostu, kulu ve Resulü’dür. Aynı zamanda Nebi’si, seçilmiş kuludur. 0, hiçbir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak kadar Allah’a ortak koşmamıştır. 0, küçük, büyük hiçbir günah işlememiştir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekri’sSıddık’tır, sonra Hz. Ömer, sonra Zinnureyn’dir, daha sonra Ali’yyülMürteza’dır (Allah hepsinden razı olsun!). Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hazreti Peygamber’in ashabının hepsini sadece hayırla anarız.

Bir müslümanı, helal saymaması şartiyle, büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir saymayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini kaldırmayız. Ona gerçek anlamda mü’min deriz. Bir mü’mine kâfir olmamakla beraber günahkâr ve fasık diyebiliriz. Mestler üzerinde meshetme sünnet’tir. Ramazan gecelerinde teravih namazı kılma da sünnet’tir. Mü’min’lerden her müttaki ve her facirin (fasıkın) arkasınd namaz kılmak caizdir.

Tekrar tekrar söylediğimiz gibi, müslüman, hele hele ehl-i tarık müslüman, itikadî meselelerini sağlam temele oturtmadıktan sonra yapacağı amel ve hayırlar kendisine fayda vermez. 0 halde müslüman, İslam’a girişin de esasını teşkil eden itikadî (imanî) meselelerini öğrenmede ve zaman zaman kontrol etmede son derece hassasiyet ve itina göstermelidir. Bir pilotun malzemesinde ve dikkatindeki ufak eksiklik, nasıl hayatına mal olacaksa; müslümanın da iman babındaki eksikliği ve dikkatsizliği hususiyle manevî hayatına mal olur.

Onun için tekrar itikadî mevzulara dönüyor, geçen yazıda bıraktığımız yerden başlıyoruz:

,,Biz, mü’mine günahlar zarar vermez diyemeyeceğimiz gibi, cehenneme götürmez de diyemeyiz. Dünyadan ayrılırken imanını muhafaza eden bir mü’mine fasık ismini verebilirsek de ebediyyen cehennemde kalacağını söyliyemeyiz. Mürcie Mezhebi’nin ,,iyiliklerimiz kabul görür, kötülüklerimiz bağışlanır” dedikleri gibi diyemeyiz. Ve fakat şunu söyleyebiliriz: Bir kimse şartlarına riayet ederek yaptığı iyi amelleri, kusurlarla fesada vermez, küfür ve irtidat gibi sebeplerle ibtal etmez ve nihayet mü’min olarak dünyadan göç ederse, Allah onun amelini zayi etmez, kabul edip ecrini ihsan eder. Keza; şirk ve küfrün dışında işlediği günahlardan tevbe etmeden ve mümin olarak ölürse, onun işi Allah’a kalmıştır. isterse günahı kadar ona azab eder, isterse hiç azab etmeden onu aftederek ateşe sokmaz.

Riya (gösteriş) herhangi bir amele girerse sevabını yok eder. Ucub (kendini beğenme) de böyledir. Ayet ve mucizeler peygamberler için kerametler de veliler için sabittir ve haktır. İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanları için sabit olan harikulade (olağanüstü) hallere ne mucize ne de keramet diyemeyiz. Bunlara ,,Hacat-ı Kaza” (ihtiyaçları yerine getirme) ismini veririz. Zira Allah (c.c.), zaman zaman bunların ihtiyaç ve arzularını yerine getirir. Ve çünkü Allahü Teala düşmanlarının isteklerini, onlara istidraç (azdıran ve felakete götüren bir yükseliş) olarak ve sonunda onları cezalandırmak için yerine getirir. Böylece onlar da (harika işler yaptıklarına gururlanarak) azgınlık ve küfürlerini artırırlar. Bunların hepsi caizdir ve olabilir.

Allahü Teala, yaratmadan önce yaratıcıdır ve rızık vermeden önce rızık vericidir. Allahü Azimüşşan, ahirette görülecektir. Cennette oldukları halde mü’minler O’nu göreceklerdir. Hem de başgözleriyle, teşbıhsız (benzetmeksızın) ve keyfiyetsiz. Görülen ile gören arasında herhangi bir mesafe bulunmaksızın.

İman: Dil ile ikrar, kalp ile tasdikten ibarettir. İman edilecek şeyler yönünden yer ve gök ehlinin imanı ne artar ne de eksilir. Ama yakın (kesinlik) ve tasdik cihetinden artar da eksilir de. Mü’minler iman ve Tevhid’de müsavi iseler de amelde birbirlerinden üstündürler.

İslam: Allah’ın emirlerine teslim olup boyun eğmektir. Lügat yönünden iman ile İslam arasında fark var ise de İslamsız iman olmaz, imansız da İslam bulunmaz. Bunlar sırtla karın gibi (birbirinden ayrılmaz iki parçadır).

Din: İman ile İslam’a verilen bir isimdir. Şeriat da aynı manadadır. Biz; Allahü Tela’yı kitabında kendini tavsif ettiği gibi, bütün sıfatlarıyla ve hak marifetle biliriz. Ama hiçbir kimse O’na layık olan hakkıyla ibadetle ibadet etmeye gücü yetmez. Lakin ibadetini O’nun emrine uyarak yapar, kitabında ve Resulü’nün sünnet’inde emredildiği gibi.

Mü’minlerin hepsi;Allah’ı tanımanın, kesin inancın, tevekkül etmenin, (O’nu) sevmenin, (O’ndan) korkmanın ve (O’na) ümit bağlamanın ve bütün bunlara imanın esasında müsavidirler. Fakat bunlara imanın dışında (yani imanın gereği olan amel ve taatı yerine getirmede) farklılık arzederler.

Allahü Teala; kullarına karşı lütuf sahibi olduğu gibi adalet sahibidir de. Kendisinden bir lütuf ve fazilet olarak kuluna hak ettiğinden fazla bazen sevap verir. Günahkâr kuluna bazen adaletiyle tecelli ederek azab eder, bazen de lütfuyle tecelli ederek onu affeder.

Peygamberlerin şefaatı haktır (salât ve selam üzerlerine olsun!). Peygamberimiz’in şefaatı ise günahkar mü’minler için, hususiyle azaba müstehak büyük günah sahibleri için haktır ve sabittir.

Kıyamet gününde mizan (terazi) ile amellerin tartılışı haktır. Peygamber (s.a.v.)’in havzı haktır. Hasımlar arasında kısaslaşma haktır; haksızın iyilikleri alınır, haklıya verilir. Şayet iyilikleri yoksa veya (kafi gelmiyorsa) haklının kötülükleri haksıza devredilir.

Cennet ve cehennem elan yaratılmışlardır. İkisi de fenaya gidip yok olmıyacaklardır. Huriler de ebediyyen ölmiyeceklerdir. Allah’ın azabı da mükâfatı da fenaya gitmeyecek ve ebedi kalacaklardır.

Allah; dilediğine fazlının bir eseri olarak hidayet ihsan eder.

Adlinin tecellisi olarak da dilediğini delalete düşürür. O’nun şaşırtması hizlanı demektir. Hizlan şöyle tefsir edilir:

Allah, razı olacağı işlerde o kulu, muvaffak kılmayıp yardımını kesmesidir. Bu da Allah’ın bir adaletidir. Hizlana düşenleri, günahlardan dolayı cezalandırması yine Allah’ın bir adaletinin tecellisidir.

Kahr ve cebir yoluyla şeytan, mü’min olan kulun imanını götürmüştür!” dememiz bizim için caiz değildir. Belki şöyle deriz: ,,Kul imanını terketti de işte o zaman şeytan onun imanını kaçırdı.”

Münker ve Nekir ismindeki iki meleğin kabirde suali haktır ve olacaktır. Kabirde ruhun cesede iadesi haktır. Kabir sıkması ve kabir azabı haktır ve bu kâfırlerle günahkar bazı mü’minler için haktır ve olacaktır
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Allah razı olsun kardeşim .ALLAH imandan ve kurandan ayırmasın peygamberimizin şefaatine nail olan kullarından olmayı nasip etsin inşallah.
 
Üst Alt