Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İmamı Azam Ebu Hanife ve İslam anlayışı....

halukgta

Member
Katılım
5 Ağu 2011
Mesajlar
73
Tepkime puanı
9
Puanları
8
Bugün sizlere Hanefi mezhebinin kurucusu olduğu bilinen, İmamı Azam Ebu Hanife’nin nasıl bir düşünceye sahip olduğu ve insanları hangi noktalarda aydınlatmak isteyip, onlara adeta doğrunun şifrelerini hayatı boyunca vermeye nasıl çalıştığını, bazı özel düşüncelerinden yola çıkarak, belki de hiç bakılmayan bir pencereden bakmaya çalışacağım, Allah yanıltmasın.

Hayatını okuduğunuzda kendisinin demokrat, adalet timsali, insanlara insan olduğunu unutturmadan hitap eden, açık fikirli ve karşısındaki düşüncelere değer veren bir bilim adamı olduğunu göreceksiniz. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir bilim adamının hakkındaki bilgiler elbette birçok insanlar tarafından eklemeler ve değişiklikler yapılarak günümüze kadar geldiği aşikârdır. Zaten benim de bahsetmek istediğim detaylar değil, tam tersine bu bilim adamının hayat görüşü, davranışları, Kur’anı anlamaya çalışma ve yaşama yöntemleri olacaktır. Diğer konularda sevenlerin istemeden ekledikleri, ya da düşmanlarının düşmanlıkla ilavelerinin, neler olduğunu yalnız Allah bilir.

İmamı Azam Ebu Hanife, gerçek bilim adamı olduğunu araştırmacı ve özgür iradesini kullanması ile ön plana çıkmış, o devrin en önemli âlimlerinden olduğunu kanıtlamıştır. Ebu Hanife'nin yaşadığı yer ve çağda itikâdı fırkalar çoğalmış, onları inceledikten ve bir müddet takip ettikten sonra hiçbirisine tabi olmadan, ilim ve araştırmalarına özgürce devam etmiştir. Ebu Hanife’yi anlatanlar bakın nasıl tarif ediyor.

(Tefekkürü çok, konuşması az, Allah'ın hududunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müctehid ve ilim adamıydı.)

İyi bir eğitim alan, sonunda Hocalık mertebesine eren, güvenilir bir insandı. Şunu da söylemeliyim ki bu kadar özgür düşünceleriyle, saygınlığıyla hayatı boyunca zorluklarla karşılaştığı gibi, çok düşmanda edindi. Sağlığında kıymeti bilinmeyen bir ilim adamıydı, dersek yanlış olmaz.

Şimdide öğrencilerini nasıl bir yöntemle yetiştirdiğini anlatmak istiyorum. Vereceğim örneği lütfen iyice düşünün, acaba günümüzde, İmamı Azam Ebu Hanife’nin yolunu takip ediyoruz diyenler, bu yolumu takip ediyorlar dersiniz?

(Talebelerine verdiği dersleri ise mükemmel bir usul ile yürütürdü. Bir taraftan fıkhın eski hadiselere ait bilinen hükümleri takrir edilir (anlatılır) ve müzakere yapılır, diğer taraftan yeni hadiselere ait hükümler bulunurdu. Geçmiş ve yaşanmakta olan hadiselerin hükümleri takrir edilirken, bunlara benzeyen veya aynı cinsten olup da gelecekte vuku bulabilecek hadiselere ait hükümler de araştırılırdı. Dolayısıyla imam-ı Azam'ın derslerinde geçmiş ve yaşanmakta olan halin meselelerinden başka, geleceğe ait meselelere de yer verilirdi.)

Yukarıdaki yazıyı anlamaya çalışalım önce. Önce fıkıh kelimesine açıklık getirelim. (İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek.) Burada geçen delil hiç kuşkusuz Kur an. Demek ki Büyük Âlim Ebu Hanife bakın öğrencilerini nasıl yetiştiriyormuş. Önce, eski hadiselere ait bilinen hükümleri anlatılır, müzakere edilir yani konuşulur, tartışılır ve o devrin koşullarına göre niçin böyle bir karar verilmiş önce anlaşılması sağlanır, daha sonra yeni hadiselere ait hükümler bulunurmuş. Daha sonrada geçmişte olanlar ile yaşanmakta olan hadiseler karşılaştırılıp tartışılırken, ileride oluşabilecek olayları dahi tartışma konusu edilip, doğru bulunmaya çalışıldığını söylüyor.

Düşünebiliyor musunuz? Günümüzde İslami konular bu yöntemle mi anlatılıyor, anlaşılmaya çalışılıyor dersiniz? Araştırmaya bakar mısınız, önce bir olayın ilk devirlerde ne şekilde anlaşılıp uygulanıldığı araştırılıyor, daha sonra kendi yaşadıkları döneme onu aynen almayıp, günün şartlarına göre uyarlıyorlar, İşte İslamı yaşamak böyle olur. Allah ta bunu istiyor, ya günümüzdeki anlayış nasıl dersiniz, bu yöntem mi kullanılıyor?

İmamı Azam Ebu Hanife’nin İslam a bakışına ve çok özel mantığına bakmaya devam edelim. Şimdi vereceğim örnek bir insanın Kur’an ın ışığından, onun rehberliğinden ne kadar faydalanıp, kalbinin Kur’an aşkıyla çarptığına, güzel bir örnek olduğunu göreceksiniz, lütfen ibretle okuyunuz.

(Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)

Düşünebiliyor musunuz bu örnek ve âlim insanın sözlerini, söylediğim sözler bugün için doğru olabilir, yarın için doğruları o gün şartlarına göre değiştirebilirim diyor. Onun için söylediklerimi yazmayın, bu sözleri ileride dinin değişmez temeli sananlar olabilir demeye çalışıyor adeta, ondan dolayı yazmanızı istemiyorum diyecek kadar, ileri görüşlü bir âlim olduğunu gösteriyor bizlere.

Günümüzde anlatılanlarla bu sözleri karşılaştırın bakalım, onun düşüncelerimi anlatılıyor topluma bugün? Bu sözleri duyunca peygamberimizin de aynı şekilde söylediği sözler geldi aklıma. (Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma.) İşte ilim adamı ve Kur’anın vermek istediği tebliği çok iyi anlayan bir âlim. Peygamberimizin izinde olduğunu, nasılda Kur’an dışından söylenen sözlerin kesin doğru olamayacağını, ancak o günkü şartlarda yol gösterebileceğini, hatta dinin değişmez kuralları olmadığını anlatıyor bizlere, anlayana anlamak isteyene tabi.

Bu gün günün şartlarına ve devrine göre bir konu hakkında böyle düşünebilirim diyor, ama yıllar sonra hatta yakın bir zaman sonra, olayın oluşu ve şartların değişmesinden dolayı bu fikrimi değiştirebilirim diyerek, aslında çok şeyler anlatıyor bizlere. Peki, bizler bu sözleri anlamış ya da günümüz yaşamımızda uyguluyor muyuz dersiniz?

Aşağıda yazdığım örnek, bizlere çok şeyler anlatıyor. Düşünen, aklıyla iman eden, Kur’anı rehber alanlar için elbette.

(Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)

Yukarıda verdiğim örnek, günümüzde hiç bahsedilmeyen, anlatılmayan, ama İslam ı yaşamak ve anlamanın en doğru yöntemi olduğunu, daha o zamanlar Âlim, İmamı Azam anlamıştır.
Düşünebiliyor musunuz benim sözüm en doğrusu olmayabilir, eğer daha doğru ve daha güzel bir söz, bizim sözümüzün üstüne gelirse o hakikate, doğruya bizim sözümüzden daha yakındır diyerek, hem kendi büyüklüğünü göstermiş, hem de bizlere gerçek doğruyu nasıl bulacağımız hakkında yol göstermiştir. Yazının sonundaki soruya verdiği cevap ise, bence büyük bir asalet ve âlicenaplık örneği; Sizin verdiğiniz fetvalar gerçek doğrular mıdır diye kendisine sorulduğunda verdiği cevaba ve alçak gönüllülüğe bakar mısınız?
Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır"
Doğrusu bu cevabın bile ne demek istediğini, ne anlattığını anlayamayan o kadar âlim var ki aramızda.


Ebu Hanife’yi daha iyi anlayabilmek için, öğrencilerine gösterdiği yolu bilmemizde yarar var, bakın öğrencilerine nasıl bir yöntem öneriyor?

(Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.)


Yukarıda önerilen yöntemin, günümüzde sözü bile edilmez. İşte örnek ilim adamı ve sözleri. Hür düşünceyi araştırmacı olunmasını öneriyor. Acaba günümüzde dergâhlarda, cemaatlerde, dinin anlatıldığını söyledikleri toplantılarda, böyle bir yol mu izleniyor, yoksa Büyük âlim İmamı Azam Ebu Hanife’nin, özellikle benim söylediklerimi yazmayın sakın, bu gün söylediğimi günün şartlarına göre yarın değiştiririm dediği sözlerin hiç anlaşılmayıp, o günkü devirde söylenenler mi günümüzde din ve iman adına değişmeyen kurallar diye öğretiliyor dersiniz?

Yorum sizlerin. Düşünebiliyor musunuz öğrenciye verilen öğüde bakar mısınız, size bir meselede görüşünüz sorulursa, bilinen görüşü tekrarla, ama o meselede konuşulan diğer görüşleri de onlara anlat, diyebilecek kadar akıllı ve her görüşe saygılı bir insan.

Peki, günümüzde ne yapılıyor? Kendi görüşüne katılmayanlara, bırakın başka görüşün olduğunu söylemeyi, diğer görüşlere inananları Müslüman kabul etmeyen, bir zihniyet hâkim ne yazık ki İslam âlemine. Her kez Kur’an dışında ki kendi inandıklarının, gerçek doğru olduğunda inatla iddia edip, ona inanmayı sürdürmekte, o konuda taviz vermeyip birbirinin canını bile almaktan çekinmemektedir.


İmamı Azam Kur’anı anlamak için, aklın ön plana çıkması gerektiğini anlayan ve Kur’anı anlamaya çalışırken, hiçbir tesir altında kalmadan düşüncelerini söyleyen bir âlimdi, onun için sağlığında alışılmamış çıkışlarda ve açıklamalarda bulunduğu için, özellikle yöneticilerle arası pek fazla iyi gitmemiştir. Kendisine Kadılık teklifini kabul etmemiş ve bir âlimin özgürce konuşabilmesi için, siyasilerden uzak kalması gerektiğini, o devirde anlayabilen nadir bilim adamlarından olduğunu göstermiştir. Günümüzde kendilerine âlim diyenlerin, siyasilerle ne halde olduklarını, söylemeye gerek yok sanırım.

Devrin sultanları ve yöneticileri birçok ilim adamını kendi çıkarlarına kullanmış ve fetvalar verdirmiş, günümüze kadar gelen birçok yanlış inancın, belki de farkında olmadan mimarları olmuşlardır. İşte tüm bunlara karşı çıkan İmamı Azam ne yazık ki düşüncelerinden, fikirlerinden dolayı söylendiğine göre zindanlarda can vermiştir. Bu sona ulaşmasının en büyük nedeni bence, İslâm'ın esaslarına uymayan haber ve bilgileri reddetmesidir.

İmamı Azam Ebu Hanife ye sağlığında, birçok haksızlıklar yapılarak o devirde hiç ayrım yapılmadan, değer verilen hadisler konusunda, kendisini küçük düşürmek için, onun hadis bilmez, bildiği hadisler 17 ya da 50 taneyi bile geçmez diyerek, akıllarınca toplumun gözünden düşürmek adına, birçok sözler söylemişlerdir. Önemli olan çok yanlışı bilmek değil, arasındaki doğruları ayırt edebilmektir. Ama ne yazık ki hem o devirde, hem de günümüzde iyi Müslüman’ın ölçütü ne kadar hadise, Kur’an süzgecinden geçirme gereği duymadan iman etmekle ölçülür hale gelmiş. İşte İmamı Azam, her gelen söze değil, Kur’an a uyan sözlere inanmış ve kabul etmiş, örnek bir ilim adamıdır.


Sonuç olarak şunu söylemek isterim. Hayatı boyunca hiçbir itikati fırkaya tabi olmadan yaşayan araştırmacı, özgür düşünceye sahip, kendisinin bile yanılabileceğini açık yüreklikle söyleyen bir insanın, kendisi acaba bir fırka, mezhep kurup kurmayacağı konusuna gelmek istiyorum.

Ebu Hanife sağlığında asla böyle bir şeye niyetlenmemiş, tek yaptığı kendi ilmini öğrencilerine vermeye çalışmak olmuştur. Kendi söylediklerini, o günkü şartlara göre, olaylar sonucunda verdiği kararlarından, daha sonra vazgeçeceğini açık yüreklilikle söyleyen bir insan, sözlerinin yazılmasına bu doğrultuda izin vermeyen bu örnek âlim, isteseydi sağlığında bir mezhep kurabilirdi, ama kesinlikle kurmamıştır. Peki, günümüzde kurulan Hanefi mezhebini kim kurmuştur o zaman diye soru geliyor akla. Bakın nasıl kurulmuş bir alıntıyla aktaralım.

(Ölümünden sonra ders halkasını Ebû Yusuf sürdürdü. Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. Mezhebi sistematik hale getiren, İmam Muhammed eş-Şeybânî'dir. el-Asl, el-Câmi'ü's Sağır, el-Câmi'ü'l-Kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-Kebû'i yazan odur. Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır (Bk. Hanefi mezhebi). Talebelerinin toparladığı "el-Fıkhu'l Ekber", kesin olarak İmam Âzam'a aittir ve ehli sünnet akidesinin temel kitabıdır.)

Yazımda aktarmaya çalıştıklarım İmamı Azam Ebu Hanife nin hayata bakışı, fikirleri, topluma vermek istediği mesajı içermekteydi. Tüm yazdıklarımı tekrar hatırlayınız lütfen. Kendi sözünün en doğru söz olmayabileceğini dahi söyleyen, daha iyisini getirenin sözlerini kabul edeceği mesajını vererek, ilme açık olduğunu anlatan, hatta belki de kendi sözlerinin yanlış olabileceği büyüklüğünü söyleyerek, insanların uyanık olmasını sağlayan, bugün söylediğini yarın günün şartlarına göre değiştirebileceği mesajını veren, söylediği sözlerin yazılmasına izin vermeyen bir Âlim, acaba öğrencilerinin yaptığı yani, fetvalarının yazılıp bir doktrin haline getirilmesine müsaade eder miydi? Aşağıdaki söylenen söz, çok düşündürücüdür, bakın neler yapılmış.

(Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. . Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır)

Bu sözleri çok iyi düşünmeli ve analiz etmeliyiz. Bu kitapların güvenilir rivayetler olduğunun söylenmesi yukarıda yazdığım, yine İmamı Azamın kendi sözleriyle ne kadar uyumlu olduğunu, sizlerin yorumuna bırakıyorum. Tek kanun KUR’AN DIR, beşerin sözleri ise gelip geçici sözlerdir. Bunu İmamı Azamın sözlerinden açık yüreklilikle anlıyoruz. Yorum sizlerin, Âlim insan sağlığında eminim şu ayetleri hatırlayarak hiçbir fırkaya tabi olmadan, Allahın verdiği aklı kullanarak çalışmış ve yaşamıştır. Bunu anlatmak içinde elinden geleni yapmış, dine nifak sokmak için gayret gösterenlerin işine gelmediği içinde, sonunda zindanlarda vefat etmiştir.

Enam 159: Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.

Rum 32; Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.

Yukarıdaki Rabbin sakın bölünmeyin ayetlerini gören âlim İmamı Azam, yaşamı boyunca asla bir mezhep ya da fırka ya bölünmemiş ya da kendisi tabi olmamıştır. Ölümünden sonra, onun adına öğrencilerinin kurduğu mezhep, fetvalarının yazılıp doktrinleştirilmesinden doğmuştur. Yorum sizlerin. Rahmanın Kur’an ışığını kalbimizden, eksik etmemesi dileklerimle.

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
 

halukgta

Member
Katılım
5 Ağu 2011
Mesajlar
73
Tepkime puanı
9
Puanları
8
Sayın yöneticiden özür diliyorum. Aynı yazım yanlışlıkla iki kez eklendi. Ben silemediğim için, lütfen yönetici kardeşimizin silmesini rica ediyorum.

Saygılarımla Halukgta
 
A

adam

Guest
...Önce fıkıh kelimesine açıklık getirelim. (İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek.) Burada geçen delil hiç kuşkusuz Kur an...

Rum 32; Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.

Yukarıdaki Rabbin sakın bölünmeyin ayetlerini gören âlim İmamı Azam, yaşamı boyunca asla bir mezhep ya da fırka ya bölünmemiş ya da kendisi tabi olmamıştır. Ölümünden sonra, onun adına öğrencilerinin kurduğu mezhep, fetvalarının yazılıp doktrinleştirilmesinden doğmuştur. Yorum sizlerin. Rahmanın Kur’an ışığını kalbimizden, eksik etmemesi dileklerimle.

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

Saygıdeğer Haluk GÜMÜŞTABAK
Yazınızı ilgi ile okudum, bir daha okudum üzerinde düşündüm ve sonra bir daha okudum. İmam'ı Azam'ın benzeri alimlerin artık günümüzde neden ol(a)madığını mı anlatmak istediniz ? yoksa; İmam'ı Azam efendimizin ictihadları ile bu günümüze gelen hanefi mezhebinin şahsında diğer mezhebleri de dahil ederek bu anlatıma, mezhebleri mi yorumlamak istediniz. Yargılamak tabirini özellikle kullanmadım ki, mezhebleri yargılamaya zaten hiç birimizin bilgi yönünden gücü yetmez sanırım. En azından benim öyle. Eğer, birinci sorumun kaynağına yönelik ise, size hatırlatmak isterim ki, günümüzde İmam'ı Azam efendimiz ayarında öğretmen dediğiniz gibi yok maalesef. Halen O'nun yolundan giden alimler var ve bu alimler medreseler de bu fıkıh ilimlerini, gerekse de akaide ait konuları en geniş yolu ile ele alıp, gerek İmam'ı Azam ve gerekse de diğer mezheb imamlarımız Şafii, Maliki ve Hanbel'in öğretilerini de örnekleme ve kıyas yolu ile öğrencilerine anlatmaya çalışmaktadır.
İmam'ı Azam efendimiz derslerinde not tutulmasını istememesi konusunda da size katılıyorum. Çünkü, O'nun gibi bir İmam, kendisinden sonra gelebilecek bir müctehidin amel konusunda, fıkıh hakkında kendisinin bir şekilde gör(e)mediğini görür ve yeni bir ictihad ile yenileyerek insanlara sunar diye düşünmüş olabilir. Ama; ne yazık ki ameli yönden bir imam sadece gele gele Hüccet'ül İslam İmam'ı Gazali gelmiştir, ve O'da var olan mezhebleri yeterli görüp bu mezheblere uyarak amel etmiştir. Her ne kadar sonradan bir mezheb kurmak istese de, sonradan yeterli olduğunu görüp bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Ki, Gazali gibi bir alim o dönemden sonra bu güne kadar da gelmemiştir. 34 yaşında zamanın en büyük üniversitesi sayılan Bağdat medresesinde baş müderris (günümüzde rektör) olarak görev yapması zaten ilmi konuda ne büyük bir alim olduğunu anlamaya yeter. O dahi bu mezheb imamlarına uymuş ve o yolda amel etmiş ise, bizim gibi avam tabir edilen halk hayli hayli muhtaçtır bu gibi imamlara. Allah hepsinden razı olsun. Şefaatlerine nail olmayı Rabbim nasip etsin.
İmam'ı azam Ebu Hanife'nin mezhebi yoktu demek, bana kalırsa çok ağır bir itham olur. Çünkü, müslüman bir kişi; anlattığını önce kendi yaşar ve daha sonra diğer insanlara aktarır. Sizin burada böyle söylemenizle, sanki İmam'ı Azam yaşamadıklarını anlatmış gibi bir anlam çıkar ki, bu da takdir edersiniz ki "yalancı" gibi ağır bir ithamı çağrıştırır. Eğer "estağfurullah ben İmam'ı Azam yaşamadığını anlattı demiyorum" diyorsanız, o zaman benim anlayış kıtlığıma verin bu cümleyi. Tabi doğal olarak o zaman da yaşadığını anlattı diye kabul edersek (ki yaşadığını anlatmıştır), demek ki İmam'ı Azam efendimiz, bize anlattığını birebir yaşamış ki, yani bu ictihadlarla amel etmiş ki bize anlatmış. Ve bu ne demektir; İmam'ı Azam efendimiz Hanefi fıkhı ve ictihadlarına göre amel etmiş ve bir mezhebe dahil olmuştur. Aynı Şafii gibi veya Hanbeli, Maliki gibi...

Başka bir yönden de düşündüğüm zaman, öyle algılıyorum ki, yazının tamamına bakınca, sanki hristiyanların dört kitabına, (matta,markos,luka ve yuhanna) kıyas'ı usul yolu ile gönderme, benzeştirme gibi de bir anlatım sunuyor. Hani hristiyanlar dört kola ayrıldı, müslümanlar da aynı yolu takip edip dört mezhebe ayrıldı. Bu bir nevi hristiyanlık özentisidir, gibi bir anlatım yani. Eğer öyle bir anlatım meramı yoksa, dediğim gibi, benim kıt olan fikirlerime sayarak beni hoşgörün.
İmam'ı Azam gibi bir büyük alimin hayatından çok az bir kesit dahi sunmuş olmanız övgüye ve takdire değerdir. Tebrik ederim, çok güzel bir çalışma olmuş.

Saygılarımla.
 
Üst Alt