gönül dostu
New member
- Katılım
- 10 Nis 2009
- Mesajlar
- 688
- Tepkime puanı
- 1,074
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
Artık Nurtopu Efendimiz, gönlünü cezbettiği Halîme’nin kucağındaydı. Fakat bu da ne? Günlerdir zorla süt bulan göğüsler, Efendimiz emmeye başlar başlamaz derhal sütle doldu. Sanki, herbir meme bir süt çeşmesi kesilmişti birden.
Halîme şaşırdı, kocası Hâris hayretler içinde kaldı. Sağ meme, Kâinatın Efendisinin ağzında, sol meme artık ona sütkardeşi olan Halîme’nin oğlu Abdullah’ın ağzında. Ve Kâinatın Efendisi bundan böyle hep sağ memeyi emecektir.
Devenin memeleri sütle doldu
Halîme, Nur Yetimi kucağından bir an bile indirmeye razı değil. Hemen Abdülmuttalib ve Hazret-i Âmine ile vedâlaşarak Mekke’den ayrıldılar. Âmine’nin hüznüne göz yaşları da karıştı ve âdetâ bir bulut olup Nur yavrusunun peşinden koştu.
Gece Hâris âilesi, Mekke dışında rahat bir uyku çekti. Sabahleyin Haris develeri sağmaya koştu. Elini attığı her meme bir süt çeşmesi oluvermişti. Hayretler içinde Halîme’ye seslendi:
"Ey Halîme, bil ki, sen çok mübârek ve hayırlı bir çocuk aldın."
Halîme kocasını tasdik etti:
"Vallahî, ben de öyle olmasını ümit ediyorum."
Mekke artık gerilerde kalmıştı. Halîme dişi merkebinin üstünde, kucağında ise Kâinatın Efendisi vardı. O zaif, güçsüz ve arkadaşlarından geride kalan merkebe de ne oluyor? Bu ne sür’at, bu ne hızlı yürüyüş? Sanki gelişinde bindikleri merkep değildi. Kafiledeki bütün hayvanları geçip geride bırakınca, Halîme’nin yol arkadaşları şaşırdılar ve hayretler içinde sordular:
"Ey Ebû Zueyb’in kızı! Yazıklar olsun sana. Bizi neden beklemiyorsun? Yoksa bindiğin merkep, gelirken beraberindeki merkep değil mi?"
Merkep aynı merkepti. Bir farkla, şimdi üzerinde biri vardı: Kâinatın Efendisi. Onu taşımanın şerefi, o zaif, nahif hayvanı da coşturmuştu.
Halîme arkadaşlarına cevap verdi:
"Hayır, vallahi, merkep aynı merkep; hattâ ben onu sürmüyorum bile. Kendi kendine böyle sür’atli gidiyor. Bunda bir gariplik var."
Ne yazık ki, henüz kafiledekilerin hiçbiri bu farklılığın nereden ve niçin geldiğini bulabilme basiretine sahip değildi.
Evet, bütün bu olup bitenler, nur yüzlü yavrunun, istikbali bütün haşmetiyle kucaklayacağına açık işaretlerdi...
Alıntıdır
Halîme şaşırdı, kocası Hâris hayretler içinde kaldı. Sağ meme, Kâinatın Efendisinin ağzında, sol meme artık ona sütkardeşi olan Halîme’nin oğlu Abdullah’ın ağzında. Ve Kâinatın Efendisi bundan böyle hep sağ memeyi emecektir.
Devenin memeleri sütle doldu
Halîme, Nur Yetimi kucağından bir an bile indirmeye razı değil. Hemen Abdülmuttalib ve Hazret-i Âmine ile vedâlaşarak Mekke’den ayrıldılar. Âmine’nin hüznüne göz yaşları da karıştı ve âdetâ bir bulut olup Nur yavrusunun peşinden koştu.
Gece Hâris âilesi, Mekke dışında rahat bir uyku çekti. Sabahleyin Haris develeri sağmaya koştu. Elini attığı her meme bir süt çeşmesi oluvermişti. Hayretler içinde Halîme’ye seslendi:
"Ey Halîme, bil ki, sen çok mübârek ve hayırlı bir çocuk aldın."
Halîme kocasını tasdik etti:
"Vallahî, ben de öyle olmasını ümit ediyorum."
Mekke artık gerilerde kalmıştı. Halîme dişi merkebinin üstünde, kucağında ise Kâinatın Efendisi vardı. O zaif, güçsüz ve arkadaşlarından geride kalan merkebe de ne oluyor? Bu ne sür’at, bu ne hızlı yürüyüş? Sanki gelişinde bindikleri merkep değildi. Kafiledeki bütün hayvanları geçip geride bırakınca, Halîme’nin yol arkadaşları şaşırdılar ve hayretler içinde sordular:
"Ey Ebû Zueyb’in kızı! Yazıklar olsun sana. Bizi neden beklemiyorsun? Yoksa bindiğin merkep, gelirken beraberindeki merkep değil mi?"
Merkep aynı merkepti. Bir farkla, şimdi üzerinde biri vardı: Kâinatın Efendisi. Onu taşımanın şerefi, o zaif, nahif hayvanı da coşturmuştu.
Halîme arkadaşlarına cevap verdi:
"Hayır, vallahi, merkep aynı merkep; hattâ ben onu sürmüyorum bile. Kendi kendine böyle sür’atli gidiyor. Bunda bir gariplik var."
Ne yazık ki, henüz kafiledekilerin hiçbiri bu farklılığın nereden ve niçin geldiğini bulabilme basiretine sahip değildi.
Evet, bütün bu olup bitenler, nur yüzlü yavrunun, istikbali bütün haşmetiyle kucaklayacağına açık işaretlerdi...
Alıntıdır