Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İlim İmana Götürür

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İslâmın en önemli dayanağı akıldır. Müsbet ilimler tahsil edilmedikçe insanın mükemmel olması mümkün değildir. “Bir saatlik ilimle meşgul olmak bir gece namaz kılmaktan, bir gün ilimle meşgul olmak 3 ay oruç tutmaktan hayırlıdır.”(Hadis) buyurulmuştur.

Hz.Peygamberin mescidi, o gün bir öğretim kurumu idi. Oradan; Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Halidler… mezun oldular. Peygamberimizin 23 yıllık dönemi, insan yetiştirmek için gösterdiği çabayla doludur. Mescid-i Nebi’nin köşesindeki suffe okuluna, çevre köy ve kabilelerden insanlar gelir, Allah Resulü onlara İslâm’ın her prensibini anlatır, onları bilgiyle donatıp, yetiştirirdi. O mektebe gelmeden önce, hırsız, katil, cahil ve vahşi durumda olan bir çok kişi, o eğitimi aldıktan sonra, ilim, irfan, edep, ahlâk ve faziletiyle örnek insanlar seviyesine yükselmişlerdir.

Muhammed İkbal derki; Hacdan dönenleri ziyarete gittim. Hepsi ziyaretine gelenlere takke, tesbih, hurma, zemzem ikram ediyorlardı. Onlara içim yanarak, dedim ki; Dostlarım içinizde; Ebu Bekir’in sadakatini, Ömer’in adalet ve cesaretini, Osman’ın haya ve edebini, Ali’nin ilim ve şecaatini, Halid’in askeri dehasını getiren yok mudur? Biz bu gün Kâbe’ye gidenlerden ne bekliyoruz? İkbal ne bekliyor! Hac’dan dönen insanlarda bir mükemmellik, bir güzellik ve bir değişiklik olması gerektiği hatırlatılıyor.

Bugün Ahlak, kültür, sevgi adına kaç kitap okuduk. İnandık dediğimiz Kur’an’ı, manasını düşünerek kaç defa okuduk. İşyerindeki amirinizden çekindiğimiz kadar, Allah’dan çekiniyor muyuz? Yıllardır sabah gidip, akşam döndüğünüz işimizi aksatmadan koştururken, Beş vakit namazı kaç defa aksattık. Bunların hesabı verilmeyecemi?

Kur’an, cahil kelimesini bilgisiz manasında kullanmıyor. Cahil, hakkı batıl ile karıştıranlar için kullanılmıştır. Ebu Cehil’in asıl adı Ömer’dir. İslâma karşı çıktığı için “Cahilliğin babası” manasında, Ebu Cehil denilmiştir. Bir toplumda iyilerin kıymetinin bilinmesi için, kötülerin bulunması da gerekir. Çünkü zalimi cehennemde görmek, mazlumu teselli eder. Günümüzde müslümana düşman Müslümanlar çoğalmıştır. Kendisi müslümanım deyip de, gerçek Müslümanları karalayan, onları cahillikle, gericilikle suçlayan insanların sayısı az değildir. İslâmı yaşamayan kimse İslâmı tebliğ edemez. Müslümanım diyen müslümanca yaşamalıdır. Evlerimizde güzel kütüphanelerimiz olmalı, bunlar süs için değil, okunmak için kurulmalıdır. Bilirsiniz ki, evlerin zekatı yoktur. Evlerde yapılan dersler, ilmi çalışmalar, dini sohbetler ve ibadetler evlerin zekatı yerine geçer.

Çevremizdeki başarılı insanlara bakalım, hepside çok kitap okumuş kimselerdir. En çok saygıyı ve ilgiyi onlar görürler. Okumak için boş zaman aramayalım, o boş zamanı biz bulalım. Tandırdan veya fırından yeni çıkmış, enfes kokan ramazan pidesi, oruçlu bir insan için neyi ifade ediyorsa, iyi bir okuyucu için matbaadan yeni çıkmış, henüz mürekkep kokan bir kitap da öyledir. Taha suresinde;

“Allah’ım! Benim ilmimi arttır.”(Taha;114) diye dua etmemiz isteniyor. İlmin artması da, okumakla, çalışıp, gayret göstermekle olacaktır.

İlim adamları öğrencilerine, anne babalarından daha şefkatlidirler. Çünkü anne babalar çocuklarını dünyadaki tehlikelerden korurken, alimler hem dünya hem de ahiret ateşinden korurlar. Yaşlı bir adama Allah’ın varlığına delilin nedir? diye sormuşlar. Oda; Ben 70 yaşındayım, 70 senedir görüyorum ki, hep Allah’ın dediği oluyor. Ondan başka kimsenin dediği olmuyor. Bundan başka delil mi istiyorsunuz?” demiştir.

Dünyanın en bahtsız insanı, derin ilimler tahsil edip, cahiller arasında kalarak, değeri anlaşılamayan kimsedir. Öyleyse, çevremizde ilmiyle irfanıyla kıymet ifade eden şahsiyetleri bulup, onları ziyaret etmeli ve onlardan istifade etmenin yolları aranmalıdır.

Allah hakimdir, biz mahkumuz. Anneden kör doğan bir çocuğa göz yapamıyoruz. Uyku gelmeden uyunmuyor. Su kaynakları kuruyunca, sular akmıyor. Gökyüzünde bulutlar oluşmadan yağmur yağmıyor. Bulutlar kaybolmadan güneş çıkmıyor. Yumurtayı, sütü, balı yapamıyoruz. İnansak da inanmasak da, bunlar hep Allah’ın mucizesidir. Biz akıllı olduğumuz halde bunları yapamazken, akılsız dediğimiz, tavuk, inek ve arı bu güzel, lezzetli ve bol vitaminli gıdaları akıllı insanlar için üretiyorlar. İşte bunların arkasındaki yüce kudreti görmek lazımdır.

İnsan için imtihan sırrı olmasaydı; Ebu Cehil gibi kömür ruhlular ile Ebu Bekir gibi elmas ruhlular aynı kefede tartılırdı. Demir ile altın, gübre ile gülü aynı terazide tartamazsınız. O zaman iyi ile kötüye, cennet ile cehenneme lüzum kalmazdı. İnanmayanlar sadece kendilerini karanlığa mahkum ederler. İslâm Güneş gibi aydınlatıcıdır. Gözü yummakla gece olmaz. Gözünü yuman kişi, sadece kendini karanlıkta bırakır. “Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgardan hayır gelmez.” (Montaigne) İnsan istikametini belirlemeli ve o hedefe doğru yürümelidir.

Yeryüzünde en çok okuması gereken Müslümanlar olması gerekirken, ne acıdır ki; en az okuyanlar Müslümanlardır. Bu ifademizi şöyle bir misalle açıklayalım; Yapılan istatistiklere göre; Amerika’da bir kişi ortalama yılda 10 kitap, İngiltere ve Fransa’da 8 kitap, İtalya’da 6 kitap okuyor. Benim ülkemde bu sayı kaçtır? diyecek olursak, yılda 1 kitap bile düşmediği gibi, maalesef Türkiye’de yılda 8 kişi sadece 1 kitap okuyor. Okuma yaşını 10 yaş kabul edecek olursak, 50 yaşına gelene keder, bir Amerika’lı 400, İngiliz ve Fransız 300, İtalyan 240 kitap okurken, Türk sadece 5 kitap okumuş olacak. Geri kalmışlığın altında yatan gerçek budur. Bir kişi bir ömürde 400 kitap okurken, diğeri sadece 5 kitap okursa, aradaki farkı başka bir şeyle izah etmeye imkan var mıdır? Bu ikisi bir olabilir mi? Bakışları, fikirleri, görüşleri elbetteki farklı olacaktır. Okumadan nasıl tefekkür olurmu?

Ülkemizde kahvehane sayısı 400 bin, kütüphane sayısı ise sadece bin’dir. Memleketimizde 70 bin kişiye bir kütüphane düşenken, İngiltere’de 4 binyüz kişiye bir kütüphane düşmektedir. Yine İngiltere-deki kütüphanelerdeki kitap sayısı 140 milyon iken, memleketimizde ise 12 milyondur. İlk emri OKU olan,“İlim beşikten mezaradır” diyen bir peygambere inanan toplumun hali bu olmamalıdır.

Bir ilim adamı şöyle dua etmiştir; “Yâ Rabbi! Senden kitap dolu bir kütüphane ile çiçek dolu bir bahçe isterim.” İnsanı mutlu eden en kıymetli dünya nimetleri bunlardır. Bu nimetlerin farkında olmak için akıllı ve bilgili olmak gerekir. Victor Hugo; “Bir okul fazla yapın, bir hapishane kapatmış olursunuz.” Einstein ise; “Bir ülkenin geleceği, o ülkenin eğitime bağlıdır.” Derken, ilmin önemine işaret ederler.

Kitap, günümüzde; milletlerin gelişmişlik seviyeleri ve kültür düzeyleri tükettikleri kağıt miktarıyla ölçülmektedir. Bir ülkede ne kadar çok kitap basılıyor, sesli ve görüntülü yayın yapılıyorsa, o ülke o kadar zengin ve o kadar gelişmiş sayılmaktadır. Kitaplar toplumun nefes borusudur. Bizim temel kitabımız Kur’an-ı Kerim, önce okumayı, hemen peşinden kalemle yazmayı öğütlemiştir.

Okumayı bırakıp, cahilliği tercih etmek bugünün hastalığıdır. Millet olarak çok konuşuruz, ama az okuruz. Konuştuklarımız kitâbi kültüre uymadığı için de boş konuşuruz. İmam-ı Azam; “Eğer bilmediklerim ayağımın altına konulsaydı, başım arşa değerdi” der. Çünkü insan, öğrendikçe bilmediğini anlar. Bazıları, çok az bir şeyler okumakla, kendilerini yeterli görürler. Sonra hayatlarında bir yığın hatalar yaparlar. Oysa, Gömleğin düğmesi yanlış iliklendi mi, onu takip eden düğmeler de aynı yanlışın içinde kalır. Bunu canları yandıktan sonra fark ederler.

İmam-ı Gazali’ye: İlimde yüksek makamlara nasıl eriştin? Diye
sormuşlar. O da: Bilmediğim şeyleri sormaktan utanmadım, demiştir. Günümüzde bazı ilim erbabı kimseler, her şeye, anladığına da anlamadığına da cevap bulmaya çalışırlar ki, bu yanlıştır. İnsan sadece bildiklerini aktarmalı, bilmediklerini araştırmalıdır.

Bugün yetişen çocuklarımız bir garip. Ne erkek erkek gibi, ne de kızlar kız gibi davranıyor. Genellikle gençlerimizin kafalarında işe yaramaz lüzumsuz bilgi, ağızlarında argo ve kaba sözler. Ellerinde kitap yerine, bira veya uyuşturucu, ailesinden kopmuş, saygısız ve sevgisiz bir nesil sokaklarımızı doldurmuştur. Şunu iyi bilmeliyiz ki, bu çocuklar bizim çocuklarımızdır. Bunları dışardan ithal etmedik. Bizim evimizde, bizim soframızda bu hale geldiler. Gelecek onların ellerinde şekillenecektir. Onlara önce sevgiyi ve çalışmayı öğretmeliyiz. Tembellik ölümün kardeşidir. Bunu onlara öğretmeli, başkalarıyla yarışı değil, her gün kendi rekorlarını kırmaları için motive etmeliyiz.

Amerika’lıların bir ata sözü vardır. “Think big” (büyük düşün) derler. Onlardan bir avuç maceraperest göçmen, bu günkü Amerika’yı kurdular. Çinli Konfüçyüs;” Eğer ağaca çıkmak istiyorsan, yıldızlara çıkmaya çalış” demiş. İstanbul’u fethetmeye karar veren Fatih’e Bizans elçisi bunun mümkün olmayacağını, bundan vaz geçmesini telkin edince, 23 yaşındaki Fatih; “Git efendine söyle, benim iktidarımın eriştiği yere, onun hayali bile ulaşamaz” Demek ki ideallerin ve hedeflerin büyük olması gerekiyor.

Son yıllarda din adamlarına sevgi ve ilgi azalmıştır. İslâmın gelişmesini istemeyenler, onun temsilcileri olan Din adamlarına karşı toplumun tepkisini arttırmak için, her çareye baş vurmuşlardır. Böylece cemaat ile hocaların arasını açmaya çalışmışlardır. Hıristiyan dünyasında durum böyle değildir. Papazlar ve rahipler her yerde ilgi ve itibar görürler Çevirdikleri filmlerde her zaman saygın ve itibarlı rollerdedirler. Bir çocuk seyrettiği Polyanna filminde rahibe hayran olur, ben de büyünce rahip olacağım der. Ama bizde çevrilen filmlerin bir çoğunda hocalarımız ya muskacı, ya kötü bir roldedir. Giydirilen kıyafet perişan, seçilen tipler ise korkuluk rolündedir. Böylece İslâmın temsilcilerinin itibarları beş paralık olur. Hiçbir çocuğumuz ben büyünce din adamı olacağım diyemez. O ya doktor, ya pilot olacaktır. Hani alimler, peygamberlerin mirasçılarıydı. Maalesef durum böyledir.
Ecdadımızın mum ışığında yazdığı eserleri biz bugün elektrik ışığında okuyamıyoruz. Batının ilim anlayışı insanlığa hakimiyet kurmak, İslâmın ilim anlayışı insanlığı hizmet etmektir. İşte aradaki fark budur.

Bir zamanlar ilim ayrı din ayrı, bu ikisi katiyen bağdaşamaz. Din ilme ve çağdaşlığa engeldir, geri kalmışlığa sebeptir, şeklinde insanımız çok uyutuldu. Bu uykuda olan hala bir kısım insanlar vardır. Oysa, Kur’an’daki bilimsel gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlayınca, cesaretli bilim adamlarımız bu bilgileri insanlığa sununca, bunun böyle olmadığı, ilimle dinin birbirini desteklediği iyice anlaşılmıştır.

Allah, insana aklı, fikri, beyni, ağzı, dili, kendini tanıyalım, gönderdiği kitabı iyi anlayalım diye verdi. Bir düşünür; Sen Allah’ın yarattığı bir vücutta, şehvetin eseri olarak, idrar yollarından geçerek, bir damla meniden dünyaya gelecek, bacak kadar boyunla, Allah’ın dünyasında, o’nun intizamında, kâinatın yaratıcısını tanımayacaksın? Ama bundan 30-40 yıl önce camilerde bir tek genç görülmezdi. Şimdi filizler yeşerdi. Rahmet bulutları ümmetin üzerine yağıyor. Söndürdüklerini zannettikleri İslam nurunun yeniden parladığı fark ettiklerinden şimdi taktiklerini değiştirdiler. Bir Anadolu babasının evladını ilim tahsiline gönderirken, onu yetişterecek hocasına yazdığı şu duygu yüklü şiiri birlikte paylaşalım;

HOCAM

Sizlere emanet şu körpe yavrum,
Ortalıkta sürünüp gezmesin hocam.
Gözümün nuru tek tasam kaygım,
Aç, sefil, perişan kalmasın hocam.
Fidanıma hoş bak, aman solmasın,
Kahraman yetişsin, korkak olmasın,
Rabbını tanısın, dinsiz kalmasın,
Ahirette yakamı tutmasın hocam.
Milletin şerefini şerefi bilsin,
Tarih okusun ki, neymiş görsün,
Her bir kötülüğü kalbinden silsin,
Kendi milletine çatmasın hocam.
Gaflet uykusunda sakın yatmasın,
Milletini sevsin hain olmasın,
Dinsizlere kanıp, hemen azmasın,
Vatanı düşmana satmasın hocam.
Asıl muallimi peygamber olsun,
Kur’an’ı dinlesin yolunu bulsun,
İslam nuruyla kalbini doldursun,
Küfür çukuruna batmasın hocam.
Ey benim değerli, kıymetli hocam,
Hepimiz kardeşiz, insanız tamam,
Ata yüreği bu darılma, aman,
Yavrucuğum rayından çıkmasın hocam.

Hıristiyanlığın kapısında, sormadan inan yazar. Müslümanlığın kapısında ise, sor ondan sonra inan yazmaktadır. Bunun için Kur’an’ın birçok ayeti düşünce, akıl ve tefekkürden bahseder. Şöyle veciz bir söz vardır; “Filozoflar birbirini tekzib eder, Peygamberler birbirini tasdik eder.” Bir başka ifade de ise şöyle denir; Hıristiyanlar alim olunca, dinden çıkar, Müslümanlar cahil olunca dinden çıkar. Şeklindedir. Kendi vücudumuzda ve dış dünyamızda Allah’ın varlığına işaret eden birçok deliller vardır. Bir köy veya mahalle muhtarsız olmuyor da, koskoca bir kainat idarecisiz olur mu? Kur’an’ımız Allah’ı şöyle tanımlıyor;

“Allah kendinden başka tanrı olmayan, diri olan ve her şeyi gözetendir.” (Bakara;255) Bunu her tesbihte okuruz. Ama çoğumuz anlamadan okuruz. Allah beni her an gözetiyorsa, ben nasıl yanlışlık yaparım, nasıl yalan söylerim, nasıl sahtekarlık yaparım, demeliyiz. İnanç bunu gerektirir. Mevlâna derki; Nefsin terbiyesinde merkeplik vardır. Onu kendi haline bırakırsan seni ahıra götürür.”

Din Allah’ın gönderdiği esasların bütünüdür. İnsanları dünya ve ahirette mutlu etmek için gönderilmiştir. Tefekkür, düşünce ve akıl ile desteklenir. İslam düşünce tarihinde düşüncesinden dolayı idam edilen kimseye pek rastlayamazsınız. Ama batı dünyasında böyle cezaya çarptırılan insanların sayısı, sayılamayacak kadar çoktur. Mesela; Ebu Bekir Razi, dine aykırı sözlerine rağmen, ilmi buluşlarıyla, İslâm dünyasında en büyük saygı ve itibarı görmüştür.

İlk insandan günümüze kadar yeryüzünde yaşayan bütün insanların parmak izleri, sesleri, çehreleri, hatta hücre yapıları farklı farklıdır. Hiçbir kimseninki bir başkasınınkine benzemez. İnsan beden yönüyle böyle farklı olunca, ruhi yönü de farklı olacaktır. Öyle insanlar vardır ki; peygamberlerin çok yakınında olmasına rağmen, onlara inanmayıp, onlarla mücadeleye girişiyorlar. Bunlar, yakın akrabala-rından bile olabiliyordu. Diğer taraftan öyle insanlar görüyoruz ki, peygamberi hiç görmediği halde, ona samimiyetle bağlanıyor, çok uzaklardan gelerek, bütün gücüyle ona bağlanıyorlardı. Bazıları hiç delil beklemeden, mucize istemeden inanıyor. Bazıları da onun şahsiyetli davranışları karşısında iman ediyor. O kadarki bütün servetini uğrunda feda ediyordu. Bazıları da uzun uzun düşünüyor. Peygamberin söylediklerini tahlil ediyor, sonunda iman ediyordu. Bazıları da bütün araştırma, delil ve çabalara rağmen peygambere inanmıyor, inanmadığı gibi düşmanlıkta yarış ediyordu.

Kur’an-ı Kerim’de Allah isminden sonra en çok RABB kelimesi geçmektedir. İlk surede ve ilk inen ayetlerde de RABB kelimesini görmekteyiz. (Rabbuke, Rabbuna, Rabbi, Rabbuhum…) Alemlerin rabbi, Doğunun ve batının rabbi, Kâbe’nin Rabbi.. gibi değişik şekillerde geçmektedir. Rab; benzeri olmayan, efendi, eğiten, terbiye eden, mürebbi manalarına gelir. Öyleyse; alemleri terbiye eden, eğiten demektir. İnsanlar da o eğiticiye, o terbiye ediciye daima muhtaçtırlar.
Yeryüzünde İslâm kadar faziletli bir din olmadığı halde, İslâm kadarda aleyhinde konuşulan, İslâm kadar da düşmanı olan bir din yoktur. O halde ne yapmalıyız. Bunun cevabını Kur’an veriyor;

“İyiliği emretmek, kötülükten vaz geçirmeye çalışmak”(Ali İmran:104) vazifemiz budur. Önce; İslâmı iyi öğrenip tatbik etmeliyiz. Sonra; gençliğimizi iyi yetiştirmeliyiz. Çünkü, bütün dava ve idealler, kendini savunanlar olduğu müddetçe ayakta durur. Bunun için dinimize sahip çıkmalıyız. Mehmed Akif;
Şehammed dini gayret dini ancak Müslümanlıktır.
Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır. Der.
Bugün orta Afrika çöllerinde, hatta Amerika ormanlarında yaşayan vahşi ve bilgisiz insanlar çoktur. Eskidende böyle insanlar ve kabileler vardı. Durum böyle olunca, ne bugünkü, nede eski insanlara vahşidirler diyemeyiz. Bugün bazı tarihçilerin; taş devri, tunç devri gibi hayali devirleri insanlığa yutturduklarını biliyoruz. Bunlar İslâma inanmayanların uydurdukları hayali hikayelerdir. Yani ilk insanlar, hiçbir zaman vahşi ve medeniyetten uzak hayat sürmemişlerdir. İlk insan Hz. Adem’in ilmi yok muydu? Yani onlar medeni değiller miydi? Kur’an-ı Kerim;

“Allah bütün isimleri Adem’e öğretti”(Bakara;31) buyurur. Hadislerde ise;”Adem cennetten çıkarıldıktan sonra bütün isimlerin ve sanatların ona öğretildiği” bildirilmektedir. Hatta “bin çeşit sanatın Ademe öğretildiği nakledilir. Senin neslin ve zürriyetin bunları öğrenerek maişet temin etsinler.” Şeklinde Allah’ın buyruğu olduğu bildirilir. Adem ve çocukları bütün dilleri öğrenip konuşuyorlardı. Ve yeryüzüne dağıldılar. Böylece bütün insanlar dünyaya yayılmış oldu.

Peygamberler şehirlerde yaşar, okuma yazma bilip, sanatla meşgul olurlardı. Allah, Adem (as)’e bildirdiği 10 suhufta, haramı helali, iman esaslarını, tıbbi ilaçları bildirdi. O devirlerde altın para basılmış, maden ocakları işletilmiştir. Şimdi siz bu insanlara vahşidirler
diyebilir misiniz? Eski kazılarda bulunan tarihi eserlerin, eski insanların medeni olduklarına bugünün ilmi teslim olmuştur. Hatta eski medeniyetler defalarca yıkılıp, kurulmuşlardır. Bugün bütün dünyada ilgi çeken bir gerçek şudur ki, turistler ve araştırmacılar, eski eserleri, tarihi kalıntıları ve eski medeniyetleri hayran hayran izlemektedirler. Günümüz şartları göz önüne alındığında, belki o insanlar, bu günkü insanlardan daha medeniymişler, demek geliyor.

Günden güne gelişen teknik ve teknolojik gelişmeler insanlara pek çok rahat ve kolaylıklar sağlarken bir takım problemleri de beraberinde getirmiştir. Günümüz insanı eskiye nazaran daha rahat olsa da, daha huzurlu ve mutlu değildir. Sosyal ve ekonomik sebeplerin ortaya çıkardığı bunalımlar, ruhi ve manevi gerginlikler, onu yıpratmakta ve huzursuz kılmaktadır. O her an kendi evinde, bütün dünyanın gam ve kasvetini sırtında hissetmektedir. Ve bugünün insanı kitap okuma yerine, seyretme ve dinlemeyle kendini avutuyor.

Eskiden kitap nadide bir eşya sayılır, dededen toruna intikal ederdi. Genç kızların çehizlerini bu günkü gibi plastik eşyalar değil, el emeği göz nuru eşyalar doldurur, bunlar arasında en kıymetlisi de Kur’an bohçaları olurdu. Evin en güzel yerine konan bu bohçalar, her zaman ihtiram görürdü. Yeni doğan çocukların kulağına ezan ve kamet okunurken, ağızlarına kitap tozu çırpıp, çocuğun kitaba ilgi duyması ve okuma alışkanlığı kazanması için böyle bir yola baş vurulurdu.

Çiçek ve çelenk göz zevkimizi okşayan nadide şeylerdir. İnceliği, zarafeti ve sevgiyi temsil ederler. Ama çelenk kurur, çiçek solar ve çöp haline gelirler. Oysa kitap ruha verdiği mesajla, daima taze ve canlıdır. Onun için dostlarımıza her zaman kitap hediye etme alışkanlığı kazanmalıyız.

Kainatta hiçbir varlık, manasız, boş yere ve rast gele yaratılmamıştır. Topraktan çıkan bu kadar yiyecek ve içeceklerin hepsinin ayrı ayrı tat ve renklerde olması, düşünen insanı hayrete düşürmeye kafidir. Aya ilk çıkan Neil Amstrong, kendisine neler gördüğünü soran muhabirlere; “Orada gördüklerimi anlatırım, duyduklarımı asla ifade edemem” demesi, kâinatın esrarına insan aklının yetmediğinin işaretidir. Allah, Ali İmran suresinde;

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akli selim sahipleri için, gerçekten açık ibretler vardır.”(Ali-İmra;190) buyurmakla, kâinattaki esrara dikkat çekmektedir.
Sürüler halinde dağlara meralara çıkan hayvanlar, bütün gün yedikleri otlardan, içtikleri sulardan aldıkları gıdalar ile köye dönerken, memelerinde depo ettikleri sütleri akşam sahiplerine ikram ederler. Kendileri evlerinin yolunu bulur, başka bir yere gitmez. Sahibine teslim olur. Ama bir ömür boyu yiyip, içip, gezip dolaşan nice insanlar vardır ki, sahibini tanımaz, ona itaat etmez, isyankar bir hayatı tercih ederler.

İnsan ihtiyaçları sınırsız bir varlıktır. Bütün varlıklar insana hizmet etmektedir. Bizden 150 milyon km. uzaktaki güneş, saniyede 300 km. hızla ışığını bize gönderiyor. İçtiğimiz sütü, yediğimiz balı, fabrikalar kursanız aynı kalitede imal edemezsiniz. Yer altındaki petrol ve kıymetli madenler hep insan için depo edildi. Göz kapağımıza takılan kirpik, biraz yukarıdaki kaşlar, beynimizin kafatasının içine yerleştirilmesi bizi düşündürmelidir. Bir saç hücresi, göz hücresinin bulunduğu yere gelmiş olsaydı, insanların gözlerinden saçlar çıkmaya başlayacak, göz kapaklarımızda tırnaklar uzayacaktı. Bir insan beyninde her biri elektrik akımı ile yüklü 10 milyarı bulan karar merkezi birbirinden haberdar olarak ve birbirini kontrol ederek çalışıyor. Beynimiz işte böyle bir harikalar ülkesidir. Normal bir insanda bütün damarlar birbirine eklenecek olsa, 160 bin km.lik bir uzunluk ortaya çıkar ki, bu ekvatoru 4 defa çevrelemek manasına gelir.

Görülüyor ki; insanın her organı bir antika eser gibidir. Kendi bedenin kıymetini bilmeyen, antikadan anlamayan insandan bile daha zavallıdır. Görünüşte kendimize bir kıymet biçilmiş olsa, değeri yok gibidir. Ama organlarımızdan herhangi birisini, mesela, gözümüzü milyarlar verseler hangimiz vermek isteriz.

En büyük sanatkar hiç şüphesiz ki, Cenab-ı Hak’kın kendisidir. Her şey onun eseridir. Öyle güzel, öyle faydalı şeyler yaratmıştır ki, onları taklit etmek bile mümkün değildir. Yaratmak yalnız zatına mahsustur. Biz insanlar arasından ortaya çıkan sanatkarlara yaratıcı değil, ortaya çıkarıcı, tesbit edici veya taklit edici diyebiliriz. Dünyanın en güzel şiirini yazmış olan bir şair bile yaratıcı değil, yaratılmış bulunan bir şeyi ortaya çıkarandır. Sanatkar insanlar, toplumda ilgi ve iltifat görürler. En güzel tatlıyı yapan bir ustada böyledir. Ama usta, o tatlıyı yapmadan önce, kullandığı unun buğdayını, şekerin şeker pancarını, yağın hangi bitkilerden elde edildiğini düşünüp, bunları hazırlayanın kim olduğunun farkına varmalıdır. Allah topraktan bize sunduğu nimetleri bize satmaya kalksaydı, hangimizin almaya gücü yeterdi. Ayet;

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer;9) buyuran Cenab-ı
Hak, düşünen ile düşünmeyenin, akıllı ile cahilin farklı olduğunu hatırlatıyor.

Şairlerimizden Cengiz Numanoğlu ise, bu konuya şöyle bir katkıda bulunuyor;

Beşerin temeli, bir küçük cenin,
Can vermeye gücü yetmez kimsenin,
Kâinat denilen dev değirmenin,
Suyu nerden gelir, farkında mısın?
Cehalettir, O’nu inkar nedeni,
Ne mümkün görmemek, O var edeni,
Beyin yönetirken, bütün bedeni,
Beyni kim yönetir, farkında mısın?
Etrafına bir bak gör nicesini,
Gel de çöz, şu insan bilmecesini,
Bazen ömür bile, tek hecesini,
Çözmeye yetmiyor, farkında mısın?
Kimi bu dünyada nefes aldıkça,
Allah’ı zikreder, kalbi vurdukça,
Kimisi de yalnız darda kaldıkça,
Allah’ı hatırlar, farkında mısın?


Allah’ın ilmi sonsuz, yaratması kusursuzdur. Kur’an’da bu konuyla ilgili olarak; Ali İmran suresinin 190-191. Nahl suresinin 10-17-68-69. ayetlerinde geniş malumat bulabiliriz. Meselâ bal; İnsan vücudunun en önemli besin kaynağıdır. Arıların besin kaynağı ise çiçek özleridir. Arılar ihtiyaçlarının çok üzerinde besin depolamakta-dırlar. Çünkü, onlar, yaratılışları gereği, sadece kendileri için değil, insanlar için de bal üretmektedirler. Onlar, birçok canlı gibi insanlara hizmet etmektedirler. Arı kovanının ısısı 32 derece olmak zorundadır. Arı kovanındaki ısının aynı seviyede tutulması için, arılar kanatlarıyla bir vantilatör gibi çalışırlar. Sıcak günlerde serinletir, soğuk günlerde ısıtmaya çalışırlar. Kovanın girişinde her zaman iki nöbetçi bulundururlar. Petek hücrelerinin tamamı aynı büyüklüktedir. Bu mühendislik harikası petekler binlerce arının müşterek çalışmasıyla yapılır. Arılar bu petek hücrelerini milyonlarca yıldır, hep altıgen olarak inşa ederler. Altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren şekildir. Bir iki cm. boyundaki bu küçük hayvanlar, altıgen şekilleri, Rab’lerinden öğrenmişlerdir. “Rabbinin bal arasına vahyetti...” hikmeti budur. Bal, Kur’an ayetinde de belirtildiği gibi; “insanlara şifa özelliği” taşımaktadır. Özellikle Amerika’lı bilim adamları bal, arı sütü, polen ve arı reçinasının birçok hastalığı tedavi ettiğini bildirmişlerdir.

İnsan vücudu, 60-70 kiloluk et ve kemik yığınıdır. Doğadaki en dayanıksız malzeme ettir. Açıkta bırakıldığında bir iki saat içinde bozulur. Dayanılması güç bir koku yayar. Bu çürük malzeme insan vücudunu oluşturur. Ama onu besleyen kan dolaşımı ve dışarıdan gelecek bakterileri koruyan deri sayesinde 70-80 yol bozulmadan, çürümeden saklanır.

Bütün doğrular Kur’an’ın malıdır. Öyleyse bir müslüman bütün kitaplara ve bütün kültürlere açık olacaktır. Kur’an’ın dışındaki bütün kitaplara seçici yaklaşacak, tabir caiz ise, her çiçekten bal toplayacaktır. Kur’an’la meşgul olmak, doğrulara açık, yanlışlara kapalı olmak demektir.

Dinimizin akılcılığı fiili ve ispatlıdır. İspatlanmamış, faraziye ve teorileri kabul etme mecburiyetimiz yoktur. İnsana faydası dokunmayan ilimle uğraşmak da hoş değildir. Bu konuda sevgili peygamberimiz ;“Allah’ım! Şu dört şeyden sana sığınırım. Fayda vermeyen ilimden, korkunla ürpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan.” İlimle uğraşanlara değer ve kıymet vermek gerekir. Hz. Ali efendimiz. “Allemeni harfen, seyyarani abden” (Bana bir harf öğretene köle olurum) der.

Yılan balıkları, Leylekler, kırlangıçlar daha birçok mahlukat, zamanı gelince göçüp giderler, doğan yavrular bir yıl sonra, anneleri olmadan aynı güzergahı takip ederek, binlerce kilometrelik yolları katederek hiç şaşırmadan aynı yere geri dönerler. Bugünkü ilim buna içgüdü deyip kestirip atmıştır. Onu idare eden, yönünü tesbit ettiren, kafasına radarı, pusulayı koyan Allah’tır, diyememiştir. Allah’ın varlığı bazıları için çok açık olduğu gibi, bazıları içinde çok gizlidir. Gözümüzün gördüğü onun eserleridir. Bu eserler, kalplerin Allah’ı görmesini sağlar. Kur’an; “Kim Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğru yola götürür.”(Teğabûn;11) Buyurur. Yunus ifadesiyle;

İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmez isen, Bu nice okumaktır.

Derken, okunan şeylerin faydalı şeyler olmasını, insana kendini ve yaratıcısını tanıması gerektiğinin mesajını veriyor. “İlim ve hikmet mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır” hadisinde, ilim ve hikmetin insanlığın ortak değeri olduğu bildiriliyor. İlim bir nurdur, insanın içini aydınlatır, ufkunu açar. Hikmet, faydalı ilim demektir. Faydalı ilime kavuşan kimseye de, birçok hayırlar verilir.

Allah, bizleri çok okuyan, bilgili, görgülü, dünya ve ahiretini kazanmış insanlardan olmamızı nasip etsin.


Mehmet KANTARCI
 
Üst Alt