Dünyayı yamamak için parçalarız dini biz;
Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. 714 (H.96) te Belh şehrinde doğup, 779 (H.162)da Şam'da vefât etti. İsmi, İbrâhim bin Edhem bin Mansûr, künyesi Ebû İshâk'tır. Nesebi hazret-i Ömer'e dayanır. Fudayl bin İyâd, İmrân bin Mûsâ bin Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi'nin sohbetinde bulunup, VeyselKarânî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde etmiştir.
Bağdât, Şâm veHicaz'da meşhûr oldu.Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmâm-ı A'zam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla yapılan cihadlara katıldı. Arap lisânını çok fasîh konuşurdu.
Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleymân ve Süfyân-ı Sevrî'den, Sevrî de kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Beşar, kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. Nesâî, Dâre Kutnî, İmâm-ı Buhârî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Buhârî "Edeb", Tirmizî "Tahâret" kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır.
Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. KendisiŞehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi.Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir.Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.
Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:
Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı.Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu. seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi. İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi. Bu sözlerden sonra kalbi Allahü teâlânın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti.
Başka bir rivâyette: Bir gün sarayda umûmi bir ziyâfet verildi. Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler beklerken, gayet heybetli bir zat çıkageldi. Ne askerlerden ne hizmetçilerden hiçbir kimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı. Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak istiyorum." dedi. İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır." diye cevap verdi. O zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Pederimindi!" dedi. Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu. İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!" dedi. O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!" cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi. Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek geldiği gibi geri çıktı. İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da, "Ben Hızırım." dedi.
Bundan sonra İbrâhim Edhem hazretlerinin derdi çoğaldı.Kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı.
Başından geçen bir başka hâdise de şöyledir:
Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı. Karşısına bir hayvan çıktı. Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; "Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!" diyen bir ses işitti. Durdu, sağına soluna baktı hiçbir kimseyi göremedi. "Allah lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi.Atını tekrar sürdü.Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık; "Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!" dendi.
Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: "Allahü teâlâ lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi. Atını tekrar sürdü ve aynı sözleri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi.Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi. Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı.Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı. Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi. Her şeyi bırakıp Allahü teâlânın yoluna girdi.
Merv şehrine doğru giderken yolda âmâ bir adamcağız bir köprüden geçiyordu. Gözleri görmediği için nehre tam düşerken, İbrâhim bin Edhem bunu gördü. Adamcağıza çok acıdı ve (Allahümmahfezhu= Ey Alah'ım. Onu muhâfaza et, koru!) diye duâ etti. Bunu söyleyince köprüden düşmekte olan âmâ, köprü ile nehir arasında, boşlukta kaldı, düşmedi. Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrâhim bin Edhem'in büyüklüğünü tasdik ettiler. Bundan sonra Nişâbur'a gitti. Hep nefsi ile meşgûl olmak, her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunmak için, kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sâkin bir yer aradı. Burada bulunan bir mağarada dokuz sene ibâdet etti. Bu mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icab etti.Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı. Buzu kırmak sûretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine kadar ibâdet etti. Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti. Isınmak için biraz ateş olsa veya üşümemek için sırtımda bir kürk olsa diye hatırından geçti. Birden sırtında bir kürk bulunduğunu ve bedenini ısıtmakta olduğunu hissetti. Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu. Az zaman sonra uyandı. Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisinden yapılmış olduğunu anladı. Allahü teâlâya hamd etti.
İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar. Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine (İsm-i a'zam= Allahü teâlanın en büyük ismini) öğretti. Bununla Allahü teâlâya duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile görüştü. O, kendisine; "Sana ism-i a'zam'ı öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi." dedi ve çok sohbet ettiler. Daha sonra, İbrâhim bin Edhem'in Nişâbur'da ikâmet ettiği mağarayı ziyâret edenŞeyh Ebû Saîd isminde bir zât, hayret edip; "Sübhânallah! O ne mübârek bir zâtmış. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi.
Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem'in ensesine bir tokat vurdular ve;"Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun." dediler. İbrâhim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum." buyurdu.
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.
Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâlidesine, babasını sordu. O da, "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dâir bâzı haberler var." dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım." dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir." dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur." O genç, "Babam benden kaçar." endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; "Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır." (Tegâbün sûresi:15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur'ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; "Nerelisin?" dedi. O da "Belhliyim." deyince, "Kimin oğlusun?" dedi. O da; "İbrâhim bin Edhem'in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım." dedi. Gelen zât; "Gelin sizi onun yanına götüreyim." dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem'in yanına geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; "Hangi dindensin?" diye sordu. Genç;"İslâm dînindenim." dedi. İbrâhim bin Edhem; "Elhamdülillah!Kur'ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?" buyurdu. Oğlu; "Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi. "Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; "Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?" diye sordular. Onlara; "Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: "Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?" Bunu işitince duâ edip; "İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah'ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâhut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi." dedi.
Buyurdu ki: "Lokmayı helâlden temin edebilmek için uğraşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır."
Kendisi işçi olarak çalışır, o gün kazandığı ile yiyecek şeyler alıp dostlarına ikrâm ederdi. Bir defâsında eve geç kaldı. Yol da uzundu. Arkadaşları; "O gecikti. Bâri biz yiyecek ne varsa onları yiyip uyuyalım, beklemiyelim." dediler. Nitekim yemeklerini yediler, yatsı namazlarını da kıldıktan sonra yatıp uyudular. İbrâhim bin Edhem gelince onların uyuduğunu gördü ve bir şey yemeden aç olarak yattıklarını düşünüp çok üzüldü. "Getirdiğim unu yoğurayım, bir şeyler pişireyim de uyandıkları zaman yesinler ve yarın oruca niyyet edebilsinler" diye çok uğraşıp, bir şeyler hazırladı. Arkadaşları uyandıkları vakit, onun kendileri için ne sıkıntılara katlandığını görünce, ne yaptığını sordular. O olanları anlattı. Bunun üzerine birbirlerine, "Bakın! O bizim için ne fedâkârlıklara katlanıyor, bizim hakkımızda ne kadar iyi düşünüyor. Fakat biz onu yemeğe beklemiyoruz." deyip, Onun kıymetini daha iyi anladılar ve özür dilediler.
Recâ bin Hayve şöyle anlatıyor: "İbrâhim ile beraber bir gemiye binmiştik. Bir anda gökyüzü karardı. Çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime; "Vah, vah. Gemi batacak galiba." dedim. O sırada; "Hiç korkma! İbrâhim bin Edhem sizinle beraberdir, bir şey olmaz." diyen bir ses duydum. Ondan sonra fırtınanın şiddeti kesildi, selâmetle yolumuza devam ettik."
Bir defâsında gemiye binmişti. Abasını üzerine çekip istirahate çekildi. Biraz gidince fırtına başladı. Herkes korkup, gemi batacak endişesi ile telâşlandılar. İbrâhim bin Edhem ise, abasının altında istirahatine devâm etti. Gemidekiler kendisine;"Ne kaygısız kimsesin. Herkes can derdinde. Sen ise rahatça yatıyorsun. Bu ne haldir?" dediler. O, gâyet sâkin olarak kalktı ve; "Yâ Rabbî! Bizlere rahmetini göster." diye duâ etti. Bundan sonra fırtına sâkinleşti. Gemide bulunanlar rahatladılar.
Bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su getirip ağzını yıkadı ve; "Allahü teâlânın isminin anıldığı bir ağzı böyle bulaşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur." buyurdu. Sarhoş kendine gelince İbrâhim Edhem hazretlerinin yaptığını ve söylediği sözü bildirdiler. O kimse tövbe etti ve sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretlerine rüyâsında; "Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senin kalbini temizledik." buyurdular.
Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. 714 (H.96) te Belh şehrinde doğup, 779 (H.162)da Şam'da vefât etti. İsmi, İbrâhim bin Edhem bin Mansûr, künyesi Ebû İshâk'tır. Nesebi hazret-i Ömer'e dayanır. Fudayl bin İyâd, İmrân bin Mûsâ bin Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi'nin sohbetinde bulunup, VeyselKarânî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde etmiştir.
Bağdât, Şâm veHicaz'da meşhûr oldu.Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmâm-ı A'zam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla yapılan cihadlara katıldı. Arap lisânını çok fasîh konuşurdu.
Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleymân ve Süfyân-ı Sevrî'den, Sevrî de kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Beşar, kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. Nesâî, Dâre Kutnî, İmâm-ı Buhârî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Buhârî "Edeb", Tirmizî "Tahâret" kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır.
Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. KendisiŞehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi.Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir.Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.
Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:
Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı.Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu. seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi. İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi. Bu sözlerden sonra kalbi Allahü teâlânın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti.
Başka bir rivâyette: Bir gün sarayda umûmi bir ziyâfet verildi. Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler beklerken, gayet heybetli bir zat çıkageldi. Ne askerlerden ne hizmetçilerden hiçbir kimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı. Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak istiyorum." dedi. İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır." diye cevap verdi. O zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Pederimindi!" dedi. Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu. İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!" dedi. O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!" cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi. Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek geldiği gibi geri çıktı. İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da, "Ben Hızırım." dedi.
Bundan sonra İbrâhim Edhem hazretlerinin derdi çoğaldı.Kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı.
Başından geçen bir başka hâdise de şöyledir:
Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı. Karşısına bir hayvan çıktı. Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; "Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!" diyen bir ses işitti. Durdu, sağına soluna baktı hiçbir kimseyi göremedi. "Allah lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi.Atını tekrar sürdü.Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık; "Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!" dendi.
Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: "Allahü teâlâ lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi. Atını tekrar sürdü ve aynı sözleri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi.Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi. Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı.Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı. Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi. Her şeyi bırakıp Allahü teâlânın yoluna girdi.
Merv şehrine doğru giderken yolda âmâ bir adamcağız bir köprüden geçiyordu. Gözleri görmediği için nehre tam düşerken, İbrâhim bin Edhem bunu gördü. Adamcağıza çok acıdı ve (Allahümmahfezhu= Ey Alah'ım. Onu muhâfaza et, koru!) diye duâ etti. Bunu söyleyince köprüden düşmekte olan âmâ, köprü ile nehir arasında, boşlukta kaldı, düşmedi. Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrâhim bin Edhem'in büyüklüğünü tasdik ettiler. Bundan sonra Nişâbur'a gitti. Hep nefsi ile meşgûl olmak, her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunmak için, kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sâkin bir yer aradı. Burada bulunan bir mağarada dokuz sene ibâdet etti. Bu mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icab etti.Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı. Buzu kırmak sûretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine kadar ibâdet etti. Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti. Isınmak için biraz ateş olsa veya üşümemek için sırtımda bir kürk olsa diye hatırından geçti. Birden sırtında bir kürk bulunduğunu ve bedenini ısıtmakta olduğunu hissetti. Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu. Az zaman sonra uyandı. Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisinden yapılmış olduğunu anladı. Allahü teâlâya hamd etti.
İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar. Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine (İsm-i a'zam= Allahü teâlanın en büyük ismini) öğretti. Bununla Allahü teâlâya duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile görüştü. O, kendisine; "Sana ism-i a'zam'ı öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi." dedi ve çok sohbet ettiler. Daha sonra, İbrâhim bin Edhem'in Nişâbur'da ikâmet ettiği mağarayı ziyâret edenŞeyh Ebû Saîd isminde bir zât, hayret edip; "Sübhânallah! O ne mübârek bir zâtmış. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi.
Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem'in ensesine bir tokat vurdular ve;"Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun." dediler. İbrâhim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum." buyurdu.
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.
Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâlidesine, babasını sordu. O da, "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dâir bâzı haberler var." dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım." dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir." dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur." O genç, "Babam benden kaçar." endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; "Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır." (Tegâbün sûresi:15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur'ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; "Nerelisin?" dedi. O da "Belhliyim." deyince, "Kimin oğlusun?" dedi. O da; "İbrâhim bin Edhem'in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım." dedi. Gelen zât; "Gelin sizi onun yanına götüreyim." dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem'in yanına geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; "Hangi dindensin?" diye sordu. Genç;"İslâm dînindenim." dedi. İbrâhim bin Edhem; "Elhamdülillah!Kur'ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?" buyurdu. Oğlu; "Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi. "Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; "Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?" diye sordular. Onlara; "Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: "Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?" Bunu işitince duâ edip; "İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah'ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâhut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi." dedi.
Buyurdu ki: "Lokmayı helâlden temin edebilmek için uğraşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır."
Kendisi işçi olarak çalışır, o gün kazandığı ile yiyecek şeyler alıp dostlarına ikrâm ederdi. Bir defâsında eve geç kaldı. Yol da uzundu. Arkadaşları; "O gecikti. Bâri biz yiyecek ne varsa onları yiyip uyuyalım, beklemiyelim." dediler. Nitekim yemeklerini yediler, yatsı namazlarını da kıldıktan sonra yatıp uyudular. İbrâhim bin Edhem gelince onların uyuduğunu gördü ve bir şey yemeden aç olarak yattıklarını düşünüp çok üzüldü. "Getirdiğim unu yoğurayım, bir şeyler pişireyim de uyandıkları zaman yesinler ve yarın oruca niyyet edebilsinler" diye çok uğraşıp, bir şeyler hazırladı. Arkadaşları uyandıkları vakit, onun kendileri için ne sıkıntılara katlandığını görünce, ne yaptığını sordular. O olanları anlattı. Bunun üzerine birbirlerine, "Bakın! O bizim için ne fedâkârlıklara katlanıyor, bizim hakkımızda ne kadar iyi düşünüyor. Fakat biz onu yemeğe beklemiyoruz." deyip, Onun kıymetini daha iyi anladılar ve özür dilediler.
Recâ bin Hayve şöyle anlatıyor: "İbrâhim ile beraber bir gemiye binmiştik. Bir anda gökyüzü karardı. Çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime; "Vah, vah. Gemi batacak galiba." dedim. O sırada; "Hiç korkma! İbrâhim bin Edhem sizinle beraberdir, bir şey olmaz." diyen bir ses duydum. Ondan sonra fırtınanın şiddeti kesildi, selâmetle yolumuza devam ettik."
Bir defâsında gemiye binmişti. Abasını üzerine çekip istirahate çekildi. Biraz gidince fırtına başladı. Herkes korkup, gemi batacak endişesi ile telâşlandılar. İbrâhim bin Edhem ise, abasının altında istirahatine devâm etti. Gemidekiler kendisine;"Ne kaygısız kimsesin. Herkes can derdinde. Sen ise rahatça yatıyorsun. Bu ne haldir?" dediler. O, gâyet sâkin olarak kalktı ve; "Yâ Rabbî! Bizlere rahmetini göster." diye duâ etti. Bundan sonra fırtına sâkinleşti. Gemide bulunanlar rahatladılar.
Bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su getirip ağzını yıkadı ve; "Allahü teâlânın isminin anıldığı bir ağzı böyle bulaşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur." buyurdu. Sarhoş kendine gelince İbrâhim Edhem hazretlerinin yaptığını ve söylediği sözü bildirdiler. O kimse tövbe etti ve sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretlerine rüyâsında; "Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senin kalbini temizledik." buyurdular.