Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İbadetlerde Tevhid

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
بســـم الله الرحمن الرحيم



İbadetlerde Tevhid


Giriş


İkinci esasa gelince -ki bu, şer' (dini emir) ve kadere toptan imanı da içine alan ibadetlerde tevhîddir- bu konuda şunları söyleriz:
Allah'ın yaratma ve emrine iman etmek gereklidir.
Binaenaleyh, Allah'ın her şeyin yaratıcısı, Rabbi ve Meliki (hakimi) olduğuna, her şeye kadir olduğuna, O'nun dilediği her şeyin olup dilemediklerinin ise olmayacağına, kuvvet ve kudretin ancak O'na ait olduğuna, olacak şeyleri vukuundan önce bildiğine, her şeyi kader olarak takdir edip, dilediği şekilde yazdığına iman etmek vaciptir.
Nitekim Allah Te'âlâ şöyle buyurmaktadır:
"Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir. Bu, bir kitapta (levh-i mahfuzda) mevcuttur. Bu (eşya ve olayların bilgisine sahip olmak) Allah için çok kolaydır." (Hacc 22/70),
Bir sahîh hadîste de Hz. Peygamber:
''Allah, yaratılmışların kaderini gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce, Arşı su üstünde iken takdir eylemiştir." buyurmuşlardır. (Müslim, "Kader", 16; Tirmizî, "Kader", 18; Ahmed b. Hanbel, II, 169.)




بســـم الله الرحمن الرحيم



Allah'ın Ne Öncekilerden, Ne Sonrakilerden Din Olarak Başkasını Kabul Etmeyeceği Din İslâm Dinidir


Allah'ın, ortak koşulmaksızın yalnızca kendisine ibadet edilmesini emrettiğine de iman etmek gerekir.
Nitekim O, cinleri ve insanları kendisine ibadet etmeleri için yaratmış, bu sebeple peygamberler gönderip (onlar vasıtasıyla) kitaplar indirmiştir.
(Şunu da bilelim ki
O'na ibadet etmek, O'na tam manâsıyla boyun eğme ve O'nu (tam manâsıyla) sevmeyi de zımnında (içerisinde) barındırır; bu ise O'na (Hz. Peygamber'e) tam olarak itaati içine alır. (en mükemmel şekilde itaat etmeyi gerektirir.)
Nitekim Allah Te'âlâ buyurmuştur ki:
"Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur " (Nisa 4/80);
"Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik "(Nisa 4/68);
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmrân 3/31);
"Senden Önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân'dan başka tapılacak (kulluk yapıp, ibadet edilecek) ilahlar (edinin diye) emretmiş miyiz? " (Zuhruf 43/45);
"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: 'Benden başka ibadete layık ilâh yoktur; şu halde bana kulluk edin diye vahyetmiş olmayalım" (Enbiyâ 21/25);
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve isa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din / teşri (kanun) kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a ortak/şirk koşanlara (müşriklere) ağır geldi " (Şûra 42/13);
"Ey Resuller! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim. Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbiniz'im. Öyle ise benden sakının (denildi)" (Mü'minûn 23/51-52).
Yüce Allah âyette resullere, dini ayakta tutmalarını ve onda ayrılığa / tefrikaya düşmemelerini emrediyor. İşte bu sebebledir ki Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) sahih rivayetle nakledilen hadîste şöyle buyuruyor:
"Biz peygamberler topluluğunun dini birdir. Nebiler baba bir anaları ayrı kardeşlerdir. Meryem'in oğluna insanların en yakını benim; zira benimle O'nun arasında başka peygamber yoktur."(Buhâri", "Enbiyâ", 48; Ahmed b. Hanbel, II, 406, 437.)
Bu din, Allah'ın ne öncekilerden ne de sonrakilerden, din olarak başkasını kabul etmediği İslâm Dini'dir.
Zira tüm peygamberler İslâm Dini üzeredir.
Allah Te'âlâ, Hz. Nuh hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onlara Nuh'un haberini oku: Hani O kavmine demişti ki: 'Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin. Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana Müslümanlar'dan olmam emrolundu. " (Yûnus 10/71-72);
Hz. İbrahim hakkında da şöyle buyurmaktadır:
"Nefsini küçük düşürenden başkası İbrahim'in milletinden (dininden) yüzçevirmez. Andolsun ki gerçekte biz onu (İbrahim'i) dünyada (resul olarak) seçtik. O ahiret gününde de salihlerden (kazananlardan) olacaktır.
Hani Rabbi ona (İbrahim'e): "teslim ol (kalb ve amellerinle bana boyun eğ)" deyince o: "Ben Alemlerin Rabbine teslim oldum (kalb ve hareketlerimle boyun eğdim)" demişti.
İbrahim oğullarına da (İslam'ı defalarca) tavsiye etmişti. Yakub da (oğullarına defalarca tavsiye etmişti). (Onlara şöyle vasiyet etmişlerdi): "Ey oğullarım! Allah size (kendisine bağlanıp uymanız için) tek bir din seçti. (Bu sebeple) sizler ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Bakara 2/130-132);
Hz. Musa hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın"(Yûnus 10/84);
İsa'nın havarileri hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Hani havarilere: 'Bana ve rasulüme iman edin' diye ilham etmiştim. Onlar (da) 'İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (Müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol' demişlerdi." (Mâide 5/111);
Daha önce geçmiş peygamberler hakkında:
Teslim (Müslüman)olmuş peygamberler, yahudilere onunla -Tevrat'la- hükmederlerdi. (Mâide 5/44) buyurmuş ve Belkıs'ın da:
"Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."(Neml 27/44) dediğini belirtmiştir.

Müslüman olmanın zımnında, yalnızca Allah'a teslim olmak vardır. (İslâm dini sadece Allah'a teslim olmayı içerir.)
Hem Allah'a hem de O'ndan bir başkasına teslim olan kimse müşriktir.
O'na teslim olmayan kimse ise O'na ibadet hususunda tekebbür göstermiş (kibirlenip ibadetten yüz çevirmiş) tir.
O'na ortak/şirk koşan ve ibadeti hususunda tekebbür gösteren (kibirlenip ibadetten yüz çeviren) kimse kâfirdir.
Yalnızca O'na teslim olmak, yalnızca O'na ibadet ve itaat etmeyi de içinde barındırır.
İşte Allah'ın başka bir dini kabul etmediği İslâm Dini budur.
Teslim olup müslüman olma, Allah'ın emrettiği her şeyi emrettiği zaman zarfında / diliminde yapmak suretiyle (emrettiği şekilde) itaat etmekle gerçekleşir.

Dolayısıyla Allah önceleri Mescid-i Aksâ'yı kıble edinmeyi emretmişse, (Mescid-i Aksâ yönelmek), daha sonra ise Kabe'yi kıble edinmemizi buyurmuşsa, (Kabe'ye yönelmek İslâm'dır.) Bu her (iki emir de) iki fiil de Allah'ın emrettiği zaman zarfında (dönemde) İslâm'a dahildir.
Binaenaleyh din; her iki fiilde de Allah'a itaat ve ibadet etmektir. fiilin / davranışın şeklî bir unsuru farklı olsa da -ki bu namaz kılınan yöndür- (yâni namaz kılanın yönü değişmiştir.)
Aynı şekilde, peygamberlerin şeriat, yol, yön ve ibadet şekilleri değişse de bu, dinin tek olmasına engel değildir (bütün peygamberlerin dini birdir). Kaldı ki, bu (değişiklik) tek bir peygamberin şeriati içinde de mümkündür. (ama peygamberin dini aynı din olarak devam etmektedir.)
Allah Te'âlâ, peygamberlerin ilkinin sonuncusunu müjdelemesini ve ona iman etmesini, sonuncusunun da ilkini tasdik edip ona iman etmesini onların dininin bir parçası kılmıştır.
Allah Te'âlâ, buyurmuştur ki:
"Allah nebilerden şöyle bir misak (yeminle destekleyerek verdikleri söz) almıştı: "Size, ne kadar kitap ve hikmet versem de, ardınızdan size verdiğimi tasdik edici bir rasul geldiği zaman ona iman edin ve yardımınızla destekleyin. (Allah) dedi ki: "Bunu ikrar edip kabul ettiniz mi?" (Nebiler) dediler ki: "İkrar (kabul) ettik." (Allah) dedi ki: "(Kabul ettiğinize dair birbirinize) şahit olun. Ben de sizinle beraber şahid olanlardanım." (Al-i İmrân 3/81).
İbn Abbâs (r.a.) da:
"Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, ondan, o hayatta iken Hz. Muhammed'i gönderirse O'na iman edip yardımda bulunacağına dair söz almış olmasın." demiştir. (Müslim, "İmân", 80; Nesa'î, "Bey'at", 32; Tirmizi, "Zühd", 39.)
Allah, bu peygambere, kendileri hayatta iken Hz. Muhammed'i gönderirse O'na iman edip yardımda bulunacaklarına dair ümmetinden söz almasını da emretmiştir. Allah Te'âlâ:
"Sana da kitabı (Kur'ân'ı), daha önce gelen kitabı doğrulayıcı ve ona şahit olarak hakla indirdik. Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet! Sana hak geldikten sonra onların hevalarına/arzularına uyma! (Ey ümmetler!)Sizden her birinize bir şeriat ve bir yol kıldık." (Mâide 5/48) buyurarak bu peygamberlere imanı birbirine bağlı kılmıştır.
Bunların birine iman edip diğerini inkâr ettiğini söyleyen kimse kâfir olur. Zira Allah Te'âlâ buyurmuştur ki:
"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip 'Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız' diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçekten kâfirler bunlardır." (Nisa 4/150-151);
"... Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir." (Bakara 2/85).
(Görüldüğü gibi âyette Yüce Allah, imanı bir bütün olarak ele almış ve Kur'an'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanı kâfir saymıştır.)
Bize hitaben:
"Biz Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir" (Bakara 2/136-137) buyurarak;
"Bunların tamamına iman ettik ve onlara teslim olduk" dememizi emretmiştir.


بســـم الله الرحمن الرحيم



Bütün Nebilerin, Rasullerin Kendisiyle Gönderildiği Esas


Mutlak olarak (Hiç şüphesiz) İslâm'ın baş unsuru / temeli:
"Allah'tan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına" şehadet etmektir."; ve tüm peygamberler bununla, bu esas üzere gönderilmiştir.
Nitekim Allah Te'âlâ şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki biz, 'Allah'a kulluk/ibadet edin ve Tâğut'tan sakının' diye (emretmeleri için) her ümmete bir rasul gönderdik."(Nahl 16/36);
"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: 'Benden başka ibadete layık ilâh yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım."(Enbiyâ 21/25);
Hz. İbrahim hakkında:
"Hani İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: "Hiç tartışmasız ben, sizin tapmakta olduklarınızdan (ibadet ettiklerinizden) uzağım."
"(Ancak) Beni yaratan başka. İşte O beni hidayete (doğru yola)yöneltip-iletecektir."
"Ve bunu (bu tevhid inancını) onun ardında (kendi soyunda) kalıcı bir kelime olarak kılıp bıraktı ki belki (Allah'a) dönerler diye." (Zuhruf 43/26-28);
Yine O'nun ağzından:
"İyi ama, ister sizin, ister Önceki atalarınızın; neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? iyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)" (Şuarâ 26/75-77);
"İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine:
"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan (ibadet ettiklerinizden) uzağız (beriyiz). Sizi inkar ediyoruz. Yalnız Allah'a iman edinceye kadar bizimle, sizin aranızda ebedî düşmanlık ve öfke belirmiştir. Yalnız İbrahim babasına:
"Andolsun ki senin için bağışlanma dileyeceğim. Ancak, Allah'tan sana gelecek -herhangi- bir-şeyi önleme gücüne malik değilim" demesi (bundan) müstesnaydı.. (İbrahim ve beraberinde olanlar): Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik ve sanadır dönüş." (Mümtehine 60/4) ve
"Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân'dan başka tapılacak (kulluk yapıp, ibadet edilecek) ilahlar (edinin diye) emretmiş miyiz?" (Zuhruf 43/45) buyurmuştur.
Yine Allah Te'âlâ Nuh, Hud, Salih ve diğer resullerinin kavimlerine:
"Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka kulluk edilmeye layık bir ilahınız yoktur" dediklerini ifade etmiştir. ( A'râf 7/59, 65, 73, 85; Hûd 11/50, 61, 84)
Ashab-ı kehf hakkında:
"... hakikaten onlar, Rableri'ne inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka ilahlar edindiler. Bari bu ilahlar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?" (Kehf 18/13-15) buyurmuştur.


بســـم الله الرحمن الرحيم



Şirk'in Aslı ve Çeşitleri


Allah Te'âlâ:
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar." (Nisa 4/48) buyurarak, bunu Kitab'ında iki ayrı yerde zikretmiştir.
Allah Te'âlâ Kitab'ında (Kur'an'da), melekleri O'na ortak koşmayı, peygamberleri ortak koşmayı, yıldızları ortak koşmayı, putları ortak koşmayı anlatarak - ki şirkin aslı, şeytanı Allah'a ortak koşmaktır-, Hristiyanlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar da) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i (İsa) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk/ibadet etmeleri emrolundu. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir/uzaktır." (Tevbe 9/31);
"Hani Allah: "Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, "Allah’ı bırakıp beni ve anamı iki ilah edinin" diye söyledin?" dediğinde o dedi ki: "Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan birşeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer böyle söylemişsem, sen onu bilirsin. Sen, benim nefsimde olanları bilirsin. Ben ise senin nefsindekileri bilemem. Muhakkak ki sen, gaybleri en iyi bilensin."
"Ben onlara, senin bana emrettiğinden başka birşey söylemedim. (Sadece şunu dedim) : "Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk/ibadet edin!." Ve ben, onların arasında bulunduğum müddetçe onlara şahid idim. Fakat sen beni vefat ettirince, onlar üzerine sen gözetleyici oldun. Sen, herşeye şahidsin."(Mâide 5/116-117);
"Allah'ın kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiği insanoğlunun: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesi düşünülemez. Fakat kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre: "Rabbaniler (Rabb'e hâlis kullar) olun" der.
(Hiçbir rasul) melekleri ve nebileri rabler edinmenizi size emretmez. Sizler müslüman olduktan sonra, kafir olmanızı mı emredecek(ler)?" (Âl-i İmrân 3/79-80)
Bu suretle (görüldüğü gibi) Allah Te'âlâ, (hahamları, rahipleri) melekleri ve nebileri / peygamberleri rabb edinmenin küfür olduğunu beyan etmiştir.
Şurası bilinen bir vakıadır ki:
Yaratılmışlardan hiçbiri, peygamberlerin, âlimlerin / hahamların, rahiplerin ve Meryem'in oğlu İsa'nın, göklerin ve yerin yaratılması konusunda Allah'a ortak olduğunu iddia etmemiştir; hattâ hiç kimse, âlemin, sıfatları ve fiilleri bakımından birbirine denk iki yaratıcısı olduğu iddiasında bulunmamıştır.
Yine hiçbir âdemoğlu, tüm sıfatlarıyla Allah'a eşit olan bir ilâhın varlığını isbat etmemiştir.
Allah'a şirk koşanların/müşriklerin tamamı; Allah'ın ortağının kendisine denk olmadığını, hattâ ister hükümdar, ister nebî, ister yıldız ve isterse put olsun, bu ortağın Allah'ın hükmü altında olduğunu kabul etmişlerdir.
Nitekim müşrik Araplar telbiyelerinde:
"Buyur, senin kendi hükmün altında olandan başka ortağın yoktur; ona ve onun sahip olduklarına sen hükmedersin" demekteydiler.
Resûlullah ise tevhidi seslendirerek:
"lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke lâ şerike leke" = "Buyur Allahım, emret; senin ortağın yoktur; buyur; hamd, nimet ve hükümranlık sana mahsustur; senin ortağın yoktur" buyurmuştur.
(Telbiye, kelime anlamı itibariyle "(çağrıya, isteğe, davete) karşılık verme, boyun eğme, itaat etme" demektir. Istılahta ise "hacda, "lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke lâ şerike leke" diyerek ilâhî çağrıya icabette bulunmak" anlamında kullanılır.)
Mezhepler tarihi (din ve mezheblerle felsefi ekollerin görüşlerini içeren "Makalât" isimli eserlerin) müellifleri, gelmiş geçmiş dinî cemaat, inanç, görüş ve din mensuplarının görüşlerini zikretmişler;
Fakat hiç kimsenin (müşrikin), tüm yaratıkların yaratılışında Allah'a ortaklık eden bir ortağın, veya tüm sıfatlarında O'na benzer/denk olan bir varlığın varlığını isbat ettiğini nakletmemiş (mevcudiyetinden bahsetmemişler) dir.
Bu konuda naklettikleri en aşırı görüş, "nur" ve "zulmet" şeklinde iki aslın varlığını öne süren ve nurun iyiliği, zulmetin ise kötülüğü yarattığını söyleyen Seneviyye'nin (düalistler) görüşüdür.
Bunların zulmet / karanlık hakkında iki farklı görüşe sahip olduklarını söylemişlerdir:
- Birincisi, zulmetin muhdes (yaratılmış) olduğudur ki bu durumda o, Allah'ın yarattığı varlıklardan olur.
- İkincisi, onun kadîm olduğu, fakat sadece kötülüğü işlediği görüşüdür. Bu durumda da, zâtı, sıfatları ve fiilleri bakımından nurdan eksik olur.
Nitekim Allah Te'âlâ, müşriklerin, kendisinin Kitab'ında beyan ettiği yaratıkların yaratıcısı olduğunu kabul / ikrar ettiklerini haber vermiştir. Buyurmuştur ki:
"Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette 'Allah'tır' derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz. Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar."(Zümer 39/38);
"(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 'Allah'a aittir' diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız, de.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir, diye sor. '(Bunlar da) Allah'ındır' diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız, de.
Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir, diye sor. '(Bunların hepsi) Allah'ındır' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz, de.
Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır. Allah evlât edinmemiştir; O'nunla beraber ibadete layık hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir." (Mü'minûn 23/84-91);
"Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler"(Yûsuf 12/106).
İşte bu ve benzeri âyetlerle (örneklerle), "tevhîd" in manâsı / amacı hususunda ortaya çıkan yanlışlıklar (düşülen hatalar) görülür.


 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
***Devamı***

***Devamı***

بســـم الله الرحمن الرحيم



Müşriklerin Kabul Ettiği Tevhidin Anlamı


Kaderi isbat eden Ehl-i Sünnet'e mensup bu düşünürlerin (kelâmcıların kendilerine çizdikleri nihaî sınır) ortaya koydukları görüşün varacağı son nokta, "tevhîd-i rubûbiyyet (Rububiyyet Tevhidi)" ve Allah'ın her şeyin Rabbi olduğudur. Bununla birlikte, müşrikler de müşrik olmalarına rağmen bunu (rubûbiyyet tevhidini)kabul / ikrar etmekteydiler.
Benzer şekilde, mutasavvıflardan bazıları ile marifet, tahkîk ve tevhîd yolunu tutanlara göre tevhidin son noktası şühûdî tevhîd, Allah'ın her şeyin Rabbi, Meliki (hâkimi) ve yaratıcısı olduğunu görmektir.
Özellikle arif bulduğu şey ile varlıktan (mevcuduna dalarak kendi vücudundan), gördüğü şey ile görmesinden (meşhuduna dalarak kendi şühûdundan) ve bildiği şey ile bilmesinden (mar'ûfuna dalarak kendi ma'rifetinden) "gaib olup", -aslında var olmayan şey fena bulacak ve ezelî olan varlık da bakî kalacak biçimde- tevhîd-i rubûbiyyette (Rububiyyet Tevhidinde) "fena" bulduğunda, onlara göre bu, daha ötesi olmayan, varılacak son noktadır.
Müşriklerin kabul ettiği tevhidin anlamının da bu olduğu bilinmektedir. Kişi, salt bu tevhîd (Rububiyyet Tevhidi) ile Allah'ın velîsi veya evliyanın önde gelenlerinden olmak bir yana, Müslüman bile olmaz / olamaz.
Tasavvuf ve marifet ehlinden bazı gruplar, sıfatları da isbat ederek bu tür tevhidi ortaya koyarlar ve böylelikle âlemin, yarattıklarından ayrı bir Yaratıcı'sının varlığını isbat etmekle birlikte "Rububiyyet Tevhidinde" fena bulurlar.
Başka bir grup ise buna sıfatların inkârını da eklerler ve sıfatları iptal edenlerden olurlar (sıfatları nefyederek ta'tile saparlar). Bu (bunların durumu) ise, müşriklerin pek çoğunun durumundan daha kötüdür.
(Rubûbiyyet Tevhîdi: Tevhidin bu türü, Allah'ı fiillerinde birlemektir. Yüce Allah'ın Rabb olması, yaratması, yetiştirmesi ve imkan vermesi bakımından tekliğidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul ediyorlar, bunu inkara kalkışmıyorlardı. Fakat tevhidin bu çeşidini kabul etmeleri, onların İslam'a girmeleri için yeterli değildi. İşte bu yüzden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), döneminin müşrikleriyle savaşmış, onların canlarını ve mallarını helal kabul etmiştir.)


بســـم الله الرحمن الرحيم



İslâm'ın Temeli / Aslı


İşte bu, Müslüman'ın bilmesi gereken önemli bir esastır.
Bu, iman ehli mü'minlerin küfür ehli kâfirlerden ayrıldığı İslâm'ın özüdür / temelidir. Bu (iki esas):
1 - "Tevhid / Allah'ın birliğine" ve
2 - "Risalete" imandır.
Yani:
1 - "La ilahe illallah" "Allah'tan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına"
2 - "Muhammedun Rasulullah" ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmektir. (şehadetini şartlarıyla / gerekleriyle yerine getirmektir.)"
Pek çok insan, bu iki esasın / aslın veya birisinin gerçek anlamını saptırma (hatasına) düşmüş, fakat yine de tahkik, tevhîd, ilim ve marifetin son noktasında olduğunu zannetmiştir. (ama bu iki temelin / aslın veya birinin hakikatini zedeleyen tavırlar içerisindeler.)
Müşrikin, Allah'ın her şeyin Rabbi, Meliki (Hâkimi) ve yaratıcısı olduğunu ikrar etmesi, onu Allah'ın azabından kurtarmaz.
Kurtulması için:
1 - Allah'tan başka ibadete layık ilâhın bulunmadığını, O'ndan başka kimsenin kulluk / ibadet etmeye lâyık olmadığını,
2 - Hz. Muhammed'in O'nun Resulü olduğunu ve haber verdiği hususlarda O'nu tasdik edip, emrettiği hususlarda da O'na itaat etmenin mecburî olduğunu kabul / ikrar etmesi gerekiyor.
Dolayısıyla, (öneminden dolayı) bu iki esas / temel hakkında bir şeyler söylemek gerekir.


بســـم الله الرحمن الرحيم



Kelime-i Şehâdet


Birinci temel / esas: Ulûhiyyet Tevhîdidir.
(Tevhîd-i iradî, Tevhîd-i amelî, Tevhîd-i ma'bûdiyyet isimleriyle de anılan Ulûhiyyet Tevhîdi:Kulların yaptıkları fiillerde yüce Allah'ı tek olarak tanıma, bilme ve inanmaları anlamındaki tevhiddir. Allah'ı ibadete layık yegane ilah olarak tanırken, başkasını asla ona ortak koşmamaktır. )
Daha önce geçtiği üzere, Allah Te'âlâ müşriklerin, kendisinin izni olmaksızın, O'nunla kendileri arasında, dua ettikleri ve şefaatçi edindikleri bir takım aracıların varlığını kabul ettiklerini haber vermiştir.
Allah Te'âlâ buyurur ki:
"Onlar; Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de yarar veremeyen şeylere ibadet ediyorlar ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' diyorlar. De ki: 'Allah'ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?' O, onların koştukları ortaklardan uzak/münezzeh ve yücedir." (Yûnus 10/18) ;
Allah Te'âlâ bu âyette onları şefaatçi edinen bu kimselerin müşrik olduklarını haber vermektedir.
Yüce Allah,Yâsîn sûresinde sözü edilen mü'min kişiden nakille şöyle buyurmaktadır:
"Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz. O'ndan başka ilahlar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum. Şüphesiz ben, Rabbiniz'e inandım, beni dinleyin." (Yâsîn 36/22-25);
Yine şöyle buyurmaktadır:
"Elbette ki sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz ve (dünyada iken) size verdiklerimizi arkanızda bıraktınız. Ve içinizde gerçekten ortaklar olduklarını iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de (şimdi) beraberinizde göremiyoruz. Böylece (onlarla) aranız açılmış ve iddia etmiş olduklarınız sizden ayrılmışlardır" (En;âm 6/94);
Allah Te'âlâ, bu âyetlerde onların şefaatçılarının kendileri hakkında ortaklar olduğunu sandıklarını haber vermektedir.
Allah Te'âlâ yine şöyle buyuruyor:
"Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçi edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Zümer 39/43-44);
"... O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır." (Secde 32/4);
"Rableri'nin huzurunda toplanacaklarından korkanları O'nunla (Kur'ân ile) uyar. Onlar için Rableri'nden başka ne bir dost ne de bir aracı vardır." (En'âm 6/51);
"... İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?" (Bakara 2/255);
"Rahman (olan Allah, melekleri) evlât edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilâkis (melekler), lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır. O'ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar; onlar, sadece O'nun emri ile hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!" (Enbiyâ 21/26-28);
"(Müşriklere) de ki: Allah'tan başka ilah saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktu. Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Sebe' 34/22-23);
"(Resulüm!) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar Rableri'ne -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbin'in azabı, sakınılacak bir azaptır." (İsrâ 17/56-57).
Seleften bir grup der ki:
Bunlar Uzeyr'e, Mesih'e ve meleklere dua eden bir kavimdi. (Bunların bu tavırları üzerine) Allah Te'âlâ da bu âyeti indirdi. Bu âyette, meleklerin ve peygamberlerin kendilerinin, Allah'a yakın olmaya çalıştıklarını, O'nun rahmetini umup, azabından korktuklarını beyan etti.
Şunun bilinmesi de (gerçek) tevhidin hakikatinden, gereklerindendir:
Allah Te'âlâ, kendisi için, başka hiçbir yaratılmışın bunlarda kendisine ortak olmadığı; ibadet, tevekkül, havf ve takva gibi bir takım hakların varlığını (isbat etmiş) bildirmiştir.
Nitekim Allah Te'âlâ buyurmuştur ki:
"Allah ile beraber başka bir ilâh edinme, yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın."(İsrâ 17/22);
"(Resulüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah'a has kılarak yalnız O'na kulluk et" (Zümer 39/2);
"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk/ibadet etmem emredildi" (Zümer 39/11)
"De ki: Ey câhiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz? (Resulüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer 39/64-66).
Nitekim Peygamberlerin her biri de kendi kavmine şöyle duyurdu:
"Sadece Allah’a ibadet edin Ondan başka ibadete layık ilahınız yoktur." (Meselâ bk: A'râf 7/59, 65, 73, 85)
Allah Te'âlâ tevekkül hakkında şöyle buyurmaktadır:
"... Eğer mü'minler iseniz ancak Allah'a güvenin."(Mâide 5/23);
"... Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler."(İbrahim 14/11);
"... De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar."(Zümer 39/38) ve
"Eğer onlar Allah ve Resûlü'nün kendilerine verdiğine razı olup, 'Allah bize yeter (hasbünallâh), yakında bize Allah da lütfundan verecek, Resulü de. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz' deselerdi (daha iyi olurdu)" (Tevbe 9/59)
Allah Te'âlâ bu son âyette: Verme hususunda:
"Allah ve Resûlü'nün kendilerine verdiğine" ifadesini kullanırken / buyururken,
Tevekkül için:
"Allah bize yeter" buyurmuş, "Allah ve Resulü (bize yeter)" dememiştir.
Çünkü verme, şer'î olarak (şeriatın tanıdığı) vermektir. Bu ise Resûlüllah'ın tebliğ ettiği mubah veya helâl kılınan hususları da içine alır.
"Helâl", Resûlüllah'ın helâl kıldığı,
"Haram", O'nun haram kıldığı,
"Din" de O'nun teşri kıldığı/ şeriat olarak ortaya koyduğu şeydir.
Allah Te'âlâ buyurur ki:
"Resul size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının."(Haşr 59/7).
Âyette (Tevbe 9/59): " حَسْبُنَااللّهُ(hasbünallâh)" buyurulmaktadır.
" الحسب Hasb", yeterli olan demektedir. Kul için yalnız başına yeterli olan sadece Allah'tır.
Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:
"Bir kısım insanlar, mü'minlere: 'Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker/ordu topladılar; aman sakının onlardan!' dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir' dediler."(Âl-i İmrân 3/173)
Yani tek başına Allah, onlara yeter.
Yine buyurmuştur ki:
يَاأَيُّهَاالنَّبِيُّحَسْبُكَاللّهُوَمَنِاتَّبَعَكَمِنَالْمُؤْمِنِينَ
"Ey Peygamber! Sana ve sana tâbi olan/uyan mü'minlere Allah yeter"(Enfâl 7/64).
Yani sana ve sana tâbi olan/uyan mü'minlere yeten, Allah'tır; O sizin hepinize yeter.
Kastedilen, hataya düşen bazı kimselerin zannettiği gibi: "Allah ve mü'minler sana yeter" şeklinde değildir;
Zira O, peygamberine tek başına yeter. O'nun yanında, O'nunla beraber Peygamber'e yetecek kimse yoktur. (kendisiyle birlikte başkasına bir ihtiyaç yoktur.)
Âyetin bu kullanışı Arab dilinde yaygındır.
Dilde bu, şairin: "Sana ve ed-Dahhâk'a Hint kılıcı yeter ( فحسبك والضحاك سيف مهند )" ifadesinde olduğu şekilde kullanılır.
Araplar da der ki:
"Sana ve Zeyd'e bir dirhem yeter( حسبك وزيداً درهم )"; yani Zeyd'le sana, ikinize bir dirhem kâfidir.
Allah Te'âlâ, "havf, haşyet ve takva" hakkında:
"Her kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat eder, Allah'a saygı duyar (haşyet) ve O'ndan sakınırsa (takva), işte asıl bunlar mutluluğa/kurtuluşa erenlerdir." (Nûr 24/52) buyurarak;
"İtaatin" kendisi ve Resûlü'ne, "haşyet" ve "takvanın" ise yalnız kendisine yönelik olduğunu bildirmiştir.
Nuh (a.s.) da:
"Ey kavmim! Şüpheniz olmasın ki, ben sizi 'Allah'a kulluk/ibadet edin; O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki,...' diyerek apaçık uyaran bir kimseyim."(Nuh 71/2-3)
Diyerek kulluk/ibadet ve takvayı yalnızca Allah'a, itaati ise kendisine (Resül'e) yönelik olarak göstermiştir.(ait kılmıştır)
Zira Resül'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur.
Yine Allah Te'âlâ buyurmuştur ki:
"... Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun"(Mâide 5/44);
"... Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun"(Âl-i İmrân 3/175).
Hz. İbrahim (a.s.) :
"Hem siz Allah'ın, ilâh oldukları hakkında hiç bir delil indirmemiş olduğu şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden nasıl olur da korkarım? Şimdi biliyorsanız, söyleyin bakalım, Allah'a iman edenler mi, yoksa O'na ortak koşanlar mı, güven içinde olmaya daha lâyıktırlar? (En'âm 6/81) demiştir.
Yine Allah Te'âlâ:
"Hiç şüphesiz iman edenler ve imanlarına her hangi bir zulümle gölgelememiş olanlar (imanlarına zulüm karıştırmayanlar) yok mu? İşte asıl güven içinde olanlar onlardır ve hidayete ermişler de onlardır." (En'âm 6/82) buyurmuştur.
Sahîhayn'da (Buhâri ve Müslim'de) İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet edilir:
Bu âyet indiğinde, Resûlüllah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına ağır geldi ve:
"Hangimiz kendi nefsine zulüm (haksızlık) etmez ki?" dediler.
Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sözü edilen zulümden maksat şirktir. Siz sâlih kulun:
"Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür"(Lokman 31/13) sözünü ve Allah Te'âlâ'nın:
"...Yalnızca benden korkun"(Bakara 2/40) ve
"... Yalnız benden sakının" (Bakara 2/41) buyruklarını işitmediniz mi?" buyurdu. (Buhârî, "İmân", 23; "Tefsîru sûre 6", 3.)
Bununla ilgili olarak (şu da söylenebilir ki):
Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem), hutbesinde:
''Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse( من يطع الله و رسوله ) doğru yolu bulmuş olur; her kim de onlara karşı çıkarsa, bunun zararı ancak kendisine dokunur; Allah'a hiçbir zarar gelmez" (Müslim, "Cum'a", 48; Ebû Dâvûd, "Salât", 223; "Nikâh", 32; Ahmed b. Hanbel, IV, 256, 379.);
"Allah ve Muhammed ne dilerse ( ما شاء الله و شاء محمد )demeyin; Allah, sonra da Muhammed ne dilerse( ما شاء الله ثم شاء محمد )deyin" buyurmuştur. (Dârimî, "İsti'zân", 63; İbn Mâce, "Keffârât", 13; Ahmed b. Hanbel, V, 72, 393.)
Bu şekilde, itaat konusunda Peygamber'in ismini Allah'ın ismine "ve ( و )"harfi / edatı ile bağlamış; irade / dileme (meşîet) konusunda ise bunun "sonra ( ثم ) " ifadesiyle yapılmasını emretmiştir.
Bunun sebebi şudur:
Peygamber'e itaat etmek, Allah'a itaat etmektir; her kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.
İrade / dileme (meşîet) konusunun aksine, Allah'a itaat etmek de Peygamber'e itaat etmek demektir.
Zira kullardan hiçbirinin iradesi / dilemesi, Allah'ın iradesi / dilemesi değildir ve Allah'ın iradesi / dilemesi de kulların iradesi / dilemesine bağlı olan bir şey değildir. Bilâkis, Allah neyi dilerse -insanlar bunu istemese bile- olur ve kullar neyi dilerse dilesin, Allah dilemeyince olmaz.


بســـم الله الرحمن الرحيم



Peygamberlerin Üzerimizdeki Hakkı


Peygamberlerin üzerimizdeki hakkı: (İkinci temel / esas: )
Bizim üzerimize düşen:
Hz. Peygamber'e:
- İman ve itaat etmek,
- O'na tâbi olmak
- O'ndan razı olmak,
- O'nu sevmek,
- O'nun verdiği hükümlere teslim olmak ve benzeri hususlardır.
Allah Te'âlâ buyurmuştur ki:
"Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa 4/80);
"... Eğer mü'min iseler Allah'ı ve Resûlü'nü razı etmeleri daha uygundur." (Tevbe 9/62);
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin."(Tevbe 9/24);
"Hayır, Rabbin'e andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa 4/65);
"(Resulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin" (Âl-i İmrân 3/31).
Bunlar anlaşıldığına göre (anlattıklarımız kabul edildikten sonra), artık, Allah'ın yaratma ve emrine, kaza ve şeriatine iman etmenin vacip olduğu malûmdur.


 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
***Son***

***Son***

بســـم الله الرحمن الرحيم



İbadette İki Temel


İbadet hususunda (kişiye) iki şey gerekir. (İbadetlerde iki temel özelliğin bulunması mutlaka gereklidir.)
Birincisi; dinde ihlâslı olmak, (İbadeti sırf Allah için yapmak)
İkincisi ise; Allah'ın peygamberleri ile gönderdiği emrine uygun olmaktır. (İbadeti Allah'ın emrettiği şekilde yapmak)
Bu sebeple Ömer b. Hattâb (r.a.) duasında:
"Allahım, tüm amellerimi sâlih kıl; senin zâtın (sırf senin rızan) için samimî davranışlar kıl ; amelimde başka hiç kimseye yönelik bir şey kılma (başkasının onda bir payı olmasın)" derdi.
Fudayl b. Iyâz da:
"O hanginizin daha güzel iş / amel yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı" (Mülk 67/2) âyeti hakkında:
"Amelin en ihlâslısı ve en doğrusu" demiştir.
Bunun üzerine dediler ki:
"Ey Ebû Ali! En ihlâslı ve en doğru olan amel nedir?" O da:
"Amel ihlâslı olup da doğru olmazsa kabul olunmaz; doğru olup ihlâslı olmayınca da kabul olunmaz. Yapılacak amelin kabul olunması/edilmesi için hem ihlâslı ve hem de doğru yapılmış olması gerekir."
- Amelin ihlâsla yapılması, sırf Allah için olması (yapılması) dır.
- Doğru olması ise, sünnete (şeriata) uygun yapılmasıdır". cevabını verdi.
Bu nedenle Allah Te'âlâ Kur'ân'da müşrikleri, ortaklarının, Allah'tan başkasına kulluk/ibadet etmek ve kendisinin din olarak vaz' etmediği biçimde kendisine kulluk etmek şeklinde ortaya koydukları Allah'ın izin vermediği bir dine uymaları sebebiyle kınamış ve:
"Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî' ettiler (bir yasa ve şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır." (Şûra 42/21) buyurmuştur.
Aynı şekilde, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmaları sebebiyle de onları kınamıştır.
Gerçek / Hak din, Allah'ın haram kıldığından başka haram ve O'nun vaz' ettiğinden başka din olmamasıdır.





بســـم الله الرحمن الرحيم



İnsanlar, Allah'a Kulluk Etme ve O'ndan Yardım Dileme Noktasında Dört Kısma/Gruba Ayrılır


1 - Birinci grub:Takva sahibi / Müttakî mü'minler, O'na yönelir ve O'nun yanındadırlar; yalnızca O'na ibadet eder ve O'ndan yardım dilerler.
2 - İkinci grub: Allah'tan yardım dilemeden ve sabır göstermeden O'na ibadet eder. Bunlardan olan kimsenin, (Allah'a ibadet) itaat, takva ve Sünnet'in gerekleri (sünnete tâbi olma) hususunda dikkatli olduğunu görürsün. Fakat bunlarda Allah'a tevekkül, Allah'tan yardım dileme ve sabır değil, bilâkis zayıflık ve sabırsızlık (acz ve sızlanış) söz konusudur.
3 - Üçüncü grub: Emre tam mutabakat ve Sünnet'i takip etme (sünnete tâbi olma) olmasa da, Allah'tan yardım dileme, tevekkül ve sabır vardır. Bunlardan birine imkân bahşedilip içte veya zahirde bir hal sahibi olabilir. Birinci gruba verilmeyen bir mükâşefe ve etki verilir. Ancak bunun sonu yoktur; zira o takva sahibi / müttakîlerden değildir. Akıbet ancak takva iledir. (takvanındır.)
Bunların birincisinin (İkinci grubun) dini zayıftır, fakat kişi zayıflık ve sabırsızlıkla (sızlanış ve acz sebebiyle) dinini ifsad etmezse dini sürekli ve kalıcıdır.
Bunlardan (Üçüncü grubtan)olan kimsede bir hal ve kuvvet söz konusudur, ancak bu durum sadece emre uygun olduğu ve Sünnet'i takip ettiği müddetçe sürer.
4 - Dördüncü grub: Bu gruplar içinde en kötüsü olan; Allah'a kulluk / ibadet etmeyen ve O'ndan yardım dilemeyenlerdir. Bunlar, fiillerinin Allah'a ait veya O'nunla olduğunu kabul etmez. Dolayısıyla, kaderi inkâr eden Kaderiyye'den Mu'tezile ve diğerleri, emir ve nehyi, va'd ve va'îdi önemseme noktasında şeriat, emir ve nehiyden yüz çeviren bu Kaderi Cebriyye'den iyidir.
Sûfîler ise kader ve rubûbiyyet tevhidini müşahede açısından Mu'tezile'den iyidir.
Ancak bunların arasında, bazı emir ve nehiylerden va'd ve va'îdden yüz çevirmek gibi bir bid'ati ortaya koyan, hattâ hedeflenen amacı rubûbiyyet tevhidini müşahede etmek ve bunda fena bulmak olarak gören kimseler mevcuttur. Bunlar da Müslüman (İslâm) cemaatinden ve bunların takip ettiği yoldan i'tizâl etmiş (ayrılmış) olurlar. Dolayısıyla bu açıdan mu'tezilîdirler. Bu şekilde onların içine düştüğü bid'at, diğer Mu'tezile'ninkinden daha kötü olur. Bu her iki grup da Basra'da ortaya çıkmıştır.



* * *



Allah'ın dini, O'nun peygamberleriyle gönderip, Kitaplar'da indirdiği (din) dir; doğru yol / sırât-ı müstakîmdir. Bu da, nesillerin en hayırlısı, ümmetlerin en faziletlisi ve Allah katında peygamberlerden sonra yaratılmışların en şereflisi olan, Resûlullah'ın ashabının yoludur.
Allah Te'âlâ:
"(İslâm Dini'ne girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır." (Tevbe 9/100)
Buyurmuş ve öne geçen ilk muhacirler ve ensardan mutlak olarak, onlara tâbi olanlardan ise onları güzellikle takip etmeleri sebebiyle razı olmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahîh hadîslerde:
"Nesillerin en hayırlısı, benim içlerinde gönderildiğim nesil, sonra bunların ardından gelenler, sonra da onların ardından gelenlerdir" buyurmuştur. (Müslim, "Fedâ'ilü's-sahâbe", 21, 211, 212, 214, 215; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 9; Ahmed b. Hanbel, II, 328; V, 327; VI, 156.)
Abdullah b. Mes'ûd da:
"Sizden her kim bir yol tutmak (örnek edinmek) isterse, vefat etmiş olanların yolunu tutsun. Zira hayatta olanın fitnesinden emin olunmaz. (fitneye sapmayacağı konusunda güvence yoktur.) Bunlar (vefat etmiş olanlar), bu ümmetin en temiz kalplileri, en derin ilme sahip olanları, en samimîleri olan, Resûlullah'ın ashabıdır. Onlar, Allah'ın, Resûlune yoldaş olmak ve dinini tesis etmek için seçtiği topluluktur. Onların hakkını teslim edin (gözetin) ve onların gösterdiği yola dört elle sarılın. (onların yolundan gidin.) Zira onlar en doğru yol üzereydiler" derdi. (Ahmed b. Hanbel, III, 134.)
Huzeyfe b. Yemân (r.a.) da:
"Ey (Kur'ân) okuyanlar topluluğu! Dosdoğru olunuz ve sizden öncekilerin yolunu tutunuz (yolunu takip ediniz). Allah'a andolsun ki, şayet onlara tâbi olursanız, önde gidenlerden olursunuz (büyük bir başarı elde edersiniz.); Ama eğer sağa sola saparsanız, büyük bir sapkınlığa düşersiniz" demiştir.
(Huzeyfe b. Yemân; Ebû Abdillâh Huzeyfe b. Huseyl b. Câbir el-Absî (v. 36/656). Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sırdaşı olan sahâbîdir.)
Yine Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir:
Resûlullah bize bir çizgi çizdi, sonra onun sağına ve soluna çizgiler çekti/çizdi ve buyurdu ki:
"Bu (ilk çizdiğim çizgi) Allah'ın yoludur, Bunlar da ayrı yollar olup her birinin üzerinde bir şeytan durmakta ve ona davet etmektedir." Sonra:
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." (En'âm 6/153)âyetini okudu.(Dârimî, "Mukaddime", 23; Ahmed b. Hanbel, I, 435, 465.)
Allah Te'âlâ bize namazlarımızda:
"Bize doğru yolu göster. Kendilerine nimet verdiğin (lütuf ve ikramda bulunduğun) kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!" (Fatiha 1/5-7) dememizi emretmiştir.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
"Yahudiler gazaba uğramışlar, Hristiyanlar ise sapmışlardır" buyurmuştur. (Tirmizî, "Tefsîru sûre 1", 2,40; Ahmed b. Hanbel, IV, 378.)
Zira:
- Yahudiler hakikati bilmelerine rağmen buna uymamışlar, (hakka tâbi olmamışlar.)
- Hristiyanlar ise bilgisizce (bir bilgiye dayanmaksızın) Allah'a kulluk / ibadet etmişlerdir.
İşte bu sebeple:
"Günahkâr/Fâcir âlim ile ibadet eden/âbid câhilden Allah'a sığının; zira bunların aldatması her aldanan için bir fitnedir" denilir.
Allah Te'âlâ:
"Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır." (Tâhâ 20/123) buyurmuştur.
İbn Abbâs (r.a.):
"Allah Te'âlâ Kur'ân'ı okuyan ve içindekilerle amel eden kimsenin dünyada sapmayacağını ve ahirette bedbaht olmayacağını garanti etmiştir" diyerek bu âyeti (Tâhâ 20/123) okumuştur.
Yine Allah Te'âlâ:
"Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar, İşte onlar, Rableri'nden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır " (Bakara 2/1-5)
Ayetlerinde de bu kimselerin hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler olduğunu haber vermiştir. Bu da gazaba uğramışlar ve sapmışların zıddıdır.

Allah'tan bizi ve kardeşlerimizi, doğru yoluna, kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kimselerin yoluna erdirmesini niyaz ederiz. Bunlar en güzel dostlardır.
Allah bize yeter; o ne güzel vekildir.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah, Efendimiz Hz. Muhammed'e, O'nun ailesi ve ashabına salât ü selâm eylesin.


 
Üst Alt