bcetin811
AMEL-Ý SALÝH
HZ. PEYGAMBER'İN İCTİHADI MESELESİ
İCTİHADIN TANIMI
İctihad, sözlükte "takat, güç ve kudret" gibi anlamlara gelen "cehâ" kelimesinin bir türevi olup "bedenî ve zihnî meşakkat gerektiren bir iş için mümkün olan güç ve kuvveti sarf etmek" demektir. Istılahta ise İslam hukukçuları genellikle ictihadı, şer'î hükümleri bilme konusunda müctehidin bütün gücünü sarf etmesi veya tüketmesi, şeklinde tanımlamışlardır.
Hz. Peygamber’in gerek vahyin direktifleri gerekse kişisel tercihleri doğrultusunda hareket ederek yaşadığı hayat tarzı ve gittiği yola genel mânâda sünnet denilebilir. Son Peygamber ve insanlık için güzel örnek olan Allah Rasûlü'nün sünnetini, bir anlamda Kur'ân'ın hem evrensel hem de tarihsel planda ortaya konmuş yorumu olarak değerlendirmek de mümkündür. Zira onun sünneti, beşerî, tarihî, coğrafî, kültürel, ekonomik ve sosyal farklılıklara rağmen her zaman ve mekânda bütün insanlık için örnek alınabilecek zenginliğe sahiptir. Bu nedenle İslam'ın ilk dönemlerinden günümüze kadar yeryüzünün hemen her bölgesinde Müslümanları ilgilendiren her konuda Rasûlullah'ın sîreti ve sünneti takip edilmesi gerekli bir örnek olarak değerlendirilmiş, onun emir ve yasakları itirazsız yerine getirilmeye çalışılmıştır. Müslümanların bu sünnet telakkileri özü itibariyle günümüzde de değişmemiştir.
Bununla birlikte sahâbe döneminden başlayarak gittikçe artan oranda Sünnet'i dinî bir kaynak olarak değerlendirmek istemeyen ve bu konuda kuşkular uyandırmaya çalışan bazı şaz fikirlerin ortaya çıktığı da görülmektedir. Klâsik dönemde Özellikle zındıklarla Rafızî bir grup tarafından savunulan sünnet karşıtı fikirlerde, yakın zamanlarda özellikle modernizmin etkisiyle seslendirilmeye başlayan bazı modernist yaklaşımların yanında, ilk olarak Hindistan alt kıtasında ortaya çıkan ve birçok İslâm coğrafyasında taraftar bulan, temel yaklaşım olarak dinî yaşamda sadece Kur'ân ile yetinme düşüncesini savunan Ehl-i Kur'ân adıyla bilinen grupların zuhuruyla artış olmuştur.
Söz konusu grupların görüşlerini teyit için ileri sürdükleri temel iddialardan biri şudur: Bugüne kadar İslâmî çevrelerde Hz. Muhammed'in kişiliği gerektiği şekilde inceleme konusu yapılmamıştır. Bunun sebebi Müslümanların, onu bütün davranış ve hallerinde rasûl kabul etmeleridir. Onlara göre Hz. Muhammed (sav), vahiy almadan ne bir adım ileri ne de bir adım geri atmaktadır. Bütün hareket ve tavırları Cebrail'in işaretiyle olmaktadır. Yani, Muhammed (sav) bütün durumlarda nebevî kişiliğe sahiptir, asla insanî kişiliği yoktur.
Modernistlerin sünnete yaklaşımlarına temel teşkil eden iddialardan biri de sünnetin esasen tarihsel olduğu iddiasıdır. İddialarına göre; Hz. Peygamber verdiği hükümler ve ortaya koyduğu çözümlerde kendi döneminin ihtiyaç ve şartlarını göz önünde bulundurmuştur. Şayet biz de onun döneminde yaşasaydık, Sünnet bizim için de geçerli olurdu. Ne var ki o dönemin şartları bugün geçerli değildir. Binaenaleyh Sünnet'in bugün bizim için geçerli olması mümkün değildir.
Diğer taraftan yukarıdaki yaklaşımların tam tersi bir anlayışla sünnet-vahiy ilişkisi çerçevesinde yapılan tartışmalarda azınlıkta da kalsalar ulemâdan bazılarının Sünnet'in tamamını veya tamamına yakın bir bölümünü her bakımdan vahye dayandırma gibi eğilim içerisine girdikleri ve gerek form olarak gerekse içerik olarak Sünnet'in de Kur'ân gibi telâkki edilmesi yönünde bir fikre sahip oldukları görülmektedir.
Bu iki uç yaklaşımdan birincisinin ortaya çıkışında, Hz. Peygamber'in zaman zaman ictihadî kararlar alması ve bu kararlarının bazılarında vahiy tarafından uyarılarak düzeltilmesi hadisesinin önemli rol oynadığı kuşkusuzdur.
Bununla birlikte Müslümanların Hz. Muhammed (sav)'in beşerî yönünü ihmal ettikleri, onu tamamen vahyin direktifleriyle hareket eden, insanî özelliklerinden soyutlanmış iradesiz bir elçi gibi gördükleri şeklindeki bir iddia ileri sürülemez. Zira Müslüman âlimlerinin, özellikle de usûl bilginlerinin Hz. Muhammed (sav)'in ictihadı meselesini tartışmaları, bu çerçevede aldığı ictihadî kararları belli kategorilerde tasnife tabi tutup her birini yasama değeri/bağlayıcılık bakımından bir değerlendirmeye tabi tutmaları, esasen O’nun bütün tasarrufları vahiyle belirlenmiş ve beşerî sıfatlarından tamamen soyutlanmış bir peygamber olarak görmediklerinin, aksine tamamen beşerî tabiatından kaynaklanan birtakım tasarruflarının da bulunduğunu ve bunların tartışma konusu bile yapılabileceği fikrini benimsediklerinin en açık belgesidir."Hz. Peygamber'in İctihadı Meselesi" başlığı altında yapılan bu çalışmanın temel amaçlarından biri gerek evrensellik ve tarihsellik bakımından sünnetin değeri meselesi, gerekse Müslümanların Hz. Muhammed'in kişiliğine atfettikleri değerle ilgili ileri sürülen iddiaların doğruluk derecesine açıklık kazandırmaktır.
Bizim yaklaşımımıza göre Hz. Muhammed, vahiy kontrolünde hareket eden bir beşerdir.
Kuşkusuz Hz. Peygamber'in beşerî yönü, en belirgin olarak ictihadî karar ve uygulamalarında ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber de sık sık ashabını uyararak özellikle dinî tebliğ alanına girmeyen ve hakkında vahiy gelmeyen konularda kendisinin de onlar gibi bir beşer olduğunu; dolayısıyla böyle konularda isabet de hata da edebileceğini ifade etmiştir.