Ali Şeriati: "Huseyin Olmak"
HzHüseyin, bize şehadetiyle de büyük bir ders vermiştir. Bu ders Haccı yarıda kesip şehadete doğru yola çıkmasıdır. Herkes ya kan ya da mesajı...Hz. Hüseyin ya da Zeynep olmayı... Ya öyle bir ölümü, ya da böyle bir kalımı... Seçmesi gerektiğini bilmelidir.
... Hicri 60. yılındayız.
Hz.Ali'nin başlatmış olduğu hareket yenilgiyle sonuçlanmış... Zulme, insancıl, ilahi kaynaklı olmayan düzene karşı direnişin son öncüsü Hz.Hasan barış yapmak zorunda bırakılarak, zehirlenip şehid edilmiştir...
Herkesin ortak kanaati şudur: "Artık ne yapılırsa yapılsın hiçbir yarar sağlamayacaktır."
Hz.Ali'nin dostları, Ehl-i Beyt'e yakın çevreler ve Haşimoğulları bile "şimdi ne yapılmalı?" sorusuna hep bir ağızdan şu karşılığı veriyorlar: "Hiçbir şey."
"Hiçbir şey" diyorlar... Neden? Çünkü ne yapıldıysa yenilgiyle sonuçlandı da ondan!
Yüzyılın bu sorusuna hep bir ağızdan "hayır!" fetvası verilirken... Birisi kalkıp -ki o da yalnızdır- "evet!" fetvası veriyor...Hz. Hüseyin’dir bu..!
O'nun fetvası şudur:
"İnsan, eğer diriyse güç yetirememek durumunda bile savaşla yükümlüdür."
Savaşmalıydı Hz.Hüseyin, ama savaşmaya silahı yoktu. Tüm bunlara rağmen yine de savaşmakla yükümlüydü.
Hz.Hüseyin fetvasını vermiştir: "Evet!.."
"Evet" fetvasını veren tek kişi de O'dur.
Pek çok kimse muhtaçlık ve zavallılık gerekçesiyle Yezid'in eteğine sarılmıştır. katliamlar, yenilgiler ve kara hıyanet, kaçış ve karamsarlıklar...
Hz.Fatıma'nın evinden çıkmıştır bir adam! Yalnızdır...
Bütün sorumlulukların ağır yükü sırtına yükletilmiş, sırtı ağrımaktadır...
Hz.İbrahim'in varisi O'dur...Hz. Muhammed(s.a.v)'in varisi O'dur. "Ölümden" başka silahı yoktur!..
Ancak o; 'güzel ölmenin sanatı'nı yaşamdan iyi öğrenmiş bir ailenin çocuğudur.
Bu dünyada, nasıl ölünmesi gerektiğini' O'nun gibi bilecek yoktur.
Şehadet'in büyük öğretmeni, şimdi kalkmış; cihadı “güç yetirmeye” bağlayarak -düşmanına üstün gelmekten yenmeyi anlayan- herkese, Şehadet’in bir yenilgi, bir yitiri değil, tersine bir "seçim" olduğunu...
Onunla mücahidin zafere ulaştığını öğrenmek üzere yola çıkmıştır...
Hz.Hüseyin, Medine'den çıkarak Mekke'ye gelir. Bundan sonra Kufelilerin çağrısı ulaşır: "Biz sana inanıyoruz, seni bekliyoruz, seni savunacağız... Bizi bozguncu yönetimin elinder kurtar."
Sonra mekke'ye gelir. Mekkeye ulaşıncaya dek 600 km. yol alır. Gizlice değil, ailesiyle birlikte... Orada değişik islam ülkelerinden gelmiş hacıların karşısına geçip ölüme gittiğini duyurur: "İnsanoğlu için ölüm genç ve güzel bir kızın boynundaki takı güzelliğindedir."
Mekke'ye ulaşır ve oradan Kufe'ye gideceğini açıkça duyurur!
Bırakmayacakları açıktır.
Rejime karşı olan bir kişi, sıradan bir politikacı bile; bir ülkeden çıkıp sınır ötesinde bir ülkeye karşı devrimci güçlerle birleşerek savaşıma girişmek isterse... Ne yapmak istediğini açıklayarak daveti açığa vurmamalıdır... Hedefini ve yola çıkışını gizli tutmalıdır.
Oysa Hz.Hüseyin aksini yapıyor? Hükümete, orduya, tüm hakim güçlerle halka... Biat etmeyeceğini, oradan gideceğini ve ölüme hicret etmek üzere yola çıkacağını açıkça söylüyor.
Sorumlu bir önder olarak Hz.Hüseyin, susması durumunda İslam'ın tümden bir "devlet dini" durumuna geleceğini, bundan sonra da askeri-siyasi bir güce dönüşüp, bu çerçevenin içine sıkıştırılacağını seziyor.
O sessiz duramazdı... Zulme karşı savaşmakla yükümlüydü.
Ancak savaşamazdı... Savaşacak güçte değildi! Düzen, onu güçlü elleriyle sarmış durumdaydı.
Çığlık da atamazdı, sessiz de duramazdı.
O, boyun da eğemezdi, saldırıya da geçemezdi!
Yalnız başına kalmıştı, silahsızdı!
Karşısındaysa kutsallık, takva ile tevhidin en güzel, en kandırıcısı örtüsüne bürünerek, saltanat ve güç tahtına konmuş dünyanın en güçlü yırtıcı imparatorluğu duruyordu.
O yapayalnızdı...
Ama sorumluluğu “güç” ve “olanaklar” değil, “bilinç” ve “inançlar” doğurur.
Sessiz duramazdı. Çünkü bütün sorumluluklar: "Yalnız başına kalmış bu adam ne yapacak?" diye O'nu bekliyordu.
Çığlık atamazdı. Çünkü sesi duyulabilecek yükseklikte değildi.
Öyleyse ne yapsın? Evet "Hüseyin olmak" onu "Yezid olmak”la savaşa çağırıyordu. Ancak savaşacak silahı yoktu!.
Durum böyleyken, daha hala savaşması gerekiyor mu?
Bütün akıllılar, örf ve şeriat, öğüt vericiler, mantıklılar... Hepsi "hayır" diyordu.
Hz.Hüseyin ise "Evet..."
VeHz.Hüseyin 72 yaranıyla beraber, elindeki imkanların en iyisiyle yüce ilahi çağrısını duyurur.
Şehid olmuşlardır... Susuzlukla kavrularak kan ve can vermişlerdir...
Tüm sevdiklerini kanlar içinde gören Hz.Hüseyin, karşısındaki kinle dolup taşmış, yağmalayıcı düşmandan başkasını göremeyen Hüseyin seslenir:
"Bana yardım edip, öç alacak var mı?"
O kendisine yardım edip, öç alacak kimse olmadığını biliyordu.
Bu sorusu yarının insanlık tarihine, geleceğe ve bize sorulmuş bir sorudur.
Bu sorusu Hz.Hüseyin'in aşıklarından olan beklentisini açıklıyor... Şehidleri sevip sayan herkese olan şehadet çağrısı duyuruyordu...
Hz.Hüseyin, bize şehadetiyle de büyük bir ders vermiştir. Bu ders Haccı yarıda kesip şehadete doğru yola çıkmasıdır. Herkes ya kan ya da mesajı... Ya Hüseyin ya da Zeynep olmayı... Ya öyle bir ölümü, ya da böyle bir kalımı... Seçmesi gerektiğini bilmelidir.
Maruf ÇETİN
HzHüseyin, bize şehadetiyle de büyük bir ders vermiştir. Bu ders Haccı yarıda kesip şehadete doğru yola çıkmasıdır. Herkes ya kan ya da mesajı...Hz. Hüseyin ya da Zeynep olmayı... Ya öyle bir ölümü, ya da böyle bir kalımı... Seçmesi gerektiğini bilmelidir.
... Hicri 60. yılındayız.
Hz.Ali'nin başlatmış olduğu hareket yenilgiyle sonuçlanmış... Zulme, insancıl, ilahi kaynaklı olmayan düzene karşı direnişin son öncüsü Hz.Hasan barış yapmak zorunda bırakılarak, zehirlenip şehid edilmiştir...
Herkesin ortak kanaati şudur: "Artık ne yapılırsa yapılsın hiçbir yarar sağlamayacaktır."
Hz.Ali'nin dostları, Ehl-i Beyt'e yakın çevreler ve Haşimoğulları bile "şimdi ne yapılmalı?" sorusuna hep bir ağızdan şu karşılığı veriyorlar: "Hiçbir şey."
"Hiçbir şey" diyorlar... Neden? Çünkü ne yapıldıysa yenilgiyle sonuçlandı da ondan!
Yüzyılın bu sorusuna hep bir ağızdan "hayır!" fetvası verilirken... Birisi kalkıp -ki o da yalnızdır- "evet!" fetvası veriyor...Hz. Hüseyin’dir bu..!
O'nun fetvası şudur:
"İnsan, eğer diriyse güç yetirememek durumunda bile savaşla yükümlüdür."
Savaşmalıydı Hz.Hüseyin, ama savaşmaya silahı yoktu. Tüm bunlara rağmen yine de savaşmakla yükümlüydü.
Hz.Hüseyin fetvasını vermiştir: "Evet!.."
"Evet" fetvasını veren tek kişi de O'dur.
Pek çok kimse muhtaçlık ve zavallılık gerekçesiyle Yezid'in eteğine sarılmıştır. katliamlar, yenilgiler ve kara hıyanet, kaçış ve karamsarlıklar...
Hz.Fatıma'nın evinden çıkmıştır bir adam! Yalnızdır...
Bütün sorumlulukların ağır yükü sırtına yükletilmiş, sırtı ağrımaktadır...
Hz.İbrahim'in varisi O'dur...Hz. Muhammed(s.a.v)'in varisi O'dur. "Ölümden" başka silahı yoktur!..
Ancak o; 'güzel ölmenin sanatı'nı yaşamdan iyi öğrenmiş bir ailenin çocuğudur.
Bu dünyada, nasıl ölünmesi gerektiğini' O'nun gibi bilecek yoktur.
Şehadet'in büyük öğretmeni, şimdi kalkmış; cihadı “güç yetirmeye” bağlayarak -düşmanına üstün gelmekten yenmeyi anlayan- herkese, Şehadet’in bir yenilgi, bir yitiri değil, tersine bir "seçim" olduğunu...
Onunla mücahidin zafere ulaştığını öğrenmek üzere yola çıkmıştır...
Hz.Hüseyin, Medine'den çıkarak Mekke'ye gelir. Bundan sonra Kufelilerin çağrısı ulaşır: "Biz sana inanıyoruz, seni bekliyoruz, seni savunacağız... Bizi bozguncu yönetimin elinder kurtar."
Sonra mekke'ye gelir. Mekkeye ulaşıncaya dek 600 km. yol alır. Gizlice değil, ailesiyle birlikte... Orada değişik islam ülkelerinden gelmiş hacıların karşısına geçip ölüme gittiğini duyurur: "İnsanoğlu için ölüm genç ve güzel bir kızın boynundaki takı güzelliğindedir."
Mekke'ye ulaşır ve oradan Kufe'ye gideceğini açıkça duyurur!
Bırakmayacakları açıktır.
Rejime karşı olan bir kişi, sıradan bir politikacı bile; bir ülkeden çıkıp sınır ötesinde bir ülkeye karşı devrimci güçlerle birleşerek savaşıma girişmek isterse... Ne yapmak istediğini açıklayarak daveti açığa vurmamalıdır... Hedefini ve yola çıkışını gizli tutmalıdır.
Oysa Hz.Hüseyin aksini yapıyor? Hükümete, orduya, tüm hakim güçlerle halka... Biat etmeyeceğini, oradan gideceğini ve ölüme hicret etmek üzere yola çıkacağını açıkça söylüyor.
Sorumlu bir önder olarak Hz.Hüseyin, susması durumunda İslam'ın tümden bir "devlet dini" durumuna geleceğini, bundan sonra da askeri-siyasi bir güce dönüşüp, bu çerçevenin içine sıkıştırılacağını seziyor.
O sessiz duramazdı... Zulme karşı savaşmakla yükümlüydü.
Ancak savaşamazdı... Savaşacak güçte değildi! Düzen, onu güçlü elleriyle sarmış durumdaydı.
Çığlık da atamazdı, sessiz de duramazdı.
O, boyun da eğemezdi, saldırıya da geçemezdi!
Yalnız başına kalmıştı, silahsızdı!
Karşısındaysa kutsallık, takva ile tevhidin en güzel, en kandırıcısı örtüsüne bürünerek, saltanat ve güç tahtına konmuş dünyanın en güçlü yırtıcı imparatorluğu duruyordu.
O yapayalnızdı...
Ama sorumluluğu “güç” ve “olanaklar” değil, “bilinç” ve “inançlar” doğurur.
Sessiz duramazdı. Çünkü bütün sorumluluklar: "Yalnız başına kalmış bu adam ne yapacak?" diye O'nu bekliyordu.
Çığlık atamazdı. Çünkü sesi duyulabilecek yükseklikte değildi.
Öyleyse ne yapsın? Evet "Hüseyin olmak" onu "Yezid olmak”la savaşa çağırıyordu. Ancak savaşacak silahı yoktu!.
Durum böyleyken, daha hala savaşması gerekiyor mu?
Bütün akıllılar, örf ve şeriat, öğüt vericiler, mantıklılar... Hepsi "hayır" diyordu.
Hz.Hüseyin ise "Evet..."
VeHz.Hüseyin 72 yaranıyla beraber, elindeki imkanların en iyisiyle yüce ilahi çağrısını duyurur.
Şehid olmuşlardır... Susuzlukla kavrularak kan ve can vermişlerdir...
Tüm sevdiklerini kanlar içinde gören Hz.Hüseyin, karşısındaki kinle dolup taşmış, yağmalayıcı düşmandan başkasını göremeyen Hüseyin seslenir:
"Bana yardım edip, öç alacak var mı?"
O kendisine yardım edip, öç alacak kimse olmadığını biliyordu.
Bu sorusu yarının insanlık tarihine, geleceğe ve bize sorulmuş bir sorudur.
Bu sorusu Hz.Hüseyin'in aşıklarından olan beklentisini açıklıyor... Şehidleri sevip sayan herkese olan şehadet çağrısı duyuruyordu...
Hz.Hüseyin, bize şehadetiyle de büyük bir ders vermiştir. Bu ders Haccı yarıda kesip şehadete doğru yola çıkmasıdır. Herkes ya kan ya da mesajı... Ya Hüseyin ya da Zeynep olmayı... Ya öyle bir ölümü, ya da böyle bir kalımı... Seçmesi gerektiğini bilmelidir.
Maruf ÇETİN