Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hüseyin Canem

hz.HüSeYiN

New member
Katılım
10 May 2007
Mesajlar
44
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Web sitesi
www.ferdiciler.com


NUREDDİN ŞİİRİNİN MAKALESİ...

Yine Muharrem ve yine günlerden Aşura!

Yüreklerimizin ne denli yaslı olduğunu gözlerimizden akan yaştan değil kandan anlamak kolay olsa gerek. Okyanuslar içimize dolsa ve yaş olup gözlerimizden aksa, yine yetmez Hüseyn’in matemine… Ki Hüseyn’e ilk ağlayan Resulüllah’dı…

Ve Hüseyn’in kendisi de söylemişti bunu:

“Dostlarım! Her ne zaman soğuk bir su içseniz beni hatırlayın; her ne zaman bir şehid görseniz bana ağlayın!” diyendi Hüseyn…

Tarihin dönüm noktasında direniş, fedakarlık ve şehadet destanı yazacak olan Hüseyn ilk önce Medine’de ceddi Resulüllah’ın kabrini ziyaret eder:

“Ümmetinden neler çektiğimizi anlatmak için sana geliyorum” diyerek vedalaşır Resulüllah ile ve bir avuç dostuyla birlikte son haccını yapmak için Mekke’ye doğru hareket eder...

Medine’ye son bir kez dönüp baktığında, “Medinetu’n Nebi”nin gasıpların sultası altındaki iniltilerine duyar kulağında..

Ve Baki Kabristanı’ndaki anası Zehra’ya, ağabeyi Hasan’a dönüp “ben de yanınıza geliyorum” sözleri dökülür dilinden. “Zalimlerin gölgesi altında zillet içinde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim”

Sonu belli olan bir yola çıkıyordu Hüseyn: zira o “O alçak oğlu alçak beni iki şey arasında muhayyer bıraktı: ya kanlı ölüm ya da zillet! Heyhat minnezzille! Zillete boyun eğmeyiz asla! Ne Allah razı olur ne de melekleri, ne ceddim Resulüllah razı olur, ne de temiz kucaklarında bizi yetiştiren anamız Zehra!” diyerek bir vasiyet bırakmıştı kardeşi Muhammed Hanefiye’ye..

“Benim kıyayım makam, mevki. saltanat ve dünyevi bir için değildir; Ben ceddim Resullüha ve babam Ali bin Ebu Talib’in yolunu sürdürmek, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek için, Alah’ın farzlarını ikame etmek, mazlumların haklarını savunmak için kıyam ediyorum…”

“Eğer kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar haydin gelin alın beni; parçalayın, parça parça edin bedenimi”

Son haccını yapmaya başlayan Hüseyn ve dostları, Kabe’ye doğru hareket eden saltanat ordusunun bu mukaddes beldenin emniyet ve hürmetinin çiğnenmesine ve Kabe’nin kana bulanmasına fırsat vermemek için, haccını tamamlayamadan katligahına doğru yola koyulur; Artık menzil Neyneva’dır, menzil Kerb-u Bela’dır!

Kerbela’da durdurulur Hüseyn! Ömer ibn-i Saad komutasındaki Yezid ordusu Hüseyn ve dostlarının susuzluktan teslim olmalarını sağlayabilmek için önce Fırat nehrini tutarlar… Frat nehri bir kenarda şarıl şarıl aksa da bir damla su değmez Hüseyn’in boğazından aşağı.. Ne Hüseyn’in, ne kadınların ne de çocukların…

Karşı taraf seslenir: “Ya teslim olup Yezid’e biat edeceksin, ya da başını ona götüreceğiz!” derler..

Hüseyn’in cevabı “And olsun Allah’a ben asla zillet elini Yezid’e uzatmayacağım ve sizin önünüzden de korkakça kaçmayacağım!” olmuştu…

Karşısına çıkan azgın ordunun parıldayan kılıçları korkutacak mıydı Hüseyn’i! Susuzluğun ızdırabı, dostlarının azlığı yıldıracak mıydı Hüseyn’i… Düşmanın elinde binlerce kılıç olsa da Hüseyn’in damarında kan vardı: Ali ve Fatıma’nın oğluydu Hüseyn…!

Namaz vakti girdiğinde kıbleye yönelen Hüseyn son bir defa daha secdeye varacaktı Rabbine.. Dünya hayatında son miracına çıkacaktı.. Namaz kılarken de ok yağmuruna tutuldu Hüseyn!

Savaş başladığında tek tek yere düşüyordu Hüseyn’in dostları! Oğlu Ekber, ağabeyi Hasan’ın oğlu Kasım ve diğer sadık dostları…

Kardeşi Abbas vardı yanında, alemdarı ve güçlü dayanağı..

Abbas da izin istiyordu meydana gitmek için. Ama Hüseyn geciktiriyordu Abbas’ın gidişini.. Ehl-i Beyt kadınlarının ve çocuklarının koruyucusu ve sığınağı idi Abbas! Ağızları susuzluktan kavrulan yavruların umuduydu Abbas! “Abbas amcamız bize elbet su getirir” diyorlardı, boş su taslarıyla onun yanına gittiklerinde..

Küçücük çocukların “su!” “su!” diye inleyişleri karşısında daha fazla sabredemeyen Hüseyn “Abbas, kardeşim, git bu çocuklara su getir!” diye Fırat’a doğru göndermişti onu..

Su tulumunu boynuna takan Abbas önüne çıkan düşman askerlerini savuşturarak Fırat’ın kenarından doldurmaya başlar tulumunu. Ama aman vermezler ona, üzerine saldırırlar dört bir yandan..

Abbas güçlü hamleleriyle düşman askerlerini dövüşerek savuştursa da atılan oklar bir bir saplanır bedenine.. Hızlıca savrulan kılıçlar koparır kollarını.. İki kolu da yoktur onun ve yine de su tulumunu çocuklara yetiştirmek ister Abbas!

Kılıç darbeleri başına ve bedenine indikçe daha fazla gidemez ve düşer kalır yerinde… seslenir imamı Hüseyn’e: “Ya Hüseyn..!”

Hüseyn koşar kardeşinin yanına, alır başını dizi üste ve siler gözlerine dolan kanları…

Abbas mahzun ve mahcuptur: son nefesini vermeden önce “beni çocukların yanına götürme! Onlar benden su bekliyorlardı” şeklinde ricada bulunur Hüseyn’den…

Ve içindeki en büyük acıyı dile getirir: “Ya Hüseyn! Biliyorum ki benden sonra sen de şehid olacaksın; o zaman Zeyneb’i kim koruyacak, kadınları, çocukları kim savunacak! Onların nasıl esir edileceği gözlerimin önüne geldikçe içim yanıyor, bu bana çok zor geliyor!” der ve kelime-i şehadetle hicret eder Rabbine..

Hüseyn artık tektir, eli kılıç tutacak kimsesi kalmamıştır: ama Hüseyn’in vereceği daha mesaj ve sunacağı kurbanlar vardır…
 

talha_

New member
Katılım
6 Mar 2007
Mesajlar
1,184
Tepkime puanı
264
Puanları
0
Konum
simeranyadan..!
:::::::::::::DEVAMI::::::::


Kardeşi Abbas’ın şehadetinden sonra yalnız başına kalan Hz. Hüseyn omuzlarındaki ilahi vazifeyi yerine getirmek için son hazırlığını yaptı. Meydana gitmeden önce vedalaşmak amacıyla geride sahipsiz kalacak olan Ehl-i Beyt’in hanımlarının ve çocuklarının yanına gitti...

Hanımı Rubab, hasta yatağındaki oğlu Zeynulabidin, küçücük kızı Rukeyye ve bacısı Zeyneb! Şehid olan dostlarının hanımları ve çocukları.. Susuzluktan ayakta zor duruyorlardı; ama düşman karşısında yılmadıklarını göstermek için de tüm takatlarını zorluyor, karşılaştıkları tüm acıları sinesine gömüyorlardı…

Hz. Hüseyn’in alemdarı ve kardeşi Abbas’ın da şehid olmasından sonra, geride kalanların başına Hz. Zeyneb geçmiş, bayrağı kendi omuzlarına almıştı.. Artık kafilenin reisiydi Zeyneb! Sahipsizlerin, gariplerin, yetimlerin, kimsesizlerin sığınağıydı. Azgın düşman bu geride kalanlara da saldıracak ve esaret dönemi başlayacak olsa da, Ali ve Fatıma kızı Zeyneb bir taraftan sancağı omzunda taşıyıp Kerbela'nın mesajını çağlara ve nesillere ulaştıracak, diğer yandan da babasız kalan yetimlerin, sahipsiz kalan mazlumların ve musibetle kavrulan gariplerin sığınağı olacaktı…

Hz. Zeyneb Hz. Hüseyn’e son defa seslenir:

“Ey Hüseyn! Ceddimiz Resulüllah vefat ettikten sonra babamız Ali ve anamız Fatıma vardı yanımızda.. Anamız Zehra ve babamız Ali de gittikten sonra ağabeyimiz Hasan vardı yanımızda.. O da gitti; Sen vardın, Abbas vardı yanımızda… Abbas da gitti ve şimdi sen tek kaldın! Senden sonra vay halimize ey Huseyn, vay halimize…!”

Abbas son nefeslerinde söylemişti; “Ya Hüseyn senden sonra ne olacak Zeyneb’in hali? Onlara vuracaklar, onları esir edecekler, şehir şehir dolaştıracaklar? O zaman onların yanında kim olacak? Yardım istediklerinde kim varacak yanlarına..! Kim durduracak zalimleri! Kim koruyacak yetimleri?”

Hüseyn Abbas’ın dediklerini unutmamıştı elbet, kendisi de biliyordu Zeyneb’in başına gelecekleri; biliyordu ailesinin başına gelecekleri; biliyordu, yetimlerin ve gariplerin başına gelecekleri…!

Hüseyni kıyam buydu; gam ve keder doluydu her bir anı; acı ve ızdırap.! Fedakarlık ve şehadet; esaret ve hasret…!Muhammedoğulları’nın serencamıydı bu.. Savrulan kılıçlar, atılan oklar, saplanan mızraklar zehirlerle parçalanan kalpler, bağlanan eller, dağlanan sineler, zindanlar, firkat, hicran, hüzün ve hasretler..!

Hz. Hüseyn bir taraftan Zeyneb’in son sözlerini dinlerken, diğer taraftan da küçücük kızına, mum ışığı gibi titreyen yetimlere, susuzluktan sararıp solan gariplere bakıyordu… Titreyen sadece onlar mıydı, sararıp solan sadece onlar mıydı, sahipsiz kalan sadece onlar mıydı?

Hz. Hüseyn, “eğer ben bu zalimin karşısında hakkı savunmayacaksam, İslam’ın fatihası okunacak!” diyordu.. İslam’ın fatihası okunmasın diyeydi tüm bunlar; narin bedenlerin titremesi, dudakların çatlaması, benizlerin sararması bunun içindi; çöle bulanan kanlar, oklanan göğüsler bunun içindi! “İslam’ın fatihası okunmasın!" diye…

Başlarımız düşsün ama düşen İslam olmasın! Sinelerimiz oklansın ama, vurulan Kur’an olmasın! Çocuklarımız babasız kalsın ama, Ümmet İslam’sız kalmasın! Cesetlerimiz çiğnensin ama, mukaddesatımız ayaklar altına düşmesin!

Hz. Hüseyn Hz. Zeyneb’in hüzün dolu yüzüne bakarak biraz olsun teselli etmek istedi: “Sabırlı ol ey Zeyneb, sabırlı ol! Biz bu yolu Kâlu Belâ’dan seçtik; Biz Rabbimizin takdirine razıyız! Biliyorum benden sonra size ne olacak? Asaletinizi koruyun, metanetinizi koruyun! Bizim sahibimiz Allah’tır! Şerefimize halel getirecek işlerden ve sözlerden kaçının!”

Hz. Hüseyn uzunca yanlarında kalmak ve daha çok şey söylemek isterdi ama, öbür taraftan da “Ey hüseyn! Nerdesin, ölümden korkuyorsun değil mi?” şeklindeki küstah sözler kulaklarında yankılanınca bir an önce de meydana çıkmak istiyordu..

Medine’de ağabeyi Hasan ve kardeşi Zeyneb ile Peygamberin dizi dibinde oturan Hüseyn yine Peygamberin dizinin dibine gidecekti! O Ceddi Resulüllah’a, babası Ali ve anası Zehra’ya kavuşmanın sabırsızlığı içindeydi ama, geride kalacak olanlara biraz daha olsun teselli vermek de istiyordu…

“Artık gidiyorum” dedi “Ey Zeyneb!”

“Elveda..!”

Hz. Hüseyn atına binip meydana doğru gidiyordu ki arkasından küçücük kızı Rukeyye’nin seslenişini duydu: “Baba! Baba! Dur gitme, beni de götür! Ben de seninle geleyim!”

Hz. Hüseyn kızı Rukeyye’nin kendisine doğru zorlanarak koştuğunu görünce atından inip son bir kez kucaklamak istedi yavrusunu. Rukeyye’de bir kez daha sarılmak istemişti son defa gördüğü babasına. Hz. Hüseyn kızı Rukeyye’yi kucağına almıştı ama, Rukeyye’nin kolları babasının boynundan kalkmıyordu bir türlü…

“Rukeyye kızım, gitmeliyim artık! Hadi sen de geri dön, annenin yanına, halan Zeyneb’in yanına git!”

Babasının sözlerini duyan Rukeyye geri dönmek yerine “Baba! Beni de götür, ben de seninle geleyim! Ağabeyim Ekber’in göğsüne saplanan oklar senin de göğsüne saplanacak, amcam Abbas’ın kollarını kesen kılıçlar senin de kollarını kesecek, ben sana sımsıkı sarılayım da oklar sana değil bana saplansın, kılıçlar seninkileri değil benim kollarımı kessin…!”

Babası Hüseyn, “oklar İslam’ın pak bedenine değil, benim göğsüme saplansın” diyordu; Hüseyn’in kızı Rukeyye de, "oklar sana değil, bana saplansın!” diyordu…

Bitkin ve solgun Rukeyye daha bir şey diyemeden babasının kollarında uykuya daldı; Hüseyn ne yapsındı şimdi? Baba kucağına hasret kızını kucağından kaldırmak da istemiyordu; bir daha göremeyeceği bu kucağındaki son uykusunu hemen bitirmek istemiyordu…

Bir süre öylesine kaldı ki, uyanan Rukeyye oldu.. Kollarını babasının boynundan çekti, babasının gözlerinin içine bakarak “tamam baba, ben çadırlara geri dönüyorum, seni daha fazla bekletmeyeyim..Ben şimdi rüyamda Ceddim Resulüllah’ı gördüm; bana “kızım Rukeyye, bırak babanı gelsin artık!” diyordu.. Baba Resulüllah seni bekliyor, daha fazla da bekletmeyeyim artık” diyerek indi babasının kucağından…

Rukeyye çadırlara doğru yürüyordu ama gözleri hep babasının üstündeydi…!

Hz. Hüseyn tekrar atına binip meydana yönelmişken bir ses daha işitti arkasından.. Hz. Zeyneb-i Kübra Kucağında Ali Asgar’ın kundağı ile Hz. Hüseyn’e doğru geliyordu.. Hz. Hüseyin, altı aylık oğlu Asgar’ın ağlayışlarını da duyuyordu..

“Ya Hüseyn! Asgar’ın durumu çok kötü. Sudan çıkmış balık gibi kıvranıp duruyor. Annesinin göğsündeki süt de kurudu. Git onlara söyle, belki bu yavruya merhamet ederler de bir damla su verirler! Yoksa Asgar’ın dayanacak bir hali kalmadı..!"

Yedi yaşlarındaki kızı Rukeyye’yi geri gönderen Hz. Hüseyn bu kez kundaktaki bebeğini karşısında buldu bir kez daha.. Ne yapabilirdi Hüseyn! Yine de bir umut diyerek kundağı kucağına alıp Fırat’ın önünü tutan düşman askerlerinin karşısına geldi:

“Sizin nazarınızda ben suçluyum, beni öldürecek başımı Yezid’e götüreceksiniz! Peki bu yavrunun suçu ne? Bari bu yavru için biraz olsun su verin!”

Düşman merhamete gelir miydi, susuzluktan çırpınıp duran Ali Asgar’a birkaç damla su verir miydi? Hüseyn onlardan bir cevap beklerken, atılan bir ok kucağındaki Ali Asgar’ın boğazına saplandı.. Hüseyn’in avuçları yavrusu Asgar’ın kanlarıyla doldu…

Oğlu Ali Ekber’in bedeninin nasıl kana bulandığını görmüştü, onu alıp bağrına basmıştı; bir baba olarak acısını sinesine gömmüştü ama, şimdi ne yapacaktı Hüseyn? Böyle bir durumda bir babada ayakta durabilecek takat mı kalırdı? Ya da kendisini kaybetmemek için sabır ve tahammül?

Her ne olursa olsun, ne acı çekerse çeksin Hüseyn’in adandığı bir hedef vardı: o hedefe varıncaya kadar tahammülü imkansız her zorluğa, yürek parçalayan bütün acılara katlanacaktı! Medine’den yola çıktığında da Kerb-u Bela’ya, "bela ve musibet diyarı"na gittiğini biliyordu: o bu yolu kendisi bilerek seçmişti! Seçtiği yolda, yürüdüğü menzilde “ah!” etmeyecek, zulmün karşısında yılmayacak, caniler karşısında eğilmeyecek ve zorbalara teslim olmayacaktı…!

Hz. Hüseyn kızıl kana bulanan kundağı elleriyle semaya doğru kaldırıp “Ya Rabbi! Sana gönderdiğim bu kurbanı da kabul et!” diyordu.. Avucuna dolan kanları göğe doğru savurarak “Rabbim! Asgar’ımın kanı arşının ziyneti olsun! Diyordu…

Hüseyn geri dönüp Ali Asgar’ı bu halde Zeyneb’e vermek, annesinin kucağına bırakmak istemedi… Bulunduğu yerde toprağı elleriyle eşeleyip küçük bir mezar kazarak altı aylık yavrusunun kanlı kundağını o mezara koydu ve üzerini örttükten sonra meydana yöneldi…

Hüseyn her şeye rağmen ayaktaydı! Bedr’in, Hendek’in, Hayber’in Alisi’nin kanı vardı damarlarında! Elinde de babasının kılıcı Zülfikar! Karşısındakiler Bedir’deki müşrikler, Hendek’teki hristiyanlar, Hayber’deki Yahudiler değildi.. Onlar kendilerini “müslüman” biliyorlardı, sultanları Yezid’i ise “emirel müminin!” Hüseyn ise bir "asi" ve bir "baği"ydi onların gözünde.. Suçluydu ve cezası da ölümdü…!

Zalim, gasıp ve zinâzadeler Peygamberin minberine çıkmış hutbe okuyor, Peygamber’in “hidayet meşalesi” olarak tanıttığı, “Hüseyn bendendir ben de Hüseyn’denim” dediği "cennet gençlerinin efendisi" ise bir asi, bir "eşkıya" olarak muamele görüyordu…

Hicret’in 60. yılı.. Resulüllah’tan 50 yıl sonra… Bu kısa zaman içinde ümmet bu hale nasıl geldi? Kimler getirdi..?

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”




Hz. Hüseyn geride bıraktığı ailesi, çocukları ve şehidlerin yetimleri ile son vedasını yaptıktan sonra artık meydana yönelir; Ceddi Resulüllah’ın dini aziz İslam’ı savunmak için çıktığı kıyam yolculuğunda Resulüllah ile buluşmaya yaklaşmıştır artık..

Aşura’nın ikindi vakti tarih Hüseyn’in kıyamına tanıklık ederken, tarih yine devran edip insanlığın ve ümmetin karşısına Hüseyn’leri, Abbas’ları, Ekber’leri, Zeyneb’leri Rukeyye’leri bir kez daha çıkaracaktır!

“Bismillah lillah ve millet-i alâ Resulillah” (Allah’ın adıyla, Allah için ve Resulüllah’ın dini üzere) diyerek dünya hayatına veda eden Hüseyn’in bıraktığı tek bir mesaj vardır:

Zulüm ve zilletin var olduğu yerde tek başınıza da kalsanız, zorbalara boyun eğmeyin! Ölüm korkusu ve dünya sevgisiyle şirkin ve batılın karşısında bükülmeyin! En sevdiklerinizi kurban etme pahasına da olsa hakkın savunulması uğruna direniş, fedakarlık ve şehadet yoluna girin! Mukaddesatınızı korumak, mazlum ve mahrumlara sığınak olmak için göğsünüzü düşmanların ok ve mızraklarına siper edinin! İslam’ı yaşatmak için ölümü, zulmü öldürmek için kıyamı seçin!

Hz. Hüseyn meydana bunlar için çıkmıştı. Keskin ve parıldayan kılıçlar bedeni üzerine inip kalkarken, ok ve mızraklar peş peşe göğsüne saplanırken, kızgın Kerbela çölüne dökülen Hüseyin’in kanında bu mesaj yazıyordu…

Hüseyn’i anlamak ve kavramak, onun dostu ve ensarı olmak böylesi bir ruhu taşımakla olur ancak..

Hüseyn meydana çıkıp etrafını saran azgın askerlerle uzunca bir zaman vuruştuktan sonra, aldığı kılıç, ok ve mızrak yaralarıyla yaralanıp yere düştü.. Hüseyn dizleri üste durabilirdi ancak, ama o yine de kılıcı elinden bırakmadı, ömrünün bu son anlarında Ruhunu Rabbine teslim edeceği ana kadar savaştı..

“Hüseyn’i öldürdük!” şeklinde sevinç naraları atanların içlerinde ganimet sevdası vardı; onlar “düşman” olarak savaştıkları “Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti”nden alacakları ganimetlerin hesabını yapıyorlardı; Hüseyn’in vedalaşarak geride bıraktığı Zeyneb’ten, ailesinden ve diğer şehidlerin hanım ve çocuklarından elde edecekleri ganimetin arzusuyla çadırlara doğru atlarını sürmeye başladılar..

Susuzluktan ayakta duracak mecalleri kalmayan mazlum çocuklar üzerlerine atların koştuğunu görünce akıllarına ilk gelen Hüseyn’in de şehid düştüğü olmuştu kuşkusuz. Hüseyn varken üzerlerine nasıl atları sürebilirler ve çadırları yakabilirlerdi?

Hışımla çadırlara varan Yezid askerlerinin çadırları ateşe vermesiyle kadınlar ve çocuklar çığlık ve feryad içinde etrafa kaçmaya başladılar. Kadınların ziynetlerini almak için birbiriyle yarışan azgın düşman askeri karşılarına dikilen Zeyneb’i gördüklerinde ilk yaptıkları onu kırbaçlamak ve tekmelemek oldu…

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun..

Zeyneb bedeninde şaklayan kırbaçlardan, sırtına, beline aldığı tekme darbelerinden değil, üzerinden örtüsü alındığında yıkıldı… Babasının, annesinin ağabeylerinin yokluğunda duyduğu ızdıraptan daha büyük ızdıraptı bu… İki oğlunu meydana gönderip de kanlı bedenleri önüne geldiğinde “ben oğullarımı Allah yolunda kurban verdim!” diyerek metanetini korurken, üzerinden hicabı alındığında ellerini başına vurarak “Yâ Muhmmedâ!” diye haykırmaya başlamıştı…

“Ey Ceddim, Ya Resulüllah! Gör ne büyük bir zulümle karşılaştık! Senin Ehl-i beytin kılıçlarla doğrandıktan sonra, şimdi de iffetine de saldırdılar; hicabımızı üzerimizden çekip aldılar..! Bu zulme nasıl dayanalım, yâ Muhammedâ..!”

Hz. Hüseyn’in kardeşi Ebul Fazl Abbas’ın İmam Hüseyn’in dizi üste son sözleri de buydu zaten: “Ey Hüseyn! Biliyorum ki benden sonra sen de şehid olacaksın, Senden sonra Zeyneb’in başına neler gelecek? Bunları düşündükçe içim yanıyor, ey Haseyn!”

Çocukların çığlıkları, Hz. Zeyneb’in “Yâ Muhammedâ!” feryadları Kerbela çölünde yankılanıyordu…

Düşmanlar “Hüseyn’i öldürdük!” diye sevinç naraları atarak çadırlara doğru hücuma geçmişlerdi ama Hüseyn henüz son nefesini vermemişti.. Bacısı Zeyneb’in feryadıydı bu, kendi çocuklarının, yetimlerin, sahipsiz ve yardımcısız kalan gariplerin çığlıklarıydı kulaklarında yankılananlar.. Ve Hüseyn hala yaşıyordu…

Bedeninden kanlar süzülen Hz. Hüseyn eline aldığı kılıca yaslanarak diz üste doğrulmaya çalıştı ve gücü yettiğince son sözlerini haykırdı:

“Durun ey zalimler, ben daha ölmedim!”

“Durun ey zalimler! Ben daha ölmedikçe kadınlarımıza el uzatamazsınız! Ben daha ölmedikçe hicablarını üzerlerinden alamazsınız! Ben daha ölmedikçe iffetimize saldıramazsınız! Ben daha ölmedikçe, mukaddesatımızı ayaklarınız altına alamazsınız..!”

“Durun ey zalimler! Ben daha ölmedim…!”

Hüseyn’in feryadını işiten azgın Yezid ordusundan Şimr adlı bir cani gözlerini İmam Hüseyn’in üzerine dikerek ona yöneldi…

Bir kılıç darbesi daha mı vuracaktı Hüseyn’in kanlı bedenine? Bir ok daha mı atacıktı delik deşik olmuş sinesine? Şimr hışımla belinden hançerini çıkararak İmam Hüseyn’in yanına geldi ve ani bir hamle yapıp İmam Hüseyn’in başını bedeninden ayırdı…

İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun..!

Çölün bir tarafında başı bedeninden ayrılmış Hüseyn’in bedeni yatarken diğer tarafında hicabı üzerinden alınmış Zeyneb’in elleri bağlanıyordu.. Hüseyn’in şehareti, Zeyneb’in esareti..! Hüseyn sabırsızlıkla beklediğine kavuşmuştu artık! “Biz bu yolu Kâlu Belâ’da seçtik” diyen Hüseyn ceddi Resulüllah’ın yanındaydı şimdi… “Kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar haydin gelin alın beni, parçalayın, parça parça edin bedenimi!” diyen Hüseyn’in başı bedeninde ayrıydı şimdi…

Hüseyn sadıklardandı; o ahdine sadakat gösterdi ve adağını yerine getirdi.. O kendi nefsini kurban vererek, oğullarını kurban vererek, kardeşini, dostlarını kurban vererek adağını yerine getirdi…

Hüseyn tüm bunlardan önce ceddi İbrahim Halilullah’ın adağını yerine getirdi; çünkü İbrahim, oğlu İsmail’i kurban sunmuştu Allah’a.. Allah da İbrahim’in sınavını başarıyla vermesinden dolayı ona “zibh-i azîm”i vermişti; yani “büyük kurban!”

Neydi büyük kurban, koç mu deve mi?

“Zibh-i azim” Hüseyn’di..! İbrahim gibi kurban sunan, İsmail gibi kurban olandı Hüseyn! Tevekkül ve sadakat, teslimiyet ve rızâ…! Hüseyn’in adı buydu, manası ve davası…
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
“Dostlarım! Her ne zaman soğuk bir su içseniz beni hatırlayın; her ne zaman bir şehid görseniz bana ağlayın!” diyendi Hüseyn…


ŞEHİTLERE AĞLANMAZ
ONLARA ÖLÜ BİLE DENMEZ
Bu sözü de Hz. Hüseyin demiş olamaz...
Vahyin inşa ettiği insan böyle bir söz sarfedemez..
 
Üst Alt