Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hirs Ve Tamah

YOL GÖSTERÝCÝ

New member
Katılım
2 Nis 2006
Mesajlar
237
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
68
Web sitesi
www.yolgosterici.com
Adam oldukça yaşlanmış, bir gün oğluna demiş ki; ‘’Oğlum benim vaktim yaklaştı, sana vasiyetim odur ki, ben ölünce beni çoraplarım ile gömdür.’’ Ve çıkarmış bir zarf vermiş ve demiş ki; ‘’bu mektubu da o vakit açıp okursun’’ Çocuk babasının bu söylediklerine bir anlam verememiş.

Gel zaman git zaman yaşlı adam bir gün ölmüş. Cenazesini kaldıracaklar. Oğlu hatırlamış.
Babamın vasiyeti var çorapları ile gömülmek istiyordu. Bunu söyleyince imam; ‘’olur mu hiç öyle şey evladım ?’’ demiş. ‘’Hiç çorap ile ölü gömülür mü ?’’ Olurdu olmazdı. Sonunda imam ‘’Ben böyle cenaze namazı kıldırmam’’ diyince, oğlan çaresiz kabul etmiş. Ve Yaşlı adamı çorapsız olarak gömmüşler. İşte o vakit çocuk babasının verdiği mektubu hatırlamış. Cebinden çıkarmış, zarfı açmış. Mektupta şunlar yazılıymış;
‘’Görüyorsun ya evladım, bu dünyadan bir çorap bile götüremiyorum. Onun için dünya malına tamah edip, tutkulu bir şekilde sarılma. Çünkü bir gün hepsini arkanda bırakıp gideceksin’’


İnsanların çoğu dünya malına tutkulu bir şekilde sarılmıştır.
Ahiret hayatını kazanmak için gönderildiğimiz bu dünyada,
Bizler, bu dünyayı kazanmak için var gücümüzle çaba harcamaktayız.

Para bir araç olmaktan çıkmış, amaç haline gelmiştir günümüzde.

Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.
KEHF SURESİ 46.


İnsanın içindeki bu mal mülk hırsı, dinmek bilmek bir şekilde artmakta ve para kazanmayı amaç haline getirmiş insanlar, kazandıkça daha fazlasını kazanmak gibi sonu asla gelmeyecek bir uğraşı içinde ahiret hayatını unutmuşlar, hiç ölmeyecekmiş gibi davranmaktadırlar.

Hesapsız bir mal verdim ona.Göz doyurucu oğullar verdim.Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.Tüm bunlardan sonra hırs ile daha da artırmamı istiyor. MÜDDESSİR SURESİ 12-13-14-15)

Halbuki para kazanmaktan çok daha önemli bir şey vardır.
O da; Allahın rızasını kazanmak.....
Ne yazık ki insanların bir çoğu maddi kazançları, manevi kazançlara tercih etmektedirler.

Şu iğreti dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka şey değil. Âhiret yurduna gelince, asıl hayat işte odur. Ah, bilebilselerdi!
ANKEBUT SURESİ 64.


Oysa Allahın sevgisi, kainatın hazineleri ile kıyaslanamayacak kadar değerlidir.

İnsan bugün dünyaya sahip olsa, yarın güneşi de isteyecektir.
Ve bu mal mülk edinme hırsı, bu tutkulu yarış, benim dediği her şeyi bir gün bırakıp gidene kadar sürer.

Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramıştır. Sonunda o saat ansızın kendilerine gelip çatınca, sırtlarında günahlarını taşır bir halde şöyle demişlerdir: "Dünya hayatında düşdüğümüz aşırılıklardan dolayı vay hasretimize!" Dikkat edin! Ne kötü şeylerdir taşıyıp durdukları.
EN'AM SURESI 31.


İşte o zaman insan sahip olduğunu sandığı her şeyin aslında sahipli olduğunu anlar. Ama bunu anlamak artık ona bir yarar sağlayamaz.

Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir velî vardır ne de bir yardımcı.
BAKARA SURESİ 107.


İşte o andan itibaren kazanmak için asla bir çaba sarf etmediği,
Allahın rızasına ihtiyacı başlamıştır.

Allah, rızasına uyanları o Kitap'la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar.MAİDE SURESİ 16.

Dünyada iken kazanmak için büyük çaba harcadığı mal ve mülkü ona bir fayda sağlayamayacaktır.

(Peşin isteyene dünyada peşin veririz: Dilediğimize dilediğimiz kadar. Sonra da ona cehennemi veririz; yaslanır ona, kınanmış ve kovulmuş olarak.
Kim de âhireti ister ve inanmış olarak ona yaraşır bir gayretle çalışırsa, böylelerinin gayretleri teşekkürle karşılanır. İSRA SURESI 18-19)


ALLAH YAR VE YOLDAŞINIZ OLSUN.
 

turk

New member
Katılım
30 Nis 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Günümüz dünyasında ele alınması gerekli olan önemli bir mesele. Teşekkürler...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا

Mearic / 19. Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنينَ وَالْقَنَاطيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذلِكَ مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْياَ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَابِ

Ali imran / 14. Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.

HADİS…

*Hakîm İbn-i Hizâm radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'den (bir kere dünyâlık) istedim. Bana verdi. Sonra kendisinden (bir daha) istedim. (Yine) bana verdi. Sonra (üçüncü bir daha) istedim. (Bu defa da) bana verdi. Bundan sonra buyurdu ki:
- Ey Hakîm, şu mal (yok mu? Sanki o, manzarası) yeşil, (zevkı) tatlı gûnâ-gûn mevvadır. Her kim bu malı, ferâgat-i nefs ile (hırssız) alırsa, o mal, kendisi için bereketli ve meymenetli olur. Bir kimse de bunu hırs ile alırsa, bu mal, alan için şerefli ve bereketli olmaz. O muhteris kimse (dâü'l-kelebe tutulmuş) bir obur gibidir. Dâimâ yer, bir türlü doymaz. (Veren) yed-i ulyâ, (alan) yed-i süflâdan hayırlıdır. Hakîm, (İbn-i Hizâm) demiştir ki, ben:
- Yâ Resûla'llâh! Seni Hak Peygamber gönderen Allâhu Teâlâ'ya yemîn ederim ki: ben şu dünyâdan ayrılana kadar senden başka hiç bir kimseye, hiç bir şey için elimi uzatmam (benim elim, senden sonra Arab neslinin elleri altında bulunamaz) dedim. (Hakîkaten) Ebû Bekr radiya'llâhu anh (hilâfet-i zamânında), beytü'l-mâldeki hakkını vermek için Hakîm'i da'vet etmiş, fakat Ebû Bekr'in bu ihsânını kabûl etmekten imtinâ eylemiştir. Sonra Ömer radiya'llâhu anh de hakkını vermek için da'vet etmiş, ondan da almaktan imtinâ eylemiştir. Bundan sonra Hazret-i Ömer (Mahzar-i Sahâbe'de):
- Ey cemâat-i müslimîn: Hakîm hakkında sizi işhâd ederim ki: ben, harac ve ganîmet malından muayyen olan hakkını kendisine arz ediyorum. O, almaktan imtinâ ediyor, dedi. Ve (hakîkaten) Hakîm, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'den sonra tâ vefât edene kadar, kimseden bir şey almamıştır.


* Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs".


* Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin ma1 ve şeref hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir."
Mânası şudur: Kişinin mal ve şeref için gösterdiği hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine fesad ve zarar getirir, tıpkı aç iki kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman hâsıl edecekleri zarar gibi...


* Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
FELÂKET GETİREN ZENGİNLİK
Medine Müslümanlarından Sâlebe'nin mala, mülke karşı aşırı derece hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu, hem de mutlaka zengin olmak! Hattâ benliğini saran bu şiddetli zengin olma arzusu, nihayet onu Resûlüllah'dan dua istemeye kadar sevketti. Bir gün huzur-ı Peygamberî'ye çıkarak:
- Yâ Resûlâllah, Allah'a dua et de zengin olayım, dedi.
Allah'ın Resûlü, Sâlebe'nin bu isteğine şöyle cevap verdi:
- Şükrünü yapabildiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.
Bu söz Sâlebe'ye kâfi gelmişti. Bir müddet bu îkazın mânâsı üzerinde düşünerek benliğini saran zengin olmak arzusundan birazcık olsun kurtuldu, fakat hırs onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Zamanla ihtirası yeniden depreştiği için tekrar müracaat etti:
- Yâ Resûlâllah, dua et de zengin olayım, dedi.
Bu sefer biraz daha açık ve ağır konuşan Resûl-i Ekrem:
- Ben senin için kâfi bir örnek değil miyim? dedi ve ilâve etti:
"Allah'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp geleceklerdi; fakat ben istemedim."
Elinde bu kadar İlâhî kudret bulunmasına rağmen Resûlüllah'ın evinde haftalarca çorba pişmediği, ekseri günleri oruçlu bulundukları, çoğu zaman iftar sofraları birkaç hurma tanesi ile bir arpa ekmeğinden ibaret olduğu, herkesin bildiği bir hakikattı. Sâlebe bunları düşünerek bir müddet daha isteğinden vazgeçti.
Zaman zaman "zengin olursam fakir fukaraya iyi yardım ederim, daha çok sevab kazanırım" diye hayal kuruyor ve Resûlüllah'a üçüncü olarak bir müracaat daha yapmayı düşünüyordu. Nihayet müracaatını yaptı da; hem de söz vererek dedi ki:
"Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakir fukarayı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim."
Sâlebe'nin bu kadar ısrarına karşı dayanamayan Resûlüllah:
"Yâ Rabbi, Sâlebe'yi istediği mala kavuştur," diye dua etti.
Bu dua üzerine koyun olarak sürü otlatmaya başlayan Sâlebe, daha evvel bütün namazlarını Resûlüllah'ın cemaati olarak kıldığı için kendisine Cami Kuşu adı verildiği halde, bu sefer sadece öğle ve ikindiyi mescidde kılabiliyor, diğer namazlarını koyunların ardında, bâzan da kazâen îfa edebiliyordu.
Kısa zamanda çoğalan, bereketlenen koyunlar, Medine yakınlarına sığmaz oldular, uzak çöllere, sulak yaylalara gitmek zarureti ile karşılaşan Sâlebe, artık öğle ve ikindi namazlarına da gelemiyor, sadece Cumaları mescidde görülüyordu. Nihayet çöldeki meşgalesi, ona Cuma namazlarını da unutturdu.
Arada sırada bir, sürü ile uğradığı yolların üstünde rastladığı yolculardan "Ne var, ne yok" diye haber soruyor; sonra da koyunların ardından ıssız çöllere doğru tekrar dalıp gidiyordu.
Artık umumî mes'elelerle alâkası kesilmiş, sadece şahsını ve şahsî işlerini düşünüyor, koyunlarını nerede daha iyi otlatabileceğinden başka bir şey hatırına gelmiyordu.
Bir gün Resûlüllah'ın:
- Sâlebe görülmüyor, nerededir?" diye sorması üzerine:
- Koyun aldı; sinek kurtları kadar çoğaldı; buralara sığmaz olduğundan şimdi çöllerde sürüsünün ardında dolaşıyor," dediler.
Resûlüllah:
- Sâlebe'ye yazık oldu, yazık!" buyurdu.
İşte bu sırada zekât ve sadaka âyeti nâzil olarak, mâlî durumu düzgün olan Müslümanların geçim sıkıntısı içinde bulunan kardeşlerine yardım etmeleri emredildi.
Bu âyet-i kerîmenin emrine büyük bir istekle uyan Müslümanlar, mallarının bir kısmını geçim sıkıntısı içinde yaşayan kardeşlerine seve seve verirken Sâlebe:
- Bu sizin yaptığınız düpedüz haraççılıktır," diyerek zekât toplayan memurları boş çevirdi.
Haberi duyan Resûlüllah, üzülerek "Yazık oldu Sâlebe'ye!" sözünü tekrarladı.
Sâlebe'nin evvelâ, "Zengin olursam her hak sâhibine hakkını vereceğim" diye yemîn edip, sonra da bu kadar değişik tavır göstermesi üerine "Berâe" sûresindeki şu âyet-i kerîme nâzil oldu: (Meâlen):
"Münâfıklardan bâzıları da mal, mülk verip zengin ettiği takdirde Allah'a daha fazla bağlanıp fakir fukaraya daha çok yardım edeceklerine dair söz verdiler, ne zaman ki Allah onlara bu isteklerini ihsan eder, zengin olurlar; o zaman Allah'a verdikleri sözü unuturlar, cahillik edip fukaranın hakkını vermezler."
Bu âyet-i kerîme, Sâlebe'nin münâfıklar sınıfına düştüğünü bildirmesi üzerine, akrabalarından biri şiddetli teessüre kapılarak gidip Sâlebe'ye durumu haber verdi ve fukaranın hakkını vererek kendisini münâfıklıktan hemen kurtarmasını istedi.
Bunun üzerine Sâlebe, Resûlüllah Aleyhissalâtü Vesselâm'a müracaat ederek fukaranın hakkını getirdiğini söylediyse de Resûlüllah üzüntülü bir edâ ile:
"Senin verdiklerini alamam artık Sâlebe... Allah Celle ve Alâ men'etti, haydi git!" diye mukabelede bulundu.
Resûlüllah'ın âhirete teşrifinden sonra Hazret-i Ebû Bekir'e müracaat eden Sâlebe, sırasıyla Hazret-i Ömer ve Osman'a (R.A.) da müracaat ettiyse de:
- Resûlüllah'ın almadığını biz nasıl kabûl ederiz?" diye hepsinin reddi ile karşılaştı. Hazret-i Osman (R.A.) zamanında vefat ederken Sâlebe'nin kulaklarına şu sözler geliyordu:
- Yâ Sâlebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü îfa edemediğin çok maldan hayırlıdır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İMAM ŞAFİ HAZRETLERİ VE İLİM HIRSI…

Hadislerden de İmamı Şâfiî'ye işaret çıkaran âlimler, Peygamberimizin şu hadîsini hatırlatırlar: "Kureyş'ten bir âlim çıkacak, yeryüzünü ilimle dolduracaktır." Bu hadîsin işaret ettiği âlimin İmam-ı Şâfiî olduğu, sonradan açıkça anlaşılmıştır.
Gazze'de oğlu için gereken öğrenim çevresini bulamayan annesi, onu bu mahrumiyet bölgesinden alır, Mekke'ye getirir. Burada geniş ilmî çevrede kısa zamanda kendini yetiştiren küçük Muhammed, dokuz yaşında iken Kur`ânı Kerim'i bütünüyle hıfzeder.
Onbeş yaşına gelince de, fetva vermeye ehil hale gelir. Onun bu kadar küçük yaşta fetva verecek bir makama erişmesinde; ilme karşı duyduğu şiddetli ilgi ve öğrenme merakının büyük hissesi vardır.
İlme duyduğu bu büyük ilgiyi bizzat kendisi şöyle ifade eder: "Bahil bir adam, mal toplamaya karşı nasıl hırs duyarsa, ben de ilme karşı öyle alâka duyuyorum:" Bir diğer sözünde de şöyle der: "Yavrusunu kaybeden anne, oğlunu bulunca nasıl sevinirse, ben de aradığım bir mes'eleyi bulunca öyle seviniyorum." Böylesine şiddetli arzu ettiği ilimden ne anladığını ise şu kısa cümle içinde özetler: "İlim, öğrenilen değil, yaşanandır. Yaşanmayan ilim, geçmeyen parâ gibidir: Sahibine gerçekte faydası olmaz."
 
Üst Alt