Hilâfet; İslâm şeriatının hükümlerinin hakim kılınıp İslâm davetinin tüm insanlığa taşınması için yeryüzündeki tüm müslümanların önderliği anlamdan yola çıkarak, İmametle Hilâfet özdeş kavramlardır.
Sahih hadislerde de her iki kelime aynı anlamda kullanılmışlardır. Kur'an ve sünnete ait hiç bir metinde İmamet ve Hilâfet birbirine zıt anlamlarda geçmemiştir. Bu nedenle İmamet ve Hilâfet kelimelerini birbirine tercih noktasında bir zorlamaya da gerek yoktur. Önemli olan kelimeler değil içerikleridir.
Hilâfet’in yeniden kurulması dünyanın dört bir yanındaki tüm müslümanlar üzerine farzdır. Tıpkı Allah'ın farzlarından bir farz gibi, bu farz da; seçme hakkının, ruhsatın olmadığı bir farzdır. Bu nedenle Hilâfet’in kurulması yolunda en ufak bir ihmal dahi büyük bir günah ve isyandır. Allah bu günahı işleyenleri şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.
Hilâfet’in kurulmasını tüm müslümanlara farz kılan deliller sünnet ve sahabenin icmâ'ıdır.
Sünnetteki delil Nafi'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz Ömer bana dedi ki: Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini işittim:
"Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No: 1851)
Bu hadis ile Nebi (s.a.v) bütün müslümanlara bir Halife’ye biatı farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü "cahiliye ölümü" olarak tanımlamıştır. Burada geçen biat ancak bir Halife'ye yapılandır. Rasulullah her müslümanın boynunda Halife’ye biatın olmasını farz kıldı. Ancak burada asıl farz kılınan her müslümanın Halife’ye biat etmesi değil, kendisine biatın gerçekleşmesini sağlayacak bir Halife’nin bulunmasıdır. İster bilfiil biat edilsin isterse edilmesin, bir Halife’nin varlığı tüm müslümanların boynunda biatın bulunması anlamına gelir. Bu haliyle hadis, biatın farziyetine değil Halife’yi belirleme farziyetine delildir. Çünkü Rasulullah'ın yasakladığı şey ölene kadar bir müslümanın boynunda biatın olmamasıdır ki; Rasül (s.a.v) müslümanların biat etmemesini kınamadı, boynunda biatın olmamasını (Halife’nin olmamasını) yasakladı. Hişam b. Urve, Ebu Salih ve Ebu Hüreyre kanalıyla Rasul (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Benden sonra sizi bir takım idareciler idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkâr) idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi aleyhlerinedir." (Müslim)
"El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)
Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber oldum. Rasulullah (s.a.v)'den şunu işittiğini söyledi:
"İsrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat bir çok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk biat edilene vefakar olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır." (Müslim K. İmara Bab 10 H. No: 1842)
İbni Abbas'tan rivayetle Rasul (s.a.v) buyurdu ki:
"Kim emirinden (idarecisinden) hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü insanlardan kim olursa olsun sultadan (Halife’nin otoritesinden) bir karış uzaklaşırsa o kişi ancak cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No 1849/47)
Bu hadislerde Rasulullah (s.a.v) müslümanları bir takım valilerin (idarecilerin) yöneteceğine işaret ettiği gibi Halife’nin müslümanların "kalkanı" (korunağı) olduğunu da ifade etmiştir. Rasulün (s.a.v)'in, imamı "kalkan" olarak tanımlaması imamın varlığının faydaları hakkında bir haberdir. Haber ise bir taleptir. Bu nedenle hadislerde imamın seçilmesine yönelik bir talep söz konusudur. Eğer bir hususun Allah ve Rasulü tarafından bildirilmesi, yani haber verilmesi bir yerme (kınama) ifadesi içeriyorsa, ortada o şeyi terketmeyi gerektiren bir talep (nehiy) var demektir. Eğer söz konusu ifadede bir övgü varsa, bu da fiilin yapılmasını gerektiren bir talep anlamına gelir. Talep edilen fiilin yapılması şer'i bir hükmü yerine getirmeyi gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin yapılmaması hükmün terkini beraberinde getiriyorsa; talep kesin olur.
Rasulullah (s.a.v)'in adı geçen hadislerinde; müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olacakları bildirilmiştir. Bu demektir ki, bu haber bir Halife’nin tayin edilmesini gerektiren taleptir. Ayrıca bu hadisler müslümanların otoritenin emrinden dışarı çıkmalarını haram kıldığı gibi; kendileri için bir yönetim sistemi (Hilâfet'i) kurmalarını, Halifelere itaatı ve Hilâfetleri hakkında onlarla çekişenlerle savaşmayı da farz kılmıştır.
Müslim'den rivayetle Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir imama biat edip elini sıkar ve kalbinin meyvesini verirse (rıza gösterirse) gücünün yettiği kadar itaat etsin. Eğer (iktidarı ele geçirmek için) onunla çekişecek bir kişi ortaya çıkarsa bu kişinin boynunu vurun." (Müslim K. İmara Bab 10 H. N: 1844)
Halife’ye itaatle ilgili emir Hilâfet’in kurulması için bir emir demektir. Ayrıca Halife ile çekişen kimse ile savaşmaya dair emir; tek bir Halife’nin bulunmasındaki devamlılığa kesin bir işarettir.
Sahabelerin bu konudaki icmâ'ına gelince: Sahabeler (rahm) Rasulullah (s.a.v)'in vefatından hemen sonra bir Halife’nin seçilmesinin gereği üzerine icmâ etmişlerdir. Aynı sahabe icmâ'ı Ebu Bekir (ra)'a, Ömer (ra)'a, Osman (ra)'a ve Ali (ra)'a yapılan biatlarla tekerrür etmiştir. Nitekim sahabenin bu icmâ'ındaki kesinlik şu olayla da te'yid edilmiştir: Rasulullah (s.a.v)'in vefatından sonra sahabeler onu defnetmek yerine yeni bir Halife’nin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Halbuki mevtanın (ölülerin) en kısa zamanda defni farz kılınmış ve kendilerine defnin farz olduğu kişilerin, defni erteleyip başka bir işle meşgul olmaları da haram kılınmıştır.
Rasulullah (s.a.v)'ın cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan sahabelerin (rahm), Rasulullah (s.a.v)'in defni ile meşgul olmayı bırakarak Halife’nin seçimi ile meşgul olan bir kısmına, diğer bir kısım sahabelerin, -cenazeyi defne engel olan bu seçime engel olmaya imkanları olduğu halde- defnin iki gece ertelenmesi karşısında sessiz kaldıklarını ve defnin geciktirilmesine iştirak ettiklerini görüyoruz. Peygamberin (s.a.v) cenazesinin defni beklerken Halife’nin seçimi ile meşgul olmaları şeklinde gerçekleşen bu icmâ göstermektedir ki; Halife’nin seçilmesi, insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha önemli bir farzdır.
Üstelik sahabelerin, Halife’nin seçilmesi hususundaki icmâ'ları yaşadıkları sürece devam etmiştir. Sahabeler arasında, "Halife'nin kim olacağı" hususunda ihtilaflar görülse de, Rasulullah (s.a.v)'in ve Raşit Halifelerden her birinin vefatından sonra bir Halife’nin seçilmesi konusunda kesinlikle ihtilaf olmamıştır. İşte sahabelerin (rahm) bu icmâ'ı, Halife’nin tayini farziyetinin açık ve kuvvetli bir delilidir.
Aslında, dinin hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin uygulanması subûtî ve delaleti kesin delillerle tüm müslümanlar üzerine farzdır. Bu farzın gerçekleşmesinin şartı ise sulta (otorite) sahibi bir idareci yani Halife’nin varlığıdır. "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli olan şeyler de farzdır" şer'i kaidesi gereği bir Halife’nin belirlenmesi farzdır.
Bunlara ilaveten, Allahu Teâla, müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesi için Rasul (s.a.v)'e kesin bir şekilde emir vererek şöyle buyurdu:
"Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına (arzularına) uyma"(Maide 48)
"Onların arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve seni, Allah'ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan sakın." (Maide 49)
Allah'ın hitabının sadece Rasülü'ne has olduğuna dair bir delil olmadıkça; Rasul'e hitab onun ümmetine bir hitaptır. Söz konusu ayetlerin Rasul'e has olduğuna dair bir delil olmadığından, bu ayetler yönetim otoritesini kurmalarına yönelik müslümanlara bir hitaptır. Halife’nin seçilmesi de kesinlikle aynı anlama gelmektedir. Nitekim Allah'u Teâla, kendilerinden olan ulü'l-emr'e itaati bütün müslümanlara farz kıldı. Bu emir de veliyy'ul-emr'in yani Halife’nin bulunmasına delalet eder. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan ulü'l-emre itaat edin." (Nisa 59)
Allahu Teâla olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir.
Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır. Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.
İşte tüm bunlar müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kasdedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir.
Müslim'in Avf b.Malik El Eşcai'den rivayet ettiği Rasulullah (s.a.v)'in şu sözü de bu konuda bize fikir vermektedir:
"Sizin hayırlı imamlarınız şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler. Siz onlar için dua edersiniz, onlar da sizin için dua ederler . Şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler." Denildi ki;"Ya Rasulullah onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı? Dedi ki: "İçinizde namazı ikame ettikleri sürece hayır." (Müslim K. İmara Bab 17 H. No: 1855)
Bu hadis açık bir şekilde imamların hayırlılarını ve şerlilerini bildirdiği gibi, dini uyguladıkları sürece onlara kılıçla karşı koymanın haramlılığına da delalet etmektedir. Hadisteki namazı ikame etmek dolaylı bir anlatımdır ve dini hükümleri tümü ile tatbik etmek anlamına gelmektedir. Buraya kadar verilen delillerle İslâmın hükümlerini uygulamak ve İslâm davetini yüklenmek için bir Halife’nin bulunmasının bütün müslümanlara farz oluşu sahih şer'i nasslarla sabit olmuştur.
Sahih hadislerde de her iki kelime aynı anlamda kullanılmışlardır. Kur'an ve sünnete ait hiç bir metinde İmamet ve Hilâfet birbirine zıt anlamlarda geçmemiştir. Bu nedenle İmamet ve Hilâfet kelimelerini birbirine tercih noktasında bir zorlamaya da gerek yoktur. Önemli olan kelimeler değil içerikleridir.
Hilâfet’in yeniden kurulması dünyanın dört bir yanındaki tüm müslümanlar üzerine farzdır. Tıpkı Allah'ın farzlarından bir farz gibi, bu farz da; seçme hakkının, ruhsatın olmadığı bir farzdır. Bu nedenle Hilâfet’in kurulması yolunda en ufak bir ihmal dahi büyük bir günah ve isyandır. Allah bu günahı işleyenleri şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.
Hilâfet’in kurulmasını tüm müslümanlara farz kılan deliller sünnet ve sahabenin icmâ'ıdır.
Sünnetteki delil Nafi'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz Ömer bana dedi ki: Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini işittim:
"Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No: 1851)
Bu hadis ile Nebi (s.a.v) bütün müslümanlara bir Halife’ye biatı farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü "cahiliye ölümü" olarak tanımlamıştır. Burada geçen biat ancak bir Halife'ye yapılandır. Rasulullah her müslümanın boynunda Halife’ye biatın olmasını farz kıldı. Ancak burada asıl farz kılınan her müslümanın Halife’ye biat etmesi değil, kendisine biatın gerçekleşmesini sağlayacak bir Halife’nin bulunmasıdır. İster bilfiil biat edilsin isterse edilmesin, bir Halife’nin varlığı tüm müslümanların boynunda biatın bulunması anlamına gelir. Bu haliyle hadis, biatın farziyetine değil Halife’yi belirleme farziyetine delildir. Çünkü Rasulullah'ın yasakladığı şey ölene kadar bir müslümanın boynunda biatın olmamasıdır ki; Rasül (s.a.v) müslümanların biat etmemesini kınamadı, boynunda biatın olmamasını (Halife’nin olmamasını) yasakladı. Hişam b. Urve, Ebu Salih ve Ebu Hüreyre kanalıyla Rasul (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Benden sonra sizi bir takım idareciler idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkâr) idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi aleyhlerinedir." (Müslim)
"El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)
Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber oldum. Rasulullah (s.a.v)'den şunu işittiğini söyledi:
"İsrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat bir çok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk biat edilene vefakar olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır." (Müslim K. İmara Bab 10 H. No: 1842)
İbni Abbas'tan rivayetle Rasul (s.a.v) buyurdu ki:
"Kim emirinden (idarecisinden) hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü insanlardan kim olursa olsun sultadan (Halife’nin otoritesinden) bir karış uzaklaşırsa o kişi ancak cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No 1849/47)
Bu hadislerde Rasulullah (s.a.v) müslümanları bir takım valilerin (idarecilerin) yöneteceğine işaret ettiği gibi Halife’nin müslümanların "kalkanı" (korunağı) olduğunu da ifade etmiştir. Rasulün (s.a.v)'in, imamı "kalkan" olarak tanımlaması imamın varlığının faydaları hakkında bir haberdir. Haber ise bir taleptir. Bu nedenle hadislerde imamın seçilmesine yönelik bir talep söz konusudur. Eğer bir hususun Allah ve Rasulü tarafından bildirilmesi, yani haber verilmesi bir yerme (kınama) ifadesi içeriyorsa, ortada o şeyi terketmeyi gerektiren bir talep (nehiy) var demektir. Eğer söz konusu ifadede bir övgü varsa, bu da fiilin yapılmasını gerektiren bir talep anlamına gelir. Talep edilen fiilin yapılması şer'i bir hükmü yerine getirmeyi gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin yapılmaması hükmün terkini beraberinde getiriyorsa; talep kesin olur.
Rasulullah (s.a.v)'in adı geçen hadislerinde; müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olacakları bildirilmiştir. Bu demektir ki, bu haber bir Halife’nin tayin edilmesini gerektiren taleptir. Ayrıca bu hadisler müslümanların otoritenin emrinden dışarı çıkmalarını haram kıldığı gibi; kendileri için bir yönetim sistemi (Hilâfet'i) kurmalarını, Halifelere itaatı ve Hilâfetleri hakkında onlarla çekişenlerle savaşmayı da farz kılmıştır.
Müslim'den rivayetle Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir imama biat edip elini sıkar ve kalbinin meyvesini verirse (rıza gösterirse) gücünün yettiği kadar itaat etsin. Eğer (iktidarı ele geçirmek için) onunla çekişecek bir kişi ortaya çıkarsa bu kişinin boynunu vurun." (Müslim K. İmara Bab 10 H. N: 1844)
Halife’ye itaatle ilgili emir Hilâfet’in kurulması için bir emir demektir. Ayrıca Halife ile çekişen kimse ile savaşmaya dair emir; tek bir Halife’nin bulunmasındaki devamlılığa kesin bir işarettir.
Sahabelerin bu konudaki icmâ'ına gelince: Sahabeler (rahm) Rasulullah (s.a.v)'in vefatından hemen sonra bir Halife’nin seçilmesinin gereği üzerine icmâ etmişlerdir. Aynı sahabe icmâ'ı Ebu Bekir (ra)'a, Ömer (ra)'a, Osman (ra)'a ve Ali (ra)'a yapılan biatlarla tekerrür etmiştir. Nitekim sahabenin bu icmâ'ındaki kesinlik şu olayla da te'yid edilmiştir: Rasulullah (s.a.v)'in vefatından sonra sahabeler onu defnetmek yerine yeni bir Halife’nin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Halbuki mevtanın (ölülerin) en kısa zamanda defni farz kılınmış ve kendilerine defnin farz olduğu kişilerin, defni erteleyip başka bir işle meşgul olmaları da haram kılınmıştır.
Rasulullah (s.a.v)'ın cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan sahabelerin (rahm), Rasulullah (s.a.v)'in defni ile meşgul olmayı bırakarak Halife’nin seçimi ile meşgul olan bir kısmına, diğer bir kısım sahabelerin, -cenazeyi defne engel olan bu seçime engel olmaya imkanları olduğu halde- defnin iki gece ertelenmesi karşısında sessiz kaldıklarını ve defnin geciktirilmesine iştirak ettiklerini görüyoruz. Peygamberin (s.a.v) cenazesinin defni beklerken Halife’nin seçimi ile meşgul olmaları şeklinde gerçekleşen bu icmâ göstermektedir ki; Halife’nin seçilmesi, insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha önemli bir farzdır.
Üstelik sahabelerin, Halife’nin seçilmesi hususundaki icmâ'ları yaşadıkları sürece devam etmiştir. Sahabeler arasında, "Halife'nin kim olacağı" hususunda ihtilaflar görülse de, Rasulullah (s.a.v)'in ve Raşit Halifelerden her birinin vefatından sonra bir Halife’nin seçilmesi konusunda kesinlikle ihtilaf olmamıştır. İşte sahabelerin (rahm) bu icmâ'ı, Halife’nin tayini farziyetinin açık ve kuvvetli bir delilidir.
Aslında, dinin hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin uygulanması subûtî ve delaleti kesin delillerle tüm müslümanlar üzerine farzdır. Bu farzın gerçekleşmesinin şartı ise sulta (otorite) sahibi bir idareci yani Halife’nin varlığıdır. "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli olan şeyler de farzdır" şer'i kaidesi gereği bir Halife’nin belirlenmesi farzdır.
Bunlara ilaveten, Allahu Teâla, müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesi için Rasul (s.a.v)'e kesin bir şekilde emir vererek şöyle buyurdu:
"Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına (arzularına) uyma"(Maide 48)
"Onların arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve seni, Allah'ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan sakın." (Maide 49)
Allah'ın hitabının sadece Rasülü'ne has olduğuna dair bir delil olmadıkça; Rasul'e hitab onun ümmetine bir hitaptır. Söz konusu ayetlerin Rasul'e has olduğuna dair bir delil olmadığından, bu ayetler yönetim otoritesini kurmalarına yönelik müslümanlara bir hitaptır. Halife’nin seçilmesi de kesinlikle aynı anlama gelmektedir. Nitekim Allah'u Teâla, kendilerinden olan ulü'l-emr'e itaati bütün müslümanlara farz kıldı. Bu emir de veliyy'ul-emr'in yani Halife’nin bulunmasına delalet eder. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan ulü'l-emre itaat edin." (Nisa 59)
Allahu Teâla olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir.
Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır. Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.
İşte tüm bunlar müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kasdedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir.
Müslim'in Avf b.Malik El Eşcai'den rivayet ettiği Rasulullah (s.a.v)'in şu sözü de bu konuda bize fikir vermektedir:
"Sizin hayırlı imamlarınız şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler. Siz onlar için dua edersiniz, onlar da sizin için dua ederler . Şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler." Denildi ki;"Ya Rasulullah onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı? Dedi ki: "İçinizde namazı ikame ettikleri sürece hayır." (Müslim K. İmara Bab 17 H. No: 1855)
Bu hadis açık bir şekilde imamların hayırlılarını ve şerlilerini bildirdiği gibi, dini uyguladıkları sürece onlara kılıçla karşı koymanın haramlılığına da delalet etmektedir. Hadisteki namazı ikame etmek dolaylı bir anlatımdır ve dini hükümleri tümü ile tatbik etmek anlamına gelmektedir. Buraya kadar verilen delillerle İslâmın hükümlerini uygulamak ve İslâm davetini yüklenmek için bir Halife’nin bulunmasının bütün müslümanlara farz oluşu sahih şer'i nasslarla sabit olmuştur.