Hikmet Nedir ?
Hikmet Nedir ?
Hikmet kelimesi, “ha-ke-me” fiilinden türeyen bir mastardır. H-k-m maddesi, fiil, mastar ve isim olarak Kuran’da 210 defa, hikmet şekliyle ise 20 yerde geçmektedir. Hikmet; hüküm,hakimiyet, hükümet, mahkeme, muhakeme, ihkam, hakem gibi kelimelerle aynı köktendir. Lügatte; herhangi bir şeyi ıslah için menetmek, sakındırmak, alıkoymak, zaptetmek, tutmak, emretmek gibi manaları içermektedir.
Araplar tarafından bu fiilin mastarı olan hükm,atın gemine ve atı gemlemeye verilen addır. Bu manasıyla bir güç, tahakküm, karar verme, egemenlik ifade eder. Aynı şekilde bu fiil, insanı yanlıştan, kötüden menetmek manasına da kullanılıyordu. Yargıç veya hükmedene bu özelliğinden dolayı hakem denmiştir. Hakem, hükmeder, lehte veya aleyhte yargılayıp sonuçlandırır.
“Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.” Nisa-35 ve Enam-114, Nisa-65 ayetlerinde bu manalarıyla kullanılmıştır. Bu fiilden türeyen ‘muhkem’ ve ‘istihkam’ kelimeleri sağlam olmak, yerleşmek ve bir işi sağlam yapmak, sağlamlaştırmak anlamlarındadır.
“Allah şeytanın attığını yok eder, sonra ayetlerini sağlamlaştırır.” Hacc-52.
Bu kelimeler insan için kullanıldığında, kişinin dini ve dünyası için her türlü zararlı düşünce, alışkanlık ve davranışlardan sakınması manasındadır. H-k-m ’den türeyen ‘hakemetün’ kelimesi yüzün ön kısmı, alnı, başı anlamında, mecazi olarak da şan, şeref ve makam anlamında kullanılmaktadır. Bir çok hadiste bu şekliyle kullanılmıştır. Hakim, alim ve hikmet sahibi, işleri sağlam yapan doğru görüşe sahip akıllı kimse olup kendisini nefsani arzulardan alıkoyan filozof kimse diye tanımlanmaktadır. Ayrıca yargıç, hüküm koyan manalarına da gelir. Eşyayı layık olduğu yere koyan, tecrübelerin olgunlaştırdığı, sanatının inceliklerine ve estetiğine dikkat ederek iş yapan kimseye de hakim denir. İslam öncesi kaynaklarda, hakim, geçmiş tecrübelerinden genel doğruyu veya davranış düsturunu çıkarma kabiliyeti olan ve dolayısıyla bunlardan yararlanabilen, herhangi bir durumda bir çıkış yolu bulabilen kimseye deniyordu. Ayrıca bilginin kendisi değil, fakat onu uygulama ve söyleme kabiliyeti insanı hakim yapardı. Yine önemli unsurlardan birisi, konuşmanın uygun olmadığı durumlarda vakur bir sessizlik hikmet olarak tanımlanmıştı. Özetle hikmet, her şeyi kendisine yakışan biçimde yerine koymaktır ki, bu da işte isabetlilik ve uygunluğu gerektirdiği gibi, her türlü akılsızlıktan, serserilikten sakınarak, makul isabetli ve doğru görüşe sahip olmak ve adaleti gerçekleştirmektir. Istılahtaki manasına gelince, çok derin ve geniş bir kavram olduğu için çok farklı ve çok sayıda tanımlar verilmiştir. Belli başlılarını şu şekilde sıralayabiliriz; eşyanın manalarını bilmek ve anlamaktır, eşyayı yeri ve mertebesine koymaktır, doğru ve güzel fiillere sabır ve sebatla devam etmektir, Allah’ın emrini düşünüp tefekkür etmek ve O’na tabi olmaktır, bütün durumlara Hakkı şahit tutmaktır, din ve dünyanın düzgünlüğüdür, ilahi bilgi ve sırlar ilmidir, ilham gelmesi için sırrı soyutlamaktır, Kuran’ı anlamaktır, Allah’ın dini konusunda Allah’tan korkmak, takva sahibi olmaktır, akıldır, insandaki sağduyu yahut doğru ile eğriyi birbirinden ayırma yeteneğidir, kendisinde bilgi olan kişinin bu bilgiyi, adaleti tezahür ettiren bir tarzda tatbik etmesini sağlayan tanrı vergisi bir bilgidir, tüm yaratıcı fark ediş güçlerinin ortak adıdır, Kuran’ın derinlik boyutudur, O’nu okuyup üzerinde tefekkür etmektir, öyle bir anlayıştır ki yazılmaz, ancak ehli tarafından hissedilen batın bir ilimdir, ayrıca sağlam ve doğru söz olup hakkı ortaya koyan ve şüpheyi gideren selim aklın hükmüdür, teorik bilgisi ve faziletli davranış kalıplarıyla, insanın güç yetirebildiği ölçüde nefsini olgunlaştırdığı, nebi vasıtasıyla veya ilhamla aldığı emirlerin tümüdür.
Kuran-ı Kerim, hikmeti kendisinden türediği h-k-m maddesinin çeşitli kalıplarını kullanarak, evrenin yaratılış gayesini açıklamak, elçilerin gönderiliş amaçlarını ifade etmek, insanın geçmişi ve geleceği hakkında öğüt ve uyarılarda bulunmak, yaşanılan hayatın menfi ve müspet sonuçlanmasının kurallarını belirtmek, bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm önerileri sunmak ve yaratılış gayesine uygun birey ve toplum projesini ortaya koyar. Bunları ifade ederken evrenin yaratıcısını hakim, kendini de hikmetli olma vasfı ile vasıflandırmaktadır. Hakim kelimesi, Kuran’da, hem Allah, hem Kitap, hem de insanlar için kullanılmıştır. Allah için kullanıldığında hükmeden, varlıkları en mükemmel bir ilimle birbirleriyle uyumlu bir şekilde yaratarak düzene koyan ve her şeyi bilen anlamında kullanılmaktadır, Kitap için kullanıldığında ise, ayetleri sağlamlaştırılmış, şeytan ve taraftarlarının şerrinden, tahrifatından korunmuş anlamında, ayrıca emir, yasak, helal, haram müjde ve tehditlerin açıklanması, ayetlerin her türlü karışıklık, çelişki, tutarsızlık ve belirsizlikten uzaklaştırılması anlamında kullanılmıştır. İnsanlar için kullanılması ise daha geniş olarak ilerde açıklanacaktır. H-k-m fiil kökünün tahlilinde de değindiğimiz gibi, hikmet kelimesinin aslı, sefehlikten, fesattan, çirkinlik ve kötülükten alıkoymanın bilgi ve pratiği anlamında gelmiş geçmiş bütün vahiyler hikmet olarak değerlendirilmiştir.
“Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.” Bakara-269 ayetinde geçen hikmet kelimesi Kuran olarak yorumlandığı gibi, tefsir, tevil ve sözde isabet olarak da yorumlanmıştır. Taberi bu ayeti ‘ dilediğim kuluma söz ve fiillerde anlayış ve isabetliliği ihsan ederim. Akıllı kimseler ancak bundan öğüt alır’ şeklinde yorumlamaktadır.
“ Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” Nahl-125 ve İsra-39 ’da da vahiy manasına kullanılmıştır.
“Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.” Bakara-251
“Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.” Sad-20 ve bir çok ayette nübüvvet kurumu ve nebiler pratiği olarak kullanılmıştır.
“Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.” Lokman-12 ayetindeki hikmet, şükrü hatırlatan ve şükre yönelten, nankörlüğe engel olan öğüt verici hassasiyet, öğüt şeklinde değerlendirilebilir. Bu öğüt verici hassasiyet (hikmet);
“Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır. Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir. Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez. Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” Lokman;13-19 ayetlerinde Lokman (as)’ın oğluna nasihatlerinde, Allah’ın emir ve yasaklarında ortaya çıkar. Bu hikmetin gereği oğluna öğüt vererek şu konulara değinmektedir: Allah’a şirk koşmanın dünyadaki en büyük zulüm olduğu ve tüm zulümlerin bu zulümden kaynaklandığını belirterek ilk önce şirkten kaçınması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca takvanın esası olan Allah’ın yaratıcı ve ilahlık sıfatlarına uygun saygınlıkta Allah’a karşı sorumluluk duyması gerektiği hususunu öğütlemektedir. Bununla birlikte, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğu bilinci insanı düşünsel anlamda mükemmel bir dereceye çıkartır. Bu düşünsel hal, insanı sürekli yaratıcısıyla beraber olduğu hissine götürür, ve bu his kişinin bir başkasının yanında kendi saygınlığını zedeleyecek davranışlardan kaçınmasını gerektirir. Saygı duyulan merci kendisini yoktan var eden, her türlü nimeti bir lütuf olarak veren, ve onu yaratılanlar içerisinde şerefli ve övünülecek bir makama çıkartan Allah ise, bu duygu insanın hayatı boyunca süfli hal ve hareketlerden daha fazla uzak kalmasını sağlar. Böylece bu nazari hikmet, zihni olgunluğu gerçekleştirdiği gibi, insanı bu zihinsel birikime uygun saygın davranışlara da sevk eder. Ve bundan sonraki ayetlerde kuramsal hikmetin doğal sonucu olan eylem ve ibadet devreye girmektedir. Bunlar ise;namaz, iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma, sabır, insanlardan yüz çevirerek küçümsememe, böbürlenerek yürümeme, büyüklük taslayarak şuna buna bağırmama, veya sözlerini, davranışlarını her türlü övünme ve kendini beğenmiş görüntülerinden arındırma şeklinde ifade edilebilir. Bu ve daha birçok benzer ayetlerde bireyi ilgilendiren hikmet bu şekilde özetlenmektedir.
“ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” Nahl-125 ayetinde ise hikmetin, dışarıya, muhataba yönelik olan yüzü ortaya konarak, öğütle beraber, davet mücadelesinde muhatapları hakikat ile karşı karşıya getiren, uyaran kesin ve açık deliller, belgeler olduğu vurgulanmakta, ortaya çıkmaktadır.
“Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o, zikir ve tesbih ile bize yönelmişti. Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi. Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.” Sad;17-20 ayetlerinde kişiyi ibadete yönelten, Allah’a döndüren bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
“ Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et." Rabbiniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette Allah çok tevbe edenleri bağışlayıcıdır. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Eğer Rabbinden beklediğin bir rahmet (rızık) için, onlardan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan, o vakit de onlara yumuşak ve tatlı bir söz söyle. Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğini kısar. Şüphesiz ki Allah, kullarının durumlarından haberdardır, her şeyi görendir. Bir de geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da, size de rızkı biz veririz. Şüphesiz ki onları öldürmek, çok büyük bir suçtur. Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine bir yetki verdik. O da öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü ona (dinin kendisine verdiği yetki ile) yardım olunmuştur. Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erinceye kadar en güzel bir şekilde yaklaşabilirsiniz. Ahdi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk bulunuyor. Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve sonuç itibariyle de daha güzeldir. Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar. Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin. Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinizin sevmediği şeylerdir. İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah'la beraber başka bir ilâh uydurma. Aksi halde kötülenmiş ve Allah'-ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” Isra ;23-39 ayetlerinde iç arınma sayesinde insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmeyi öğütleyen bir güç, bu gücün kaynağı Allah’ın kitaptaki emir, yasak ve öğütleri de hikmet olmaktadır.
“ Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir. Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor. “ Kamer;4-5 ’de geçmiş toplumların başından geçen olaylar hikmettir, öğüttür. İşte burada hikmet, kaynağı vahiy olan ve insanı her türlü kötülüğe karşı mücadele alanına çeken iç dinamizm, öğüt veya ruh olarak nitelendirilebilir.
“Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl" (dedik) ve daha çocukken ona hikmet verdik. Hem de katımızdan bir merhamet ve paklık verdik, o çok takva sahibi idi.” Meryem;12-13, Enam-89 ayetlerinde, anlayış, ilim, dinde derin kavrayış manalarında geçmiştir. Hikmet kelimesiyle aynı kökten gelen ve yakın manalar içeren hükm, Türkçe’de kullanıldığı şekliyle ‘hakimiyet, egemenlik’ kelimelerinin de karşılığıdır. Yani, bu bağlamda hükm sahibinin gücü üstünde hiçbir gücün bulunmamasını ifade eder.
"Sizin Allah'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." Yusuf-40
Allah’ın hükmü bütün evrende geçerlidir ve O’ndan başka hüküm sahibi yoktur.
“De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez” Kehf-26
Yeryüzünde hükmünü yine insanlar aracılığıyla yürütür Allah, ve bunun için de kitap indirir; hükmünü yürütmekle görevlendirdiği kişi bu kitapla hükmetmek zorundadır.
“Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” Nisa-105.
Kitap’la hükmetmek adaletle hükmetmektir. Yeryüzünde, Allah’ın, hükmünü yürütmek için seçtiği kişiler Allah’ın hükmüyle, kitabıyla hükmederler ve Allah’a inananların bu hükme kayıtsız, şartsız bağlanmaları gerekir.
“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur;51-52
“Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” Nisa65
Hüküm, mutlaka bir yönetim veya devletin bulunmasını gerektirmez. Konunun başında da belirttiğimiz gibi, hükm, gemlemek, zaptetmek manalarına da geliyordu. İnsan yeryüzünde imtihana çekildiği için bir takım şer kuvvetlerle karşı karşıyadır. İnsanın, gerek Allah’ın hükmüyle hükmedebilmesi, gerekse, içinde hiçbir burukluk ve sıkıntı duymadan bu hükme boyun eğebilmesi için kötülükleri emreden nefsini gemlemesi, çizginin dışına taşan arzularını zaptetmesi gerekir. Bu büyük bir uğraştır, didinmedir. Bu uğraşıyı başarıyla veren insan nefsine ve şeytana hakim olarak, onların üzerine tahakküm ederek Allah’ın hükmüne sarılabilir, hikmet sahibi olabilir.
“İsâ mucizelerle indiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah'tan korkun, ve bana itaat edin.” Zuhruf-63 ayetinde Hz. İsa’nın hikmeti getirmesinin sebebi israiloğulları arasında meydana gelen sorunların çözüme bağlanmasıdır. Bu çerçevede hikmetin anlamı, vahyi bilgi ve kitabın bir bölümü anlamındadır. Hikmet, kitab kavramıyla birlikte bir çok yerde (2/129,151,231; 3/48,81, 164; 4/54, 113; 5/110;62/2) geçmektedir. Bu şekliyle hikmet kavramı iki çerçevede anlaşılabilir; az önce de geçtiği gibi kitabın bir parçası olarak değerlendirilebileceği gibi, ayrı ayrı zikredilen kavramlar olmalarından hareketle hikmetin kitaptan ayrı bir anlama gelmesi de mümkündür. Hikmetin verilmesi kitabın verilmesi gibi değildir. Hikmetin indirilmesini tıpkı Hadid suresinde demirin indirilmesi gibi değerlendirebiliriz. Allah demiri vahiy gibi indirmemiştir. Demir, yeryüzünde bu dünyanın bir parçası olarak insanlığın istifadesine sunulmuştur. Ancak insanın demirden faydalanabilmesi, onun keşfedilmesi ve işlenip yararlı hale getirilmesi ise insanlığın çaba ve gayreti ile mümkün olabilmiştir. Bunun gibi hikmet; kesbi bir bilgi olması nedeniyle ancak çalışma ve gayret sonucu elde edilebilir. Bir başka ifade ile, hikmet, varolan ilahi, tabii ve insani kaynaklar iyi kullanılarak ancak elde edilebilir. Kuran, Allah’ın dilediği kimseye hikmeti bu şekilde verdiğini ifade etmektedir. Peygamberlerin hayatındaki hikmet; vehbi olarak vahiy ve kesbi olarak da onun sözlü ve fiili yorumudur. İnsanın hayatında ise, tefekkürle birlikte vahyi anlaması ve yaşamasıdır. Kitap herkese indirilmişken, onu anlamak ve yaşamak (hikmet) ancak çalışan, çabalayan ve isteyen için indirilmiştir.
Hikmet kavramı, marifelik (belirlenmişlik), nekrelik (belirsizlik) bakımından incelendiğinde sadece iki yerde nekre olarak kullanıldığı ortaya çıkar. Nekre, bir cinsin tüm bireylerini içine alır, dış dünyada belirli bir nesneyi göstermeyip, zihni ve aklidir. Manası tayin edilmediğinden müphem ve kapalı olup başka bir kelimenin anlam şümulüne de girmez. Kendisini sınırlayan bir vasıf olmadığından hikmet kelimesinin nekre olarak geçtiği Kamer Suresi, beşinci ayeti, ayrıca nüzul sırasına göre kuranda ilk geçtiği yerdir, Kuran öncesi ibret dolu, uyarıcı, öğüt verici bütün gaybi, geçmiş haberleri içine alır. Adeta insanlık tarihine işaret edere şöyle der: ‘Ey insanoğlu! Senden önce gelmiş geçmiş farklı renk, dil, bölge ve inançlardaki insanlık tarihine bak. Hangi deneme ve aşamalardan geçirildiğini incele ve üzerinde tefekkür ederek, eğer aynı sonuca razı değilsen seçimini ona göre yap!’ Diğer bütün yerlerde hikmet, marife olarak karşımıza çıkar. Kuran tarafından çerçevesi çizilmiş ve içi farklı anlamlarla doldurularak geçtiği bağlamdaki anlamını yüklenmiştir. Yukarda o kadar farklı anlamalarını değişik ayetlerle delillendirmemiz bu nedenleydi. Mesela hikmet kelimesi, mülk kelimesi ile beraber kullanıldığında, hakimiyet kurmanın ve hükümran olmanın kuramsal ve kurumsal boyutlarını kapsayan bir anlamla karşılaşırız. Kitap kelimesi ile geçtiğinde ise, kitabın lafzını gözetmekle birlikte lafzı aşan, ayetleri derinlemesine idrak eden bir zihniyeti, kavrayışı, bakış açısını anlatır. Tarih içerisinde bunu en güzel şekilde gerçekleştirenler peygamberlerdir, ve bunun için de Kuran, hikmetin önderleri olarak elçileri gösterir. Hikmet kelimesinin tek başına kullanıldığı ayetlerde ise hikmet, (16/125;17/39;43/63; 31/12;2/269;33/34;54/5) insana verilen vahiy ve akıl; iki büyük nimet olarak sunulmakla birlikte birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları olarak ifade edilmektedir. Olgunlaşmış, tecrübi akıl tek başına hikmet olmakla birlikte, bu akıl kaynağını ve gücünü vahiyden, eğitimden, çevresel faktörlerden, geçmiş tecrübelerden, olgulardan ve kainattan alarak kemale ulaşır. İnsan hikmete iki şeyle ulaşabilir; birincisi akıl, ikincisi vahiy. Hikmet; aklın tecrübe ile veya aklın vahiyle kesiştiği, buluştuğu noktada, söz ve davranışı her türlü kötülük ve fesattan alıkoymak için, insanın iç dünyasını tesiri altına alarak, düşüncesini afaki ve enfüsi boyutlara yönlendiren, etkileyen, yeni ve özgün bir formla ortaya çıkartarak, insanoğlunun varlıkla ilişkisini doğru bir biçimde belirleyen ve öğreten tüm bilgi ve çabaları içine alan, insani söz ve fiillerin kaynağıdır.
Hikmet kavramıyla yakın ve zıt anlam alanına giren şu kavramları incelediğimizde, hikmet kavramıyla ilişkilerine baktığımızda hikmet kavramını daha iyi anlayacağız. Ama, hepsini tek tek incelemek bu çalışmanın sınırlarını aşacağından sadece isimlerini vereceğiz, kısmet olursa ilerleyen çalışmalarda ele alacağız: Adalet, basiret, nüha, hıcr, fıkıh, fehm, furkan, kevser, marifet, hayr, tedebbür, şuur, takva, firaset; sefeh, zulüm, cehalet, gaflet, zann, lağv, ifrat, bağy, israf, tebzir, buhl, fahşa.
Sonuç itibariyle hikmet; evrenin sırlarını çözmek, ibadetlerin sırrını kavramak, hayatın her aşamasına Allah’ın hükümlerini, kitabını hakim kılmak, O’ndan gelen her şeye gönülden teslim olmak, bunun için çalışmak, eşyanın hakikatini anlamak, baktığı yerde Allah’ın ayetlerini, tecellilerini, isimlerinin cilvelerini görmek, bütün bu cilvelerden geçip ayetleri aşıp Allah’a ulaşmak, bunun yolunu keşfetmek, bu yolda dosdoğru yürümek, kainat kitabıyla, Kuran kitabının ve bunların özü olan insan kitabının aynı olduğunu kavrayıp “yürüyen kitap” olmaktır.