Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hikmet Nedir.

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         




          Ortalanmis Mesaj         


HİKMET



كَمَا اَرْسَلْنَا فيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ ايَاتِنَا وَيُزَكّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ
Bakara / 151. Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi


يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
Bakara / 269. Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.


وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْريةَ وَالْاِنْجيلَ
Al-i İmran / 48. (Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.


اُدْعُ اِلى سَبيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبيلِه وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدينَ
Nahl / 125. (Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.


وَلَمَّا جَاءَ عيسى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذى تَخْتَلِفُونَ فيهِ فَاتَّقُوا اللّهَ وَاَطيعُونِ
Zuhruf / 63. İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.


فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ اِلى شَىْءٍ نُكُرٍ
Kamer / 5. Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!


HADİS…





* Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Bana (dini) öğret ve fakat çok özlü olsun!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Namazına kalktığın vakit (dünyaya) veda edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman olup) özür dileyeceğin söz söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden) ümidini kesmeye azmet!" buyurdular."


* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Bir meclise oturup hikmetli söz dinleyip, sonra bu meclisten bahsederken işittiği şeylerin sadece kötü kısımlarını anlatan bir kimsenin misali, bir çobana gelip: "Ey çoban, süründen bana bir koyun kes!" deyince, çobandan: "Git en iyisinin kulağından tut al" iznine rağmen gidip sürünün köpeğinin kulağından tutan adamın misalidir." Ebu'l-Hasen İbnu Seleme de bu hadisin bir mislini rivayet etmiş, ancak rivayetinde şu farklılığa yer vermiştir: "Sürünün en iyi koyununun kulağını tut"


* İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Yeryüzünü, öldükten sonra Allah'ın tekrar dirilttiğini bilin, akledersiniz diye size delillerimizi açıkladık"(Hadid, 17) meâlindeki âyetle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Allah kalbleri kasavet ve katılıktan sonra yumuşatır, (tevhid hususunda) mutmain ve (Rabbine) yönelmiş kılar. Ölmüş kalpleri ilimle, hikmetle diriltir (Ayet bu mânayı ders vermektedir). Arzın yağmurla diriltilmesi zaten gözle görülen bir durumdur."


* İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse."


* Übey İbnu Ka'b (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şiirde hikmet vardır"


* Ebü Dâvud'da İbnu Abbâs (radıyalâhu anhümâ)'dan yapılan bir rivayet şöyledir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bedevî geldi. (Dikkat çekici bir üslubla) konuşmaya başladı. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm): "Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak ki şiirde de hikmetler vardır" buyurdu."


* Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır."


* İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni sinesine bastırdı ve: "Allahım, bunu dinde fakih kıl" diye dua etti." Bir başka rivayette: "Allahım ona Kitab'ı öğret!"; bir diğer rivayette: "Hikmeti öğret" demiştir."


* Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından olan Ebu Hallâd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Bir kimseye dünyaya karşı zühd ve az konuşma hasletlerinin verildiğini görürseniz ona yaklaşın (ve sözlerini dikkatle dinleyin). Çünkü o hikmetli sözler eder-veya ona hikmet ilham edilir-"


 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         



TEFSİR…

يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
Bakara / 269. Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.


…Hikmet ne demektir? Bu kelime hüküm, hükûmet ve sağlamlaştırmak demek olan ihkâm mânâlarıyla ilişkili olarak mastar ve isim olur. Bundan dolayı manevî ya da lafzî alanda anlam ilişkileriyle birçok mânâlarda kullanıldığından yerine göre tefsir edilmesi gerekir. Mastar olması bakımından, aslında kötülükleri ortadan kaldırmak, iyilikleri elde etmek mânâsı vardır ki; hüküm ve hükûmet, sağlamlık ve muhkemlik hep bu kökten alınmıştır. Her nerde kötülüğü gidermek ve iyiliği elde etmek varsa, işte orada hikmet mânâsı vardır. Bundan dolayı bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hükmü ve hikmeti denilir ki, hikmetin birçok anlamından biri de budur. Bunda bütünüyle nihâî (son) hedef mânâsı olmasa bile, bunun az çok bulunması gerektiği söylenebilir. Buna göre, anlam bakımından hikmet sözü, fayda sözünden daha özel bir anlam ifade eder. Sebep kelimesinden daha geniş anlamlıdır. Zira hikmet, sebepten önce olabildiği gibi, nihâî hedeften sonra da olabilir. Yani sebebin sebebi, amacın sonucu şeklinde ortaya çıkabilir. Bundan dolayı hikmet denildiği zaman, mutlaka ya bir sebep sonuç ilişkisi veya daha genel olarak bir sebebin nedeni ve buna benzer gerekçeli bir mânâ söz konusudur. Yani hikmet, kesinlikle sonucun sebebe irca edilmesi, tutarlı ve sağlam bir ilişki anlamı ifade eder. Nitekim bir işi, bir başka işe isnad etmeye hüküm denildiği gibi, bilimsel veya amelî herhangi bir doğru karara da hikmet denilir. Hasılı böyle içerikli veya gerektirici çeşitli anlamlardan her biri dolayısıyla hikmet, çok yönlü mânâlar için çok anlamlı bir isim olmuştur. En genel anlamda hikmet, fayda, yarar ve ihkâm anlamlarından dolayı her güzel bilginin ve her faydalı işin ismi olmuştur. Bununla beraber pratik ilimlerle ilişkisi, teorik ilimlerden daha fazla olduğu gibi, doğrudan doğruya amele tahsisi de ilimden daha fazladır. Güzel ameller içindeki yeri de ilme yöneliktir. Yani bir işi körü körüne değil de, önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmak demektir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki; hem ilim, hem iş yapma hikmetin en esaslı mânâsını teşkil eder. Bütün bunlardan dolayı hikmet kelimesi, aşağıda görüldüğü çeşitli anlamlarla tefsir edilmiştir:
1- Sözde ve fiilde doğruyu tutturma (Mücahid'den İbnü Nüceyh). Söz, fikir ve lafızdan daha geniş anlamlıdır. Fiil de, bu kalbin fiili, dilin fiili gibi diğer amellerden daha geniş anlamlıdır. Herhangi bir hususta kalbinden geçirerek ve dil ile söyleyerek, şu şöyledir demeli ve öyle yapmalı ve yaptığı işte isabet de etmeli; işte bu bir hikmet olur. Şu halde yalnızca sözde doğru söylemek tek başına hikmet olmadığı gibi, yalnızca işi doğru yapmak da hikmet değildir. Sözde isabet etmek, o konu hakkında gerçek ve doğru olan hükmü vermek demektir; o hükmün gerçekten o olayın hakikatına uygun düşmesi, yani gerçek bilgiye dayanması, içinde bilgisizlik, hata ve yalan olmamasıdır. Harekette isabet de, o işin hem özüne uygun olması, hem de gerçekte kendisinden beklenen sonucun gereği gibi ortaya çıkması; yani kötülüğü gidermek, iyiliği elde edebilmek şeklinde sonuçlanmasıdır ki, bunlara o işin hükmü, hikmeti, gayesi, garazı veya illet-i gâiyyesi denilir. Hasılı sözde isabet hakka, fiilde isabet hayra yöneliktir. Hikmetin hakikatı, başlangıcında ilmî anlamda, sonucunda ise amelî anlamda her iki yönünün birlikte bulunması demektir. Bu mânâ daha başka şekillerle de ifade edilmiştir. Şöyle ki:
2- Hikmet hem bilgi, hem de iştir: Bilmek ve bildiğiyle amel etmektir. Bu ikisini birlikte yürütemeyene hakîm denilmez. Mukâtil ile İbnü Kuteybe hikmeti böyle anlamışlardır. Burada ilim, gerçek mânâsıyla ilm-i yakîn (kesin bilgi) demektir. Yani bir şeyin özünü kavramış olmak demektir. Buna açıklık kazandırmak için genel olarak "ilimde ve amelde ihkâm ve itkan" veya "tahkîk-i ilim ve ihkâm-ı amel" tabirini kullanmışlardır. Zira ilmin muhkemliği yakîniyet derecesiyle, amelin muhkemliği kendisinden bekleneni sağlamasıyla ilgilidir. Bu önceki tarif bize gösteriyor ki hikmetli bilgi, tecrübe ile desteklenmiş ve uygulanabilir özellikler taşıyan ilimdir. Hikmetli hareket de bilimsel temellere dayalı olan ve bir ilmin ölçüsüne vurulduğu zaman doğru olduğu kesinleşen ameldir. Hasılı hikmet, ilim ile iradenin karşılıklı işbirliği sonucu fiil sahasına çıkması ve o fiilin de kendisinden bekleneni sağlamasıdır. Bir başka deyişle hikmet, ilim ile sanatın birleşmesidir.
3- Hikmet; ilim ve fıkıh demektir (Mücahid). Bu tarif öncekilerden başka bir şeymiş gibi kabul edilebilirse de öyle değildir. Fıkıh kelimesi esas itibariyle hikmet kelimesinden çok farklı bir anlam taşımaz, aslında bu ikisi birbirinin benzeri gibidir. Mesela: "şunun hikmeti veya sırrı veya ruhu veya hakikatı şudur" demek yerine, "fıkhı şudur" denilir. Hikmet gibi fıkıh da birçok yönden ve ayrıntılı sebepler bakımından derin bilgi ve faydalı iş anlamına gelir. Lügat anlamıyla fıkıh, amaç ve maksadı kavramak demektir. O halde ilim katıksız bilgiyi, fıkıh o bilginin amacını anlamaktır ki, bu anlam, işi de içine alır…
4- Hikmet varlıkların özündeki mânâları anlamaktır (İbrahim Neha'î). Mânâlar, âyân (cevher) karşılığı olduktan başka, erken devirlerdeki İslâm âlimlerinin dilinde "sebep ve illet" kelimesi yerine kullanılmakla etkili özellikler, sebepler ve sonuçlar, daha doğrusu sebepler ve amaçlar demek olacağından bunun özeti, varlıkların içyüzündeki gerçeği ve o gerçeğin gerektirdiği özellikleri tanımak ve en etkili özelliği tanımak, o özelliğin değişik amaçlara nasıl yönlendirdiğini anlamaktır. Yani varlıklar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini ve etkileşim düzenini izleyip, varlıkların özünü ve amaçlarını kavramak demek olur. Bu tarif, amel ve uygulamayı hesaba katmamış ve hikmeti yalnızca bilgi yönüyle ele almış olduğundan öncekilerden daha geniş kapsamlıdır. Çünkü iş ve hareket alanına uygulandığı takdirde de doğruluğu ortaya çıkar. Fakat bilmeyi ve anlamayı, varlıkların taşıdığı mânâlar ile sınırlayıp kavram ve kapsamını genişlettiğinden dolayı bir bakıma özel anlamlıdır. Bilmek ve anlamak demek, mütkan ilim (kesin bilgi) anlamında olup tümevarım metodunu da dile getirmiş olur. Bununla beraber "vav" tertip anlamını gerektirmeyeceğinden, aksine bir anlama da ihtimali vardır. Buraya kadar verdiğimiz bilgilerin hiçbiri Allah'ın hikmet sahibi ve hakîm olmasıyla ilgili değildir. Zira Allah'ın ilmine ve hikmetine "fıkıh" denilemiyeceği gibi, "ma'rifet ve anlamak" da denilemez. Çünkü bu deyimler, öncesindeki bir bilgisizliği de îma ederler. Demek oluyor ki, her marifet hikmet olmaz, işin özünü kavramak da şarttır. Anlamak demek, bir şeyin akılla ilgili yanını kavramaktır. Eğer bu tarife amel şartı ilave edilmiş olsaydı, o zaman böyle bir hikmetin sahibinin, herşeyi yapabilmesi gerekirdi. O zaman da âyette geçen hikmet sözüne uygun düşmezdi. Marifet ve anlamanın eklenmesiyle hikmet, Allah'ın sıfatının tarifinde sakınca doğururdu. Bu tarif, bütün ilimlerin ve fenlerin bir temele irca edilmesiyle hepsini aynı düzeyde ifade eden ve ilâhî hikmetin bilgisi denilen yüce bilgiye uygun düşer. Meşhur olduğu üzere, hikmet bilgisinin "Varlıkların hakikatını tanımak" diye tarif edilmesi de buna benzemekle birlikte bundan daha dar anlamlıdır. Hakikatler, tabiatüstü olduğu gibi, amaçları da kapsamına almaz. Lâkin insanoğlunda böyle bir hikmet bilgisi mümkün müdür? Herşeyden önce marifet ve anlamak bilfiil değil de meleke ve kabiliyet olarak ele alınırsa belki bu tarif gerçeği ifadeye yarar. Ayrıca Allah dilerse mümkün olur. Bu anlamda bir hikmet bilgisi peygamberlerde ve büyük velîlerde bulunabilir. Gerçekten de Kur'ân'ın birçok yerinde "hikmet" peygamberlik kavramıyla birlikte bulunmaktadır ve çoğu zaman da onun yerine kullanılmaktadır. Nitekim tefsir âlimlerinden Süddî bu âyette de hikmeti böyle tefsir etmiştir. Zira peygamberlik hem ilmî, hem amelî yönden ilâhî ihsan eseri olan hikmetin en yüksek mertebesini ifade eder. Bunun içindir ki, İbnü Rüşd, "Tehâfüt" adlı eserinde, "Her peygamber hakîmdir, fakat her hakîm peygamber değildir." diyerek bu hikmeti tarif etmiştir.
5- Hikmet, Allah'ın emrini anlamaktır (Zeyd b. Eslem ve oğlu).
6- Hikmet, anlamak demektir (Şüreyk).
7- Hikmet, icad demektir (Ta'rifat-ı Seyyid'den).
…Fahruddin Razî'nin beyanına göre, bu mânâca Allah'ın hikmeti, her zaman her yerde, kulların yararına olacak şeyler yaratması demek olduğu gibi, kulların davranış ve eserlerinde de bu böyledir.< İnsanların hikmeti de başka kulların yararına olacak şeyler yapmak ve ortaya koymak, sünnetullah denilen kâinat düzenini anlayıp ona göre keşif ve icadlarda bulunmak demektir. Yani sadece kendisine yarayacak birşey değil, başkalarına da yarayacak eserler ortaya koymasıdır. Ancak insanların haddi zatında yaratılmış ve birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış oldukları bilinip dururken, birtakım keşif ve icadlar ortaya koyan kimseler, kendilerini ilk sebep yerine koyup öyle sanırlarsa, ilim açısından sonuçtan sebebe yol bulup geçememiş ve bir yerde takılıp kalmış olacaklarından, dışa bağımlı olan zahiriyeden sayılırlar ve hikmet ehlinden olamazlar.
8- Hikmet, varlık düzeninde herşeyi yerli yerince koymak demektir.
9- Hikmet güzel ve doğru işlere yönelmektir.
10- Siyasette, insanın gücü yettiği kadarıyla yüce yaratıcıya benzemeye çalışmasıdır
11- Hikmet, Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu tarif de yine Fahruddin Razî'ye aittir. Nitekim bir hadîsi şerifte, "Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın." buyurulmuştur. Fâtiha Sûresinde ilâhî ahlâkın bir tecellisini görmüştük. Nûn Sûresinde Peygamber (s.a.v.) efendimiz hakkında, {*} "Doğrusu sen büyük bir ahlâk üzere yaratıldın." (Kalem, 68/4) buyuruldu. Bu âyet de bunun canlı bir örneğini göstermektedir. İlahî ahlâk veya büyük ahlâk adı verilen şeyin Kur'ân ahlâkı olduğu da tefsirlerde açıklanmıştır. "Ben ahlâk yüceliklerini kemale erdirmek için gönderildim." hadîsi şerifi gereğince Hz. Peygamber'in peygamber olarak gönderilişinin sırrı da bu noktada toplanmıştır. Şüphe yok ki akıl, anlayış, iman, marifet ve ilim böyle bir ahlâklanmanın öğelerinden değilse bile şartlarındandır. "Bunu ancak üstün akıllılar anlayabilir." meâlindeki âyeti de bu anlama açıklama getirmiştir. Hikmetin kâh ilim, kâh amel, bazen de her ikisi birden olmak üzere ele alınmış olması da bundan ileri gelmektedir. Bundan dolayı sebepler ile sonuçlar, ilkeler ile amaçlar arasındaki inceliklere ve ilişkilere dönük olan gerçekleri, hikmet ile uygulama arasındaki sebep sonuç düzeni içinde görmek ve göstermek bakımından, ilk tariflerde dile getirildiği üzere; hikmet, ilimde ve amelde sağlamlık, sözde ve işte isabet diye tarif olunduğu zaman, hemen hemen bütün tarifler gözetilmiş olur. Bunun gibi sebep durumunda olan birinci şıkkın varlıkta da önceliği olduğuna göre ilim ile; sonra bu ilişkiden maksadın sonuç ve amaç olması, varlıkta sonra gelen amacın bilgide önceliği bulunması bakımından "amel" ile tarif edilmiştir.
12- Hikmet, Allah'ın emirlerini düşünmek ve ona uymaktır. (İbn Kasım'dan Kuşeyrî).
13- Hikmet Allah'a tâat, fıkıh ise din ve ameldir (Kuşeyrî).
14- Hikmet bir nurdur ki, vesvese ile gerçek makâm arasındaki fark bununla kestirilir. (Ebu Osman).
15- Doğru ve hızlı karar verebilmektir. (Bündar İbni'l-Hüseyn).
16- Doğruya iletmektir. (Fadıl).
17- Ruhların sükûn ve güvenliğinin son durağıdır. (Kettanî).
18- Sebepsiz işarettir. Yani öncesinde herhangi bir illet ve sebebe bağlı olmadan, Hak Teâlâ'dan kayıtsız şartsız vârid olan, içinde şek ve şüphe, zaaf ve fesat ihtimali bulunmayan, niçin ve neden diye sormaya hacet bırakmayan işarettir.
19- Bütün hallere hakkı tanık tutmaktır.
20- Din ve dünya düzenidir.
21- Ledünnî ilimdir.
22- İlham vârid olması için sırrı saklamaktır.
23- Bunların hepsidir.
Görülüyor ki bunların bir kısmı hikmet, ilim ve ameldir derken, bir kısmı da meseleyi kalbe ve vicdana dayamışlardır…



 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         

İlim, irfan, fıkıh, felsefe, sebeplerin ruhunu kavrama, eşyanın perde önü ve perde arkasına ıttıla, kâinât kitabı ve dînin özündeki fayda, maslahat ve gayelere vukuf gibi.. pek çok mânâlara gelen hikmet; hakikat ulemâsınca, daha çok faydalı ilim ve salih amel beraberliği şeklinde yorumlanmıştır ki, bunlardan biri diğerinin irâdî sonucu, beriki de bir kısım yeni mevhibelerin başlangıcı ve mukaddimesidir.

Yukarıdaki yaklaşımı nazar-ı itibara alarak bazıları, tıpkı aklı, "amelî ve nazarî" şeklinde iki bölümde ele aldıkları gibi, hikmeti de "amelî ve nazarî" diye iki kısma taksim etmişlerdir.

Nazarî hikmet, varlık ve hâdiseleri, bir meşher gibi temâşâ etmek, bir kitap gibi okumak; bir senfoni gibi dinlemek; her zaman eşyanın perde arkasını kollamak; fizik ve metafizik dünyalardaki sırlı münasebetleri mütâlâa etmek, çözmeye çalışmak ameliyesi, cehdi ve mevhibesidir.

Amelî hikmete gelince, o, böyle nazarî bir yolla elde edilen ilim, irfan, alâka, münasebet ve kulluk şuuruyla bu meşherin sahibine, bu kitabın kâtibine, bu koronun idarecisine yönelip ubûdiyetle O'nu aramak, aşkla, şevkle hep O'na koşmak, hayret ve dehşetle O'nun huzurunda olmanın saygı ve mehabetini yaşamaktır. Bu itibarla da hikmeti, evveli tefekkür, tefahhus, tecessüs ve temâşâ; ortası itaat ve ibadet; sonu da zevk-i rûhânî ve ebedî saadet şeklinde hulâsa edebiliriz.

Ayrıca bu önemli hususların yanında, Kur'ân'ın hikmetle alâkalı şu tesbitleri de her biri başlı başına birer esas sayılacak mahiyettedir.
1- Hikmet, Kur'ân'ın incelikleri ve sırları mânâsına gelir ki, bu, aynı zamanda Kur'ân'ın şerh ve izah ettiği kâinât kitabının da sırları ve incelikleri demektir. Bu gerçeğe Kur'ân: “Allah hikmeti dilediğine verir; kime de hikmet verilirse, ona bol bol hayır verilmiş demektir" (Bakara, 269) âyetiyle işaret eder.
2- Peygamberlik ve esrâr-ı risâlet ki, bu mânâ, hadisçilerce sünnete hamledilmiştir ve ”Allah Dâvud Aleyhisselam'a saltanat ve hikmet verdi" (Bakara, 251) veya “And olsun biz Lokman'a hikmet verdik" (Lokman, 12) gibi âyetler bu gerçeği ihtar eder.
3- Nazarî ve amelî hikmet mânâlarını da ihtiva eden bir câmiiyetle hayırhahlıktır ki “İnsanları Rabbin yoluna hikmet ve mev'ize-i hasene ile davet et!.." (Nahl, 125) meâlindeki âyetler de bu anlamdaki hikmeti hatırlatır.
Hikmeti, yerli yerince davranma ve her şeyi yerli yerince kullanma şeklinde yorumlayanlar da olmuştur.

Mûtedil ve müstakîm olma mânâlarına da gelen bu son tesbiti şu şekilde biraz daha açmak mümkündür:
1- İfrat ve tefrite girmeden her şeyin hakkını verip itidâli korumak.. sorumluluklarımızı şer'î çerçeve içinde anlamak ve yerine getirmek.. esbap dairesi içinde kaldığımız sürece sebeblere riâyette kusur etmemek.. iyiliklerde dahi olsa aşırılığa girmeyip dînin, her şart altında yaşanılırlığı düşüncesini korumak.. ve hayatı sünnet programlı yaşamaya çalışmak..
2- Hakk'ın takdirlerini kendi tercihlerimiz önünde düşünmek ve O'nun şer'î ve kevnî her türlü icraatini gönül rızasıyla karşılayıp, ömürlerimizi “Teslim ol, selâmeti bul" (Buhari, Bed’ü’l-Vahy 6; Müslim, Cihad 74) çizgisinde sürdürerek "her işte hikmeti vardır, abes fiil işlemez Allah" mülâhazasını bir lâhza bile hatırdan çıkarmamak..
3- Düşünce ve davranışlarımızda, peygamberâne bir azim ve idrakle “De ki: İşte benim yolum; basiret üzere Allah'a davet ediyorum.. ben de, bana tâbi olanlar da..." (Yusuf, 108) gerçeğini ruhlarımızda duyup her şeyi Fetânet-i Âzam'ın vesâyetinde basîretle plânlayıp icrâ etmek bu hikmet telâkkilerinin birer televvünü sayılabilir.
Büyük ölçüde hikmetin kaynağı vahiy ve ilhamdır. Bu açıdan da, peygamberlerin ve derecesine göre diğer mürşidlerin, metâları hikmet birer hakîm olduklarını söylemek yerinde bir tesbit olsa gerek. Zira bu zâtlar, kendilerine sığınan gönül ve ruh hastalarını "tıbb-ı ruhânî" ile tedavi eder ve ellerinden geldiğince onların kalbî hayatlarını "ahlâk-ı rezile" virüslerinden temiz tutmağa çalışırlar.
Bu itibarla da, onların hareket sahaları ve meşguliyet alanlarını da göz önünde bulundurarak, aşağıdaki önemli meselelerin tahlili içinde işaret nev'inden bir kere daha "hikmet" demek istiyoruz:
1- Hikmet; bir düşünce, tasavvur ve davranış bütünlüğüdür. Evet düşüncede isabet, ifadede gereklilik ve ölçü, sonra da o çizgide hareket tam bir hikmet televvünüdür..
2- İlimde yakîn, amelde sağlamlık ve itkan hikmete bir diğer yaklaşım.. buna ilmin amel ile ve san'at ruhunun itkanla beslenmesi de diyebiliriz.
3- Dînin gaye ve maksatlarını kavrayıp, onu ferden temsil etmenin yanında, topyekün hayata hayat kılma düşünce ve cehdi de hikmetin bir başka çizgisi.
4- Varlığın özü ve iç yüzündeki gerçeği, her nesneye ait ayrı ayrı hususiyetleri ve bu hususiyetler arasındaki münasebetleri, Yaratıcı tarafından hedeflenen gayeleri idrak ve şuur da hikmetin ayrı bir buudu..
5- Sebepler ve illetler âlemine yönelerek, varlığı fayda ve maslahat yanlarıyla görüp tanımak, tahlil ve terkiplerde bulunmak, Yaratıcı'nın halifesi olma ünvanıyla, O'nun izni ve emri dairesinde varlığa müdahale, hilafet televvünlü, san'at buudlu hikmetin ayrı bir yanı.
6- Nizam ve âhengiyle kâinattaki her şeyin yerli yerinde olması ilâhî hikmetinden hareketle, kendi dünyamızda bu denge ve düzenin korunmasına riâyet, arz, atmosfer ve semâlardaki muvazenenin muhafazası istikametinde değişik ad ve ünvanlarla değişik ilim dallarını geliştirmesi de hikmetin ayrı bir yorumu.
7- Her zaman en iyi hedefleri takip ederek, sevk ve idare edilenler arasında, iyilik ve güzellik arayışları içinde bulunmak, insanlarla muâmelelerimizde ilâhî ahlâkla tahalluk etmek suretiyle arzı ve arzdaki idârî sistemleri semâvîleştirme gayreti göstererek peygamberlerin gönderilme gayelerini gerçekleştirmek de hikmetin bir diğer enfes tarafı...
İnsanoğlu her zaman, şeytanın telkin ve vesvesesiyle, rahmânî mantık ve muhâkemeyi tefrik edebilmesi için, aklını Rasûlullah'ın (sav) emrine vererek tetikte olma mecburiyetindedir. Ancak bu sayededir ki, insanda, mustakim muhâkeme ve ilâhî hikmet mevhibeleri belirmeye başlar.. duygu, düşünce istikameti güçlenir ve derken fert, davranış bütünlüğüne ulaşır.. sonra da bu duygular işlene işlene onun tabiatıyla bütünleşir ki, bu da ilâhî ahlâkla ahlâklanma demektir. İsterseniz buna nazarî aklın amelî akla, nazarî hikmetin de amelî hikmete inkılâp etmesi.. veya bir kısım büyüklerin yaklaşımıyla, insanın melekî yanlarının şeytânî yönlerinin önüne çıkması da diyebiliriz.
Bu açıdan da, ilim ile amele, hikmet gerçeğinin birer parçası, birer derinliği olarak bakmak icap eder ki, o da amel, îmânın bir cüz'ü olmasa da, dînin bir yanı olduğu hakikatini ifade demektir. Zaten, İslâmiyet'te, bilgiden hemen kulluğa geçilmesi de herkesin ittifak ettiği bir esastır ki, “Ben cin ve insanları bana kulluk yapsınlar diye yarattım" (Zariyat, 56) âyeti de bu hususu ihtar etmektedir.
Evet, herhangi bir konuda, nazarî olarak derinleşip de amele geçmeme, faydasız bir gayret, dolayısıyla da apaçık bir hüsrandır. Başta da ifade edildiği gibi; varlık bir hikmet kitabı, bir hikmet meşheri, Kur'ân da bu hikmetler mecmuasının dili, tercümanı, yorumcusu ve tarifnâmesidir. İnsanların vazifesi ise, Kur'ân'da kâinât kitabını okumak, kâinât meşherini tanımaya çalışmaktır ki, böyle biri, Kur'ân'ın ifadesiyle hayr-ı kesîre mazhar olur ve letâifinin enginliğine, zenginliğine göre de değerler üstü değerlere ulaşır. Aksine, varlığın çehresindeki gerçekleri görüp de arkasındaki hakikatlere ulaşamama ve bu nizamla hedeflenen gayeyi sezememe, varlığın ve var olmanın en önemli mesajını alamamadır ki, bu da mutlak bir kazanç kuşağında apaçık bir kaybetme demektir.



 

Ebrar_2007

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Hikmet Nedir ?

Hikmet Nedir ?

Hikmet kelimesi, “ha-ke-me” fiilinden türeyen bir mastardır. H-k-m maddesi, fiil, mastar ve isim olarak Kuran’da 210 defa, hikmet şekliyle ise 20 yerde geçmektedir. Hikmet; hüküm,hakimiyet, hükümet, mahkeme, muhakeme, ihkam, hakem gibi kelimelerle aynı köktendir. Lügatte; herhangi bir şeyi ıslah için menetmek, sakındırmak, alıkoymak, zaptetmek, tutmak, emretmek gibi manaları içermektedir.

Araplar tarafından bu fiilin mastarı olan hükm,atın gemine ve atı gemlemeye verilen addır. Bu manasıyla bir güç, tahakküm, karar verme, egemenlik ifade eder. Aynı şekilde bu fiil, insanı yanlıştan, kötüden menetmek manasına da kullanılıyordu. Yargıç veya hükmedene bu özelliğinden dolayı hakem denmiştir. Hakem, hükmeder, lehte veya aleyhte yargılayıp sonuçlandırır.

“Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.” Nisa-35 ve Enam-114, Nisa-65 ayetlerinde bu manalarıyla kullanılmıştır. Bu fiilden türeyen ‘muhkem’ ve ‘istihkam’ kelimeleri sağlam olmak, yerleşmek ve bir işi sağlam yapmak, sağlamlaştırmak anlamlarındadır.

“Allah şeytanın attığını yok eder, sonra ayetlerini sağlamlaştırır.” Hacc-52.

Bu kelimeler insan için kullanıldığında, kişinin dini ve dünyası için her türlü zararlı düşünce, alışkanlık ve davranışlardan sakınması manasındadır. H-k-m ’den türeyen ‘hakemetün’ kelimesi yüzün ön kısmı, alnı, başı anlamında, mecazi olarak da şan, şeref ve makam anlamında kullanılmaktadır. Bir çok hadiste bu şekliyle kullanılmıştır. Hakim, alim ve hikmet sahibi, işleri sağlam yapan doğru görüşe sahip akıllı kimse olup kendisini nefsani arzulardan alıkoyan filozof kimse diye tanımlanmaktadır. Ayrıca yargıç, hüküm koyan manalarına da gelir. Eşyayı layık olduğu yere koyan, tecrübelerin olgunlaştırdığı, sanatının inceliklerine ve estetiğine dikkat ederek iş yapan kimseye de hakim denir. İslam öncesi kaynaklarda, hakim, geçmiş tecrübelerinden genel doğruyu veya davranış düsturunu çıkarma kabiliyeti olan ve dolayısıyla bunlardan yararlanabilen, herhangi bir durumda bir çıkış yolu bulabilen kimseye deniyordu. Ayrıca bilginin kendisi değil, fakat onu uygulama ve söyleme kabiliyeti insanı hakim yapardı. Yine önemli unsurlardan birisi, konuşmanın uygun olmadığı durumlarda vakur bir sessizlik hikmet olarak tanımlanmıştı. Özetle hikmet, her şeyi kendisine yakışan biçimde yerine koymaktır ki, bu da işte isabetlilik ve uygunluğu gerektirdiği gibi, her türlü akılsızlıktan, serserilikten sakınarak, makul isabetli ve doğru görüşe sahip olmak ve adaleti gerçekleştirmektir. Istılahtaki manasına gelince, çok derin ve geniş bir kavram olduğu için çok farklı ve çok sayıda tanımlar verilmiştir. Belli başlılarını şu şekilde sıralayabiliriz; eşyanın manalarını bilmek ve anlamaktır, eşyayı yeri ve mertebesine koymaktır, doğru ve güzel fiillere sabır ve sebatla devam etmektir, Allah’ın emrini düşünüp tefekkür etmek ve O’na tabi olmaktır, bütün durumlara Hakkı şahit tutmaktır, din ve dünyanın düzgünlüğüdür, ilahi bilgi ve sırlar ilmidir, ilham gelmesi için sırrı soyutlamaktır, Kuran’ı anlamaktır, Allah’ın dini konusunda Allah’tan korkmak, takva sahibi olmaktır, akıldır, insandaki sağduyu yahut doğru ile eğriyi birbirinden ayırma yeteneğidir, kendisinde bilgi olan kişinin bu bilgiyi, adaleti tezahür ettiren bir tarzda tatbik etmesini sağlayan tanrı vergisi bir bilgidir, tüm yaratıcı fark ediş güçlerinin ortak adıdır, Kuran’ın derinlik boyutudur, O’nu okuyup üzerinde tefekkür etmektir, öyle bir anlayıştır ki yazılmaz, ancak ehli tarafından hissedilen batın bir ilimdir, ayrıca sağlam ve doğru söz olup hakkı ortaya koyan ve şüpheyi gideren selim aklın hükmüdür, teorik bilgisi ve faziletli davranış kalıplarıyla, insanın güç yetirebildiği ölçüde nefsini olgunlaştırdığı, nebi vasıtasıyla veya ilhamla aldığı emirlerin tümüdür.

Kuran-ı Kerim, hikmeti kendisinden türediği h-k-m maddesinin çeşitli kalıplarını kullanarak, evrenin yaratılış gayesini açıklamak, elçilerin gönderiliş amaçlarını ifade etmek, insanın geçmişi ve geleceği hakkında öğüt ve uyarılarda bulunmak, yaşanılan hayatın menfi ve müspet sonuçlanmasının kurallarını belirtmek, bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm önerileri sunmak ve yaratılış gayesine uygun birey ve toplum projesini ortaya koyar. Bunları ifade ederken evrenin yaratıcısını hakim, kendini de hikmetli olma vasfı ile vasıflandırmaktadır. Hakim kelimesi, Kuran’da, hem Allah, hem Kitap, hem de insanlar için kullanılmıştır. Allah için kullanıldığında hükmeden, varlıkları en mükemmel bir ilimle birbirleriyle uyumlu bir şekilde yaratarak düzene koyan ve her şeyi bilen anlamında kullanılmaktadır, Kitap için kullanıldığında ise, ayetleri sağlamlaştırılmış, şeytan ve taraftarlarının şerrinden, tahrifatından korunmuş anlamında, ayrıca emir, yasak, helal, haram müjde ve tehditlerin açıklanması, ayetlerin her türlü karışıklık, çelişki, tutarsızlık ve belirsizlikten uzaklaştırılması anlamında kullanılmıştır. İnsanlar için kullanılması ise daha geniş olarak ilerde açıklanacaktır. H-k-m fiil kökünün tahlilinde de değindiğimiz gibi, hikmet kelimesinin aslı, sefehlikten, fesattan, çirkinlik ve kötülükten alıkoymanın bilgi ve pratiği anlamında gelmiş geçmiş bütün vahiyler hikmet olarak değerlendirilmiştir.

“Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.” Bakara-269 ayetinde geçen hikmet kelimesi Kuran olarak yorumlandığı gibi, tefsir, tevil ve sözde isabet olarak da yorumlanmıştır. Taberi bu ayeti ‘ dilediğim kuluma söz ve fiillerde anlayış ve isabetliliği ihsan ederim. Akıllı kimseler ancak bundan öğüt alır’ şeklinde yorumlamaktadır.

“ Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” Nahl-125 ve İsra-39 ’da da vahiy manasına kullanılmıştır.

“Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.” Bakara-251

“Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.” Sad-20 ve bir çok ayette nübüvvet kurumu ve nebiler pratiği olarak kullanılmıştır.

“Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.” Lokman-12 ayetindeki hikmet, şükrü hatırlatan ve şükre yönelten, nankörlüğe engel olan öğüt verici hassasiyet, öğüt şeklinde değerlendirilebilir. Bu öğüt verici hassasiyet (hikmet);

“Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır. Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir. Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez. Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” Lokman;13-19 ayetlerinde Lokman (as)’ın oğluna nasihatlerinde, Allah’ın emir ve yasaklarında ortaya çıkar. Bu hikmetin gereği oğluna öğüt vererek şu konulara değinmektedir: Allah’a şirk koşmanın dünyadaki en büyük zulüm olduğu ve tüm zulümlerin bu zulümden kaynaklandığını belirterek ilk önce şirkten kaçınması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca takvanın esası olan Allah’ın yaratıcı ve ilahlık sıfatlarına uygun saygınlıkta Allah’a karşı sorumluluk duyması gerektiği hususunu öğütlemektedir. Bununla birlikte, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğu bilinci insanı düşünsel anlamda mükemmel bir dereceye çıkartır. Bu düşünsel hal, insanı sürekli yaratıcısıyla beraber olduğu hissine götürür, ve bu his kişinin bir başkasının yanında kendi saygınlığını zedeleyecek davranışlardan kaçınmasını gerektirir. Saygı duyulan merci kendisini yoktan var eden, her türlü nimeti bir lütuf olarak veren, ve onu yaratılanlar içerisinde şerefli ve övünülecek bir makama çıkartan Allah ise, bu duygu insanın hayatı boyunca süfli hal ve hareketlerden daha fazla uzak kalmasını sağlar. Böylece bu nazari hikmet, zihni olgunluğu gerçekleştirdiği gibi, insanı bu zihinsel birikime uygun saygın davranışlara da sevk eder. Ve bundan sonraki ayetlerde kuramsal hikmetin doğal sonucu olan eylem ve ibadet devreye girmektedir. Bunlar ise;namaz, iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma, sabır, insanlardan yüz çevirerek küçümsememe, böbürlenerek yürümeme, büyüklük taslayarak şuna buna bağırmama, veya sözlerini, davranışlarını her türlü övünme ve kendini beğenmiş görüntülerinden arındırma şeklinde ifade edilebilir. Bu ve daha birçok benzer ayetlerde bireyi ilgilendiren hikmet bu şekilde özetlenmektedir.

“ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” Nahl-125 ayetinde ise hikmetin, dışarıya, muhataba yönelik olan yüzü ortaya konarak, öğütle beraber, davet mücadelesinde muhatapları hakikat ile karşı karşıya getiren, uyaran kesin ve açık deliller, belgeler olduğu vurgulanmakta, ortaya çıkmaktadır.

“Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o, zikir ve tesbih ile bize yönelmişti. Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi. Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.” Sad;17-20 ayetlerinde kişiyi ibadete yönelten, Allah’a döndüren bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.

“ Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et." Rabbiniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette Allah çok tevbe edenleri bağışlayıcıdır. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Eğer Rabbinden beklediğin bir rahmet (rızık) için, onlardan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan, o vakit de onlara yumuşak ve tatlı bir söz söyle. Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğini kısar. Şüphesiz ki Allah, kullarının durumlarından haberdardır, her şeyi görendir. Bir de geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da, size de rızkı biz veririz. Şüphesiz ki onları öldürmek, çok büyük bir suçtur. Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine bir yetki verdik. O da öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü ona (dinin kendisine verdiği yetki ile) yardım olunmuştur. Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erinceye kadar en güzel bir şekilde yaklaşabilirsiniz. Ahdi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk bulunuyor. Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve sonuç itibariyle de daha güzeldir. Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar. Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin. Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinizin sevmediği şeylerdir. İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah'la beraber başka bir ilâh uydurma. Aksi halde kötülenmiş ve Allah'-ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” Isra ;23-39 ayetlerinde iç arınma sayesinde insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmeyi öğütleyen bir güç, bu gücün kaynağı Allah’ın kitaptaki emir, yasak ve öğütleri de hikmet olmaktadır.

“ Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir. Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor. “ Kamer;4-5 ’de geçmiş toplumların başından geçen olaylar hikmettir, öğüttür. İşte burada hikmet, kaynağı vahiy olan ve insanı her türlü kötülüğe karşı mücadele alanına çeken iç dinamizm, öğüt veya ruh olarak nitelendirilebilir.

“Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl" (dedik) ve daha çocukken ona hikmet verdik. Hem de katımızdan bir merhamet ve paklık verdik, o çok takva sahibi idi.” Meryem;12-13, Enam-89 ayetlerinde, anlayış, ilim, dinde derin kavrayış manalarında geçmiştir. Hikmet kelimesiyle aynı kökten gelen ve yakın manalar içeren hükm, Türkçe’de kullanıldığı şekliyle ‘hakimiyet, egemenlik’ kelimelerinin de karşılığıdır. Yani, bu bağlamda hükm sahibinin gücü üstünde hiçbir gücün bulunmamasını ifade eder.

"Sizin Allah'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." Yusuf-40

Allah’ın hükmü bütün evrende geçerlidir ve O’ndan başka hüküm sahibi yoktur.

“De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez” Kehf-26

Yeryüzünde hükmünü yine insanlar aracılığıyla yürütür Allah, ve bunun için de kitap indirir; hükmünü yürütmekle görevlendirdiği kişi bu kitapla hükmetmek zorundadır.

“Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” Nisa-105.

Kitap’la hükmetmek adaletle hükmetmektir. Yeryüzünde, Allah’ın, hükmünü yürütmek için seçtiği kişiler Allah’ın hükmüyle, kitabıyla hükmederler ve Allah’a inananların bu hükme kayıtsız, şartsız bağlanmaları gerekir.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur;51-52

“Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” Nisa65

Hüküm, mutlaka bir yönetim veya devletin bulunmasını gerektirmez. Konunun başında da belirttiğimiz gibi, hükm, gemlemek, zaptetmek manalarına da geliyordu. İnsan yeryüzünde imtihana çekildiği için bir takım şer kuvvetlerle karşı karşıyadır. İnsanın, gerek Allah’ın hükmüyle hükmedebilmesi, gerekse, içinde hiçbir burukluk ve sıkıntı duymadan bu hükme boyun eğebilmesi için kötülükleri emreden nefsini gemlemesi, çizginin dışına taşan arzularını zaptetmesi gerekir. Bu büyük bir uğraştır, didinmedir. Bu uğraşıyı başarıyla veren insan nefsine ve şeytana hakim olarak, onların üzerine tahakküm ederek Allah’ın hükmüne sarılabilir, hikmet sahibi olabilir.

“İsâ mucizelerle indiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah'tan korkun, ve bana itaat edin.” Zuhruf-63 ayetinde Hz. İsa’nın hikmeti getirmesinin sebebi israiloğulları arasında meydana gelen sorunların çözüme bağlanmasıdır. Bu çerçevede hikmetin anlamı, vahyi bilgi ve kitabın bir bölümü anlamındadır. Hikmet, kitab kavramıyla birlikte bir çok yerde (2/129,151,231; 3/48,81, 164; 4/54, 113; 5/110;62/2) geçmektedir. Bu şekliyle hikmet kavramı iki çerçevede anlaşılabilir; az önce de geçtiği gibi kitabın bir parçası olarak değerlendirilebileceği gibi, ayrı ayrı zikredilen kavramlar olmalarından hareketle hikmetin kitaptan ayrı bir anlama gelmesi de mümkündür. Hikmetin verilmesi kitabın verilmesi gibi değildir. Hikmetin indirilmesini tıpkı Hadid suresinde demirin indirilmesi gibi değerlendirebiliriz. Allah demiri vahiy gibi indirmemiştir. Demir, yeryüzünde bu dünyanın bir parçası olarak insanlığın istifadesine sunulmuştur. Ancak insanın demirden faydalanabilmesi, onun keşfedilmesi ve işlenip yararlı hale getirilmesi ise insanlığın çaba ve gayreti ile mümkün olabilmiştir. Bunun gibi hikmet; kesbi bir bilgi olması nedeniyle ancak çalışma ve gayret sonucu elde edilebilir. Bir başka ifade ile, hikmet, varolan ilahi, tabii ve insani kaynaklar iyi kullanılarak ancak elde edilebilir. Kuran, Allah’ın dilediği kimseye hikmeti bu şekilde verdiğini ifade etmektedir. Peygamberlerin hayatındaki hikmet; vehbi olarak vahiy ve kesbi olarak da onun sözlü ve fiili yorumudur. İnsanın hayatında ise, tefekkürle birlikte vahyi anlaması ve yaşamasıdır. Kitap herkese indirilmişken, onu anlamak ve yaşamak (hikmet) ancak çalışan, çabalayan ve isteyen için indirilmiştir.

Hikmet kavramı, marifelik (belirlenmişlik), nekrelik (belirsizlik) bakımından incelendiğinde sadece iki yerde nekre olarak kullanıldığı ortaya çıkar. Nekre, bir cinsin tüm bireylerini içine alır, dış dünyada belirli bir nesneyi göstermeyip, zihni ve aklidir. Manası tayin edilmediğinden müphem ve kapalı olup başka bir kelimenin anlam şümulüne de girmez. Kendisini sınırlayan bir vasıf olmadığından hikmet kelimesinin nekre olarak geçtiği Kamer Suresi, beşinci ayeti, ayrıca nüzul sırasına göre kuranda ilk geçtiği yerdir, Kuran öncesi ibret dolu, uyarıcı, öğüt verici bütün gaybi, geçmiş haberleri içine alır. Adeta insanlık tarihine işaret edere şöyle der: ‘Ey insanoğlu! Senden önce gelmiş geçmiş farklı renk, dil, bölge ve inançlardaki insanlık tarihine bak. Hangi deneme ve aşamalardan geçirildiğini incele ve üzerinde tefekkür ederek, eğer aynı sonuca razı değilsen seçimini ona göre yap!’ Diğer bütün yerlerde hikmet, marife olarak karşımıza çıkar. Kuran tarafından çerçevesi çizilmiş ve içi farklı anlamlarla doldurularak geçtiği bağlamdaki anlamını yüklenmiştir. Yukarda o kadar farklı anlamalarını değişik ayetlerle delillendirmemiz bu nedenleydi. Mesela hikmet kelimesi, mülk kelimesi ile beraber kullanıldığında, hakimiyet kurmanın ve hükümran olmanın kuramsal ve kurumsal boyutlarını kapsayan bir anlamla karşılaşırız. Kitap kelimesi ile geçtiğinde ise, kitabın lafzını gözetmekle birlikte lafzı aşan, ayetleri derinlemesine idrak eden bir zihniyeti, kavrayışı, bakış açısını anlatır. Tarih içerisinde bunu en güzel şekilde gerçekleştirenler peygamberlerdir, ve bunun için de Kuran, hikmetin önderleri olarak elçileri gösterir. Hikmet kelimesinin tek başına kullanıldığı ayetlerde ise hikmet, (16/125;17/39;43/63; 31/12;2/269;33/34;54/5) insana verilen vahiy ve akıl; iki büyük nimet olarak sunulmakla birlikte birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları olarak ifade edilmektedir. Olgunlaşmış, tecrübi akıl tek başına hikmet olmakla birlikte, bu akıl kaynağını ve gücünü vahiyden, eğitimden, çevresel faktörlerden, geçmiş tecrübelerden, olgulardan ve kainattan alarak kemale ulaşır. İnsan hikmete iki şeyle ulaşabilir; birincisi akıl, ikincisi vahiy. Hikmet; aklın tecrübe ile veya aklın vahiyle kesiştiği, buluştuğu noktada, söz ve davranışı her türlü kötülük ve fesattan alıkoymak için, insanın iç dünyasını tesiri altına alarak, düşüncesini afaki ve enfüsi boyutlara yönlendiren, etkileyen, yeni ve özgün bir formla ortaya çıkartarak, insanoğlunun varlıkla ilişkisini doğru bir biçimde belirleyen ve öğreten tüm bilgi ve çabaları içine alan, insani söz ve fiillerin kaynağıdır.

Hikmet kavramıyla yakın ve zıt anlam alanına giren şu kavramları incelediğimizde, hikmet kavramıyla ilişkilerine baktığımızda hikmet kavramını daha iyi anlayacağız. Ama, hepsini tek tek incelemek bu çalışmanın sınırlarını aşacağından sadece isimlerini vereceğiz, kısmet olursa ilerleyen çalışmalarda ele alacağız: Adalet, basiret, nüha, hıcr, fıkıh, fehm, furkan, kevser, marifet, hayr, tedebbür, şuur, takva, firaset; sefeh, zulüm, cehalet, gaflet, zann, lağv, ifrat, bağy, israf, tebzir, buhl, fahşa.

Sonuç itibariyle hikmet; evrenin sırlarını çözmek, ibadetlerin sırrını kavramak, hayatın her aşamasına Allah’ın hükümlerini, kitabını hakim kılmak, O’ndan gelen her şeye gönülden teslim olmak, bunun için çalışmak, eşyanın hakikatini anlamak, baktığı yerde Allah’ın ayetlerini, tecellilerini, isimlerinin cilvelerini görmek, bütün bu cilvelerden geçip ayetleri aşıp Allah’a ulaşmak, bunun yolunu keşfetmek, bu yolda dosdoğru yürümek, kainat kitabıyla, Kuran kitabının ve bunların özü olan insan kitabının aynı olduğunu kavrayıp “yürüyen kitap” olmaktır.
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
ahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri

Giriş

Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar. Dolayısıyla bu gibilere hem cevap, hem de meseleyi araştırmak maksadıyla bu konuyu hazırlamış bulunuyoruz. Önce sünnetin vahyi yönünün olup olmadığını görelim.

Vahiy Yönünden Sünnet:

Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.

1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:

a) Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız”[1][1] buyurmaktadır.

Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.

b) “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2][2]

İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.

c) “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3][3]

Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra, yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.

d) “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”[4][4].

Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.

e) “ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5][5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.

2) Sünnetten deliller:

a) Resulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6][6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.

b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” [7][7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.

c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8][8].

Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9][9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:

1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)

2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)

Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10][10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.

a) Vahyin içine giren sahalar:

1) Helal ve Haramlar

2) İbadetler

3) Ukubat (hadler)

4) Muamelat (akidler)

5) Ahlaki konular

6) Akideye ve gaybiyata ait konular

7) Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri

Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.

b) Vahyin dışında kalan sahalar:

1) Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)

2) İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)

3) Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)

4) Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)

Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11][11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri ”[12][12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.

Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.

Bağlayıcılık Yönünden Sünnet :

Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.

1) İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak sudur etmiştir.

2) Mutlakını mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın; günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf yoktur.

3) Kur’an-ın susup ne vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.[13][13]

Bu üçüncü türde gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar kılar?

Birinci görüş, cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür[14][14]. İmam şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.

Sünnetin teşri’deki yetkisinin delilleri:

1) Kur’an Kerimdeki deliller:

a)“ Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki, onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar”[15][15].

b) “ Peygamber size neyi getirdiyse alınız, neyden de kaçındırdıysa ondan sakınınız ”[16][16].

c) “ Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden, veya acıklı bir azaba düçar olmalarından sakınsınlar”[17][17]

d) “ İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları ümmi Nebi’ye, Resul’e tabi olanlardır. O Resul (Peygamber), onlara iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder; onlara, iyi ve temiz olan şeyleri de helal kılar ” [18][18].

e) “ Kendilerine kitap verilenlerden Allaa’a ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle, Allah’ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak dini, din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın ”[19][19].

f) “ Allah ve Resulu, bir şeye hükmettikleri zaman, mümin erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur... ”[20][20]

g) Peygamber (s.a.v.)’in emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatın vucubiyyetine delalet eden Kur’andaki naslar, onu beyan ve teyid eden sünnet ile müstakil hüküm getiren sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu istiklaliyeti sünnet’e teslim etmektedir.

Örneğin; “ Ey İman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere’de itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de...”[21][21].

Bu ayetin tefsirinde et-Tayyibi şöyle der: “Peygamber’e (s.a.v.) itaatin istiklaliyetine işaret etmek için, bu ayeti kerimede; “ Peygamber’e de itaat edin” diyerek fiil işareten tekrarlanmış, fakat, “sizden olan ülü’l-emre de” bu işareti tekrarlamamıştır”[22][22]. Özellikle (e) maddesindeki ayeti kerime bu konuda çok açıktır. Bunlardan başka ayeti kerimeler de bu meyanda delil sayılabilir.

2) Sünnetten deliller :

a) Genel Hadisler:

İster teyid eden, ister beyan eden ve isterse müstakil olarak gelsin, sünnetin bağlayıcılığını ispatlayan hadislerin geneli buna delil olmaktadır. Örneğin, “Size sünnetimi tavsiye ediyorum”[23][23] hadisi. Bunların çokluğu bu geneli kesinleştirmektedir.

b) Hususi Hadisler:

Örneğin; “ Bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın; ‘ Size gerekli olan Kur’andır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır. Allah Rasulu’nun haram ettiği şeyler, Allah’ın haram etmesi gibidir”[24][24].

3) Akli delil:

Madem ki Hz. Peygamber vahyi tebliğde hatadan masumdur, öyleyse sünnetin istiklalen hüküm getirmesi, aklen mani değildir. Ayrıca Cenab-ı hakk’ın Peygamber’e hükümlerini tebliğ etme hususunda hangi yolla olursa olsun, emretmesi mümkündür ki, bu aklen caizdir. Kaldı ki alimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme olayı, hem Kur’an, hemde sünnetle fiilen vuku bulmuştur.

Sünnetin Müstekillen Getirdiği Hükümlere Örnekler:

1. Ninenin mirası ve altıda bir olduğu. (Bu konuda alimlerin icma-ı söz konusudur, delil ise, sünnetin getirdiği müstekil hüküm)

2. Zina eden evli erkek veye kadının recmedilmesi.

3. Zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi.

4. Evlilikte bir kadını, hala ve teyzesiyle birleştirmenin yasaklığı.

5. Şuf’a ile ilgili hükümler.

6. Evcil eşek etinin haramlığı.

7. Mut’a nikahın haramlığı.

8. Musakatla ilgili hükümler.

9. Şahid ve yeminle ilgili hüküm.

10. Ramazanda orucunu kasden bozana keffaret.[25][25]

Buna benzer bir çok örnekler vermek mümkündür.

Sonuç

Bu kısa araştırmamızın neticesinde sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve sünnetin büyük bir kısmının vahye dayandığı, belirtilen kısımların ise, vahye girmediği anlaşılmıştır. Ayrıca vahye dayanan sünnetin teşri’attaki yetkisi ve bağlayıcılık yönüyle de müstekil olarak bazı hükümler vaaz edebileceği, örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ancak bu konularda daha kapsamlı bilimsel ve ciddi çalışmalar yapılmasının gerekliliği bir gerçektir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1][1] Ahzab, 34.

[2][2] Nisa, 113.

[3][3] Kiyame, 17-19.

[4][4] Nisa, 105.

[5][5] Nısa, 59.

[6][6] el-Hakim, Müstedrek, ; Malik, Muvatta, .

[7][7] Ebu Davud, Sünen, n° 4604

[8][8] ed-Darimi,

[9][9] es-Suyut, Miftahu’l-Cenne,

[10][10] Kehf, 110.

[11][11] Sahih-i Müslim, .

[12][12] Siretu’bni Hişam, .

[13][13] Mustafa es-Sibai, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami, .

[14][14] eş-Şatibi, el-Muvafakat, .

[15][15] Nisa, 65.

[16][16] Haşr, 7

[17][17] Nur, 63

[18][18] Araf, 17

[19][19] Tevbe, 29

[20][20] Ahzab, 36

[21][21] Nisa, 59.

[22][22] et-Tayyibi,

[23][23] Ebu Davud, Sünen, n°4607, İbn Mace, Sünen, n°42

[24][24] Ebu Davud, Sünen, n°4604 .

[25][25]

Hazırlayan : Mustafa Dönmez

İLAHİYAT FAKÜLTESİ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ HADİS ANABİLİM DALI - (Seminer) BURSA -2000
 
Üst Alt