Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Heva Heves

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Allahû Teâla (cc) gerek kendi hukukunu gerek yaratmış olduğu canlıların hukukunu muhafaza etmek üzere, insanlardan misak almıştır. Yeryüzündeki insanlık tarihi tek bir ümmet dönemi ile başlamıştır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "İnsanlar bir tek ümmetti. (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak sûretiyle ihtilafa düştüler) Binaenaleyh

Allah müjdeciler ve inzar ediciler olarak peygamberler gönderdi ve onlar birlikte, insanların ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için, hak (ve gerçek kitaplar da indirdi. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aralarında olan bağy'den (hasedlerinden ve hevâlarından) dolayı ihtilâfa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. İşte Allah (böylece iman edenleri, kendi iradesiyle hakkında ihtilafâ düştükleri (meselelerde) hakka ulaştırdı.


Allah kimi dilerse onu sırat-ı müstakîme ulaştırır?"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Fahrüddin-i Razi: "Âyetle ilgili birkaç mesele vardır. Keffâl, `Ümmet, bir kısmı bir kısmına uyan, aynı şey üzerinde ittifak eden bir topluluktur.'. Bu kelime el-i'timan (uymak) masdarından alınmıştır." demiştir. Âyet, insanların bir tek ümmet olduklarını gösterir. Fakat hak üzere mi, bâtıl üzere mi olduğuna delâlet etmez. Bu hususta müfessirler ihtilâf ederek, şu üç görüşü söylemişlerdir. Birinci görüş: "İnsanlar iman ve hak üzere olan, tek bir din üzere idiler." Bu görüş, çoğu muhakkîk âlimin görüşüdür.

Bunun böyle olduğuna şunlar delalet eder: (a) Keffâl'in söylediği şu husus: `Bunun delili, bu ifadeden sonra "Allah müjdeciler ve inzar ediciler olarak peygamberler gönderdi ve onlarla birlikte, insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için, hak (ve gerçek) kitaplar da indirdi" âyetinin gelmiş olmasıdır. Bu âyet, peygamberlerin ancak ihtilâf esnasında gönderilmediklerine delâlet eder. Bu husus "insanlar ancak tek bir ümmet idiler de ihtilâfa düştüler." (Yunus sûresi:19) âyeti ile kuvvet bulur. Ve yine İbni Mes'ud (r.a)'dan rivayet edilen şu kıraatı ile de mânâ kuvvet kâzanır(...) Fe be'asellahu'n-nebiyyiyne cümlesinin başındaki"fe" harfi; peygamberin, insanlar arasında ihtilâf çıkmasından sonra gönderilmelerini gerektirir. Eğer insanlar, peygamber gelmeden önce küfür üzere tek bir ümmet olsalardı, peygamberlerin onlar ihtilâfa düşmeden önce gönderilmeleri evlâ olurdu.


Çünkü peygamberler; insanların bir kısmı hak üzere, bir kısmı da bâtıl üzere iken peygamber olarak gönderildiklerine göre bütün insanların bâtıl ve küfür üzere oldukları bir sırada peygamber olarak gönderilmeleri daha evlâ olur. Keffâl (r.a)'in söylediği bu görüş, bu hususta çok güzel bir görüştür."(2) diyerek meseleyi izah etmiştir.Şurası muhakkaktır ki; insanların "iman üzere, tek bir ümmet halinde iken" ihtilâfa düşmelerinde, hevâlarına uymalarının büyük payı vardır.. Nitekim Hz. Âdem (a.s)'m oğlu Kabil; hevâ ve hevesine uyarak kardeşi Habil'i öldürmüştür. Ayet-i Kerime'de: "Nihayet nefsi, kardeşini öldürmeye (isteyerek) uymuş da onu (Habil'i) öldürmüştü. Bu yüzden ziyana uğrayanlardan olmuştu"(3) hükmü beyan buyurulmuş ve nefsin hevâsına dikkat çekilmiştir. Bu girişten sonra "hevâ" kelimesi üzerinde duralım.Hevâ kelimesi: He-Ve-Ye fül kökünden gelir, masdar şekilleri "Hüviyyen, hevyanen, heven"dir.


Lûgatta: "Yukarıdan, şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek, fırlamak, düşmek, mahvolmak ve rüzgâr gibi esmek, batmak ve kabm boş olması" gibi mânâlara gelir. Ayrıca gökle yer arasmdaki iklime de "hava" denilmiştir. Hüviyye; yüksek bir yerden aşağıya düşmek mânâsınadır. Kur'ân-ı Kerîm'de "Kıyamet gününün dehşet ve azameti tasvir olunurken: Amma kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası hâviye (uçurum) dir (fe ümmühü haviye). Onun mahiyetini sana bildiren nedir? (O) Harareti müthiş bir ateştir."(4) buyurulmuştur. Korkunç bir uçuruma fırlatılan ve mahvolan insanın dramı haber verilmiştir. "Fe ümmühü haviye" nin mahiyeti; müstekbirlerin ve müşriklerin (anne kucağına gider gibi) cehennem çukuruna gidecekleridir.


Hevâ; "değersiz, neticesiz ve boş kuruntular" mânâsına da gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu mahiyette de kullanılmıştır.(5)İslâmî ıstılâhta; "nefsin şehvetlere eğilimi, keyfe ve rahata düşkünlüğü ve (vahyi hafife alarak) diline geldiği gibi konuşması" hevâya tâbi olmak, şeklinde ifade edilmiştir. Genel olarak insanlar yeryüzünde; ya vahye ve ilme tâbi olurlar, veya hevâ ve hevese!.. Şimdi her iki hâli, delilleriyle birlikte gündeme getirelim:Resûl-i Ekrem (sav)'in; hevâ ve hevesine göre söz söylemediği ve mutlaka kendisine vahyedileni tebliğ ettiği sabittir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ve o (rasûl) kendi hevâsından söz söylemez (ve mâ yentıkû ani'l-hevâ). O (Kur'ân ve din hususundaki emirleri) ilkâ edile gelen vahiyden başka bir şey değildir."(6) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine bir başka âyet-i kerimede: "(Ve şu emri indirdik) Aralarında Allah'ın indirdiği (vahy) ile hükmet!.. Onların hevâlarına (ehvâ-ehum) uyma!"(7) emri verilmiştir. Dikkat edilirse; vahiyle hükmetmek emredilirken, hevâya uymamak noktasında uyarı sözkonusudur. Devlet yönetimi ve insanlar arasındaki diğer meselelerde de vahye tâbi olunması, hassaten belirtilmiştir.


Nitekim: "Ey Davud!.. Biz seni yeryüzüne halife yaptık!. O halde insanlar arasında hak ve adâletle hükmet (Sakın) hevâ ve hevesine tâbi olma ki (lâ tettebi'ıl-hevâ), bu seni Allah yolundan saptırır. Hesap gününü unuttukları için, Allah yolundan sapanlara (hevâ ve heveslerine tâbi olanlar) çetin bir azab vardır."(8) âyetinde, bu husus sarihtir.Müşriklerin ve kâfirlerin temel vasıfları ise,hevâlarına ve zanlarına tâbi olmalarıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Bu (putlar) sizin ve atalarınızın taktığınız adlardan başkası değildir. Allah onlara hiç bir hüccet indirmedi. Onlar, kuruntudan ve nefislerinin arzu ettiği hevâdan başkasına tâbi olmuyorlar..."(9) hükmü beyan buyurulmuştu. Hevâ ve heveslerine tâbi olanlar; belirli bir süre sonra, ifrata giderek, hevâlarını ilâh haline getirebiliyorlar.

Herşeyin kendilerine boyun eğmesini ve keyiflerinin tatminini arzuluyorlar. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Gördün mü o hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi (eraeyte minettehaze ilâhehû hevâh)? Şimdi sen onun üzerine vekil (bekçi) mi olacaksın? Yoksa onların çoğunu hakikaten (söz) dinlerler, yahud akıllanırlar ı sanıyorsun? Onlar, başka değil, dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki yol itibariyle daha sapıktırlar."(10) buyurulmuş ve onların sıfatı izah edilmiştir.Hevâlarını ilâh edinen kimselerin çoğunlukta olduğu ülkelerde; fesad, fuhuş, bağy ve fitne alabildiğine yükselir. Zulmün, haksızlığın ve işkencenin her çeşidi gündeme girer. Bu manzara ile karşılaşan ve hesap gününü düşünen mü'minlerin, hevâsını ilâh edinenlere karşı mücadele etmeleri farzdır. Eğer güçleri yetmiyorsâ (ve cemaat halinde iseler) hicret ibadetini düşünmelidirler. Çünkü hevâlarını ilâh edinen kimselere itaat etmek; imtihanın mahiyetini kavrayamayanların yapabileceği bir ameldir. Hesap gününü düşünen mü'minler, vahye ve ilme tabi olarak yaşamak ve imtihanı kazanmak gayretindedirler.


KAYNAKLAR
(1) Bakara sûresi: 213.
(2) Fahrüddin-i Razi, Mefatihû'Gayb (Tefsir-i Kehir), Ank.1989, Akçağ Yay. c. V. sh. 59.
(3) Maide sûresi: 30
(4) Karia sûresi: 8-11.
(5) Bkz. Râğıb el-Isfahanî, el-Müfredat fi Garibi'I Kur'dn, İst.1986, Kahraman Yay, sh.196-797.
(6) Necm sûresi: 3-4.
(7) Maide sûresi: 49.
(8) Saad sûresi: 26
(9) Necm sûresi: 23
(10) Furkan sûresi: 43.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Allah razı olsun abi...

selametle...
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
heva ve heveslerinin peşinde olanlar gizli şirktedirler işte ayet



Kuran-ı Kerim / CASİYE / 23. ayet-i kerime E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?</I>
 

rýdvan

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
ALLAH cümlemizi korusun...
ALLAH razı olsun...
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
Allah razı olsun güzel kardeşim


MÜ'MİN OLMAK
34/ SEBE-20: Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.
Mü'min olmak ise ancak mürşide ulaşıp kalbine imân yazılmasi ile mümkündür. İnsanların hepsi kurtulduğunu zannediyor. Dünyadaki bütün İslâm kuruluşlarının hepsi durmadan bizi islâmın beş şartına uymaya çağırıyor. Bu beş şartı tamamlamışsanız kurtuldunuz diyorlar. Allahû Tealâ ise bunun çok ötesini istiyor. Sadece fizik vücudun beş şartı yerine getirmesini değil, ruhun, vechin ve nefsin de Allah'ın emirlerini yerine getirmelerini ve teslim olmalarını istiyor. Ve Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîminde, Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki bir takım kitapları kaynak (Emaniye) göstermek sureti ile onlara ittiba edenlerin ne kadar yanlış bir yolda olduklarını bize vurguluyor.
Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunanlar mü'mindir.
6/ EN'AM-153 : İşte bu muhakkak ki Sırat-ı Müstakiym'dir, ona (Sırat-ı Müstakiym'e) tâbî olun, ve diğer yollara tâbî olmayın ki (bütün o yollar) sizi Allah'ın yolundan ayırırlar (saptırırlar). İşte bu Allah'ın sizi bağladığı şeydir umulur ki takva sahibi olursunuz.
Görülüyor ki mü'min olmak Sırat-ı Müstakiym üzerinde olmayı gerektiriyor.
1/ FATİHA-7: O (SIRAT-I MÜSTAKİYM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur.Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (mürşidlerine ulaşamayanların) yolu değil.Anlaşılmaktadır ki ni'met, mü'min ve Sırat-ı Müstakiym arasında sıkı bir ilişki vardır.
3/ ÂL-İ İMRAN-164: Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (Resûllerin ruhları) bir nimet olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinden bir Resûl be'as ederiz, onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allah'ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu Mürşid Resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunan mü'minlerin başlarının üzerindeki ni'met, Allah'ın insanların arasında beas ettiği resûle aittir. Resûlün ruhudur.
40/ MÜ'MİN-15: Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.
Allah kimin başının üzerine, emrinden, resûle ait ruhu ni'met olarak göndermişse, o kişi, Allah'a ulaştıran yolun (Sırat-ı Müstakiym'in) üzerine çıkar.

O ni'metin başının üzerine gelmesi sebebiyle kalbinin içine imân yazılır.
58/ MÜCADELE-22: Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
49/ HUCURAT-14: Araplar dediler ki; "Biz mü'min olduk. (Habibim) de ki, "mü'min olduk"demeyin, lâkin "İslâm (dairesine) girdik" deyin. Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi (îmân yazılmadı). Ve eğer Allah'a ve Resûl'üne itaat ederseniz amellerinizden birşey eksilmez. Allah gafurdur , rahiymdir.
Bütün bu işlemlerin gerçekleşmesi ve kişinin mü'min olması, Allah'ın tayin ettiği resûle tabi olmasına, onun önünde tövbe almasına bağlıdır .
25/
FURKAN-70: Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
25/ FURKAN-71: Kim tövbe eder ve ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) işlerse muhakkak ki o Allah'a tövbeleri kabul edilmiş olarak ulaşır.

Yukarıdaki âyette de Rabbimiz bir kez daha bu tövbenin o kişiyi mü'min kılacağını ve Sırat-ı Müstakiym üzerine çıkaracağını vurgulamaktadır.

10-7-1-6-2- MÜ'MİN OMANIN ŞARTLARI
Bir insanın mü'min olabilmesi 7 inanç, 7 kalp ve 3 vasıf şartına bağlıdır.
7 İNANÇ ŞARTI:
1. Allah'a inanmak
2. Allah'ın kitaplarına inanmak
3. Resullerine inanmak
4. Meleklerine inanmak
5. Ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına inanmak
6. Bâs-ü Badel Mevt'e inanmak
7. Hayrın Allah'tan, şerr'in nefsimizden olduğuna inanmak
7 KALP ŞARTI:
1. Kalpteki ekinnetin kaldırılması
2. Kalbin içine ihbat konulması
17/ İSRA-45: Ve izâ kara'telkur'âne ce'alnâ beyneke ve beynelleziyne lâ yü'minûne bil'âhıreti hicâben mestûrâ.
Sen Kur'ân-ı okuduğun (onlara anlattığın) zaman seninle onların arasına, ki onlar ahirete inanmazlar, gizli (örtülü) bir perde koyarız (hicab-ı mesture).
17/ İSRA-46: Ve ce'alnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhü ve fiy âzânihim vakrâ, ve izâ zekerte rabbeke fiylkur'âni vahdehü vellev alâ edbârihim nüfûrâ.
Onların kalpleri üzerine ekinnet koyarız ki onu Kur'ân-ı (senin söylediklerini) anlamasınlar (idrak, fıkıh edemesinler). Ve onların kulaklarına vakra (isminde bir engel) koyarız (seni işitmelerine mani oluruz). Sen Rabbini Kur'ân'da tek olarak zikrettiğin zaman onlar nefretle arkalarını dönerler.
22/HAC-54: Ve liya'lemelleziyne ûtül'ılme ennehülhakku min rabbike feyü'minû bihî fetuhbite lehü kulûbühüm, ve innallahe lehâdilleziyne âmenû ilâ sırâtın müstakıym.
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabb'inden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkak ki Allah âmenû olanları Sırat-ı Müstakiym'e ulaştırır.
3. Kalbin Allah'a döndürülmesi
50/ KAF- 32: Hâzâ mâ tû'adûne likülli evvâbin hafiyz .
İşte vaad olduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah'a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafız (başları üzerinde mürşidin ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.
4. Huşunun oluşması
Kalbinde huşu oluşan insan hacet namazı kılarak bu huşu sayesinde Allah'ın özel yardımını alır.
2/ BAKARA-45: Veste'ınu bissabri vessalât. Ve inneha lekebiratün illâ alel haşi'ın.
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah'a ulaştıran mürşidi sormak ) huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/ BAKARA-46: Ellezine yezunnune ennehüm mülâku rabbihim ve ennehüm ileyhi raci'un.
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler (yakîn derecesinde inanırlar).
Ve mürşidine ulaşarak tövbe alır.
5. Kalbin mührü açılır.
6. Kalbin içindeki küfür alınır.
58/ MÜCADELE-22: Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
7. Kalbin içine imân yazılır.
58/ MÜCADELE-22: Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Böylelikle üç hidayet vasfının da sahibi olunur:
1. Ruh Allah'a ulaşmak üzere Sırat-ı Müstakiym üzerine vasıl olur. (Ruhun hidayete başlaması)
2. Nefs tezkiye olmaya başlar (Islah-ı nefs) (Nefsin hidayete başlaması).
3. Fizik vücut Allah'a kul olur (Fizik vücudun hidayete başlaması).
Görülüyor ki sadece Allah'a inanmak insanı mü'min kılmıyor. Yedi inanç şartını gerçekleştirmemiz gerekiyor. Allah'u Teala'nın buna bağlı olarak 7 kalp şartını gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu kalp şartlarından ilk dördü inanç şartlarını yerine getirdiğimiz zaman, son üçü mürşidimize tabi olduğumuz zaman gerçekleşir. Bu şartlar sonucunda insan üç hidayet vasfının da sahibi oluyor ve mü'min oluyor.

10-7-1-6- SABİKUN
Daimi zikrin sahipleri müsabakanın birinci, ikinci ve üçüncüleridir. Sahabe için Allahû Tealâ, "Sabikûn El Evvelliyne" tabirini kullanıyor. Ve Tövbe Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sahabenin hepsinin sabikûn olduğundan bahsediyor. Buyuruyor ki,
9/TÖVBE-100: Vessâbikuûnel-evvelûne minelmuhâciriyne vel'ansâri velleziynettebe'ûhüm biıhsânin radıyallahü anhüm ve radû anhü ve e'adde lehüm cennâtin tecriy tahtehel'enhârü hâlidiyne fiyhâ ebedâ, zâlikelfevzül'azıym.
O sabikûn-el evveliyn (evvelki ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamları olan en üst üç makamı işgal edenler) varya, onların bir kısmı muhacirîynden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhaciriyne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahabe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlar altlarından ırmaklar akan cennetlere konulacak ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte en büyük (azîm) mükâfat budur.
Demek ki, 14 asır önce ensar ile muhacirun beraberce sabikûnu oluşturmuşlardı. Bunların, sabikûn dediğimiz kişilerin hikmet sahibi olduğunu Allahû Tealâ bu âyet-i kerîme'nin sonunda açıklıyor. Hikmet için biliyorsunuz ki EKBER RIZA asıldır. Allahû Tealâ'nın EKBER RIZASINI kazanmak asıldır. Sabikûn olanlar daimî zikre ulaşmış olanlardır. Salâh makamını da kapsamaktadır.
Onlar Allah'tan razı idiler. Allah da onlardan razı. Öyleyse sabikûn ifadesi azim takvanın bir işaretini de taşıyor. Nitekim El Vakı-a sûresinde de Allahû Tealâ Hz. (El Vakıa 15 "Ala sürürün mevdunetin" "Altından örülmüş tahtlar üzerinde.") Sabikûna cennette tahtlar ihsan ediyor. Demek ki, sabikûn adını verdiğimiz kişiler yemin sahiplerinden farklı. Yemin sahipleri de cennete gidiyor ama tahtları yok döşekleri var. Meyve ağaçlarının altında dinleniyorlor. Sabikûn'un yemin sahiplerinden farklılıkları ise şöyledir;
1. Daimi zikre ulaşmışlardır.
2. Hikmet sahipleridir.
3. En yüksek dereceleri kazanmışlardır.
1. Ulûl'elbab
2. İhlâs
3. Salâh
Bu üç makamda bulunanların hepsine Sabikûn denir.
Yemin sahipleri Allah'ın dostluğu payesine ermiş olanlardır. Bunlar velilerdir.
10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.
Bu takva birinci takvadır. Birinci takvanın sahibi dediğimiz kişilerin veliler olduğu âyet-i kerîmede bir defa daha açıklığa kavuşturulmuştur.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Allah razı olsun güzel kardeşim


MÜ'MİN OLMAK
34/ SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn.
Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.
Mü'min olmak ise ancak mürşide ulaşıp kalbine imân yazılmasi ile mümkündür. İnsanların hepsi kurtulduğunu zannediyor. Dünyadaki bütün İslâm kuruluşlarının hepsi durmadan bizi islâmın beş şartına uymaya çağırıyor. Bu beş şartı tamamlamışsanız kurtuldunuz diyorlar. Allahû Tealâ ise bunun çok ötesini istiyor. Sadece fizik vücudun beş şartı yerine getirmesini değil, ruhun, vechin ve nefsin de Allah'ın emirlerini yerine getirmelerini ve teslim olmalarını istiyor. Ve Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîminde, Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki bir takım kitapları kaynak (Emaniye) göstermek sureti ile onlara ittiba edenlerin ne kadar yanlış bir yolda olduklarını bize vurguluyor.
Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunanlar mü'mindir.
Bu tek fırka Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunanlardır.
34/ SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn.
Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.
6/ EN'AM-153 : Ve enne hâzâ sırâtıymüstekıymen fettebiûh, ve lâ tettebi'ûssübüle feteferreka biküm an sebiylih, zâliküm vassâküm bihî le'alleküm tettekuûn.
İşte bu muhakkak ki Sırat-ı Müstakiym'dir, ona (Sırat-ı Müstakiym'e) tâbî olun, ve diğer yollara tâbî olmayın ki (bütün o yollar) sizi Allah'ın yolundan ayırırlar (saptırırlar). İşte bu Allah'ın sizi bağladığı şeydir umulur ki takva sahibi olursunuz.
Görülüyor ki mü'min olmak Sırat-ı Müstakiym üzerinde olmayı gerektiriyor.
1/ FATİHA-7: Sıratellezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim veleddâllin.
O (SIRAT-I MÜSTAKİYM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur.Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (mürşidlerine ulaşamayanların) yolu değil.
Anlaşılmaktadır ki ni'met, mü'min ve Sırat-ı Müstakiym arasında sıkı bir ilişki vardır.
3/ ÂL-İ İMRAN-164: Lekad mennallahü alel mü'minîne iz be'ase fîhim resûlen min enfüsihim yetlû aleyhim âyâtihi ve yüzekkihim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefî dalâlin mübîn.
Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (Resûllerin ruhları) bir nimet olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinden bir Resûl be'as ederiz, onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allah'ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu Mürşid Resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunan mü'minlerin başlarının üzerindeki ni'met, Allah'ın insanların arasında beas ettiği resûle aittir. Resûlün ruhudur.
40/ MÜ'MİN-15: Refiy'udderecâti zül'arş, yülkıyrrûha min emrihî alâ men yeşâü min ıbâdihî liyünzire yevmettelâak.
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.
Allah kimin başının üzerine, emrinden, resûle ait ruhu ni'met olarak göndermişse, o kişi, Allah'a ulaştıran yolun (Sırat-ı Müstakiym'in) üzerine çıkar.
O ni'metin başının üzerine gelmesi sebebiyle kalbinin içine imân yazılır.
58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
49/ HUCURAT-14: Kaâletil'a' râbü âmennâ, kul lem tü'minû ve lâkin kuûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil'iymânü fiy kulûbiküm, ve in tütıy'ullahe ve resûlehü lâ yelitküm min a'mâliküm şey'â, innallahe gafûrün rahıym.
Araplar dediler ki; "Biz mü'min olduk. (Habibim) de ki, "mü'min olduk"demeyin, lâkin "İslâm (dairesine) girdik" deyin. Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi (îmân yazılmadı). Ve eğer Allah'a ve Resûl'üne itaat ederseniz amellerinizden birşey eksilmez. Allah gafurdur , rahiymdir.
Bütün bu işlemlerin gerçekleşmesi ve kişinin mü'min olması, Allah'ın tayin ettiği resûle tabi olmasına, onun önünde tövbe almasına bağlıdır .
25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü'min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.
25/ FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan feinnehü yetûbü ilallahi metâbâ.
Kim tövbe eder ve ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) işlerse muhakkak ki o Allah'a tövbeleri kabul edilmiş olarak ulaşır.
Yukarıdaki âyette de Rabbimiz bir kez daha bu tövbenin o kişiyi mü'min kılacağını ve Sırat-ı Müstakiym üzerine çıkaracağını vurgulamaktadır.

10-7-1-6-2- MÜ'MİN OMANIN ŞARTLARI
Bir insanın mü'min olabilmesi 7 inanç, 7 kalp ve 3 vasıf şartına bağlıdır.
7 İNANÇ ŞARTI:
1. Allah'a inanmak
2. Allah'ın kitaplarına inanmak
3. Resullerine inanmak
4. Meleklerine inanmak
5. Ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına inanmak
6. Bâs-ü Badel Mevt'e inanmak
7. Hayrın Allah'tan, şerr'in nefsimizden olduğuna inanmak
7 KALP ŞARTI:
1. Kalpteki ekinnetin kaldırılması
2. Kalbin içine ihbat konulması
17/ İSRA-45: Ve izâ kara'telkur'âne ce'alnâ beyneke ve beynelleziyne lâ yü'minûne bil'âhıreti hicâben mestûrâ.
Sen Kur'ân-ı okuduğun (onlara anlattığın) zaman seninle onların arasına, ki onlar ahirete inanmazlar, gizli (örtülü) bir perde koyarız (hicab-ı mesture).
17/ İSRA-46: Ve ce'alnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhü ve fiy âzânihim vakrâ, ve izâ zekerte rabbeke fiylkur'âni vahdehü vellev alâ edbârihim nüfûrâ.
Onların kalpleri üzerine ekinnet koyarız ki onu Kur'ân-ı (senin söylediklerini) anlamasınlar (idrak, fıkıh edemesinler). Ve onların kulaklarına vakra (isminde bir engel) koyarız (seni işitmelerine mani oluruz). Sen Rabbini Kur'ân'da tek olarak zikrettiğin zaman onlar nefretle arkalarını dönerler.
22/HAC-54: Ve liya'lemelleziyne ûtül'ılme ennehülhakku min rabbike feyü'minû bihî fetuhbite lehü kulûbühüm, ve innallahe lehâdilleziyne âmenû ilâ sırâtın müstakıym.
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabb'inden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkak ki Allah âmenû olanları Sırat-ı Müstakiym'e ulaştırır.
3. Kalbin Allah'a döndürülmesi
50/ KAF- 32: Hâzâ mâ tû'adûne likülli evvâbin hafiyz .
İşte vaad olduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah'a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafız (başları üzerinde mürşidin ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.
4. Huşunun oluşması
Kalbinde huşu oluşan insan hacet namazı kılarak bu huşu sayesinde Allah'ın özel yardımını alır.
2/ BAKARA-45: Veste'ınu bissabri vessalât. Ve inneha lekebiratün illâ alel haşi'ın.
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah'a ulaştıran mürşidi sormak ) huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/ BAKARA-46: Ellezine yezunnune ennehüm mülâku rabbihim ve ennehüm ileyhi raci'un.
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler (yakîn derecesinde inanırlar).
Ve mürşidine ulaşarak tövbe alır.
5. Kalbin mührü açılır.
6. Kalbin içindeki küfür alınır.
58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
7. Kalbin içine imân yazılır.
58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi velyevmil'âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül'iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel'enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi Allah' a ve Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Böylelikle üç hidayet vasfının da sahibi olunur:
1. Ruh Allah'a ulaşmak üzere Sırat-ı Müstakiym üzerine vasıl olur. (Ruhun hidayete başlaması)
2. Nefs tezkiye olmaya başlar (Islah-ı nefs) (Nefsin hidayete başlaması).
3. Fizik vücut Allah'a kul olur (Fizik vücudun hidayete başlaması).
Görülüyor ki sadece Allah'a inanmak insanı mü'min kılmıyor. Yedi inanç şartını gerçekleştirmemiz gerekiyor. Allah'u Teala'nın buna bağlı olarak 7 kalp şartını gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu kalp şartlarından ilk dördü inanç şartlarını yerine getirdiğimiz zaman, son üçü mürşidimize tabi olduğumuz zaman gerçekleşir. Bu şartlar sonucunda insan üç hidayet vasfının da sahibi oluyor ve mü'min oluyor.

10-7-1-6- SABİKUN
Daimi zikrin sahipleri müsabakanın birinci, ikinci ve üçüncüleridir. Sahabe için Allahû Tealâ, "Sabikûn El Evvelliyne" tabirini kullanıyor. Ve Tövbe Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sahabenin hepsinin sabikûn olduğundan bahsediyor. Buyuruyor ki,
9/TÖVBE-100: Vessâbikuûnel-evvelûne minelmuhâciriyne vel'ansâri velleziynettebe'ûhüm biıhsânin radıyallahü anhüm ve radû anhü ve e'adde lehüm cennâtin tecriy tahtehel'enhârü hâlidiyne fiyhâ ebedâ, zâlikelfevzül'azıym.
O sabikûn-el evveliyn (evvelki ulûl'elbab, ihlâs ve salâh makamları olan en üst üç makamı işgal edenler) varya, onların bir kısmı muhacirîynden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhaciriyne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahabe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlar altlarından ırmaklar akan cennetlere konulacak ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte en büyük (azîm) mükâfat budur.
Demek ki, 14 asır önce ensar ile muhacirun beraberce sabikûnu oluşturmuşlardı. Bunların, sabikûn dediğimiz kişilerin hikmet sahibi olduğunu Allahû Tealâ bu âyet-i kerîme'nin sonunda açıklıyor. Hikmet için biliyorsunuz ki EKBER RIZA asıldır. Allahû Tealâ'nın EKBER RIZASINI kazanmak asıldır. Sabikûn olanlar daimî zikre ulaşmış olanlardır. Salâh makamını da kapsamaktadır.
Onlar Allah'tan razı idiler. Allah da onlardan razı. Öyleyse sabikûn ifadesi azim takvanın bir işaretini de taşıyor. Nitekim El Vakı-a sûresinde de Allahû Tealâ Hz. (El Vakıa 15 "Ala sürürün mevdunetin" "Altından örülmüş tahtlar üzerinde.") Sabikûna cennette tahtlar ihsan ediyor. Demek ki, sabikûn adını verdiğimiz kişiler yemin sahiplerinden farklı. Yemin sahipleri de cennete gidiyor ama tahtları yok döşekleri var. Meyve ağaçlarının altında dinleniyorlor. Sabikûn'un yemin sahiplerinden farklılıkları ise şöyledir;
1. Daimi zikre ulaşmışlardır.
2. Hikmet sahipleridir.
3. En yüksek dereceleri kazanmışlardır.
1. Ulûl'elbab
2. İhlâs
3. Salâh
Bu üç makamda bulunanların hepsine Sabikûn denir.
Yemin sahipleri Allah'ın dostluğu payesine ermiş olanlardır. Bunlar velilerdir.
10/ YUNUS-62: Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
10/ YUNUS-63: Elleziyne âmenû ve kânû yettekuûn.
Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.
Bu takva birinci takvadır. Birinci takvanın sahibi dediğimiz kişilerin veliler olduğu âyet-i kerîmede bir defa daha açıklığa kavuşturulmuştur.

MÜ'MİN OLMAK ÖZEL'DEN KÜFRETMEKMİDİR...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
MÜ'MİN OLMAK ÖZEL'DEN KÜFRETMEKMİDİR...

Muhammet abi yine nefis bir konu açmış ama konuyu kendi egoların yüzünden nerelere getirmişsin..Kardeşim senin çok ciddi bir şekilde uslub sorunun var..Bunu bir an önce halletmelisin..Kesinlikle burdan birçok arkadaşımızdan çok daha bilgilisin ve samimi bir şekilde söylüyorum ilimde beni de geçiyosun..Ama sert ve kırıcı uslubun inan bilgini sıfırlıyor..Rabbim yar ve yardımcın olsun...
 
Üst Alt