Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hep merak etmişimdir

barbie

New member
Katılım
11 Nis 2008
Mesajlar
167
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
40
birşey sormak istiyorum bu mesela afrikanın balta girmemiş ormanlarında nebiliyim yada başka ormanlarda yaşayan yerliler,kabileler var onlar ormanda doğayla yaşıyorlar kendi hallerinde onlar bişi bilmeden yaşıyorlar ibadet kendi tarzlarında yapıyorlar böcek yiyorlar yada artık ormandan ne avlarlarsa bunların çocukları oluyo büyüyo ve ailesinden ne gördüyse öyle yaşıyo bu tip yerli insanlar ...yada kutuplarda yaşayan göçebe kabileler ısınmak için hayvan kanı içiyorlar çiğ et yiyorlar ...acaba bu insanlar cehennemlikmi yoksa yaptıkları iyilik kötülük derecesindemi sadece sorguya çekilecekler hep merak etmişimdir
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
dikkat edildiginde o toplumun yasamış oldugu yerlerde müslümanlarda yasar ve islamı teblig eder islam her yerde ve zamanda teblig edilmiştir taki dünyanın öbür ucuna kadar ve bir kısım topluluk kuranın bahsettigi gibi bizler atalarımızı ne üzere gördük ise ona inanırız derler işte afrikadaki bazı toplulukta böyledir yani sapık bir din üzerindedir bu bunun yeride ebedi cehennemliktir


isra suresi

l5.Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz



fussilet suresi

14. Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından3 gelmiş, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" demişler, onlar da, "Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple biz sizinle gönderilenleri inkar ediyoruz" demişlerdi.
 

talha_

New member
Katılım
6 Mar 2007
Mesajlar
1,184
Tepkime puanı
264
Puanları
0
Konum
simeranyadan..!
SORU;Bir kitap da Dünyada İslamdan bi haber olarak yaşamış bir insan mahşer günü diriltilir hesabı görülür ve yok olur, diyor. Bunun hükmü nedir? Böyle bir insan aynen bebeğe benzemiyor mu?


Değerli Kardeşimiz;

Fetret, kesinti, aralık, fasıla mânâlarında kullanılmaktadır. Dinî bir tabir olarak da, iki peygamber arasında geçen zaman için kullanılır.

Buharı' de geçen bir hadis-i şerifte fetret için Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen zaman kastedilir.1

Bazı âyet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, İslâmiyet’ten önce Arapların peygamberlerin gönderilmesi ile ilgili bilgileri oldukça zayıftı. Kur'ân'da, Arap müşriklerinin "Rabbimiz, peygamber göndermek dileseydi, şüphesiz ki, melek bir peygamber gönderirdi" dediklerini belirtmekte, 2 böylece onların peygamberlik hakkındaki, dolayısıyla hak dinlerle ilgili görüşlerinin ne derece zayıf olduğu ifade edilmektedir.



Araplar her ne kadar Hz. İbrahim'i (a.s.) peygamber olarak bilmiş olsalar da, onun peygamberliğini yalnızca kendi zamanıyla sınırlı olduğunu kabul ediyorlardı. Hz. İbrahim ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen üç bin senelik uzun bir süreden dolayı, İbrahim Aleyhisselâmın tebliğ etmiş olduğu Hanif dininin hükümlerini bilen pek yoktu.



İslâm âlimleri fetret ehlini üç kısımda inceler:
1. Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini kendi aklı ve zekâsının yardımıyla düşünüp bulan ve bilen kimseler: Kus bin Sâide ve Cennetle müjdelenen Sahabilerden Said bin Zeyd'in babası Zeyd bin Amr gibi.

2. Tevhid inancını bozup değiştirerek putperestliği kabul eden ve kendilerine göre din uydurup insanları kendi çevresinde toplayanlar: Araplar arasında putperestliği çıkaran Amr bin Luhay ve diğer müşrikler gibi.

3. Ne mü'min, ne de müşrik herhangi müsbet veya batıl bir inanca sahip olmayıp bütün ömrünü gaflet içinde geçiren; akıl ve zihnini bu nevi meselelerle meşgul etmeyen kimseler. Cahiliye devrinde bu sınıfa giren insanlar da vardı.



Bu üç sınıftan ikinciler putperest olduklarından Cehennemliktir. Üçüncü sınıfa girenler ise gerçek mânâda fetret ehli olduklarından bunlar Cehennem ehli olmayacaklardır. Çünkü, kendilerine hak ve hakikati tebliğ edecek bir peygamber gelmediği, küfrü gerektirecek bir halleri de olmadığından ehl-i necattırlar. Bu hususta bütün Ehl-i Sünnnet ittifak etmişlerdir.3

Birinci sınıfta bahsedilen Kus bin Sâide ile Zeyd bin Amr ise binlerce insanın arasında Allah'ın varlık ve birliğine inananlar olduklarından, o zamanlar bir peygamber gelmediğinden herhangi bir peygamberin de ümmeti olmadıklarından ve ayrıca Peygamber Efendimize de yetişemediklerinden Cenab-ı Hak onları tek başlarına ayrı bir ümmet olarak haşredecektir. Yine ehl-i necattırlar, îmanları sayesinde ebedi hayatlarını kurtarmışlardır. Haşrolurken sadece "tek bir ümmet" olarak mahşer yerinde bulunacaklardır. Bunlar "müstesna" insanlardır Allah'ın lütuf ve ihsanına mazhar olacaklardır.


Kus bin Sâide, Arapların çok tesirli konuşan bir hatibi, belagat dolu şiirler okuyan meşhur bir şairi idi. Cahiliye devrinde kurulan Sûk-ı Ukaz panayırına katılır, hitabetiy-le herkeste hayranlık bırakırdı.

Kus bin Sâide'nin o devir Araplarmdan farklı olan en önemli yönü, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğine, âhirete inanmış olması ve çeşitli vesilelerle İslâm dininin geleceğini ve Peygamber Efendimizin peygamber olarak gönderileceğini haber vermesiydi.



Yine Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilmesinden birkaç sene önceydi. Adı geçen panayırda bir hitabette bulunmuş, Allah'ın varlık ve birliğinden, dünyanın fâniliğinden, ölümün hak olup ona hazırlıklı bulunmanın lüzumundan bahsetmiş, bir yerinde de şunları söylemişti:


"Yemin ederim ki, Allah katında bir din vardır. Şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Allah'ın göndereceği bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır. Gölgesi başımızın üstüne geldi.

"Ne mutlu o kimseye ki, ona îman eder, o da kendisine hidayet eyler. Yazıklar olsun ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta!.."
4

Gariptir ki, Kus bin Sâide, geleceğini haber verdiği zâtın kendisini dinleyenler arasında bulunduğunun farkında değildi. Aradan çok bir zaman geçmeden Resul-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verildi. Fakat Kus bin Sâide'ye, gelip Peygamberimizle görüşmek nasip olmadı. Çünkü, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Vefat ettiğinde de yaşı bir hayli ilerlemişti.

Bir müddet sonra Kus bin Sâide'nin kabilesinden Cârud ismindeki zâtın başkanlığında bir heyet Peygamberimize geldiler, îman ettiler. Peygamberimiz onlardan Kus bin Sâide'yi tanıyıp tanımadıklarını sordu. Carud, kendisinin onun yolunda gidenlerden olduğunu ve çok iyi tanıdığını söyledi. Bu arada Peygamberimiz, Kus bin Sâide'nin Sük-ı Ukaz'daki hitabesinden bahsederek o sözlerin hâlâ hatırından çıkmadığını ifade etti. Heyetten bir zat da kalkarak Kus bin Sâde'nin bir şiirini okudu. Bu şiirde Kus bin Sâide, Harem-i Şerifte Haşimoğullarından "Muhammed" isimli bir zâtın peygamber olarak gönderileceğini açıkça söylüyordu.



Onun istikametini takdir eden, muvahhid bir mü'min olduğunu beyan eden Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:
"Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak Kus bin Sâide'yi ayrı bir ümmet olarak diriltip hasreder."5


Bu zâtın "ayrı bir ümmet olarak hasredilmesi" meselesine gelince; bu husus hadis ve kelâm kitaplarındaki "fetret" bahislerinde izah edilmektedir. Hz. İsa'dan Peygamberimize kadar geçen altı yüz sene içinde yaşayan insanlar fetret ehli sayılmaktadır. Çünkü, bu zaman zarfında hiçbir peygamber gelmediğinden, bu insanların îmânî durumları da farklı mütalâa edilmektedir.

Fetret ehlinin ibadet ve dinî hükümlerle mükellef olmadığı muhakkaktır. Ancak Allah'a iman etmekle mükellef olup olmadığı hakkında Ehl-i Sünnetin itikadı birer mezhebi olan Mâturidî ve Eş'arî mezhepleri arasında ihtilaf vardır. İmanı

Maturîdî'ye göre, bu insanlar Cenab-ı Hakkın kendilerine verdiği aklı kullanıp, yer, gök ve içindekilere ibret nazarıyla bakıp Allah'ın varlığını idrak etmelidirler.


Eş'arî'ye göre ise, fetret ehli Allah'a inanmakla mükellef değildir. Zira kendilerine bir peygamber gelmemiştir. Cenab-ı Hak "Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap etmiş değiliz"6 buyurmaktadır.

Dolayısıyla, bunlara bir peygamber gelmediği için azaba müstahak değillerdir.


Bediüzzaman da zikrettiğimiz âyet-i kerimeyi delil getirerek şöyle der: "Ehl-i fetret ehl-i necattırlar. Bil-ittifak teferruattaki hatîatlarından (hatalarından) muahazeleri yoktur. İmamı Şafiî ve İmam Eş'arîce küfre de girse, usûl-u imânîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal (peygamber göndermek) ile olur ve irsal dahi, ıttıla (bilmek) ile teklif (mesuliyet) tekarrur eder. Madem gaflet ve mürûr-u zaman (geçen zaman) enbiya-i sâlifenin (geçmiş peygamberlerin) dinlerini setretmiş (örtmüş); o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfi (gizli) kaldığı için hüccet (delil) olamaz"7

Peygamberimizin (a.s.m.) gönderilmesinden sonra, davetini duymayanlarla ilgili olarak İmam Gazalî'nin insanları üç sınıfta incelediğini görmekteyiz:

1. Peygamberin (a.s.m.) davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıfa giren insanlar kesin olarak ehl-i necat olup Cennetliktir.

2. Peygamberin (a.s.m.) davetini, gösterdiği mucizeleri ve güzel ahlâkını duymuş olmakla beraber îman etmemiştir. Bu sınıf kesin olarak azaba uğratılacaktır.

3. Peygamberin (a.s.m.) ismini duydukları halde, aleyhinde yapılan menfî propagandalardan başka bir şey duymadıklarından, kimse onlara doğruyu söyleyip onları teşvik etmediğinden alâka duymamaktadırlar. Bunların da ehl-i necat olacaklarını, yani Cennete gireceklerini umarım.

Âhir zamanda bir çeşit fetret devrinin yaşandığını belirten Bediüzzaman umumî harplerde ölen böyle birtakım masumların da ehl-i necat olacaklarına dikkati çekmektedir. 8

1. Buharı, Menakıbü'l-Ensar: 53.
2. Fussilet Sûresi, 14.
3. Tecrid-i Şarih Tercemesi, 4:544.
4.Kısas-ı Enbiya, 1:61-62.
5. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 4:544-545.
6. İsrâ Sûresi, 15.
7. Mektubat, 360-361.
8. Kastamonu Lahikası, s. 77.
Selam ve dua ile...
 

barbie

New member
Katılım
11 Nis 2008
Mesajlar
167
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
40
SORU;Bir kitap da Dünyada İslamdan bi haber olarak yaşamış bir insan mahşer günü diriltilir hesabı görülür ve yok olur, diyor. Bunun hükmü nedir? Böyle bir insan aynen bebeğe benzemiyor mu?


Değerli Kardeşimiz;

Fetret, kesinti, aralık, fasıla mânâlarında kullanılmaktadır. Dinî bir tabir olarak da, iki peygamber arasında geçen zaman için kullanılır.

Buharı' de geçen bir hadis-i şerifte fetret için Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen zaman kastedilir.1

Bazı âyet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, İslâmiyet’ten önce Arapların peygamberlerin gönderilmesi ile ilgili bilgileri oldukça zayıftı. Kur'ân'da, Arap müşriklerinin "Rabbimiz, peygamber göndermek dileseydi, şüphesiz ki, melek bir peygamber gönderirdi" dediklerini belirtmekte, 2 böylece onların peygamberlik hakkındaki, dolayısıyla hak dinlerle ilgili görüşlerinin ne derece zayıf olduğu ifade edilmektedir.


Araplar her ne kadar Hz. İbrahim'i (a.s.) peygamber olarak bilmiş olsalar da, onun peygamberliğini yalnızca kendi zamanıyla sınırlı olduğunu kabul ediyorlardı. Hz. İbrahim ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen üç bin senelik uzun bir süreden dolayı, İbrahim Aleyhisselâmın tebliğ etmiş olduğu Hanif dininin hükümlerini bilen pek yoktu.



İslâm âlimleri fetret ehlini üç kısımda inceler:
1. Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini kendi aklı ve zekâsının yardımıyla düşünüp bulan ve bilen kimseler: Kus bin Sâide ve Cennetle müjdelenen Sahabilerden Said bin Zeyd'in babası Zeyd bin Amr gibi.

2. Tevhid inancını bozup değiştirerek putperestliği kabul eden ve kendilerine göre din uydurup insanları kendi çevresinde toplayanlar: Araplar arasında putperestliği çıkaran Amr bin Luhay ve diğer müşrikler gibi.

3. Ne mü'min, ne de müşrik herhangi müsbet veya batıl bir inanca sahip olmayıp bütün ömrünü gaflet içinde geçiren; akıl ve zihnini bu nevi meselelerle meşgul etmeyen kimseler. Cahiliye devrinde bu sınıfa giren insanlar da vardı.


Bu üç sınıftan ikinciler putperest olduklarından Cehennemliktir. Üçüncü sınıfa girenler ise gerçek mânâda fetret ehli olduklarından bunlar Cehennem ehli olmayacaklardır. Çünkü, kendilerine hak ve hakikati tebliğ edecek bir peygamber gelmediği, küfrü gerektirecek bir halleri de olmadığından ehl-i necattırlar. Bu hususta bütün Ehl-i Sünnnet ittifak etmişlerdir.3

Birinci sınıfta bahsedilen Kus bin Sâide ile Zeyd bin Amr ise binlerce insanın arasında Allah'ın varlık ve birliğine inananlar olduklarından, o zamanlar bir peygamber gelmediğinden herhangi bir peygamberin de ümmeti olmadıklarından ve ayrıca Peygamber Efendimize de yetişemediklerinden Cenab-ı Hak onları tek başlarına ayrı bir ümmet olarak haşredecektir. Yine ehl-i necattırlar, îmanları sayesinde ebedi hayatlarını kurtarmışlardır. Haşrolurken sadece "tek bir ümmet" olarak mahşer yerinde bulunacaklardır. Bunlar "müstesna" insanlardır Allah'ın lütuf ve ihsanına mazhar olacaklardır.


Kus bin Sâide, Arapların çok tesirli konuşan bir hatibi, belagat dolu şiirler okuyan meşhur bir şairi idi. Cahiliye devrinde kurulan Sûk-ı Ukaz panayırına katılır, hitabetiy-le herkeste hayranlık bırakırdı.

Kus bin Sâide'nin o devir Araplarmdan farklı olan en önemli yönü, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğine, âhirete inanmış olması ve çeşitli vesilelerle İslâm dininin geleceğini ve Peygamber Efendimizin peygamber olarak gönderileceğini haber vermesiydi.


Yine Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilmesinden birkaç sene önceydi. Adı geçen panayırda bir hitabette bulunmuş, Allah'ın varlık ve birliğinden, dünyanın fâniliğinden, ölümün hak olup ona hazırlıklı bulunmanın lüzumundan bahsetmiş, bir yerinde de şunları söylemişti:


"Yemin ederim ki, Allah katında bir din vardır. Şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Allah'ın göndereceği bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır. Gölgesi başımızın üstüne geldi.

"Ne mutlu o kimseye ki, ona îman eder, o da kendisine hidayet eyler. Yazıklar olsun ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta!.."4

Gariptir ki, Kus bin Sâide, geleceğini haber verdiği zâtın kendisini dinleyenler arasında bulunduğunun farkında değildi. Aradan çok bir zaman geçmeden Resul-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verildi. Fakat Kus bin Sâide'ye, gelip Peygamberimizle görüşmek nasip olmadı. Çünkü, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Vefat ettiğinde de yaşı bir hayli ilerlemişti.

Bir müddet sonra Kus bin Sâide'nin kabilesinden Cârud ismindeki zâtın başkanlığında bir heyet Peygamberimize geldiler, îman ettiler. Peygamberimiz onlardan Kus bin Sâide'yi tanıyıp tanımadıklarını sordu. Carud, kendisinin onun yolunda gidenlerden olduğunu ve çok iyi tanıdığını söyledi. Bu arada Peygamberimiz, Kus bin Sâide'nin Sük-ı Ukaz'daki hitabesinden bahsederek o sözlerin hâlâ hatırından çıkmadığını ifade etti. Heyetten bir zat da kalkarak Kus bin Sâde'nin bir şiirini okudu. Bu şiirde Kus bin Sâide, Harem-i Şerifte Haşimoğullarından "Muhammed" isimli bir zâtın peygamber olarak gönderileceğini açıkça söylüyordu.



Onun istikametini takdir eden, muvahhid bir mü'min olduğunu beyan eden Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:
"Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak Kus bin Sâide'yi ayrı bir ümmet olarak diriltip hasreder."5


Bu zâtın "ayrı bir ümmet olarak hasredilmesi" meselesine gelince; bu husus hadis ve kelâm kitaplarındaki "fetret" bahislerinde izah edilmektedir. Hz. İsa'dan Peygamberimize kadar geçen altı yüz sene içinde yaşayan insanlar fetret ehli sayılmaktadır. Çünkü, bu zaman zarfında hiçbir peygamber gelmediğinden, bu insanların îmânî durumları da farklı mütalâa edilmektedir.

Fetret ehlinin ibadet ve dinî hükümlerle mükellef olmadığı muhakkaktır. Ancak Allah'a iman etmekle mükellef olup olmadığı hakkında Ehl-i Sünnetin itikadı birer mezhebi olan Mâturidî ve Eş'arî mezhepleri arasında ihtilaf vardır. İmanı

Maturîdî'ye göre, bu insanlar Cenab-ı Hakkın kendilerine verdiği aklı kullanıp, yer, gök ve içindekilere ibret nazarıyla bakıp Allah'ın varlığını idrak etmelidirler.

Eş'arî'ye göre ise, fetret ehli Allah'a inanmakla mükellef değildir. Zira kendilerine bir peygamber gelmemiştir. Cenab-ı Hak "Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap etmiş değiliz"6 buyurmaktadır.

Dolayısıyla, bunlara bir peygamber gelmediği için azaba müstahak değillerdir.


Bediüzzaman da zikrettiğimiz âyet-i kerimeyi delil getirerek şöyle der: "Ehl-i fetret ehl-i necattırlar. Bil-ittifak teferruattaki hatîatlarından (hatalarından) muahazeleri yoktur. İmamı Şafiî ve İmam Eş'arîce küfre de girse, usûl-u imânîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal (peygamber göndermek) ile olur ve irsal dahi, ıttıla (bilmek) ile teklif (mesuliyet) tekarrur eder. Madem gaflet ve mürûr-u zaman (geçen zaman) enbiya-i sâlifenin (geçmiş peygamberlerin) dinlerini setretmiş (örtmüş); o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfi (gizli) kaldığı için hüccet (delil) olamaz"7

Peygamberimizin (a.s.m.) gönderilmesinden sonra, davetini duymayanlarla ilgili olarak İmam Gazalî'nin insanları üç sınıfta incelediğini görmekteyiz:

1. Peygamberin (a.s.m.) davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıfa giren insanlar kesin olarak ehl-i necat olup Cennetliktir.

2. Peygamberin (a.s.m.) davetini, gösterdiği mucizeleri ve güzel ahlâkını duymuş olmakla beraber îman etmemiştir. Bu sınıf kesin olarak azaba uğratılacaktır.

3. Peygamberin (a.s.m.) ismini duydukları halde, aleyhinde yapılan menfî propagandalardan başka bir şey duymadıklarından, kimse onlara doğruyu söyleyip onları teşvik etmediğinden alâka duymamaktadırlar. Bunların da ehl-i necat olacaklarını, yani Cennete gireceklerini umarım.

Âhir zamanda bir çeşit fetret devrinin yaşandığını belirten Bediüzzaman umumî harplerde ölen böyle birtakım masumların da ehl-i necat olacaklarına dikkati çekmektedir. 8

1. Buharı, Menakıbü'l-Ensar: 53.
2. Fussilet Sûresi, 14.
3. Tecrid-i Şarih Tercemesi, 4:544.
4.Kısas-ı Enbiya, 1:61-62.
5. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 4:544-545.
6. İsrâ Sûresi, 15.
7. Mektubat, 360-361.
8. Kastamonu Lahikası, s. 77.
Selam ve dua ile...


açıklama için teşekkür ederim
 
Üst Alt