Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

hayallerimi çaldılar...

Asya

New member
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,020
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ýstanbul
HAYALLERİMİ ÇALDILAR...
Okuduğu kitabın son sayfasını da bitirince kitabın kapağını kapattı. Fincandaki Amerikan usûlü kahveden bir yudum daha aldı ve “Bu kadar da olmaz” diye söylendi kendi kendine.

“Hayır hayır, bu düpedüz hırsızlık başka bir şey değil” diye söylenmeye devam etti.
“Kendileri çabalamıyorlar başkalarının emeğine göz dikiyorlar.”
Ne yapıp etmeli buna bir çare bulmalıydı artık. Her defasında içine atıp kendine yeni yollar çizme peşine düşüyordu. Ama böyle giderse, bu hırsızlıkların sonu gelmeyecekti. İyisi mi şikâyet etmekti. Böyle hırsızlık olayları çoktandır başına musallat olmuş, onu bırakmıyordu bir türlü. Ama başına bu hadiseler geldiğinde, “Aman canım ne olacak sanki, giden emeğim olsun, cana birşey gelmesin.” diyerek geçiştirmişti.
Gamsız bir yapısı vardı, ne olursa olsun başına gelen hadiseleri sakin karşılardı. Dert etmezdi kendine olanı biteni. Ah bu son hırsızlık olayını da öyle karşılayabilseydi keşke. Canına tak etmişti artık, sakin karşılayacak bir tarafı kalmamıştı ki... Elindeki kitabı bir hışımla masanın üzerine bıraktı. Sanki kendisini birileri gözetliyormuş gibi bir his vardı içinde.
Kalp kapakçığını aralanmış, oradan bütün iç hâlleri gizlice izleniyordu sanki. İyiden iyiye rahatsız olmuştu bu vehimden. Haydi evi, dış alemi neyse de, iç alemine göz dikmenin kimsenin hakkı yoktu. “Yo yo, dedi buna bir çare bulmazsam, bu durum böyle sürüp gidecek.”
Hızla kapıya yöneldi. Kapının önünde hummalı bir çalışmayla, önce kapının sürgüsünü açtı, sonra çelik kapının üst tarafındaki kilidi, daha sonra ise alt kilidi açtı ve dışarı çıktı. Bu hırsızlara kilit falan kâr etmez, ama yine de ben tedbirimi almalıyım dedi. Ve daha önce açmaya çalıştığı kilitleri şimdi büyük bir itinayla tekrar kilitlemeye başladı. “Ah dedi, keşke iç âlemime de bir çelik kapı yaptırabilsem, böylece her isteyen istediği zaman çıkıp gelemez.” “Aman canım, bende neler düşünüyorum” diyerek hızla merdivenlerden inmeye başladı...

Dışarı çıktığında, amaçsızca yürümeye başladı. “Önce dedi, o hırsızın yerini tesbit etmeliyim. Beni bir türlü rahat bırakmayan hırsızın yerini bulmalıyım ki, polisle ikametgâhına baskın yapabileyim.” Çünkü öyle polise şikâyet edip, hırsızın bulunması için beklese, bu olayların sonu gelmeyecekti. Hem polisin işi gücü yoktu da onun bu saçma sapan emeklerini çalan hırsızı mı bulmaya çalışacaktı? “İş başa düştü, onu kendi ellerimle tutuklatmalıyım.” dedi. “Ama nasıl?” Sorusu zihninde yankılanmaya başladı. Aslında işi o kadar da zor değildi. Çünkü hırsızın kim olduğunu biliyordu en azından. Ama nerede yatar kalkar, nerelere takılır bunu bilmiyordu işte. Aman canım, dedi gamsız bir vaziyette. “Küçük bir araştırmayla bulunur elbet, atla deve değil ya...”
“İşte buldum.” diye söyleniyordu soluklandığı çay bahçesinde. “Hiç bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştim. Artık sıra hesap sormaya geldi.”
- Efendim ne içersiniz? diye üçüncü defa tekrarlamıştı garson.
Ancak kendine gelebildi ve “Bir çay lütfen” dedi, elindeki kağıttan başını kaldırmaksızın. İyice keyiflenmişti, gelecek olan çayın yanına bir de sigara yaktı. Bütün gamı, kasveti, şu sigaranın dumanı gibi uçup gidiyordu içinden dışına doğru. Duman dumandı, etraf.
Sigarasından, çayından ve elindeki adres kağıdından başka bir şeyi gözü görmüyordu şimdi. Böyle düşünceli olduğu zamanlarda, etrafını bir dumanın sardığını hisseder, dış âlemdeki hiçbir şeyi gözü görmezdi. Hesabın ödenmesi için masanın üzerine koyulan el işçiliği ile süslenmiş, ahşap kutunun içine bir miktar para bıraktı ve hızla oradan uzaklaştı.

*** *** ***
Yanındaki polisle bir kapının önünde durdular. Polis, durmadan “Kardeşim bak beni boşuna oyalamıyorsun değil mi?” deyip duruyordu. “Hayır memur bey dedi, hiç öyle şey olur mu? Gerçekten şu önünde durduğumuz kapının ardında azılı bir hırsız duruyor.” Polis, tekrar, “Bak kardeşim beni boşver ama aşağıda koca bir ekip otosu bekliyor. Eğer bizi bekletiyorsan, bunun karşılığını ödetiriz sana” dedi. “Hayır dedim ya memur bey bana inanın.” diye ısrarla kendisine inanılmasını istedi. Polis “Her ne ise uyduk artık bir delinin aklına. İnşallah ihbar doğrudur.” diyerek zili çaldı.
İçerden “Kim o” diyen genç bir bayan sesi geldi. Polis en ciddi tavrını takınarak:
- Polis, hakkınızda ihbar var, dedi.
Her hâlinden sekreter olduğu belli olan genç hanım sakin bir tavırla kapıyı araladı ve:
- Buyrun, içeri geçin, dedi. Aralık olan kapıdan önce polis, sonra kendisi girdi. İçeri girmişti ama sekreter olduğu zannedilen bayanın sakin tavırları, onu çileden çıkarmaya yetmişti. “Pişkin bunlar canım diye söylendi. Polisten bile çekinmiyorlar, olacak iş değil.”
Genç bayanın gösterdiği yere oturmadılar.
- Şikâyet neydi? diye sordu bayan.
- Sizinle bir ilgisi yok hanımefendi, dedi polis. Biz şeyi arıyorduk..
Umursamaz bir tavırla yanındakine döndü ve:
- Neydi bu utanmazın adı? dedi.
- Mustafa Kutlu, efendim, diye cevap verdi.
- Hah işte onu, yani Mustafa Kutlu’yu arıyoruz dedi. Bayan sakin tavrından taviz vermeyerek:
- Sağdaki kapı buyrun, dedi ve onların önünde yürüyerek sağdaki kapıyı çaldı.
İçeriden gelen “Gel” sesiyle, sekreter içeri girdi, arkasından da onlar.
- Efendim, bu beyler sizi arıyorlar, dedi.
Tamam sen çıkabilirsin kızım, dedi yazar yakın gözlüklerinin üzerinden bakarak. Sekreter dışarı çıkınca:
- Buyrun memur bey bir sorun mu var acaba? diyerek yerinden kalktı.
- Bu bey sizden şikâyetçi, diye cevap verdi polis ciddi tavrını bozmayarak.
Yazar ayağa kalkınca, “Epey de uzun boyluymuş” diye geçirdi içinden. Karşıdaki istifini bozmadan, rahat tavırlarla kelini kaşıyordu. Sanki karşısındakilerle alay eder gibi bir tavrı vardı.
- Neydi şikâyet efendim? dedi, karşısındaki acayip giyimli adamı çıkartmaya çalışırken. Bir türlü çıkartamayınca da “Okurlarımdan biri olmalı” dedi içinden.
- Bu beyin hayallerini, kurgularını ve yazacaklarını çalıyor muşsunuz? dedi, polis.
Bizimki iyiden iyiye keyiflenmişti. İşte onu ummadığı bir anda köşeye kıstırmıştı. Onun hayallerini çalmak neysin görsündü şimdi. “Yaşı da bayağı varmış” diye geçirdi içinden. “İnsan yaşından başından utanır bari...” diye kendi kendine söylenmeye devam etti. Hem şu dedem zamanından kalma kafesin içinde ötüp duran kuş da iyice canını sıkmıştı. Oturduğu masanın arkası ve onun karşısındaki duvar boydan boya kitapla doluydu. “İnsan bari biraz da onlardan çalar, hep benim hayallerim, benim yazacaklarım... Sonra beyefendi meşhur bir yazar olup çıkıyor, gerçekten olacak iş değil...”
- Efendim, ne alakası var, ben bu beyefendinin hayallerini nasıl çalabilirim ki, kendisi bana anlatmadıktan sonra..
- Ben anlamam, derdini karakolda anlatırsın. Haydi bizimle merkeze kadar gel bakalım dedi polis ve adamın ellerini kelepçeleyiverdi bir anda.
- Ama efendim..
- Hadi derdini karakolda anlat dedim sana..
Bizimki intikamını almış olmanın verdiği o büyük hazla, “Oldu işte!” dedi. “Hem de zannettiğimden daha kolay oldu.”
Bir yazarın, nerede olduğuna aldırmadan, insanların hayallerini dillendirmeye devam edeceğini bilmeden, o müthiş hazzının tadını çıkarıyordu.

*** *** ***
Uyuyakaldığı yerden hafifçe doğruldu. Gece balkonda kitabını bitirdikten sonra yıldızları seyrederken uyuyakalmıştı. “Off boynum tutulmuş” dedi. “Eee eylülün ortasında balkonda uyursam olacağı bu, en iyisi gidip kendime bir çay alayım.” Sıcak suya poşet çayı sallarken, gece gördüğü rüya zihninin sarkacında sallanmaya başladı. Hafifçe güldü, “Acayip bir rüya...” dedi. Çayını eline alıp, tekrar balkona çıktığında akşamki kitabı eline aldı.
Hayallerini ve özlemlerini [ç]alıp, kendisini kelime denizinin masalsı ikliminde gezdiren yazara, garip bir hisle şükran duyuyordu.
Çayından ilk yudumu aldı keyifle. “Hayallerimize kelimeleriyle ruh üfüren adam, Musatafa Kutlu sen çok yaşa...” diye söylendi sabah meltemi yüzünü yalarken...
 
Üst Alt