Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hasta Ziyaretinin önemi Ve Adabi

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Hadis-i kudsî:
Ey ademoğlu, kullarımdan hasta olanlara güzel muamelede bulun ki, ben de gönüllerine senin sevgini yerleştireyim. Kıyamet günü Allahü Teala buyuracak ki:
- Ey ademoğlu hastalandım bana uğramadın. Kul diyecek ki:
Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbisin! Ben sana nasıl geleyim?
Allahü Teala ve Tekaddes hazretleri cevaben:
- "Biliyordun ki filan kulum hastalandı. Ona gitmedin. Bilmeli idin ki, sen o hasta kuluma gitseydin, beni orada bulurdun" buyuracak.
- Ey ademoğlu, kullarıma güzel muamelede bulun ki, seni seveyim ve sevgini kullarımın kalblerinde artırayım.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
- Hastaları ziyaretin ecir bakımından en faziletlisi, hastanın yanından çabuk kalkmak (gitmek)dir. Hasta fazla oturulmakdan çeşitli sebeblerle üzülebilir. (Deylemî)
Gene buyururlar ki:
Kim ki bir hastayı ziyaret ederse, o rahmete dalar. Hastanın yanında oturduğu müddetçe de o rahmetin içinde olur.
- Kim ki bir hastayı ziyaret ederse, sanki Allah yolunda yedi yüz güne denk bir günde oruç tutmuş olur. Kim ki bir cenazeye katılır ise, sanki Allah yolunda, yedi yüz güne denk bir günde oruç tutmuş olur.
Anlatılır ki, bir gün birisi gelib, Ümmü Derda'ya kalbinin katılığından bahsetti. Ümmü Derda dedi ki:
- Kalb hastalığı (yani kalbin kasaveti) en büyük hastalıktır. Sen hastaları ziyaret et, cenaze teşyiine katil, kabirleri ziyaret et.
Gelen şahıs aynını yapdı. Kabirleri ve hastaları ziyaret etdi. Cenaze teşyiinde bulundu. Gerçekden bir müddet sonra kalbinin katılığından kurtuldu. Tekrar Ümmü Derda radıyallahu anhaya şöyle dedi;
- Allah sana hayırlar versin!...
(Gafletten Kurtuluş, Tenbıhü'l-Gafılin)
Yunus Emre Hazretleri hasta ziyaretinin ehemmiyetine binaen aşağıdaki şiirleri söylemişdir:
Bir hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi.
Yetmiş bin melek, sabahdan aksama kadar hastayı ziyaret eden kişi için mağfiret dilerler buyuruluyor.
Hastayı ziyaret eden kimse kendini yoklasın. O günkü kederinin yanında Cenab-ı Hak ve Teala hazretleri, öyle bir huzur ve rahatlık verir ki, lisan ile tarif edilemez. Belki de bu, yetmiş bin meleğin mağfiret dilemeleri ile zuhur etmektedir.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Bir hastayı yoklayan, hep cennet bahçelerinde bulunur.
Diğer bir hadis-i şerifde de:
- Hastayı yoklıyan şehid sevabına kavuşur, buyurdular. (Birinci hadisin ravisi Sevban r.a Müslim; ikinci hadisin ravisi Said bin Cübeyr ve Katade r. anhüma)
Hikmet sahiblerinden biri hastalanmıştı. Bir grup kimse ziyaretine gitdiler. Uzak oturdular, sonra bize nasihat et, dediler. Hakîm:
- Size nasihat ediyorum dikkat edin! Hasta ziyaretine gitdiğiniz zaman hastadan uzak oturmayın, buyurdu.
Bir hastayı ziyaret eden bir mü'min, şu duayı yedi defa okursa, Allahü Teala o hastaya şifa gönderir. Ölüm hastası hariç. Dua şudur:
"Es'elullahe'l-Azim Rabbe'1-Arşi'l-Azim enyeşfike." (Ebü Davüd ve Tirmizi)
Hasta ziyaret etmekle hastanın gönlü alınmış olur. Fatiha ve dua ile de ona imdad etmelidir. Nitekim bir dörtlükde şöyle denilmektedir:
Madem ki alamazsın, elemini hastadan
Bari gidib sormayı, sen esirgeme ondan
Binlerce tatlı şerbet ve hoş kokulu meyve
Daha iyi değildir, onanla bulunmakdan.
Zengin olsun, fakir olsun, hasta ziyaretinden gerikalma. Dostları acı içinde görmek tam derd ve gam ise de, onları unutmak muhabetde haramdır. Bir dörtlük daha:
Ziyaretin şartında edersem eğer kusur
Bu hali karışığı, bu işinde gör mazur
Gam görmüş, sitem görmüş, dayanmaz bir kalbim var
Görmeğe dayanamaz, dostu derd içre durur.
Resulü Ekrem sallallahualeyhi ve sellem buyurur:
- Mü'minlere gelen bir derd, sıkıntılı hastalık ve üzüntü onun küçük günahlarına keffarettir. (Müslim)
Gene buyuruyorlar:
- Sabahleyin, bir müslüman hastayı ziyaret eden müslümana yetmiş bin melek, sabahdan aksama kadar mağfiret dilerler. Akşamleyin onu yoklarsa yetmiş melek onun için sabaha kadar mağfiret dilerler ve onun için cennetde bir bahçe olur.
(Rivayet Hazreti Ali radıyallahu anh- Riyadü'n-Nasihîn'den)
Muhterem Üstazımız Mahmüd Sami Ramazanoğlu hazretleri son yaşlılık zamanları nda bile o takatsiz hallerinde, ehemmiyetine binaen hasta ziyaretlerinde, cenaze namazı ve defn merasimlerinde bulunur, sonra da cenaze sahiblerinin evlerine gider taziyelerde bulunurlardı.
Hastanın yanında fazla kalmaz, üç beş kelime ile teselli eder ve ayrılırlardı. Hatta bir defasında zahiren ölüme mahkum bir hastanın sırtını sıvazlayarak "sen bundan sonra çok hizmet edeceksin" buyurmuşlardı. Elhamdülillah Cenab-ı Hakk'ın izniyle o mühlik hastalığa mübtela olan zat kesb-i afiyet etmişdir.
Afiyetini kazanan muhterem zat yaşlı olmalarına rağmen gecesini gündüzüne katarak büyük bir gayret içinde yüzlerce, kıraate bi hakkın aşina, hafızlar yetiştirmeğe muvaffak olmuş ve semeresin (Cenab-ı Hakk'ın izni ile) almakdadır.
Allahü Teala ve Tekaddes hazretlerinden dileğimiz şudur ki: Bu her türlü senaya layık olan muhterem hocamıza daha uzun uzun ömürler versin ki daha pek çok değerli ilmi ile amil hafız efendiler yetişdirmeğe muvaffak olsun! Amin.
COŞKUN MUHABBET
Bazı coşkun merhamet sahibleri hastayı ziyaretle yetinmezler, diğer hususlarda da yardımda bulunmakdan büyük zevk duyarlar. Bursalı iki ahbabımız vardı. Hem havlu ticareti yaparlar, hem de manevi kardeşlik bağlarını yürütürlerdi. Pek güler yüzlü ve hizmet ehilleri oldukları için güzel isim yapmışlar, her Bursa'ya gelen muhakkak onların mağazalarına uğrarlar ve ikramlanırlardı.
Bunlardan birisi rahatsızlandı ve yatağa düşdü, diğeri de üzüntüsünden dükkanını kapattı. İşini tasfiye etdi. Ve kendisini manevi kardeşinin hizmetine verdi. Vefakarlığın ne olduğunu fiilen ispat etti. Üç buçuk sene gibi uzun bir müddet altını temizledi ve diğer hizmetlerini üstlendi. Hatta bu işin arasında esîr-i firaş olmuş bir çok bîkeslem hizmetinde bulundu. Büyük bir nezaket ölçüsünde bu işleri başardığı için hepsinin gönüllerine girdi. Dualarını aldı. Vefa kelimesinin Zümrütü anka olduğu bu devirde, her türlü hörmete şayan ağabeyimizi hatırlar ve bu zamanda böyle insanlar da var diye ferahlarım. Rabbımız Teala hazretleri kendisine uzun sıhhatli ömür ihsan eylesin' Dünyevî ve uhrevî seadetlere gark eylesin! Amin
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşdur (Ebu Musa el Eşanden):
- Aç olan kimseye yemek verin, hastayı ziyaret edin, esiri kurtarın (Mevahıb'ı Ledunniye) imam Müslim'den şöyle bir rivayet vardır.
- Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır, denilmiş ve hastalandığı zaman ziyaretine gitmek bu cümleden zikredilmiştir.
İki nimet vardır ki, kul onun kadr u kıymetim bilmez. Onlar da, sıhhat ve ferağdır.
Ferağ, faideli işlerde bulunmak için musaid vakit demekdir.
Çok kimseler vardır ki, sıhhatli olmalarına rağmen, ferağdan mahrumdurlar .Sebebi ise kendilerini dünyanın bir kısım, faideli veya faidesiz işlerine kaptırmalarıdır.
Böyle insanların hayatları düzensizdir. Çalışırlar, didinirler, yorulurlar buna rağmen hayatın, ahiretin gayesini, sebebini kavrayamazlar, anlayamazlar Bazan bu hallerinden kendileri de şikayetçi olurlar. Buna rağmen bir türlü kendilerini çekib, selamet sahiline atamazlar.
Halbuki sıhhatli kimse, bu hâlinin kıymetini bilib değerlendirmesi gerekmez mi? Hayatını nizama koymasını bilen, onu güzel işlerde kullanmasını da bilir Bütün gayretini Allah'ın emirlerini yerine getirmeğe hasreder. Çünkü vakitlerinin kıymetini idrak etmişdir. Dünyayı da ihmal etmez, lakin ağırlığı ukbaya hasreder.
Bütün gayesi temiz, günahlara bulaşmayan bir kimse olmak, her hususda gerek kendisine, İslamiyete, gerek cemiyete faydalı olmakdır.
Gönlü daima Rabbısıyla olur, namazını vakinde adabı üzere kılar, zekatını verir, orucunu tutar, hacca gider Allah'ın rızasını celbeden bir çok nafile ibadetlerde bulunur. Bilhassa hastaları ziyaret etmek, gönüllerini almak, ihtiyaçları varsa temin ederek onları rahat ve huzura kavuşturmak Allahu Azze ve Celle hazretlerinin pek hoşlandığı, rızasını kazanmağa en büyük vesiledir.
Farzdan sonra en büyük ibadetin "mü'min kardeşlerimizin gönüllerine sürur vermek" olduğunu bilebilirsek, sık sık hastaları ziyaret eder; yetimlere, yoksullara, fakirlere yardımda bulunur, mutlu kimselerden oluruz inşaallah. Bu mühim hususları ihmal edenlerin vay haline.
HASTAYI ZİYARET ADABI
Selman-ı Farisî radıyallahu anh hastalanmışdı. Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onu ziyaret etdiler ve buyurdular ki:
- Şu hasta yatağında senin için üç nimet vardır. Bunlardan bin Rabbının seni hatırlamasıdır. Allahu Teala ve Tekaddes hazretleri hasta kullarını anar. İkinci nimet, bu hastalığın senin geçmiş günahlarına keffaret olmasıdır. Hastalanan bir mü'minin hastalığı onun geçmiş günahları için bir keffaret olur Üçüncüsü ise hastanın duasının makbul oluşudur. Şimdi sen hastasın Bu sebepden duan makbuldür. Binaenaleyh gücün yetdiğince dua et.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi buyurur (Ebu Hureyre radıyallahu anh den):
- Bir kimse, bir hastayı görmeğe gitse, gökden bir munadı nida edib, ona der ki Sen ne güzelsin! Bu yürüyüşün ne güzel! Sen Cennetde kendine bir menzil edindin (Mevahibı Ledünniye)
Gene buyuruyorlar (Enes bin Malık radıyallahu anhden):
- Bir kimse abdest alsa ve abdestini güzel eylese, sonra Allah'dan ecir ve sevab umarak hasta olan müslüman kardeşim ziyarete gitse, o kimse cehennemden yetmiş yıllık yol uzak kılınır (Musahabe 2)
Gene buyuruyorlar (Ebu Said Hudrı r anhdan)
- Bir hastanın yanına girdiğin zaman, ona eceli hakkında nefes veriniz (hatırını hoş edecek sözler söyleyiniz) Çünkü bu onun gönlünü hoş eder.
(Mevahibı Ledunnıye)
Hasılı hadisi şenfde ilaçların en şereflisine irşat vardır. Çünkü bir hastanın hatırının hoş edib, kalbini kuvvetlendirmek gibi hiç bir ilaç faideli olamaz. Çünkü bununla, vücud harareti meydana gelib hastalığın, savuşdurulmasına yardımcı olur. Hemen kendisinde bir hafiflik hisseder.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin güzel adetleri şu idi ki, hasta ziyareti hususunda gün ve vakit tayin etmezler, ne zaman icab ederse o zaman ziyaret ederlerdi Ve hastanın gayet müşfikane bir şekilde gönüllerini alırlar, Nasılsın ?Canın ne istiyor ?" gibi tatlı, can alıcı sözler kullanırlardı .Mübarek ellerini hastanın alnına, bazan da göğsüne koyarlardı .Ve hastaya hastalığından kurtulması için bazı hususlarda malumat verirler, ondan sonra dua ederlerdi. Bazan abdest alıb, mübarek suyundan hastanın üstüne saçarlar, bazan
- "Merak etme, Allah'ın dilemesiyle hakkında temizlik olur' bazan da
- "Hakkında keffaret ve temizlenmedir" buyururlardı.
Abdülkadir Geylani kuddise sirruh buyurur:
- Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin adetlerinden biri de, hastaları ziyaret etmekdi. Bizler ise bu güzel adeti terkettik. Onun yerine sıhhatlileri ve işi gücü yerinde olanları ziyaret ediyoruz. Bizler Allah rızasının dışında başka bir maksatla evlere girmekden ve sizlerden bir şey beklemekden, men edildik. Yalnız Allah için ve mümin kardeşlerimizin gönlünü hoş etmek maksadıyla ziyarete geliriz. Karşılığında her hangi bir şey almayız. Bir talepde bulunmayız.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:
- Hastaları ziyaret ediniz. Cenazeleri teşyi ediniz. Cenazelerin merasimine katiliniz. Çünkü bunlar size ahireti hatırlatır.
VAKIFLAR YAŞASAYDI...
Osmanlılar devrinde vakıf müesseseleri vasıtasıyla hastahaneler yapılır ve ücretsiz olarak fakirler tedavi edilirdi. Bu vakıf müesseseleri yenile yenile kül oldu. Her nasılsa bir Vakıf Gureba Hastahanesi ayakda kalmış meccani olarak hizmetlerine devam ediyordu. En sonunda ona da el konuldu. Bezm-i Alem Valide Sultan'ın bir hayır müesessesi yalnız isim olarak kaldı. Fakir-fukaranın bedava tedavi gördüğü yerde, garibler tedavi olunamaz hale geldi. Türkiye'miz-deki hayat ölçüsüne göre hasta tedavisi ücretleri hayli şişirildi ve bu şekilde bir çok parasız hastalar tedavi olunamaz hale gelerek adeta ölüme terkedildiler.
Gelen hükümetler halka şirin görünmek gayesiyle birçok israfları terk edip bu Allahü Teala'nın garib kullarının sıkıntılarım asgari hadde indirmeğe samimiyetle niyet etmiş olsalar ne kadar hayırlı olur.
Mesela Suudi Arabistan'da hem devlet hastahaneleri hem de hususi hastahaneler mevcuddur.
Bilhassa Medine'deki Melik Fehd, Mîkat, Uhud hastahaneleri çok verimli hizmetler vermekdedir. Hastahane binaları pırıl pırıl temiz, hergün deterjanla en ufak bir yeri ihmal edilmeden yıkanmakdadır. Fazla ücret verebildikleri için en değerli mütehassıs doktorları temin etmekdedirler. İcabında en ağır ameliyatlar muvaffakiyetle yapılmaktadır. Hemşire ve hastabakıcıların en ufak ihmallerine göz yumulmuyor. Hastalara karşı büyük bir şefkat ve ihtimamla hizmet ediyorlar. Yatak, ameliyat, röntgen, ultrason, kan tahlilleri, her türlü serumlar, sargılar hatta kırık çıkıklar için kullanılan platin ve emsali Avrupa'dan temin edilen en pahalı maddelerin ücretleri dahi hep devlete aid. Yani hasta beş kuruş harcamadan hastahaneye girdiği gibi çıkmakdadır. Hatta hastabakıcılara bahşiş dahi verilmesine göz yumulmuyorlar. Diğer Cidde, Riyad devlet hastahaneleri de aynı şekilde. Osmanlı vakfiyelerine sadakat gösterilmiş olsa idi Türkiye'deki vakıf hastahaneler, fakirlere karşı böyle büyük insafsızca ücretler istemek cür'etini göstermezlerdi.
Hatta Medine-i Münevvere'de İcabe mescidinin yanında küçük çapta bir hastahane vardır. Bu da devlete aid. Buraya ancak tıbben tedavisi mümkün olmayan, zahiren ölüme mahkum olan hastalar alınıyor ve ona rağmen büyük bir ihtimam ve şefkat içinde ıztırabları tahfif ediliyor. Müdür, doktor ve müstahdemleri sanki semadan inmiş birer melek. Mesela sıhhate kavuşması ihtimali olmayan müzmin ishalli birisi günde üç-beş kere yatağını kirletse en ufak bir yüz asıklığı olmadan o kirlenmiş olan çarşafı, bembeyaz temiz örtülerle değiştiriliyor. Binada en ufak ağır bir koku duyulmuyor. Çöp sandıklarında en ufak taaffün etmiş bez ve çöpler bulundurulmuyor. Tarifle anlatmak imkansızdır, insan gözü ile görmeli.
Sonra evvelce Türkiye'mizde ilaç ve sıhhî malzeme fiyatlarına gelişi güzel zam yapılma selahiyeti verilmemişdi ve yahud muayyen bir ölçüde yapılırdı. Aldığımız bir ilacı altı ay sonra fiyatı katlanmış olarak alabiliyoruz. Sebeb enflasyon belası. İşi enflasyona göre ayarlamak başka, her ay yüzde 15, 25 zam yaparak fiyatları insafsızca şişirmek başka.
Hicazda hususi hastahanelerde yaptırılan kan ve diğer tahliller Türkiye'ye nisbeten çok insaflı.
Türkiye'miz halkında son zamanların verdiği kısmî refah, herkesi şımartdı. Herkes alacağı şeyin fiyatını sormağa utanıyor ve istenilen rakam ne ise itirazsız ödüyor. Hatta Arabistan'da süper zenginlerin bile aldıkları mal üzerinde pazarlık ettiği görülmektedir.
Yiğenim 15 sene kadar önce Amerika'ya tedaviye gitdi. Bir ay kadar kaldıktan sonra isabetli tedavi ile İstanbul'a geldiler. 5 sene sonra tekrar gitme ihtiyacı oldu. Efendisi ile tekrar gitdiler. Cenab-ı Hakk'ın lütf u ihsanı ve oradaki İsveçli doktorun bilgi ve gayreti ile mesrur olarak tekrar İstanbul'a döndüler. O zamanki şartlar altında o doktora 20-25 milyon kadar bir para ödemeleri icab ediyormuş belki bu günkü hesabla bir-iki milyar tutar.
Doktor gece-gündüz demeyip hatta tatil günlerim bile feda ederek hastaları ile candan meşgul olan merhametli, müslüman ahlaklı birisi.
Birinci dönüşlerinde olduğu gibi ikinci dönüşlerinde de kendisine külliyetli para ikram etmek istiyorlar ama ne mümkün? Katiyyen kabullenmiyor. Buna karşılık hiç olmazsa biraz kıymetli giyim eşyası ve gayet güzel bir kutu şeker alarak doktoru memnun etmek istiyorlar. Kendisine takdim ettiklerinde:
- Devlet bana büyük miktarda ücret, maaş veriyor ve beni bol bol tatmin ediyor, diyor.
Sonra giyim eşyalarını kabullenmeyip bir kenara koyduktan sonra o pek büyük ve güzel şeker kutusuna bakarak, "bunu da yanınıza alıp götürünüz, İstanbul'a gelebilirsem hep beraber yeriz" diye latife ediyor.
İşte hakiki müslüman ahlakında hazık bir doktor.
ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN KALBE TESİRİ
(Kimya-yı Saadet'ten)
Ölüm büyük bir işdir, büyük bir tehlikedir. İnsanlar bunu bilmezler, hatırlasalar da kalblerine fazla tesir etmez. Çünkü kalbleri dünya meşgalesi ile öyle dolmuşdur ki, kalblerinde bir şeye yer kalmamışdır. Bunun için de zikir ve tesbihden zevk almazlar. Bunun çaresi, yalnız bir yere çekilmek, hiç değilse kalbini bir saat kadar dünya meşgalelerinden uzak tutmakdır.
Nitekim ıssız sahralarda dolaşan bir kimse, başkalarından kendisine bir yardım geleceğini düşünmez. Basının çaresine bakar. Önceden tedbir alır. İşte yalnız bir yerde oturup kendi kendine demelidir ki:
Ölüm yaklaşdı. Belki bu gün gelir. Eğer sana bilmediğin karanlık bir dehlize gir deseler içinde kuyu var mı? yoksa köpeğe rastlar mıyım veya ne var ne yok? bilmiyorum deyip dizlerinin bağı çözülür. Ölümden sonraki işin, mezardaki korkulu halinin bundan aşağı olmadığı gün gibi meydandadır. Bunu düşünmemek ne biçim cesarettir? Bunun en güzel çaresi ölen arkadaşlarına bakmak, onları düşünmekdir. Onları hatırlayıp dünyada her birinin mevkiini, işlerini, sıkıntılarını, neş'elerini, dünyada neye kavuşduklarını, ölümü nasıl unuttuklarını ve beklemedikleri bir zamanda ellerinde en ufak bir azık ve hazırlık yokken ölümün gelip onları kıskıvrak götürdüğünü düşünün.
Ölümü hatırlamak üç şekilde olur..
Birincisi, dünya ile meşgul olan gafilin hatırlamasıdır. Ölümü hatırlar fakat kendisini dünya arzularından alacak diye onu sevmez. Bunun için ölümü kötüler ve "bu kötü iş başımıza gelecek, yazık ki bu dünya ve güzellikler böyle kalacaktır" der. Ölümü bu şekilde hatırlaması kendisini Allahü Teala'dan uzaklaştırır. Fakat dünya kendisine sıkıntılı gelir. Ve dünyadan nefret ederse aklını kullanırsa faydasını görür.
İkincisi, tevbe edenlerin ölümü hatırlamasıdır. Daha çok korkmak için ölümü hatırlar. Tevbesini bozmaz ve geçmişte kaçırmış olduğu fırsatları telafi eder. Çok şükür etmeye gayretli olur. Bunun sevabı büyüktür. Tevbe eden kimse ölümü kötü görmez. Erken ölmeyi de sevmez. Çünkü hazırlık yapmadan gitmek istemez. Ölümü böyle istememek zararlı değildir.
Üçüncüsü, ariflerin ölümü hatırlamasıdır. Onların hatırlaması vadedildiği üzere öldükten sonra Allahü Teala'ya kavuşmak içindir. Seven sevdiğinin va'dini sözünü unutmaz. Daima onu gözetir. Hatta seve seve ölmek ister. Nitekim Huzeyfe (radıyallahu anh) ölürken "Ya Rabbi! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sıhhatten, ölümü yaşamaktan çok sevdiğimi biliyorsun. Ölümümü kolay eyle ki, seni görmekle rahat edeyim."
Bu derecelerin ötesinde bundan daha büyük derece vardır. Ölümü istemez de, kötü görmez de, ne erken gelmesini ne de geç gelmesini ister. O Allahü Teala'nın hükmünü hepsinden çok sever. Kendi tasarruf ve arzularına kıymet vermez. Rıza ve teslim makamına ulaşmıştır. Bu, ölümü hatırladığı fakat ondan korkmadığı, hatta ölüme hiç aldırmadığı zaman olur. Çünkü bu dünyada kendisi onun müşahedesindedir. Kalbi her an onu zikretmektedir. Ölüm ve hayat onun için birdir. Çünkü her nerede olursa olsun, Allahü Teala'nın zikrine ve sevgisine dalmıştır.
ÖLÜM HASTASINA YAPILACAK VAZİFELER
Ölüm hastalığına yakalanan bir hastanın, yatağı, çarşafı ve çamaşırları temiz olmalıdır. Sık sık değiştirilmelidir. Çünkü temizliğin kalbe ve ruha büyük tesiri vardır. Ölüm zamanında ise kalbin ve ruhun temiz olması başka zamanlardan daha mühimdir. Ağır hastalara, iğne ve lüzumsuz serumlar yaparak eziyet etmemelidir. Sıhhate kavuşmak ihtimali var ise, ancak o zaman yapmalıdır. Ağır hastaları evde tedavi etmeğe, evde ailesinin, salih kimselerin yanında, Kur'an-ı Kerim okuyarak ve kelime-i şehadet telkin ederek can vermesine uğraşılmalıdır. Hastanın yanında iman ve itikad bilgileri çok konuşulmalıdır. Gelen ziyaretçiler böyle lüzumlu şeyleri konuşmalı, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin bol olduğunu gösteren menkıbeler söylenmeli, günahların Allahü Teala'nın merhameti yanında hiç oldukları hatırlatılmalı. Af ve mağfiret ümidi çok olmalıdır.
Hasta, namazlarını geçirmemeğe, her zamandan daha çok dikkat etmelidir. Kalbini Allahü Teala'nın sevgisi ile doldurmalı. Kelime-i tevhidi çok söylemelidir. Dinin emirlerini yapmağa dikkat etmelidir. Vasıyetini etmeli veya yazmalıdır.
Ölüm hastası, ihlas suresini çok okumalıdır. Yatağı karşısına Kelime-i tevhid yazılı levha aşılmalıdır.
Karyola ve yatak yerini ve odayı değiştirmek hastaya ferahlık verir. Mümkün ise hasta abdestli bulunmalıdır. Hizmetçi, aşçı, hemşire gibi kadınlar mahrem olmadıklarından çok büyük mahzurdur. Hastaların, ihtiyarların kızı, aile yerini tutamaz. Zaruret olmadıkça mahrem hizmetleri yapamazlar.
Ziyaretçiler, hasta yanında çok oturmamalıdır. Sevdiği insanlar olsa dahi. Çabuk kalkmalıdır. Hasta teklif ederse, biraz daha oturup kalkmağa teşebbüs etmeli. Ağır hastanın yanına kimseyi sokmamak doğru değildir. Hasta istemese de salih insanlar gidip bir ihlas okuyacak kadar oturmalıdır. Doktor kimse görüşmesin, konuşmasın dedi diyerek, hastayı mahrum etmemelidir.
Ölüm hastasına helalden, mümkün olduğu kadar abdestli ve kalbi uyanık kimselerin besmele ve dua ile hazırladığı şeyleri yedirmelidir.
Her müslümanın ölüme hazırlanması lazımdır. Bunun için de tevbe etmelidir. Kul hakkı altında kalmamağa dikkat etmelidir. Yani haklarım sahiblerine verip helallaşmalıdır. Allahü Teala'nın haklarım da ödemek lazımdır. Bu hakların en mühimi, İslam'ın beş şartını yerine getirmektir.
Namaz kılmayan kimse müslümanlığınhakkını vermemiş olur.
Bu dünya bir konakdır. Ahirete göre bir zindandır. Bu geçici varlık bir görünüştür. Gölge gibi yavaş yavaş çekilmekde, geçip gitmektedir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
"İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar."
Dünya hayatı rüya gibidir, ölümle uyanınca rü'ya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Müslümanların ölümü hayattır. Hem de sonsuz bir hayat.
 
Üst Alt