Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hac Farîzasinin Siyâsî Ve Teşrî Yönü

erciyes_1903

New member
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
9
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Yaş
36
kabe.jpg
Müslümanların İslâm akîdesini bakış açılarının kaynağı olarak kabul etmediklerinden bu yana, Müslümanların akîdevi ve amelî meselelerinde zafiyetler oluşmuştur. İslâm'ın düğümleri tek tek kopmaya başlamış, Şârî'nin taleplerine istenilen manada cevap verilemez olmuştur. İslâm'ın ahkamlarında zafiyetlerin oluşacağını beyan eden bir hadîs-i şerifte Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"İslam'ın düğümleri, her biri tek tek çözülünceye kadar, kopacaktır. Bu çözülen düğümlerin ilki yönetim ve sonuncusu da namaz olacaktır." [1]
Bu zaafiyetlerden, çözülen düğümlerden biriside hacc'tır. Ne yazık ki; yıllardır hacc farîzası aslından uzak bir şekilde gerçekleşmektedir. Hayattan kopuk, güven ortamının sarsıldığı, İslâm ahkâmının konuşulmasının dahi yasaklandığı, araya sınırların konduğu, Müslümanlara vize zulmünün işlendiği, milliyetçilik mikrobunun kol gezdiği, maddi kazanç için yarışıldığı, siyasi ve teşrî yönü tamamen unutturulmuş bir hacc farîzası aslî kimliğinden çok çok uzaklardadır.
Müslümanlar arasında hacc farîzası; İslâm'ın beş şartından birisi, mübârek beldelere ziyaret, anlamalarından/mefhumlarından başka bir şey çağrıştırmaz olmuştur. Kültürümüzde hacc ibâdeti, yaşlanınca ve bütün işleri hallettikten sonra yerine getirilen/îfa edilen bir ibâdet olarak algılanmaktadır. Hacc'ın gerçek mâhiyeti, yani bünyesinde taşıdığı teşrî ve siyâsî yönü tamamen unutturulmuştur.
Evet, unutturulmuştur diyoruz, çünkü Müslümanların başındaki hain yöneticiler hacc'ın siyâsî ve teşrî yönünü bilerek ketmetmektedirler/saklı tutmaktadırlar. Çünkü hacc farîzasının bu yönlerinin bilinmesiyle uyumakta olan Müslüamnların uyanacağı korkusunu taşımakatadırlar.
Bu çalışmayla biz, Müslüamalar nezdinde tasavvur bile edilemez olmuş, zihinlerden tamamen silinmiş hacc farîzasının siyâsî ve teşrî yönünü incelemeye çalışacağız.
Hacc Farîzasının Siyâsî Yönü:
Bunu üç başlıkta incelemek mümkün. Tek tek inceleyecek olursak;
1- Hacc ibâdeti, Müslümanların vahdâniyeti'nin pratik hayata yansımasıdır:
Hacc ibâdeti, İslâm Ümmeti'nin vahdâniyetinin/birliğinin zahîri olarak pratik hayata yansıdığı alandır. Bütün sınırları ortadan kaldırarak, milliyetçiliğin bir kenara atıldığı, ırkçılığın hor görüldüğü, Müslümaların birbirlerine şefkat nazarıyla baktıkları bir ibâdet türüdür hacc...
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا
"Ve topluca Allâh'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh'ın size olan ni'metini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kalblerinizi uzlaştırdı. O'un ni'metiyle kardeşler haline geldiniz."[2]
Müslümanların hain yöneticilerinin bütün engellerine rağmen, bütün engelleri aşarak Akîdelerinin gereği olan bir ibâdeti, dil, ırk, renk, millet ayrımı yapmaksızın îfa etmeleri için bir araya gelmeleri; İslâm Ümmeti'nin vahdâniyetinin en büyük emaresidir. Zaten dikkat çekmeye çalıştığımız yönlerden bir tanesi de budur. Hacc ibâdeti, Müslümanların kardeşlik duygularının kabardığı, kardeş olduklarını hatırladıkları ve kardeş olduklarını hatırlamaları gerektiği bir ibâdet türüdür. Mukaddes beldeye yapılan ziyaret esnasında Kabe'yi tavaf eden, Arafat'ta vakfe duran ve bütün hacc menâsiklerini yerine getiren bir kişi, yanı başında aynı menâsikleri yerine getiren Müslüman'ı rengi, dili, ırkı farklı olsada Akîdesi gereği Mü'min kardeşi olarak görmelidir.
Hacc ibâdeti aslında Müslümanlara, unuttukları bir Şer'î hükmü hatırlatmaktadır. O şer'î hüküm, Müslümanları Arafat'ta, Müzdelifede, Kabe'yi tavafta bir araya topladığı gibi, İslâm Ümmeti'ni bir sancak altında toplayacak olan Hilâfet'tir.
Dolaysıyla hacc ibâdetinin bu yönü aslında Müslümanlara, Ümmet bilincini ve İslâm Ümmeti'ni bir çatı altında toplayacak olan İslâm Hilâfet Devleti'ni hatırlatmaktadır.
2- Arefe gününün yani Arafat'a çıkşın îlânı:
Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Hacc Arafat'tır." [3]
Ve bilindiği üzere Arafat'a Zil Hicce'nin 9.da Kurban bayramı günü olan Zil Hicce'nin 10'dan bir gün önce çıkılır. Burada Arafat'ın ne anlama geldiği ve detaylarından ziyade, arafat'ın hacc ibâdeti için önemi ve siyâsî yönü üzerinde durmak istiyorum. Mezkûr hadistede vurgulandığı gibi, Arafat'ta vakfe durmak hacı olmaktır. Hacc'ın bizzat kendisidir. Kimki Arafat sınırları içerisinde, arefe günü (Zil Hicce'nin 9) vakfe durmazsa hacı olamaz. Hacc'ın en önemli ve ihmal edilemez menâsiki Arafat'tır. Arafat'a arefe günü oloan Zil Hicce'nin 9'da çıkılır. Bu demektir ki arefe gününün hangi güne tekâbul ettiğinin tespiti, îlânı ve Arafat'a çıkış çok önem arz etmektedir.
Günümüzde ise; bayram ve arefe günlerinin tespitinde ve îlânında ihtilaflar olmaktadır. Be demektir ki arefe günü değilken Arafat'a çıkma ihtimali söz konusudur. Bu da vakfenin gününde ve zamanında yapılmadığı demektir. Arafatsız ise hac olunmaz...!!
Öyleyse Arafat'a çıkmanın önemi kadar, arefe gününün hangi güne takâbül ettiğinin îlânıda çok önemlidir. Fazla söze hâcet yok... Arefe gününün îlânındaki ihtilafı ortadan kaldıracak olan ise Mü'minlerin hayırlı Halîfesi dir. Mü'minlerin Halîfesi'dir bayram ve arefe birliğini sağlayacak olan... Sahabenin icmâından istinbat edilmiş Şer'î kaide'de bu şöyle ifade edilmektedir:
"İmam'ın hükmü/kararı ihtilafları ortadan kaldırır."
Arefe ve bayram günlerinde görüş birliğini sağlayacak, ihtilafları ortadan kaldıracak, Müslümanlara yaptıkları ibâdetlerde itminan sağlayacak ancak hayırlı bir Halîfe dir. Öyleyse itminanle ibâdet etmek isteyenlere, birlik ve beraberlik içerisinde bayram yapmak isteyenlere, bu ihtilaf ve farklı farklı günlerde bayram yapmak gibi büyük yanlış ve cürüm, Râşid bir Halîfe'yi hatırlatmalıdır. İşte buda hacc farîzasının hatırlanması gereken siyâsî bir yönüdür.
3- Emirü'l-Hac /Hacc Emîri:
Hac ibadetinin düzen içinde ve kurallarına uygun biçimde yerine getirilmesinden sorumlu kişilere Emirü'l-Hac denmektedir. İslâm'da Emirü'l-Hac atanan ilk kişi, Mekke'nin fethinden sonraki ilk haccı yöneten Hz. Ebu Bekr (r.a) oldu. Resulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den sonra bütün Halîfeler ya bizzat kendileri hacc emirliği yapmışlar veyahut yerlerine hacc emiri tayın etmişlerdir. Bu hal kafir İngiliz ve onların yerli işbirlikcilerinin İslâm Hilâfet Devleti'nin hayattan uzaklaştırmasına kadar olan süre içerisinde tatbik edilmiştir. Yani 1924 den sonra Halîfelikle beraber hacc emirliğide kaldırılmıştır. Yıllardır Müslümanlar, maalesef halifesiz olduklarından dolayı senelerdir hacc emiri olmadan ve bu hükümden habersiz olarak hacc etmektedirler. "Bir vâcibin tamalanması için gerekli olanlarda vâcib'tir" kâidesi Emirü'l-Hacc'ın atanabilmesi için Halîfenin nasbını gerektirir.
Özetle, vahdâniyet içerisinde, birlik ve beraberlik içerisinde, sahih olan günde hacc etmek istiyor ve bayram yapma arzusu taşıyorsak, bunu sağlayacak olan Râşid bir Halîfe nasb etmeliyiz.... Etmeliyiz ki dünyada ve âhirette ammellerimizn karşılığı hayır ve yerine getirdiğimiz hükümler itminan verici olsun.
Hacc Farîzasının Teşrî Yönü:
Hacc ibâdeti Allahu Teâlâ'nın şu hitabıyla farz kılınmıştır:
وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً
"Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev'e gi(dip haccet)mesi, insanlar üzerinde Allâh'ın bir hakkıdır." [4] Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ise İslâm'ın üzerine kurulduğu esasları beyân eden bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"İslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Allah'tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve Hacc'a gitmektir."[5]
Bilindiği üzere hacc ibâdeti Allah'ın imkanı olan Müslümanlardan talep ettiği hükümlerden birtanesidir. Bu makalemizde, hacc ibâdetin şartlarından ve rukunlarından bahsetmeyeceğiz. Üzerinde duracağımız konu ise Hacc'a gitmeye niyetlenen kişilerde yerleşmesi gereken ama maalesef tamamıyla unutulmuş olan teşrî tefekkür'dür.
Artık günümüzde Hacı adayları bu Mukaddes beldeye gittiklerinde, Beytullah'ı ziyaret ettiklerinde, Mekke sokaklarında gezdiklerinde, İslâm Risâleti'nin bu mübarek topraklarda indiğini tefekkür edemez olmuşlardır.
Oysaki ziyaret ettiği her beldede, içini ürperten bir korku ve teslimiyetle attığı her adımda hak ile batıl arasındaki amansız mücadelenin yaşandığı toprakların üzerine bastığını hiçbir zaman unutmamalıdır. Yine unutmamalıdır ki; adalet ve merhamet timsali İslâm Risâleti bu topraklardan dünyaya yayıldı ve atalarımıza, onlardan da bize ulaştı.
Oraya giden Hacı; Bilal'in kızgın çöle yatırılıp üzerine taş konulmasının ne demek olduğunu daha iyi anlamalıdır. Bilal'in neden bu çöle yatırıldığını. Neden kendisine işkence edildiğini ve bu işkenceler karşısında neden Bilal'in ‘ehad, ehad' diye haykırdığını idrak etmesi gerekmez mi?
Yine hac vazifesini yerine getirmek için yola çıkan Hacının, annesi ve babası işkence altında şehit edilen Ammar'ın üzüntüsüne ortak olması gerekmez mi?
Habbab bin Eret'in kızgın demirle dağlandığı beldeye ayak basan Hacı'nın, bu insanların küfür ile mücadelerindeki kuvveti nereden aldıklarını düşünmesi gerekmez mi?
Yine bu beldeye gelen Hacı, Ebu Cehil ile karşı karşıya gelmeyecek mi? Velid bin Muğire'nin kibirli yürüyüşünü izlemeyecek mi?
Gece yola çıktığında Dar'ul-Erkam'da gizlice oluşturulan halakalara katılan Müslümanların karanlıkta sessizce yol aldığını görmeyecek mi? Ebu Bekr'in ağlaya ağlaya, yüksek sesle Kur'an okuduğunu duymayacak mı? Mekke sokaklarında yürürken Efendimizin üzerine müşriklerin hayvan işkembesi döktügünü, kızı Fatıma'nın O'nu temizlediğini görüp ağlamayacak mı? Ambargoya tabi tutulan, aç bırakılan, Mekke'nin dışındaki vadiye sürülen Beni Haşim kabilesini ziyaret etmeyecek mi? Efendimizi katletmek üzere köşe başında bekleyen müşriklerle karşılaşmıyacak mı? Efendimizin yatağına yatarak kendisini feda etmeye hazır olan Ali'nin yataktan Allah'ın yardımıyla sağ salim doğrulduğunu görmeyecek mi? O hacı ‘veda haccı'na katılıp Efendimizin bize bıraktıgı Kur'an ve Sünnet'e tekrar sarılmayı arzulamayacak mı? O veda haccını dinlerken, kavmiyetçiliğin-milliyetçiliğin tiksindirici bir fikir olduğunu, ona davet edenleri görünce midesi bulanmayacak mı? Ve en önemlisi o Hacı, bu beldelerde yürürken Kureyş'in tekrar dirildiğini idrak etmeyecek mi?
Tabi ki Haccın gerçek manasını anlayan Müslüman bunları görecek, işitecek, bir kez daha yaşayacak ve bu risaletin üstünlüğüyle bütün bedenini bir ürperti kaplayacaktır ki O İslâm'ın çölde yanan salt bir inanç ve ibadet dini olmaktan öte evrensel bir ideoloji, bir dünya gücü olduğunu idrak edecektir. [6]
Allahu Teâlâ bizlere hacc ibâdetini yerine getirirken istenilen şekilde teşrî ve siyâsî düşünebilmeyi nasip etsin...
Ve Mübârek Iyd-ul Edhâ'nın İslâm Ümmeti'nin zulumatlardan Nur'a çıkışına, İslâmî bir hayata kavuşmasına vesile olması ümidiyle....
Iyd-ul Edhâ'nız mübârek olsun kerim kardeşlerim.
EsselamunAleykum

[1] İmam Ahmed, Müsned

[2] el-Âli-İmrân (3), 103
[3] Tirmizi, Hacc 57,
[4] el-Âli-İmrân (3), 97
[5] Buhârî, İman 1, 2; Müslim, İman 199-22;
[6] Köklü Değişim yazarlarından Süleyman Uğurlu'nun kaleme aldığı bir makaleden alıntı yapılmıştır. Sayı (8)
 
Üst Alt