Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Güzname...

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Zan yâr-ı dil-nevâzem şukrist yâ şikâyet
Ger nükte-dan-ı bişnov tu in hikâyet”(1)

Âriflere saçılır kalemimin mürekkebi… Tariflerin açı ortayına otağ kuran sevdamın lisânıyla, kan revân içinde kalan gönül benimdir. O munis bakışlarla süslü çehrenin nâzenin sahibesi, zamanın evvelinde varlığına râm olduğum eskimez yenidir.

Mânâ ummânında mânâsızlık gemisini yüzdürmek, aşktan gafil olmanın remzidir kuzucağım! Vaslınla inkişâf edecek elbet, benim katran karası bekleyişlerimin ortasına ânsızın düşecek olan nur çağım… Seni sevdây-ı hâkiki ile cân sarayıma buyur etmiyor isem alçağım!

Üsküdar akşamlarının yâdıyla meşgul yüreciğimin yangını! Bu aşk yoksulunun cân hanesine gitmemek üzre gelen olmak lütfuyla, kırık bir kalem hüviyetindeki özüne devlet bahşeden mahzuniyet zengini! Sor bakalım, bu güz devrinde ne sebeple beyazdan kırmızıya sevk etmiş gonca güller rengini? Gel de bir lâhzâ seyreyle, gönül yurdumda kopan ve her nidâsı çile-i güzine işaret eden sevdâ cengini… Ne vakit dikeceksin, ey dokuz fersah geriden ruhuma ilişen nur, ezelden beridir taşıdığım efkârın kitabe-i sengini?

“Hudâ çi suret-u ebru-yı dil-guşâ-yı tu best
Guşâd-ı kâr-ı men ender girişmehâ-yı tu best”(2)

Bağlanmak, sevdânın munis elleriyle atılmış düğümlerle bağlanmak! Yârin haberi dahi olmadan O’na râm olmak… Aşıklığın bu yüzünü gören gözler, Mecnun kıssasına yaş döken gözlermiş meğer… Fuzuli Dedemin divitinden fışkıran hâl-i aşk, şu asrın refakatinde seninle benim aramda mekik dokur duymaz mısın? Söyle ey Leylâ soylu yâr! İçimde ân be ân büyümek istidadındaki bu sevdânın, âşikâr olmaya korktuğu bu demde, çala kalem inleyen fermanına uymaz mısın? Adını sır olmaktan çıkarmak lütfunu esirgeme artık… Ben ve dahi âmâden olan bu gönül, senin tattırdığın derd-i hâfi ile saç-baş ağarttık! Gözlerine bir defa bakmak yetmiş oldu aşkına düşmek için… Kabahatim ânsızın yakıvermekse ruhumun kristal sarayını nâr- aşkınla, vuslatınla merhamet et ey taze! Anlayıver anlatamadığımı… Seziver bir sahur mahmurluğundan ilham alıp… Rüyalarında buyur et beni gözlerine… Çok mudur murâdı senden dilenişim? Gönlümün emriyle titrer Yedi Tepe… Gel makamında, derhal güftesiyle bestelenmiş cân şarkımla uğuldar bâd-ı sâbâ her seher pencerende… Hüküm, seni bana rast getirende ve beni sana tehirlerin zinciriyle incinmiş olarak gönderende! Gel! Gel! Gel!

“Ruvâk-ı manzar-ı çeşm-i men âşiyâne-i tust
Kerem nemâ vu furud â ki hâne hâne-i tust”(3)

Gel diyerek sana buyur edişimin esbâb-ı mucibesi, hasretinle kuruyan dudaklara her nefeste düşen isminin alev yağmurudur kuzucağım! İçimdeki ateş öylesine büyümekte ki, seni de kül eder diye korkarım ey peri! Yedi Tepe yedi mihrâktan akan alevleri, eteğine düşürdün diye daralır sana şu sıralar… Farkında mısın martıların sana ısrar edişinin? Ve Süleymaniye sabahlarının, bir aziz hatırayı usul usul yedişinin? Bir kuytuda bekleyen hayalimin göz yaşıyla ıslanmadıysan, üşüyemezsin ki kelâmımın esrârında… Bir şilte de mi vermezsin bencileyin garibe, gönül sofranın mütevazı bir kenarında? İlle de bülbül kalayım, sana ermeden, sırrımı yâda vermeden, senden yetim kalan ruhumu âzâbın dikenli tellerine mi dolayım istersin? Tek duam var benim… Rab’bim… Tez vakitte, yumak yumak olmuş hayırların sabırsızlığıyla bana vuslatını göstersin! Söyle kuzucağım… Söyle! Aşkta ar olmaz… Olacaklar olsun da, sevdâmın çaylak adımları kemâle ersin…

………/………

Selâtin camilerin sâdâsıyla inledim
Bu gece İstanbul’un efkârını dinledim…

Uzağı yakın eden sevdânın keremiyle,
İçin için çürüdüm, ayrılık veremiyle…

Vuslat nasip olur mu diye sordum kendime,
Bakıp, ucu feleğin elinde kemendime…

Göz göze Hisarların nazarıyla ağladım,
Ümidimi açmamış goncalara bağladım…

Sûzînâk kederimin gâfilisin ey taze!
Ayıp mıdır bu gönül, aşkla olsa kepâze?

Âşığa ar yakışmaz, söyler kendi halince,
Bu hâl pek nâzik elbet ve dahi bu hâl ince!

Lâkin çâre yok mudur aşk-ı hâfi çekene?
Çöl misâli gönlüne aşk tohumu ekene…

Hak’kın murâdı aşktır, aşkın sahibi Hak’tır!
O Hak ki âşık kulu nâçâr koymayacaktır!

Bu sebepten vazgeçmez, deli gönül aşkından,
Sözsüz dua dökülür gözümdeki taşkından…

O taşkın ki bu çölü, aç diye sulamakta…
Kor olmuş nefesime nefesler ulamakta…

Nefesimden kor düşer, Üsküdar yanar şimdi,
Yokuşların âhıyla Çamlıca kanar şimdi…

Bu yara seher vakti ufku kızıla boyar,
İstanbul’un yüzünden siyah tülünü soyar!

Şehir uyandığında, biter gam mesaisi,
Biten gam değil inan… Sabır işin sahisi!

Hüdâî Dergâhında bir meçhul gölge ağlar,
O nurun divânında karanlıklar el bağlar…

Aşkla dolup taşarken gönüldesin her daim,
Beni benden eyleyen elbet sensin hercaim!

Söz kifâyet etmiyor sevdâmı anlatmaya,
İsterim ki ebedi güz güneşi batmaya!

Dokuz adım geriden gel yetiş artık bana!
Cân sarayım senindir, taht yakışır sultâna…

Sultânım, cân efendim! Arz-ı hâlim sensin sen!
Gülmek bilmez bahtıma yegâne gülensin sen…

Kuzucâğım Bayâtî ihtiyâr bir âşıktır,
Şüphesiz vuslatınla bahtiyâr bir âşıktır!

Aşık olana ihtiyar denmez kuzucağım! Aşık ki, asırlar aşıp gelen bir gövdenin taşıdığı dallar manzumesidir. Sen ki, eline aldığın aşk makası ile budarsan seni seveni… Taze filizler sürmez mi sanırsın? İnkâr etme! Makası da, çınarı da, seni budayıcı olarak memur edeni de kendin gibi tanırsın… Sakın acaba deme Kuzucâğım! Acaba derken aldanırsın…

Düşlerimi düşlesen bir ân… Düşümdeki seni gördükten sonra kendini kendinden kıskanırsın…

Aşk geldi meydâne! Uyan kuzucağım! Sana düşürüldü bu gönül adlı dürdâne!

gul1.gif

Güçer KAFA
 
Üst Alt