sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
a) İslâm’ın ikinci kaynağı ve Kur’ân’ın tefsiri olan sünneti ve onun hücciyetini teşkiki ile İslâm ve Müslümanlarla fikrî gazvede bulunan müsteşrikler veya oryantalizm.
b)“Batılaşma” veya “dinî reform” sloganlarıyla dinin zamanın şartlarına göre yenilenmesini savunan ve büyük bir kısmı Müslüman olan kesim diye iki grupta inceleyeceğiz.
İkinci grubu da kendi içinde:
1. el-Kur’âniyyûn
2. el-Medresetü’l-Islahiyye
3. Modernistler, başlıkları altında ele alacağız.
a) Oryantalizm ve Sünnet
Günümüz modernistlerinin akıl hocalığını bir yerde oryantalistler yapmışlardır. Bir çeşit onlardan etkilenmiş ve ilerideki bölümlerde örneklerini göreceğimiz gibi sünnetin dışlanarak Kur’ân’ın salt akıl ile yorumuna gidilmiştir. Dolayısıyla oryantalistlerin, müşahhas Kur’ân tefsiri çalışmaları bulunması bile fikrî tesirleri açısından konumuzla doğrudan ilgisi vardır. Kaldı ki Nöldeke Thedore, Abraham Hinckelmann, Arberry gibi bazı oryantalistlerin Kur’ân üzerine bazı araştırmaları da olmuştur.29
Bir nevi siyasî teşekkül olarak gördüğümüz oryantalizm kanaatimizce emperyalizm ile birlikte mütalâa edilmelidir. Terim anlamıyla bu kelimeden murad dolaylı da olsa İslâm ve öğretilerini yakından tanımak, neticesinde bulunabilecek bir gedik ile İslâm ve Müslümanları şüpheye sevk etmektir. Prof. Dr. Suat Yıldırım Hoca bu mevzuda “Şarkiyatçılık exotique ve maceraperest şark rüyası ile sömürgeci yayılmanın ihtiyaçları arasında gelişir. Hıristiyan şarkiyatçılığı kesin olarak, misyoner faaliyeti çizgisinde yer alır. Dinî inancı olmayan ve sayıları az olan bazı müsteşrikler ise meraklarını tatmin için İslâm’la ilgilenmiş olabilirler.” der.30
14. asır ortalarından günümüze kadar oryantalistler tarafından İslâmî araştırmalarda kaleme alınmış kitap sayısının altmış binden fazla olması konunun ehemmiyetini herhalde gözler önüne sermektedir.31
Oryantalistlerin Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi vessellem)’in nübüvvetine inanmadıkları için sünnetin hücciyetine bakışı doğal olarak inkâr üzeredir. Onlar göre sünnet Arap Cahilî toplumunun gelenek, görenek ve âdetlerinin İslâma taşınması32 ve Müslümanların ilk üç asırdaki yaşantısıdır.33 Hadislerin büyük bir yekûnu daha sonraları oluşmuş Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi vessellem) nispet edilmiştir.34
Bazılarına göre de vahyin nefsanî ilhamât veya bir çeşit kehanet olduğu iddia edilmiştir. Bu babtan olmak üzere Kur’ân Muhammed (sallallahü aleyhi vessellem)’in bir eseridir.35
b) El-Kur’âniyyûn (Ehl-i Kur’ân) ve Sünnet
Temel ilkeleri Kur’ân tefsirinde sünnetin dışlanması olan el-Kur’âniyyûn ekolünü araştırmamızda diğerlerinden farklı olarak biraz daha detaylı incelemek istiyoruz.36
Kuruluşu hakkında kaynaklar farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Abdulhamit Birişik hazırladığı doktora tezinde konunun uzmanı olarak nitelediği Dr. Seyyid Abdullah’a isnaden bu ekol bir grup ve cemaat olarak 1952 yılında Abdullah Cekralevî tarafından bazı prensipler dairesinde oluşturulmasına rağmen üzerine oturttuğu temel görüşler itibarıyla daha çok Seyyid Ahmed Han’dan gücünü almıştır, der.37
Sünnet karşıtı hareket tabiri ile genel olarak sünnetin dinî delil oluşunu (hücciyetini) kısmen veya tamamen reddetmeyi kastediyoruz. Yoksa sıhhati ile ilgili birtakım şüpheler getirme veya bazı kayıtlar ortaya koyma doğrudan sünnet karşıtı anlamına gelmemelidir.
Biz bu araştırmamızda öncelikli olarak yukarıda belirttiğimiz çerçeve içinde kalan fikirlerle ilgileneceğiz. Ancak sünnetin sıhhati konusunda şüphe içinde olma diye tanımladığımız diğer çerçeve içerisine girebilecek bazı aşırı hareketlerin hadisin sıhhati için ortaya koydukları kayıtlar ileride yeri geldikçe örnekleriyle göreceğimiz gibi netice itibarıyla sahih sünneti nefyetme noktasına kadar vardığından bu gibi örnekleri de araştırmamızda zikretmeyi düşünüyoruz.
İmam Şafii sünnetin hücciyetini kabul etmeyenleri üç gruba ayırmaktadır: Birinciler sünnetin hüccet olmasını büsbütün inkâr ederler. İkinciler sünneti Kur’ân’la beraber olunca (Kur’ân’a ters düşmedikçe) hüccet tutar, başlı başına hüccet almazlar. Üçüncüler ise, sünneti kabul eder, ancak haber-i vahidin delil olmasını reddederler. Yalnız mütevâtir, müstafiz ve meşhur olan hadisleri alırlar. Daha kısa tabirle ancak ahbâr-ı âmmeyi kabul ederler.1
a) İslâm’ın ikinci kaynağı ve Kur’ân’ın tefsiri olan sünneti ve onun hücciyetini teşkiki ile İslâm ve Müslümanlarla fikrî gazvede bulunan müsteşrikler veya oryantalizm.
b)“Batılaşma” veya “dinî reform” sloganlarıyla dinin zamanın şartlarına göre yenilenmesini savunan ve büyük bir kısmı Müslüman olan kesim diye iki grupta inceleyeceğiz.
İkinci grubu da kendi içinde:
1. el-Kur’âniyyûn
2. el-Medresetü’l-Islahiyye
3. Modernistler, başlıkları altında ele alacağız.
a) Oryantalizm ve Sünnet
Günümüz modernistlerinin akıl hocalığını bir yerde oryantalistler yapmışlardır. Bir çeşit onlardan etkilenmiş ve ilerideki bölümlerde örneklerini göreceğimiz gibi sünnetin dışlanarak Kur’ân’ın salt akıl ile yorumuna gidilmiştir. Dolayısıyla oryantalistlerin, müşahhas Kur’ân tefsiri çalışmaları bulunması bile fikrî tesirleri açısından konumuzla doğrudan ilgisi vardır. Kaldı ki Nöldeke Thedore, Abraham Hinckelmann, Arberry gibi bazı oryantalistlerin Kur’ân üzerine bazı araştırmaları da olmuştur.29
Bir nevi siyasî teşekkül olarak gördüğümüz oryantalizm kanaatimizce emperyalizm ile birlikte mütalâa edilmelidir. Terim anlamıyla bu kelimeden murad dolaylı da olsa İslâm ve öğretilerini yakından tanımak, neticesinde bulunabilecek bir gedik ile İslâm ve Müslümanları şüpheye sevk etmektir. Prof. Dr. Suat Yıldırım Hoca bu mevzuda “Şarkiyatçılık exotique ve maceraperest şark rüyası ile sömürgeci yayılmanın ihtiyaçları arasında gelişir. Hıristiyan şarkiyatçılığı kesin olarak, misyoner faaliyeti çizgisinde yer alır. Dinî inancı olmayan ve sayıları az olan bazı müsteşrikler ise meraklarını tatmin için İslâm’la ilgilenmiş olabilirler.” der.30
14. asır ortalarından günümüze kadar oryantalistler tarafından İslâmî araştırmalarda kaleme alınmış kitap sayısının altmış binden fazla olması konunun ehemmiyetini herhalde gözler önüne sermektedir.31
Oryantalistlerin Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi vessellem)’in nübüvvetine inanmadıkları için sünnetin hücciyetine bakışı doğal olarak inkâr üzeredir. Onlar göre sünnet Arap Cahilî toplumunun gelenek, görenek ve âdetlerinin İslâma taşınması32 ve Müslümanların ilk üç asırdaki yaşantısıdır.33 Hadislerin büyük bir yekûnu daha sonraları oluşmuş Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi vessellem) nispet edilmiştir.34
Bazılarına göre de vahyin nefsanî ilhamât veya bir çeşit kehanet olduğu iddia edilmiştir. Bu babtan olmak üzere Kur’ân Muhammed (sallallahü aleyhi vessellem)’in bir eseridir.35
b) El-Kur’âniyyûn (Ehl-i Kur’ân) ve Sünnet
Temel ilkeleri Kur’ân tefsirinde sünnetin dışlanması olan el-Kur’âniyyûn ekolünü araştırmamızda diğerlerinden farklı olarak biraz daha detaylı incelemek istiyoruz.36
Kuruluşu hakkında kaynaklar farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Abdulhamit Birişik hazırladığı doktora tezinde konunun uzmanı olarak nitelediği Dr. Seyyid Abdullah’a isnaden bu ekol bir grup ve cemaat olarak 1952 yılında Abdullah Cekralevî tarafından bazı prensipler dairesinde oluşturulmasına rağmen üzerine oturttuğu temel görüşler itibarıyla daha çok Seyyid Ahmed Han’dan gücünü almıştır, der.37
Sünnet karşıtı hareket tabiri ile genel olarak sünnetin dinî delil oluşunu (hücciyetini) kısmen veya tamamen reddetmeyi kastediyoruz. Yoksa sıhhati ile ilgili birtakım şüpheler getirme veya bazı kayıtlar ortaya koyma doğrudan sünnet karşıtı anlamına gelmemelidir.
Biz bu araştırmamızda öncelikli olarak yukarıda belirttiğimiz çerçeve içinde kalan fikirlerle ilgileneceğiz. Ancak sünnetin sıhhati konusunda şüphe içinde olma diye tanımladığımız diğer çerçeve içerisine girebilecek bazı aşırı hareketlerin hadisin sıhhati için ortaya koydukları kayıtlar ileride yeri geldikçe örnekleriyle göreceğimiz gibi netice itibarıyla sahih sünneti nefyetme noktasına kadar vardığından bu gibi örnekleri de araştırmamızda zikretmeyi düşünüyoruz.
İmam Şafii sünnetin hücciyetini kabul etmeyenleri üç gruba ayırmaktadır: Birinciler sünnetin hüccet olmasını büsbütün inkâr ederler. İkinciler sünneti Kur’ân’la beraber olunca (Kur’ân’a ters düşmedikçe) hüccet tutar, başlı başına hüccet almazlar. Üçüncüler ise, sünneti kabul eder, ancak haber-i vahidin delil olmasını reddederler. Yalnız mütevâtir, müstafiz ve meşhur olan hadisleri alırlar. Daha kısa tabirle ancak ahbâr-ı âmmeyi kabul ederler.1