Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Güncel köşe yazıları!

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Kur’an’ı Anlamak için Arapça öğrenmeli miyim? Modern cehalet bataklığı, modern hurafeler üretiyor.
özellikle sosyal ve siyasal alanda garip ve acayip dinsel yorumlar, az çok bilgi sahibi olan zevatın ağzını açık bırakacak şekilde arzı endam ediyor.
“Bu kadarı da olmaz” dedirten sessiz çığlıkları az çok konuya ilgi duyan geniş halk kesimlerinin “acaba bu görüşlerin doğru olma ihtimali var mı?” sorusunu ve tereddütünü gidermeye yetmiyor.
Hele Kur’an üzerinde oynanan kelime oyunları ile halkın zihni ve gönlü bulandırılmaya ve din adına kandırılmışlık duygularını yaşamaya mahkum ediliyor olmaları çok ağırıma gidiyor.
Cehalet bir yüktür.
Cehalet körlüktür.
Cehalet ne yöne gideceğini bilememektir.
Cehalet iletişim kanallarının açık olmaması ve insanın her an şaşırtılmaya müsait olması halidir.
Siz Allah için başınızı örterken birisi kalkıp size diyecek ki: “Sen neden başını örtüyorsun, Allah Kur’an’da başını ört!” demiyor ki! Baş örtüsünü meal yapanlar eklemişler oraya!”
Siz eğer Arapça bilmiyorsanız, meal yazanların insafına terkdilmiş hissedeceksiniz kendinizi… İçinizi sürekli kemiren bir acaba “hangisi doğru söylüyor şüphesinden kurtulamayacaksınız?!”
Ben, sırf bu şüpheden kurtulmak ve kaynağı kendi gözümle görüp, anlamını orjinalinden ve derinden keşefedilmek için zaman ayırıp Arapça öğrenmek isterdim. İnanıyorum ki sırf bu sebep bile Arapça öğrenmeye değer…
Hergün Yüce Rabbimin huzuruna durup, dilime pelesenk olan duaları, ayetleri okuyup tek kelimesini anlamıyorsam kendimi cahil hisseder, ibadetimi sadece dilimle değil; hem gönlümle, hem de zihnimle beraber de yapabilmek için Arapça öğrenirdim.
Aslında Arapça öğrenme serüvenimin başlangıcında bu duygular ve cehaletten kurtulma isteği ve azmi vardı.
Şimdi Arapça öğretme isteğimin temelinde de aynı duygular var.
İstiyorum ki duyarlı herkes biraz vakit ayırsın ve Allah’ın kitabını anlayacak düzeyde Kur’an Arapçası öğrensin.
Eskiler, gerek şartların ağırlığından gerekse metod hatasından çok uzun yıllarda bile Kur’an Arapçası dediğimiz, okuduğu Kur’an’ı anlayacak düzeyde bir Arapçayı insanlara öğretmekte çok zorlanmışlar. Bir yığın işe yaramaz dilbilgisi kuralları ile kafalarını doldurmuşlar, üstelik kendi dilinin kurallarını Türkçe olarak bilmeyenlere; Arapça dilinin kurallarını Arapça olarak anlatmışlar.
Böylece, Arapçanın anlaşılmaz ve kolay kolay öğrenilemez bir dil olduğu kanaati, yanlış ama yaygın hale gelmiş. Bir de bunun üstüne insanımızın tembelliğini ve umarsamazlığını ekleyin tablo karşınıza “cehalet vesikası” olarak çıksın!
Dininin dilinden habersiz ama ingilizceyi su gibi konuşan islam toplumları… Hacda bile birbirleriyle utana sıkıla da olsa ingilizce anlaşmaya çalışmaları yüzlerinin kızarmasına ve boşa geçen yıllarına yanmasına neden olmuyor mu?
Yaşı ellisini geçmiş bir yakınım, bana Kur’an’ı anlamak istediğini, bunun için de Arapça öğrenmek için hocalara danıştığında kendisine gülünerek: “bu yaşta mı?” “kesinlikle öğrenmem mümkün değil, zaten biz bile doğru dürüst bilmiyoruz ki! Sen nasıl öğreneceksin?!” denildiğini anlatıp, bana bu arzusunu gerçekleştirebilip, gerçekleştiremeyeceğini sordu.
Ben de kendisine “Eğer isterse kesinlikle öğrenebileceğini, başkalarının sözlerine kulak asmaması gerektiğini, “Kur’an Arapçası öğreniyorum” setine abone olup, azimle çalışmasını söyledim. Okumayı bile sonradan öğrenmiş “Hikmet ablam” dediğimi yaptı, şu anda kendisine gülen o hocahanımlara, Kur’an okuyup anlamını açıklıyor, Arapça ders veriyor. Onlar da başları öne eğik ve mahçup bir halde dinliyorlar ve ona gıpta ediyorlar. (Belki de haset!..)
“Kur’an Arapçası öğreniyorum” setini Hikmet ablam gibi, okul yüzü görmemişleri de gözönünde bulundurarak hazırladım. Ortalama 1 Yıllık bir eğitim süreci Kur’an Arapçasını öğrenmek için yeter de artar bile…
Nitekim tıp öğrencisi bir okuyucumun 2,5 ayda bu seti bitirdiğini ve imam-hatip öğrencilerinin Arapça derslerine yardım ettiğini ve medrese okumuş hocalara 2,5 ayda nasıl bu seviyeye geldiğini anlatamadığını biliyorum. Varsın onlar inanmasın…
“Kur’an Arapçası öğreniyorum” seti 48 ders kitabı ve 48 Video CD’den oluşuyor. Arz Yayıncılık’tan çıktı. Setin bir diğer özelliği de www.arapcaonline.com sitesinden tüm derslere ulaşılabilmesi ve online ders alma, hocaya soru sorma, sınavları ve uygulamaları site üzerinden yapıp anında değerlendirmesini görme imkanının olması…
Biz, üzerimize düşeni yaptık. Herkesin kolaylıkla okuyup anlayabileceği, modern teknolojiyle desteklenmiş bir program çıktı ortaya. Bundan sonrası okuyucuya, bu konuda ızdırap çeken ve arayış içinde olan duyarlı kardeşlerimize kalıyor.
Cehalet, ilimle yenilir. Peygamberimiz beşikten mezara kadar ilmi tavsiye ediyor. Dünyada ve ahirette mutluluğumuz kendimizi yetiştirmemize ve geliştirmemize bağlı. İlk müslümanların çoğu 40’lı yaşlarında Kur’an’ı okumayı öğrenmişlerdi. O yaştan sonra müfessir olmuşlardı. Sahabe, peygamberimizle yakın yaşlardaydılar.
İlim için hiçbir zaman geç değildir, yeterki istek ve azim olsun.
Gelin bugün sizin için yeni bir milad olsun.
“Kur’an’ı anlamadan okuduğum dönem; Kur’an’ı anlayarak okuduğum dönem” diye hayatınızda bir dönüm noktası olsun.

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”



şaban piriş
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
telefon izlemesini yıllardır İsrail firması hem de para alarak yapıyor.
Emniyet’in izleme talebine ağır eleştiriler yöneltenler şimdi ne yapacak?

Türkiye, günlerdir Emniyetin telefon izleme talebini konuşuyor. Başta CHP olmak üzere bu talebi eleştirenler Emniyetin herkesi dinlemek istediğini söyleyerek bu duruma ağır ithamlarla karşı çıkıyorlar. Emniyet ve Ulaştırma bakanlığı ise durumun öyle olmadığını sadece numaralar üzerinden bir izlemenin söz konusu olduğunu ve içerik açısından dinlemenin söz konusu olmadığını vurguluyor.

Ancak özellikle GSM operatörleri ile ilgili çarpıcı bir bilgi bütün bu tartışmaların yönünü değiştirecek. Çünkü; Emniyetin bugünlerde talep ettiği izlemeyi Türkiye için yıllardır İsrailli bir firma yapıyor.

Türkiye’deki GSM operatörlerinin faturalama işlemlerini İsrail firması Comverse yapıyor. Yani fatura bilgilerine esas teşkil eden bütün kayıtlar İsrail'de tutuluyor. Sadece Türk GSM operatörleri değil, başta ABD olmak üzere Dünyanın pek çok operatörü de faturalama işlemlerini bu firmalara yaptırıyor.

Bu durum aslında yeni de değil. 2002 yılının ocak ayında Gazeteci Taha Kıvanç bu olayı köşesine taşımış, ancak ne o zaman ne de daha sonra bugün Emniyetin izleme talebine ağır ithamlarla karşı çıkanların sesi çıkmamıştı.

İşte o yazı;

"Daha neler var, neler...
"Senin işin mi yok be adam, telefonların dinleniyor olması seni neden bu kadar ilgilendiriyor?" serzenişinde bulunduğunuzu duyar gibi oluyorum. Aslında size hak da veriyorum. Genel yayın yönetmenlerinin Cem Yılmaz mukallitliği yaptığı, başyazarların tango fotoğrafıyla okur karşısına çıktığı günümüz medya ortamında nesli tükenmiş kelaynak kuşu gibi kaldığımın ben de farkındayım.

Ama ne çare! Kimsenin ilgilenmediği dertler beni geriyor işte...
Amerika'da, Amerikalılar, telefon şirketleri kayıtlarının İsrail'de tutulmasından rahatsızlar. Fox-Tv'nin "Telefonlarımız İsrail casusları tarafından dinleniyor" haberi ülkeyi karıştırdı. Ben burada, "Eğer İsrailli firmaların ABD'de telefon dinlediği, ya da telefon kayıtları üzerinden casusluk yaptığı iddiası ciddiyse, aynı firmalar Türkiye'de de faal, endişelenmemiz gerekmez mi?" diye soruyorum, yaprak kımıldamıyor...

Insight, ABD başkentinde çıkan itibarlı bir haber dergisi. 29 Mayıs 2000 tarihli nüshasında, "FBI, Beyaz Saray'da casusluğu soruşturuyor" başlıklı bir haber-analiz yayımladı Insight. Derginin yayın yönetmeni ile bir araştırmacı gazetecinin ortak imzalarını taşıyan yazı bir yıllık kapsamlı bir araştırmanın sonucu. İki düzineden fazla istihbaratçı ve hukukçuyla görüşen yazarlar, Beyaz Saray ve dışişleri bakanlığı başta olmak üzere, hassas bütün devlet birimlerinin telefonlarının dinlendiği kanaatine varmışlar.

Insight yazarları Michael Waller ve Paul M. Rodriguez şu gözaçıcı örneği sunuyorlar: FBI ajanları bir yılı aşkın bir süre yerel telefon şirketinde çalışan bir İsrailli işadamını izlemişler. Kuşkunun sebebi, adamın eşinin İsrail'in Washington sefaretinde çalışıyor gözüken bir Mossad ajanı oluşuymuş. Çalıştığı yerde FBI'ın en hassas telefon numaraları ile FBI'ın dinlemeye aldığı telefonların listesi bulunmuş... Listesi ele geçen dinlenen telefonlar casusluk yaptıklarından kuşkulanılan İsraillilere aitmiş... Insight, "Av avcının peşine düşmüş" diyor durumu izah için... Bir tek FBI'ın en gizli birimi olan '5. Büro' şaşırmamış; "Biz zaten biliyorduk" demişler...

Bunlar ilk bakışta masal gibi geliyor. İsrail ile ABD'nin yakınlığını bilenler, anlattıklarımı, "Aralarından zaten su sızmıyor" deyip önemsemeyebilirler. Ancak, olay, bu yönüyle bizim için daha da önemli. Derginin FBI kaynaklarına dayanarak yazdıkları doğruysa ve İsrail arasından su sızmayan ABD'yi dinliyorsa, diğer ülkelerin içine dönük istihbarat faaliyetlerini düşünün ne kadar ciddiye alıyordur. FBI'ın bulguları üzerine, ABD yönetimi, Beyaz Saray ve hassas birimlerin bütün telefon sistemini elden geçirmek üzere 30 milyon dolar harcamış...

Dergi, "Amerikan yönetimi telefonları üzerinden bilgilenme faaliyeti durmadı" bilgisini veriyor...
Bu kesinlikte konuşmanın sebebi, ABD telefon şirketlerinin neredeyse tamamının fatura hesaplarını iki İsrailli firmaya devretmiş olmaları... Bu firmalarla yapılan anlaşma gereği, lüzum görülürse, firma teknisyenleri hatlara da müdahale edebiliyorlar. Hatlara girmeseler bile, telefon kayıtları üzerinden yapılan değerlendirmeler pek çok bilgiyi sağlamak için birebir... "Kim, kiminle, ne kadar süre görüştü, telefonu kapayınca iki taraf kimlere telefon açtı?" bilgileri bile altın değerinde... İki İsrailli firma, hem de kayıtları kendi ülkelerinde tutarak, bu bilgilere sahipler...

Insight, olayın bir başka önemli yönüne de dikkat çekiyor: Bir suikastta hayatını kaybeden İzak Şamir başkanlığındaki İsrail hükümetinin casus Jonathan Pollard tarafından çalınan çok değerli ABD belgelerini Sovyetler Birliği'nin kullanımına sunduğu biliniyor... Bir istihbaratçı, "İsrail'in eline geçen bilgi oradan kimlere veriliyor, bilmek mümkün değil" demiş dergiye...
Bizde bir GSM operatörünün bütün faturalama işlemlerini İsrail firması Comverse üstlendi. Comverse ABD'deki usulünü burada da sürdürüyorsa, Telsim'in fatura bilgilerine esas teşkil eden bütün kayıtlar İsrail'de tutuluyor olmalı. Ancak, Comverse'in Türkiye bağlantısı sadece Telsim'le sınırlı değil. Aria (555) ve Aycell (505) GSM firmalarının kısa mesaj işlemlerini de Comverse sağlıyor...

Türkiye'den aldıkları cep telefonlarını yurtdışında kullananlar, gittikleri ülkedeki GSM şirketlerinin kendilerine yolladığı mesajdan haberdardır. "Ülkemize hoşgeldiniz, bundan sonra telefon görüşmelerinizi size biz sağlayacağız" yollu bu mesajlar, dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi bizdeki GSM şirketleri adına da Comverse tarafından ve İsrail'den gönderiliyor. Dünyanın bir köşesinde cep telefonu izlemeye alınan kişi, nereye giderse gitsin, izi, bu sayede kaybedilmiyor...

Rekabetin vahşi olduğu telefon ve cep telefonu sektöründe, belli hizmetlerin hep iki firma tarafından üstlenilmesi başlı başına bir olay... Artık fiyat kırarak mı, yoksa etkinliğini ve yaygınlığını ileri sürerek mi, bilemem, Comverse ve Amdocs firmalarının etkin olmadığı ülke sayısı çok az... Bu iki firma da, Fox-Tv ve Insight araştırmaları doğruysa, ABD'de bile istihbarat toplama faaliyetlerinden uzak durmuyor...

Siz yine, "Senin başka işin yok mu be adam" diye bana serzenişte bulunmaya devam edin... Haklısınız; nasıl olsa, bu yazdıklarım da kimseleri harekete geçirmeyecek..."
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Bir arkadaşım, kedisi için: “Beni kendisinin bir parçası sanıyor” derdi.

Kedilerde bu tür sanılar olur mu? Sanmam. Kedi, kendi parçasının bile kendine ait olduğunu bilmez. Oyun çağındaki bir kedi, kuyruğunu oynatırken –daha doğrusu kuyruğu bilinci dışında kıpırdanıp dururken– görse, hemen onun arkasından koşmaya başlar. Kuyruğunu yakalamaya çalışır. Bir biçimde kuyruğunu yakalarsa onu ısırır ve canı yanınca da kuyruğunu bırakır, kuyruk gözden kaybolunca, o da bir şey olmamışçasına, yeni bir oyun icat edinceye kadar süklüm püklüm oradan ayrılır.



Eski tüfekleri, eski, hurda, modası geçmiş devrimcileri, şimdi modası geçmekte olan deyimle dinozorları, kuyruğunun ardına düşmüş bu delişmen, delice kedilere benzetiyorum. Devrim, onların indinde, ardına takılıp koştukları kuyrukları gibi… Kedi yavrusu kuyruğun kendine ait olduğunu bilmemekte elbette mazurdur. O, kendi kuyruğunu ısırdığında, dahası canı yandığında bile, ısırdığı şeyin kendi kuyruğu olduğunu bilmez.

Kedi ile kocamış devrimci arasında böylesi bir çapraz ilişki var: o da hâlâ devrim ardında perende attığını sanır. Ama ortada kendi fantezisi dışında bir şey yoktur. Kart “devrimci” hayatı boyunca bir devrimin ardında koştuğunu düşünmek zorunda sanır kendini…

Devrimi yakalar gibi olacak, dudakları devrimin kuyruğuna nerdeyse temas edecek, kuyruğunu gözden kaçırdığında kafasını öbür tarafa çevirecek, bir de görecek ki, devrim orda, öbür tarafta kendine nanik yapıyor.

Kedinin oyunculuğunun bir mevsimi olduğu gibi, devrimin de kart devrimci indinde bir mevsimi bulunur. Daha doğrusu iki mevsimi vardır. Biri, oyun çağından çıkma sürecine denk düşer, ki bu, kedinin hayatı boyunca bir kez yaşanır. İkincisi Mart'tan Mart'a, her yıl bir kez…

Devrimin –kedi için kızışmanın– mevsimi geçince, onun da kulağı düşer.

Yazın sıcak günlerinde kedi, kafasını karnına gömerek uyur. Kuyruğunu da başının üstünde tutar. Kuyruğunun ucu, arada bir, belli belirsiz titreşir. Kış geldiğinde, kedinin şansı varsa, bir soba kenarında ya da mangal altında kıvrılıp kalır. Saatlerce öylece uyur. Ta ki, biri onun rahatını bozmaya… Uykusundan kalktığında tatlı tatlı gerneşir, ön ayaklarını elinden geldiğince öne uzatır, sırtını çukurlaştırır, böylece gövdesini esnetir… Sonra bulabildiği en sıcak köşeye çekilir, gerdanını yalar, kuyruğunu yalar, ön ayağının ön yüzünü yalayarak yüzüne sürer, aynı işlemi ayağını bir de kulağının arkasından yüzüne doğru dolandırarak yineler… Kedimiz temizlenmiştir. Arka ayağı ile kulaklarının dibine kısa, sert darbeler indirerek kaşınmaya başlamanın zamanıdır.

Oyun çağındaysa, o sırada kedinin önüne bir ip yumağı atmanız yeterlidir. Kedi, bıkmadan usanmadan onunla oynayıp durur. Bu esnada kediye bakarken içimiz muhabbetle dolar. Ama aynı işi, kendine devrimci süsü veren bir kart herif yapıyorsa, dünyanın nerden nereye geldiğinden habersiz, hâlâ 80 yıl öncesinin şartlarının geçerli olduğunu sanan pis düzenbaz ortaya çıkmışsa, insanın içi kararır. Kedide sempati uyandıran şey, düzenbaz devrimcide gıcıklık haline dönüşür.
r.ö
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Emine Şenlikoğlu hanımefendi içindir

Bir insan "Allah'tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür" diyor ve bu cümlenin ne manaya geldiğini idrak ederek iman ediyorsa, artık o insana mü'min denir. Dünyanın neresinde olursa olsun iman ettiği tevhid kelimesinin gereğini yerine getirmekle sorumlu ve mükelleftir.
İşte bu gerçekten hareket ederek, günümüzde kronik hastalık haline gelmiş olan "mü’minlerin hak ve hukukunu koruma" güzelliğimiz ve özelliğimiz adeta felç olmuş bir haldedir.
Mü’min, mü’min kardeşinin yokluğuna alışmış, varlığı yokluğu eşit hal almış bir hastalığa duçar olmuşuz. İtham dönemi ve itham ortamı adeta altın çağını yaşamaktadır. Dört kıtaya adaletiyle hizmet etmiş ve hakim olmuş dedelerimizin biz torunları, gıybete, yalana, dedi-koduya, itham ve iftiraya mağlub olmuşuz.
üzerinde yaşadığımız yeryüzü coğrafyasında sayısını sadece Rabbimizin bileceği birçok insanın hidayete ermesine vesile olmuş bir insandan (E.Şenlikoğlu'ndan) bahsediyorum ve rahatlıkla diyorum ki kendisini tanıdığım günden itibaren elimizden gelen maddi, manevi ve fikrî yardımlarımızı hiç kesintiye uğratmamaya çalıştık. Bazı zamanlarda yüzüne karşı meyve ikram eder gibi tenkit ettiğimiz konular da oldu. Ama hiçbir zaman "ölü eti" olarak anlatılan gıybete ortak olmamaya çalıştık.
Bu ülke için onur belgemiz olan Şule Yüksel Şenler’i, Hatice Babacan’ları ve şimdi ise sayısını söylemenin mümkün olamayacağı binlerce hizmet ehli hanım kardeşlerimizi ve hassaten E.Şenlikoğlu bacımızı hayırla yadetmekten başka yapacağımız bir şeyin olmadığını zikretmek istiyorum. Emine Şenlikoğlu hanımefendinin dikkat çekici hatası, notersiz olarak TV kanallarına çıkmış olmasıdır. Kendileriyle görüştüğüm en son Yalova Aile Mektebi sertifika programında bu fikrimi aynen söyledim. “Siz televizyon kanalları aracılığı ile mesaj veriyorsunuz. Ancak yaptığınız programları kendi düşünce filtresinden geçiren uyanık insanlar, sonradan kendi kişisel görüşlerini ilave ederek dinleyenlerine aktarıyor. Ne yazık ki kasıtlı sözlerin faturası size kesiliyor. TV kanalları sizi ısrarla programa çağırıyorlar, ama kamuoyunda siz, kanal kanal dolaşan biri olarak anlaşılıyorsunuz...”
Tanıdığım kadarı ile Şenlikoğlu hanımefendi mert, cesur, cömert ve fedakar bir kişiliğe sahip. Allah'tan başka kimseden korkusu yoktur. Muhterem beyi Receb özkan, samimiyetin ve iyi niyetin canlı tarifidir. Hanımının, ülke halkına faydalı olması için bu niyet ve gerekçe ile evlenmiş ve ölünceye kadar da bu niyet ve kararından vazgeçmeyecek bir yapıya sahiptir.
Vakit okuyucularımızdan bu fikirlerime veya değerlendirmelerime katılmayanlar olabilir. Ama şu gerçeği sizlerle paylaşmak isterim. 38 senedir Konya'dayım. Sevgi sermayesi, sermayelerin en güzelidir. Ama nefret, kin, buğz gibi konuların ahiret terazisinde yüz kızartıcı olmasından başka bir şeye yaramayacağına inanıyorum.
Bir mü’min kardeşim olarak Şenlikoğlu'nu Allah için seviyorum, tek başına verdiği ve ülke genelinde genel kabul gören mesaj ve tebliğlerini takdir ediyorum. Kitap ve Sünnetin temel ölçülerine aykırı hareket ettiğinde yine yanında olur, ama yanlış ve hatalarına karşı dinî duyarlılığımı tavizsiz olarak ortaya koyacağıma da inanıyorum.
Bu ülkede, hizmet ehli, ölümünden sonra değer buluyor. Bir Müslüman kul olarak, ben bu hakkımı hizmet ehlinin ölümünden önceki hayatı ve kimliği için kullanıyorum. Bu tavır, Resulullah'ın yasakladığı, insanları yüzüne karşı methetmek konusu ile irtibatı olmayan bir tavırdır.
Birbirlerimizin hak ve hukukunu gıyaben korumalı, hataları olursa düzeltmeye çalışmalıyız.
Bizler, birbirlerimizin hak ve hukukunu korursak, Rabbimiz de bizlerin hukukunu koruyacak zeminler ve şartlar lütfeder.
Bizler, birbirlerimize ne kadar yakınsak, o nispette Rabbimize manen yakınız demektir.
Bizler, birbirlerimizi sahiplenirsek, Rabbimiz de bizleri sahiplenir.
Bizler, birbirlerimizin hizmetlerini, kendi hizmetimiz gibi anlamak mükellefiyetindeyiz.
Sözümü Hz. Mevlana'nın bir sözü ile kapatmak istiyorum: “Bu dava uğrunda bir tek nefes tüketir de eğer karşılığını Allah'tan almazsan, ben kâfirim.”
Not: Muhterem okuyucularımız. Sizlerle haftada bir defa buluşmamıza kısa bir zaman ara vermek durumundayız. İnşallah 2008 Eylül ayından itibaren yine yan yana, gönül gönüle olacağız. Cümlenizi Allah'a emanet ediyorum

abdullah büyük
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Kerimov'un Risale-i Nur'la savaşı

Özbekistan'ı Sovyet cumhuriyetine döndüren Kerimov rejiminin Risale-i Nur'la savaşı sürüyor. Şiddetin “ş”sine bulaşmayan ve bulaşanları da tenkit eden Risale-i Nur talebeleri terörist muamelesi görerek tutuklanıyor, zindana atılıyor.
29 Nisan'da yine mahkeme kuruldu, Risale-i Nur talebeleri 6 ila 10 yıl ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Cenab-ı Allah, neticesini hayreylesin.
Bu mezalim son tahlilde Nur'a yarayacak inşaallah.
Belki de Nur'un yükselmesi için Özbekistan'da da Medrese-i Yusufiye safhasından geçmek gerekiyor…
* * *
MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, Geçen Çarşamba günü, Ankara'daki Özbekistan Büyükelçiliği'nin önünde, konuyla ilgili bir açıklama yaptı:
“Özbekistan idarecileri insan hak ve özgürlüklerini tehdit olarak algıladıklarını uygulamaları ile göstermeye devam etmektedir. Özellikle son dönemde din özgürlüğü alanında çok ciddi ihlallerin yaşandığı tüm dünyanın bilgisi dahilindedir. Özbek Mahkemeleri tarafından artık insanlar inandıkları ve bir cemaat mensubu oldukları için mahkum edilmeye başlanmıştır.
Hiçbir şekilde şiddet çağrısı yapmayan ve dini makaleler yayınlayan dergi ve gazeteleri suç unsuru sayarak, Nur cemaati üyelerini tutuklayan Özbekistan rejimi, cemaatle ilişkisi olduğu öne sürülen bazı kişileri birkaç ay önce tutuklamış, geçtiğimiz hafta Buhara kentinde başlayan davada, cemaat üyeleri sözde 'radikallikle' suçlanırken, savcılık makamları ortaya hiçbir delil koyamamışlardır. Tutuklular Özbekistan ceza yasasındaki İçtimai hayatın asayişlerine ve tertiplerine zarar veren makaleleri neşir etmek ve dağıtmak ve dini, ekstremistik (aşırılık), separatistik, fundamentalistik ve yasak olan cemaatleri kurmak onları yönetmek ve onlara iştirak etmek, maddelerine karşı gelmekle suçlanıyorlardı.
29 Nisan 2009 tarihinde yapılan son duruşmada adil yargılanma haklarından mahrum bir şekilde yargılanan 10 Risâle-i Nur Talebesinden bir tanesi 9 diğerleri ise 6 yıl hapis cezası almıştır.
Özbekistan geçtiğimiz yıl yine Said-i Nursi'nin fikirlerine yer verdiği için iki gazeteyi kapatmış ve yazıları yazan gazetecileri ağır hapis cezasına çarptırmıştı. Yetti İklim gazetesi sahibi Şevket İsmailov ve İrmoq dergisi genel yayın yönetmeni Davron Tojibayev, gazete ve dergilerinde Said-i Nursi'nin fikirlerine yer verdiği gerekçesiyle 8'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı.
Özbekistan'daki Ezgulik isimli insan hakları örgütü, ülkede Nur cemaatine sempati duyan 50 kişinin tutuklandığını, tutuklananlara karşı hiçbir somut delil ortaya konmadığına dikkat çekmektedir.
Şiddetin her türlüsünü reddeden eserlerin bugün Özbekistan'da misyonerlik gerekçesiyle yasaklanmış olmasını manidar bulmaktayız.
Özbekistan'daki bu yasaktan dolayı birçok Özbek vatandaşın mahkemece hapis cezasına çaptırılmış olması ifade özgürlüğü , din ve vicdan özgürlüğünün açık ihlalidir. Bu ihlalin faili olan Özbekistan yönetimi uluslar arası mekanizmalarca uyarılmalı ve bu ihlalin yarattığı mağduriyetler derhal giderilmelidir.
MAZLUMDER Her sene hazırladığı Dünya insan hakları raporlarında Özbekistan'da gittikçe artan hak ihlallerinin olduğunu gözlemlemektedir. İfade özgürlüğü alanında yaşananlar kaygılarımızı her geçen gün daha da arttırmaktadır. Özbekistan büyükelçiliği ile 18 Mart 2009 tarihinde tutuklamalarla ilgili olarak yaptığımız görüşmede en temel ifade özgürlüklerinin bile tehlikeli bir faaliyet olarak görüldüğünü üzüntü ile gözlemlemiştik. Adil olmayan yargılamalarla verilen haksız ve ağır mahkumiyet kararları Özbekistan'da belki tüm dünyayı umursamadan verilebilir. Ancak Özbekistan'ın şu anda hukuku hiçe sayan bir dikta olduğunu da tüm dünyaya ispat eder.
MAZLUMDER kararı önceden verilmiş bu yargılamayı ve ifade özgürlüğüne karşı yapılan ağır saldırıları şiddetle kınamaktadır. T.C. hükümetinden Özbekistan ile ilişkilerini gözden geçirmesini istemektedir. Uluslararası kuruluşları bu tüm dünyayı hiçe sayan adil olmayan yargılamalar karşısında seslerini daha da yükseltmeye çağırmaktadır.
Baskıcı ve zalim yönetimler insanlığın adalet arayışı karşısında her geçen gün gerilerken Özbekistan'daki pervasız uygulama sahipleri tüm dünyayı şoke etmiştir. MAZLUMDER dünyanın neresinde olursa zulme uğrayan her dilden, dinden, ırktan insan ile dayanışma içinde olacağını ilan etmektedir. Zulmedenler zindanlarını mazlumlar için hazırlasa da karanlığın asıl ev sahiplerinin zalimler olduğu açıktır.”
* * *
Mahkum kardeşlerimize ve onların ailelerine, yakınlarına, gönüldaşlarına sabır diliyoruz. Allah yâr ve yardımcıları olsun.

hakan albayrak
 
Üst Alt