A
abdirabbih
Guest
Mehmet Emin KANMAZ
Rüzgâr bütün hızıyla esiyordu; sanki gecenin kanatlarında yolculuğa çıkmış sabaha meydan okuyordu. Her soluğunda bir titreme sarıyordu ağaçları. Titreyen dallar, kuşların ılık kanatlarıyla ısınmaya çalışıyordu. Rüzgâr uzak tepelerin koynundan aldığı kuru havayı, evlerin camlarına bırakıveriyordu. Usulca bir dinlenme molası verip, evlerin küf kokan parmaklıklarından tekrar yola çıkıyordu. Yüreğinde taşıdığı serinlik, evlerin ılık camlarında az da olsa ılıyordu. Birden irkildi. Uzun süredir rüzgârın ritmini dinlemeye dalmıştı. Akşam yaktığı sobası ferini kaybetmiş, odası soğuğa teslim olmaya başlamıştı. Dışarıdaki rüzgâra denk bir fırtına kopuyordu içinde. Ondan değil miydi zaten sık sık dalgınlaşması.
Nemli gözleri ile saatine baktı, saat gecenin dördünü gösteriyordu. Dışarıdaki rüzgârdan sanki akrep ile yelkovan üşümüş ve derin bir uykuya dalıvermişlerdi. Zamanın heyecanını unutup, uykuya dalmak ne kötüydü... Odasının çıplak duvarlarında yankılanan, saatinin tik-takı ile buna eşlik eden, dışarıdaki uğultuydu. Bir an için kendini sandalyesine bırakıverdi. Nasırlı elleriyle, alnını yavaş yavaş ovuyordu. Kuşlarını düşünüyordu; kuşlarıydı onun hayata bağlanma noktası. Yalnızlık içinde geçen ömründe tek teselli kaynağı buydu. Yıllar yılı onları yetiştirmiş, kimini gökyüzüne salmış, kimini de hazırlıyordu uçmaya... Kolay değildi bir şey beklemeden bir ömrü onlara vermek.. kanat çırpmalarının verdiği haz ile yetinmek... Bir erdemdi onun için böyle yaşamak. Karşılık beklemeksizin yapılan bir işti bu. Kuşlarına her yem verişinde, kanatlanacak gibi oluyordu. Minik minik yavruları eline alıp okşamak, renk renk tüylerine dokunmak onun için her şeye değerdi.
Bir özlemdi onunki, gökyüzünün saflığına kavuşma özlemi. Füzelerin uçuştuğu dünyada, gökyüzünü güvercinlerle süslemek, belki bir hayaldi. Ama olsundu. Bu hayal de önemliydi onun için. İnsanlar bıkkın ve tedirgindi, şehrin içinde kaybolup gitmişlerdi. Benliğini yitirmiş bir şehir ve beton yığınlarının altında kalmış, hürriyetini kaybetmiş, gökyüzüne küs bir yığın insan... Bu şartlarda, kaç kişi bakardı ki gökyüzüne? Bir uğultu yükü olan uçaklar geçince, bir de bahar nefesinde uçurulan uçurtmalar sırasında çocuk gözlere kalmıştı gökyüzü.
Bütün bunları düşünürken acaba başkaları ne yapıyordu? Hiç özlemleri yok muydu? İnsanlar genellikle gökyüzünden kopmuştu. Bütün gün masa başlarına çakılı kalmış bedenler, tabiî olan her şeyi unutmuştu. İnsanlar yoğun bir koşturmaca içindeydi. Ne içindi bu koşuşturma? Sonu var mıydı? Her halde bunu düşünen de çok azdı. Ama olsun tek başına da olsa mücadele önemliydi onun için. Ne kaybederdi ki? Ama kazanırsa benliği huzura kavuşacaktı. Bunun için değil miydi çabası? Yavaş yavaş sandalyesinden kalktı. Odasının kireç renkli duvarlarını baktı. Belki ondan bir cevap gelir diye bekledi.. O her zamanki gibi dimdik ayaktaydı, sanki ona ‘Devam et!. Bir gün elbet saracak gökyüzünü güvercinler!’ diyordu. Elbet bir gün şehrin üstündeki sis perdesi aralanacak, ufkun kaybolduğu noktaya kadar uçacaktı kuşlar. İşte o zaman huzura erme zamanıydı onun için. Bir tablo olacaktı şehir tuvalde. İnsanlar barış içinde, sevgi, inanç ve huzur dolu olacaktı. Şen şakrak kuşlar olacaktı gökyüzünde... Kim bilir belki yarın, belki de daha uzak bir zamanda olacaktı bunlar...