Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gökteki Yıldızlar

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
ASHAB-I KİRAM KİMDİR? :

Peygamber efendimizi hayatta iken ve peygamber olarak bir ân gören, eğer âmâ ise bir ân konuşan mü'mine Sahâbî denir. Birkaç tânesine Ashâb ” veya Sahâbe denir. Hürmet olarak Ashâb-ı kirâm denir. Peygamberimizi, kâfir iken görüp de, Resûlullahın vefâtından sonra îmâna gelen veya Müslüman iken, sonra mürted olan ya'nî Müslümanlıktan çıkan sahâbî olamaz.

Zaten Peygamber efendimiz, Ashâbından hiçbirinin sonradan kâfir olmıyacağını, ya'nî Müslümanlıktan çıkmıyacağını, hepsinin Cennete gideceklerini haber verdi.

Ehl-i sünnet âlimleri, Eshâb-ı kirâmı üçe ayırmıştır:

1. Muhâcirler : Mekke şehri alınmadan önce, Mekke'den veya başka yerlerden, vatanlarını, yakınlarını terk ederek, Medîne şehrine hicret edenlerdir.

2. Ensâr: Peygamber efendimize ve Muhâcirlere her türlü yardımda ve fedâkârlıkta bulunacaklarına söz veren Medîne şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde bulunan Müslümanlardır.

3. Diğer Eshâb-ı kirâm : Mekke şehri alındığı zaman ve daha sonra Mekke'de veya başka yerlerde îmâna gelenlerdir.

Eshâb-ı kirâmın en üstünleri, Resûlullahın dört halîfesidir. Bunlardan sonra en üstünleri Cennet ile müjdelenmiş olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talhâ, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Saîd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'dir.

Eshâb-ı kirâmın adedi : Mekke'nin fethinde on bin, Tebük Gazâsında yetmiş bin, Vedâ Haccında doksan bin ve Resûlullah efendimiz vefât ettiği zaman yeryüzünde yüz yirmi dört binden fazla sahâbî vardı. Bu konuda başka rivâyetler de vardır.

Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmdan râzı olduğunu, onları sevdiğini Kur'ân-ı kerîmde bildiriyor. ve meâlen:

- Allah onlardan râzı, onlar da Allahtan râzıdır, ve:

- Hepsine hüsnâyı, Cenneti va'dettik , buyuruluyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedîdir, sonsuzdur. Bu bakımdan Eshâb-ı kirâmdan râzı olması da sonsuzdur.Bunun için bu mübârek insanlardan bahsederken sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır. Her zaman edebli, terbiyeli olmalıdır.

Peygamber efendimizi sevenin, O'nun Ehl-i beytini ve Eshâbını, ya'nî arkadaşlarını da sevmesi lâzımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

- Sırât köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir.

- Eshâbıma dil uzatmakta, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü niyetlerinize hedef tutmayınız! Nefsinize uyup, kin bağlamayınız! Onları sevenler, beni sevdikleri için severler. Onları sevmiyenler, beni sevmedikleri için sevmezler. Onlara el ile, dil ile eziyet edenler, onları gücendirenler, Allahü teâlâya eziyet etmiş olurlar ki, bunun da muâhezesi, ibret cezâsı gecikmez, verilir.

- Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların la'neti, Eshâbıma kötü söz söyliyenin, üzerine olsun! Kıyâmette Allahü teâlâ, böyle kimselerin farzlarını da, nâfile ibâdetlerini de kabûl etmez!

- Kıyâmette, insanların hepsinin kurtulma ümidi vardır. Eshâbıma söğenler bunlardan müstesnâdır. Onlara Kıyâmet halkı da la'net eder.

Eshâb-ı kirâm, seçilmiş insanlardı. Üstünlükleri diğer ümmetlerden çok fazlaydı. Meselâ, Hz. Ebû Bekir, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü idi. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

- Allahü teâlâ, beni bütün insanlar arasından ayırıp seçti. Bana eshâb ve akrabâ olarak en iyi insanları seçti. Bunlardan sonra, birçok kimse gelir ki, eshâbıma ve akrabâma dil uzatırlar. Onlara yakışmıyan iftirâlar söyliyerek, kötülemeye uğraşırlar. Böyle kimselerle oturmayınız! Birlikte yiyip içmeyiniz! Bunlardan kız alıp vermeyiniz.

Eshâb-ı kirâmın herbirinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh= Allah ondan râzı olsun” denir. İkisi için “radıyallahü anhümâ= Allahü teâlâ o ikisinden râzı olsun” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn” veya kısaca “radıyallahü anhüm= Allah onların hepsinden râzı olsun” denir.
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
ZEYD İBN HARİSE


«Allah'a yemin ederim ki, Zeyd İbn Harise emirliğe lâyık ve insanların bana en sevimlisidîr».

Salebe kızı Su'da, kavmi Ma'n oğullarını ziyarete gitmişti. Yanında kölesi Zeyd İbn Harise el-Ka'bî de vardı.

Kavminin bulunduğu diyara ayak basmak üzereyken, Kayn oğulla*rının süvarileri onlara baskın yapıp mallarını yağmaladılar. Develerini sürüp götürdüler, kadın ve çocukları da esir aldılar.

Alıp götürdükleri kimseler arasında Zeyd İbn Harise de vardı.

İşte bu Zeyd, daha sekizine yeni basmış küçük bir çocuktu. Onu Ukaz pazarına getirip satışa arzettiler. Kureyş ileri gelenlerinden bir zengin -Hakim İbn Hazam İbn Huveyİid- onu dörtyüz dirheme satın aldı.

Hakîm ondan başka köleler de satın almıştı ve hepsini Mekke'ye götürdü.

Halası Hatice Bint Huveyİid, Hakîm'in geldiğini öğrenince, ona hoş geldin demek ve halini hatırını sormak üzere ziyaretine gitti.

Hakîm halasına şöyie dedi :

«— Hala! Ukaz pazarından birçok köie satın aldım. Onlardan İste*diğini seç, benim sana hediyem olsun».

Hatice hanımefendi, kölelerin yüzlerini iyice inceledikten sonra, yüzünde gördüğü zekâ ve kabiliyet belirtileri sebebiyle Zeyd İbn Hari-se'yi seçip götürdü.

Bir müddet sonra Hatice Bint Huveyİid, Muhammed İbn Abdil-lah'la evlendi. Hatice ona yeni birşey vermek ve hediye etmek istedi. Kıymetli kölesi Zeyd İbn Harise'den daha iyisini bulamadı ve onu Mu-hammed'e hediye etti.

Bu şanslı köle, Muhammed İbn Abdiliah'ın gözetiminde istediği gibi hareket ediyor, onun yanında itibar kazanıyor ve onun güzei ahiâk ve vasıflarını alarak yetişiyordu.

Onu kaybettiğine çok üzülen annesinin ise gözyaşı kurumuyor, içindeki yangın sönmüyor ve hiç huzur bulamıyordu.

Annesinin ümit içinde yaşamak için onun diri mi, yoksa ümidini kesmek için ölü mü olduğunu bilmemesi, üzüntüsüne üzüntü katıyordu.

Ancak babası, her yerde onu aramaya ve her kafileden onu sor*maya devam ediyordu. Ona olan özlemini, ciğerleri parçalayan hazin bir şiir haline getirerek şöyie diyordu :

«Ne yaptığımı bilmeden, Zeyd için ağladım.

Diri midir? Ümitle yaşayayım mı? Yoksa onun karşısına ecel mi çıktı?

Vallahi, ben bilmiyorum ve soruyorum.

Seni benden sonra ova mı çaldı, yoksa dağ mı?

Güneş doğduğu zaman bana onu hatırlatıyor.

Battığı zaman hatırası gözümün önüne geliyor.

Develeri yeryüzüne salıvereceğim.

Develer usansa da ben dolaşmaktan usanmıyacağım.

Hayattayım veya ölüm bana gelecek.

Her insan fânî'dir, emel onu aldatsa bile».

Hac vakitlerinden birinde Zeyd'in kavminden bazı kimseler Kabe'ye geldi. Kabe'yi tavaf ederlerken birden bire Zeyd'le karşılaş*tılar. Zeyd onları, onlar da Zeyd'i tanıdılar ve birbirlerine hâl hatır sordular. Onlar Hac ibâdetlerini yerine getirince memleketlerine dönüp, gördüklerini ve duyduklarını Harise'ye anlattılar.

Harise hemen bineğini hazırladı. Ciğer paresini ve gözünün bebe*ğini kurtarmak için yanına bir miktar fidye parası aldı. Kardeşi Ka'b'la birlikte, Mekke'ye doğru hızla yol almaya başladılar.

Mekke'ye varınca Muhammed İbn-i Abdillah'ın huzuruna girdiler ve şöyle dediler :

«_ Ey Abdulmuttalib'in torunu! Siz Allah'ın komşularısınız, zayıf olanı kurtarırsınız. Aç olanı doyurursunuz ve muhtaç olana yardım edersiniz».

«Sana yanındaki oğlumuz için geldik. Yetecek kadar para getirdik. Lütfet de istediğin kadar fidye mukabilinde bize oğlumuzu geri ver».

Hz. Muhammed şöyle sordu :

«— Sizin kasdettiğiniz çocuk kim?»

«—, Senin kölen Zeyd İbn-i Harise».

«— Fidyeden daha iyisine var mısınız?»

«— O nedir?»

«— Oğlunuzu çağıracağım. Beni veya sizi seçmede onu serbest bırakın. Eğer sizi seçerse, fidyesiz sizin olsun. Eğer beni seçerse, val*lahi ben kendisini seçen kimselerden vazgeçen değilim».

„_ Sen adaletli davrandın, hattâ adaletli olmakda çok ileri gittin».

Hz. Muhammed Zeyd'i çağırdı ve şöyle dedi :

«— Bunlar kim?» Zeyd şöyle cevap verdi :

«— Bu, babam Şurahbil oğlu Harise, şu da amcam Ka'b'dır».

«— Seni, seçme hususunda serbest bıraktım. Dilersen onlarla gi*dersin, dilersen benimle kalırsın».

Zeyd —hiç beklemeden ve tereddüt etmeden şöyle cevap verdi :

«—Evet, seninle kalıyorum». Babası :

«— Yazıklar olsun sana Zeyd! Babana ve annene karşılık köleliği mi seçiyorsun?» dedi. Zeyd de şöyle cevap verdi :

«— Ben bu zattan birşey gördüm. Ondan asla ayrılamam».

Hz. Muhammed, Zeyd'in bu durumunu görünce, elinden tutup Ka*be'ye çıkardı ve Kureyşlİler'in önünde Hicr'de durarak şöyle dedi :

«— Ey Kureyş topluluğu; Şâhid olun! Bu, benim oğlumdur. O be*nim mirasçımdır, ben de onun mirasçisıyım...»

Böylece babasının ve amcasının içleri rahatladı. Onu Muhammed İbn-i Abdillah'm yanında bıraktılar ve içleri rahat ve huzur içinde mem*leketlerine döndüler.

O günden sonra Zeyd İbn-i Harise, Zeyd İbn-i Muhammed diye çağ*rılmıştır.

Rasûlüllah (s.a.v.) Peygamber oluncaya ve İslâm, evlât edinmeyi kaldınncaya kadar Zeyd böyle çağrılmıştı. Bu konuda şu ayet nazil ol*muştu :

«— Onları (çocukları), babalarının isimleriyle çağırınız». (Ahzab sûresi, ayet : 5) ve tekrar Zeyd İbn-i Harise diye çağırılmaya başlandı.

Zeyd anne ve babasına karşılık Muhammed'i seçtiğinde-nasıl bir ganimete konduğunu bilmiyordu.

Ailesine ve akrabasına tercih ettiği efendisinin öncekilerin ve so rakilerin efendisi ve Allah'ın bütün yaratıklarına gönderdiği elçisi ol*duğunu bilmiyordu.

Semâdan gelen devletin yeryüzünde kurulup doğuyla batının ara*sını iyilik ve adaletle dolduracağı ve bizzat kendisinin de bu büyük devletin yapısında ilk temel taşı olacağı hiçbir zaman aklına gelme*mişti...

Bunların hiçbiri Zeyd'in zihninde dolaşmıyordu.

Bu, Allah'ın sadece dilediğine vereceği bir lütuftu... Allah (c.c.) büyük lütuf sahibidir.

Bu seçme hadisenin üzerinden birkaç sene geçmişti ki, Allah, (c.c.) Peygamber'i Muhammed'i hidâyet ve hakk diniyle gönderdi ve Zeyd İbn-i Harise erkekler arasında ona ilk iman eden kimse oldu.

Bu şampiyonanın üstünde, yarışmacıların yarışacağı başka bir şam*piyona var mıdır?

Zeyd İbn-i Harise, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sırdaşı, onun gönderdiği heyet ve seriyyelerin komutanı ve Hz. Peygamber Medine'den ayrıldığı zaman Medine'deki vekillerinden birisi olmuştu.

Zeyd'in Rasûlüllah'ı (s.a.v.) sevip onu anne ve babasına tercih et*tiği gibi, Rasûlüliah (s.a.v.) da onu sevmiş ve ailesine karıştırmıştı. Zeyd yokken onu özler, geldiği zaman onu, benzeri başkasına nasip ol*mayacak bir şekilde karşılardı.

Hz. Aişe Zeyd'Ie karşılaştığı için Rasûlüllah'm (s.a.v.) sevinç duy*duğu sahnelerden birini bize ş-öyle tasvir etmektedir,

«— Rasûlüliah (s.a.v.) benim odamdayken Zeyd İbn-i Harise Me-dîne'ye gelmişti. Kapıyı çaldı. Rasûlüliah (s.a.v,) çıplak olarak kalkıp onun yanına gitti. —Öyle ki üzerinde sadece göbeğiyle dizi arasını ör*ten birşey vardı— Elbisesini çeke çeke kapıya kadar gitti. Onu kucak*layıp öptü. Vallahi Rasûlüllah'ı (s.a.v.) ne bundan önce ne de bundan sonra çıplak olarak gördüm».

Müslümanlar arasında Hz. Peygamber'in Zeyd'e karşı gösterdiği sevgi belli olmuş ve yayılmıştı. Onu «Zeydu'l-Hûbb» diye isimlendirdi*ler ve ona Rasûlüllah'm (s.a.v.) sevgilisi lâkabını verdiler. Rasûlüllah'm (s.a.v.) sevgilisinin kendisinden sonra oğlu Üsame'ye de «Sevgilisinin oğlu» diye lâkab taktılar.

Hicretin 8 nci senesinde Allah, sevgiliyi, sevgiliden ayırmak su*retiyle imtihan etmek istedi.

Rasûlüllah, (s.a.v,) el-Harîs İbn-i Umeyr ei-Ezdî'yİ, İslâm'a davet etmek üzere Busra hükümdarına bir mektupla göndermişti. El-Haris; Ür*dün'ün doğusundaki Mute'ye vardığında Gassan emirlerinden Şurahbil İbn Amr önüne geçip onu yakaladı. İple bağladı ve daha sonra boynunu vurdu.

Bu, Rasüiüilah'ın (s.a.v.) zoruna gitti, çünkü ondan başka hiçbir elçisi öldürülmemişti.

Rasûlüllah (s.a.v.) Mu'te harbi için üç bin kişilik bir ordu hazır*ladı. Ordunun başına sevgilisi, Zeyd İbn-i Harise'yi tayin edip şöyle buyurdu :

«— Eğer Zeyd yaralanır veya şehid edilirse, komutanlığı Cafer İbn-i Ebî Talib alsın. Eğer o da yaralanır veya şehid edilirse, komu*tanlığı Abdullah îbn-î Ravaha alsın. Şayet Abdullah da yaralanır veya şehid edilirse, müslümanlar birisini kendilerine komutan olarak seç*sinler».

Ordu yola çıktı ve Ürdün'ün doğusundaki Maân'a vardı. Bizans hükümdarı Herakliyüs yüzbin kişinin başında Gassanileri savunmak için harekete geçti. Onlara müşrik arablardan yüzbin kişi daha katıldı. Bu kalabalık ordu müslüman mevkilerine uzak olmayan bir yerde ko*nakladı.

Müslümanlar iki geceyi aralarında ne yapacaklarını tartışarak Ma-ân'da geçirdiler. Birisi şöyle dedi :

«— Rasûlüllah'a (s.a.v.) mektup yazalım. Düşmanımızın sayısını bildirelim ve onun emrini bekleyelim». Bir başkası da şöyle konuştu :

«— Ey kavmim! Vallahi biz ne sayı, ne kuvvet ve ne de çokluk için harbederiz. Biz ancak bu din için dövüşürüz.

Hangi niyetle çıktıysanız ona doğru yürüyünüz.

Allah (c.c.) size iki güzel şeyden birini kazanmayı garantilemiştir. Ya zafer... Ya da şehîd olmak...»

İki ordu Mute'de karşılaştı. Müslümanlar Bizanslıları şaşırtan ve ikiyüzbine varan ordusuna kafa tutan bu üçbin kişiden dolayı kalple*rine korku dolduran bir şekilde dövüştüler. Zeyd îbn-i Harise Allah Ra-sûiü'nün sancağı için kahramanlar tarihinin bîr benzerini daha biime-diği bir şekilde dövüştü. Nihayet yüzlerce mızrak vücudunu parça par*ça etti. Kanlar içinde yüzerek yere yıkıldı. Cafer îbn-i Ebî Talîb san*cağı ondan aldı. En iyi bîr şekilde korumaya başladı. En sonunda o da arkadaşına kavuştu.

Sancağı ondan Abdullah İbn-i Ravaha aldı. O da korumak için kah*ramanca dövüştü. En sonunda o da arkadaşlarının kavuştuklarına ka*vuştu.

Müslümanlar kendilerine Halid İbnu'l-Velîd'i komutan olarak seçtiler yeni müslüman olmuştu Halid askerlerin yerini değiştirdi ve orduyu kaçınılmaz bir yenilgiden kurtarmış oldu.

Rasûlüllah'a (s.a.v.) Mûte'yle ilgili haberler ve üç komutanın yere yıkılışı ulaştı. Onlara çok üzüldü. O güne kadar hiç öyle üzülmemişti. Onların ailelerine baş sağlığı ve sabır dilemeye gitti.

Zeyd İbn-i Harîse'nin evine vardığı zaman, küçük kızı ağlamaya başlayarak kucağına atıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) da yüksek sesle hıçkı-ra hıçkıra ağladı.

Sa'd İbn-i Ubâde ona şöyle dedi :

«—Bu nedir, ya Rasûlaliah!» Rasûlüilah (s.a.v.) şöyle cevap verdi :

«— Bu sevgilinin sevgilisine ağlamasıdir...»
 

gül21

New member
Katılım
17 Tem 2006
Mesajlar
129
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ALLAH sizden razı olsun efendim.o yıldızları anlayabilmek ve sevebilmek ümidiyle selamünaleyküm
 

gül21

New member
Katılım
17 Tem 2006
Mesajlar
129
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
mahfuz bey demiş ki;


Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmdan râzı olduğunu, onları sevdiğini Kur'ân-ı kerîmde bildiriyor. ve meâlen:

- Allah onlardan râzı, onlar da Allahtan râzıdır, ve:

- Hepsine hüsnâyı, Cenneti va'dettik , buyuruluyor. Allahü teâlânın sıfatları ebedîdir, sonsuzdur. Bu bakımdan Eshâb-ı kirâmdan râzı olması da sonsuzdur.Bunun için bu mübârek insanlardan bahsederken sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır. Her zaman edebli, terbiyeli olmalıdır.

Peygamber efendimizi sevenin, O'nun Ehl-i beytini ve Eshâbını, ya'nî arkadaşlarını da sevmesi lâzımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

- Sırât köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir.

- Eshâbıma dil uzatmakta, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü niyetlerinize hedef tutmayınız! Nefsinize uyup, kin bağlamayınız! Onları sevenler, beni sevdikleri için severler. Onları sevmiyenler, beni sevmedikleri için sevmezler. Onlara el ile, dil ile eziyet edenler, onları gücendirenler, Allahü teâlâya eziyet etmiş olurlar ki, bunun da muâhezesi, ibret cezâsı gecikmez, verilir.

- Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların la'neti, Eshâbıma kötü söz söyliyenin, üzerine olsun! Kıyâmette Allahü teâlâ, böyle kimselerin farzlarını da, nâfile ibâdetlerini de kabûl etmez!

- Kıyâmette, insanların hepsinin kurtulma ümidi vardır. Eshâbıma söğenler bunlardan müstesnâdır. Onlara Kıyâmet halkı da la'net eder.



efendim bu yazdıklarınızın üstüne sanmıyorum ki bir yorum yapabilelim.yeterki okuyalım ve anlayalım
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
İşte O yıldızların izinden bir zerre bile ayrılmamış olanlar... İşte onlar sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçecekler... Biz gariblere düşen Onların izinden zerrece ayrılmamaya çalışmak... Onları sevmek...

Bir gün bir Allah Dostu çarşıda dolaşırken bir melek görmüş. Elinde kağıt, bir liste tutuyor.

Sormuş:
"Ey mübarek varlık, burada bulunma sebebin nedir? Ne ile görevlisin?"

Melek:
"Allah bana emir buyurdu, git yeryüzündeki dostlarımın ismini yaz bana getir."

Allah, Dostlarını bilmiyor değil. Birşey anlaşılsın, biz birşeyler anlayalım diye göndermiş aslında.

O zat gözleri dolarak:
"Ben Onlardan olamadım ama Onları çok seviyorum" demiş.

Melek:
"Kişi sevdiği ile beraberdir. Sen de Onlardansın." demiş, ismini listenin en başına yazmış.

Onlar böyle insanlar. Sevginin odağı olan insanlar. Hayatlarını Sevgililer Sevgilisine, Efendimize (s.a.v.) adamışlar. O'nu çok sevmişler, O'nu sevenleri çok sevmişler. Bu iş gönül işi, sevgi işi...
 

gül21

New member
Katılım
17 Tem 2006
Mesajlar
129
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
seyfullah putkıran' Alıntı:
Allah C.C: her ikinizden razı olsun , Allah C.C. yar ve yardımcınız olsun... Rabbim ;Efendimin arkadaşlarını anlyabilen , yolundan giden kullarından eylesin bizi...


amin inşaALLAH efendim.RABBİM sizdende razı olur inşaALLAH
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
Adem oğluna Cenab-ı Hak iki gönül vermemiş ki birini masivaya verse birini de Mevla’ya verse

Evet, kulluğunla tenakuz teşkil eden yani imanınla inandığın değerlerle Allah’ın senden istedikleriyle,bekledikleriyle tenakuz teşkil eden, zıt düşen, ters düşen bütün vasıflarından çık ki, onları terk et ki, Hak’kın davetine, hidayetine, istikametine icabet etmiş ve onun huzuruna yaklaşmış olasın buyuruyor, Ataullah hazretleri(ks), demek ki bir ben bir de hak olmaz, bir benim istediklerim bir de Hak’kın istedikleri var.Benim istediklerimle Hak’kın istedikleri çelişiyorsa, çatışıyorsa ve ben de bu noktada benim istediklerime razı oluyorsam, onların arkasında oluyorsam, o zaman ben kulluk denilen hakikatin içini boşaltmışım demektir.Evet, (Men hubbu sivake, fehuve mevlake), buyurmuşlar.Senin masivadan, nefsinin arzularından, şehvetlerinden, şöhretlerinden, muhabbetin varsa, tercihin varsa sen onun kulusun, demişler. Sen onun kulusun, bunları terk et ki buyuruyor hazret, Allah’ın marifet nurlarına vasıl olasın. Bir söz varya ‘bir kolda iki karpuz tutulmaz’. Buyuruluyor ki; Adem oğluna Cenab-ı Hak iki gönül vermemiş ki birini masivaya verse birini de Mevla’ya verse.İslam bunlara münafık diyor. Bunları kafirden daha eşed görüyor. İkiyüzlülük onlar için fark etmiyor.Evet, kalbin bir cephesini masivaya verelim bir cephesini de Mevla’ya verelim, kabul etmiyorlar.Tamamı bize ait olacak buyuruluyor.Evet;Sen hevasını, arzusunu kendisine ilah edineni görmez misin buyuruyor hazreti Kur’an, nefsine tapanı görmez misin buyuruyor;
Onun ilahı hevası olmuş, onu görmez misin ama dili bir papağan gibi iyya kena’budu
diyor. Ben sana ibadet ediyorum ,sana ibadet ediyorum.İbadetinin niçinini belirledin mi acaba. Niçin ibadet ediyorsun? Seni ibadete sevk eden şey Allah’a duyduğun bir arzu, ihtiyaç, mutlak bir ihtiyaç, sonsuz bir sevgi, onsuz olamayacağına inandığın için mi, yoksa bir isteğin var onu da ancak o yapacak onun için mi. Evet sen rızkın kulu musun,nefsin kulu musun, evladın kulu musun, yoksa gerçekten hakkın kulu musun.Kimin kulusun bunu tespit etmen lazım ki hakkın senden istedikleriyle tenakuz teşkil bütün vasıflarından çık ki, onun davetine icabet etmiş olasın.Yoksa zaten işitemezsin o daveti, o davet sana tesir etmez.Sureta camide olursun, gelirsin suretin burada olur, kalbin nerededir Allah bilir.Öyle naklederler Bayburt’ta İrşadi baba ,Ağlar baba hazretleri varmış.Allah rahmet etsin, şefaatlerine nail etsin.Allah dostlarından,büyüklerden imişler.Bir yere gitmiş mübarek, bir köye misafir gitmiş,sohbet için,tebliğ için.Camiye gidiyorlar vakit namazlarına. Bakıyorlar ki hoca efendi, namazı kıldıran pek ebcette hesabı olmayan biri. Dostlar iş başında görsün. Sarığı cübbeyi benim gibi başına giyip öne geçiyor. Ama orayla bir işi yok yani. Düşünmüş mübarek ki; ben bunu nasıl ikaz edeyim. Buna bir şey söyleyeyim, anlatayım. Bir vakit gelirken sırtına bir küfe almış. Bir sepet, içine de elma, armut,salatalık gibi malzemeler koymuş.Namaza gelmişler,sünneti kılacaklar. Bu mübarek secdeye eğildiğinde sepetin içindekiler dökülüyor. Onları topluyor, sepete koyuyor, kalkıyor devam ediyor. Hoca efendi bakmış demiş: yahu bu zata ermiş diyorlar, nasıl ermişlik bu böyle.Namazda döküyor,topluyor, nasıl namaz bu böyle. Demiş ki;
-Efendi Baba bu namaz olmadı.

-Niye hocam demiş ne var benim namazımda.
-Yahu sen ancak elmaları,armutları döktün ,topladın. Böyle namaz olur mu’’.
-Demiş, gözünü seveyim, ben bunları döküp toplarken hiç camiden çıktım mı?
-Demiş ki yok.
-Baba sen hiç buraya gelmedin demiş.
-Yahu sen hiç camiye gelmedin seninki oluyor da benimki niye olmuyor.Nasıl olacak bu iş demiş.
Sen dışarıdan camiye gelmemişsin daha.Yani aklın, kalbin,ruhun oralarda.Ben sana bir ders vereyim diye böyle yaptım,ikaz edeyim diye böyle yaptım.Hoca anlamış pabuç pahalı.Evet camiye gelsek de acaba Allah’ın huzurunda mıyız.Huzurda olsak farklı olur tabi.Hazreti Ömer(ra) ezanı duyunca bayılırmış.Düşer düşer bayılırmış.Ömer gibi bir celadet timsali, Ömer gibi bir adalet timsali.Peygamberliğe namzet.Benden sonra peygamber olsa Ömer olurdu buyuruyor Efendimiz.Böyle bir insan ezan-ı Muhammedi’yi işittiğinde düşüyor bayılıyor.Diyorlar ki ya emir el mü-minin ne düşünüyorsunuz ezan okunurken. Ne oluyor size; Beni çağırıyor buyurmuş. Ne hesap vereceğim, huzuruna gideceğim, ne diyeceğim ne bu halin derse. Ömer bunun cevabını bulamıyor. Sen buldun mu, bulabilir misin. Huzuruna çıkınca ben ne diyeceğimin cevabını Ömer bulamıyor. Hiç düşündün mü acaba. Ben namazda kimin huzurundayım, kimle beraberim namazda. Meşgale o kadar çok ki. Bilemiyoruz. O meşgaleleri düzeltene kadar namaz bitiveriyor. Kimin huzurunda olduğumuzu anlayamıyoruz. Sahabeden niceleri okunan ayet-i kerimelerin manaları bize söyleniyor diye, bu ayet bizim hakkımızda nazil olmuş diye Allahın haşyetinden, heybetinden ruhlarını teslim ederlermiş.Haşyet, huşu; Sırtına ok saplanmış İmam Ali’nin(ra). “Namaza durayımda öyle çıkarın” buyurmuş. Namaza durayım ancak o zaman acısını unuturum. Allah’ın zevkine, namazın zevkine dalarsam. Allah(cc) ile beraberliğin zevkine dalarsam, hiçbir dünya acısını hissetmem. O zaman oku çıkarın.Biz, ne kaybımız var, ne noksanımız ne eksiğimiz var hepsini namazda hatırlıyoruz.Biz de namazda onları buluyoruz. Huzura dalmak şöyle dursun biz dünyaya dalıyoruz. Bir hafız varmış, hafız-ı Kur’an. Gecede iki rekat teheccüd kılıyor, her gece Kur’an-ı kerimi hatmediyor. Kuvvetli, seri hafız. Kurra bir hafız.Kur’an-ı iki rekat namazda hatmediyor.Tabi insanın imreneceği bir amel. Büyüklerimizden biri ile karşılaşmış, gönül ehli, Allah dostu bir insanla karşılaşıyor. Diyor ki işte şu tespihi, şu zikri yapsan.O da diyor ki ben her gece iki rekat namaz kılıyorum onda Kur’an-ı hatmediyorum. Bundan büyük bir zikir olur mu ? Sen bana ne vereceksin diyor. Peki kardaşım diyor bu gece namaz kılarken şöyle düşün; Hz. Ebubekir (ra) imam, sen de onun arkasında cemaatsin, öyle oku.Onu düşünerek onunla cemaat olarak öyle kıl, bakalım ne kadar Kur’an okuyacaksın.Hafız Efendi gidiyor, Hz.Ebubekir’i hayaline alıyor, gönlüne alıyor, onu imam kılıyor kendine, onun arkasında namaza duruyor.Kur’anın üçte birini okuyabiliyor.Kalbi daha dayanmıyor, yanacak gibi oluyor. Kur’an-ı hatmeden kalbi yanacak gibi oluyor, dayanmıyor.Kur’anın feyzi o zaman gelmeye başlıyor.Yani aynayı, Hz.Ebubekir’in(ra) karşısına tutuyor, ondan ona yansıyor, tahammül edemiyor.Geliyor diyor ki; üçte birini ancak okuyabildim.Ben hatmediyordum üçte birini ancak okuyabildim.O adam diyor ki; bugün de sen kainatın Efendisini düşün. Onun arkasına cemaat ol. Alemlerin Efendisine bir cemaat ol bakalım ne okuyacaksın. Gidiyor, Cenab-ı Peygamber Eendimize yöneliyor, onu hayaline, gönlüne alıyor, Geliyor diyor ki; Kevser süresini ancak okuyabildim, tahammül edemedim.Öyle bir nur, öyle bir aşk, öyle bir muhabbet beni istila etti ki, öyle bir huşu istila etti ki, diyor.Peki bugün de git Cenab-ı Hak’kın seni gördüğünü düşünerek, onun sana nazar ettiğini, onun sana baktığını hissederek namaz kıl, onu düşün. İyya kena’budu derken kalbi yanıyor.Yalnız sana ibadet ederim derken o düşünceyle ayakta yanıyor.O gecenin teheccüdünden ertesi gün ikindiye kadar ayakta, duvara yaslanmış, duruyor.Gelip bakıyorlar ona, görüyorlar öyle duruyor, anlamıyorlar. Çağırıyorlar mübareği , diyorlar ki gel bak bu hafız ne olmuş. Geliyor bakıyor diyor ki; İnna lillah ve inna ileyhi raciun olmuş. Fatihayı bile bitiremiyor.Huşu! Kur’an-ı hatmediyordu. Evet.’’Gaflet büyük günahtır diyor şair.Tövbeye gel tövbeye, sonu ah ile vahtır , tövbeye gel tövbeye.’’Daha öncede ifade etmeye çalışmıştık, Ayeti kerime de Cenab-ı Hak buyuruyor ya, ‘’Sarhoşken namaza yaklaşmayın’’.İçkinin sarhoşu birkaç saat sonra ayılır.Bir acı kahve içirirsin, kafasına bir kova su dökersin adam ayılır.Güzel gider ,bir gusül alır, abdest alır,namaza durur.Ya gafletin sarhoşluğu. Ya hiç ayılmadan, ne kıldığını bilmeden eğilip kalkan, kimle beraber olduğunu bilmeden eğilip kalkan, bu ne zaman ayılır kardeşler, bu ne zaman ayılır.Misvakla kılınan iki rekat namaz ,misvak kullanarak kılınan iki rekat namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekat namaz gibi.Teşvikler var fazilete, sünnete… Büyükler bu hadisleri yorumlarken buyurmuşlar ki; misvak sivak kökeninden gelir.Sensiz kıldığın iki rekat namaz, yani gafletten kurtulmuş bir vaziyette, nefsini bırakmış bir vaziyette kıldığın iki rekat namaz, nefsinle kıldığın yetmiş rekat gibidir. Şimdi nefs derken, nefisten çok bahsetmek sanki bazı insanların hobisi olmuş. Zannediyoruz ki nefsi böyle çok konuşursak, nefs böyle terbiye olur veya nefsimizi çok söylersek şikayet etmiş oluruz. Hayır arkadaş! Nefsine muhalefet etmediğin sürece, nefsinin üstüne gitmediğin sürece, nefsinden bahsetmek de ayrı bir nefs. O da ayrı bir nefs, ayrı bir kibir. Bakın ki bu nefsini anlamış yani. Anlamak tamamiyle yaşantı ile kardaşlar. Yaşamadığın bir şeyi anlamış sayılmazsın, senin değildir o şey. Nefsine muhalefet… arzularına gem… anca o zaman Allah’ın davetine icabet etmiş olursun. Tevrat ta veya Zebur da değişik rivayetler var.Cenab-ı Hak’kın şöyle vahyettiği bildirilmiş. Hadis-i kutside( urtruk nefseke sümme taam……) Önce nefsini terk et sonra bize gel. Onu bırak, sonra bize gel. Düşünün hacılar Kabe-i Muazzamaya giderken, Allah’ın evine gidiyorlar. Beytullah, bu demek. Ev, Allah’ın evi. Allah’ın evine giderken, gusül ediyorlar, temizleniyorlar. Önce tövbe istiğfar. Üzerlerindeki her şeyleri çıkarıyorlar dünyaya ait... Dünyaya ait elbise vesaire dikişli hiçbir şey olmayacak, fazilet olan sarığı dahi başına koyamıyorsun. Bakın iki rekatı yetmiş rekat olan ,efendim ,böyle bir fazilet olan, sünneti dahi ihramdayken başına koyamıyorsun. Her şeyinden soyunuyorsun, Allah’ın evine gidiyorsun. Namazda ise bizatihi Allah’ın huzuruna gidiyoruz. Niye gönlünü soyamıyorsun. Evine giderken her şeyden soyunuyorsun, üstünde hiçbir eşya bırakmıyorsun. Dünyevi bir şey bırakmıyorsun. Namazda niye soyunamıyorsun. Fikren, kalben, ruhen hala niye soyunamıyorsun.Asıl soyunman gereken orası. Oraya nazar ediyor Cenab-ı hak. Dışındaki elbise ihram olmuş, çul olmuş, cübbe olmuş bu manaya göre çok fazla önemli değil o zaman. Soyun kesret libasından buyurulmuş, bu varlık elbisesinden, bu masiva, bu kesretten, bu karanlıktan soyun. Eriş el fakru fahriye. Bu yakınlık, bu mahviyet bizim iftiharımızdır buyuruyor. Cenab-ı Peygamber “ el fakru fahri”, bu manevi fakirlik, bu mahzuniyet, bu mahcubiyet, bu mütevazilik bizim iftiharımızdır.O iftihara eriş buyuruyor. Oraya erişebilmek, (mefharı) Resul olmak(sav), kesret libasından soyunmakla mümkün. Evet, o zaman sen, hah, nefsinle mücadele ediyorsun demektir. Davete icabet edebilirsin o zaman. “Arzularını ilah edineni görmez misin”. Bu haldeyken nasıl, bize sorulduğunda “men rabbuke” senin rabbin kimdir denildiğinde “Rabbi Allah azze ve celle” nasıl diyebiliriz ki. Rabbimiz odur nasıl diyebiliriz. “Yaptıkları onların dilini bağlar” buyuruyor Cenab-ı hak. Dilleri mühürlenir. Dilde malayani, dilde gıybet, dilde iftira, dilde yalan, dilde buhran var iken “rabbi Allah” diyeceksin. O, azze ve celle dedirtmez. Dili temizle. Nasıl temizleyeceksin. Dilin kökü gönle bağlı. Kalpten besleniyor. Kalbini temizle. Bütün azaların tertemiz olsun.Kalbini temizle,kalbini. “Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ede hak, Gelmez saraya padişah hane mamur olmadan.” O hane mamur olmadan o saraya padişah gelmiyor. Oradan yabancıları çıkar. Evet, çıkar onları. Kulluğunla tenakuz teşkil eden bütün vasıflardan çık ki , hakkın çağrısına davetine icap etmiş ve onun huzuruna yaklaşmış olasın.
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
Himmetinin niyeti, ondan başkasına uzamasın. Çünkü emel ve ümitler, Kerim olan Hak tealayı geçemez, onu aşamaz. Senin arzun, senin isteğin, Allah’ın haşa ötesine geçemez ve bil ki, kaderin önüne de sen bir kale yapamazsın. Emel okları, kader surlarını aşamaz. Bunu niçin buyurmuşlar ki, ‘‘Men amine bil kader, fakat emine bil keder.’’ Kim kadere teslim olur, iman ederse, kederden emin olur. Himmetini yüce tut ama Hakkı aşmasın. Onu aşmasın, onu geçemezsin. Hiçbir düşüncende, arzunda, niyetinde, fiilinde, işinde, muamelende, Allah ve Resulünün önüne geçme. Yani onların ölçülerini aşma. Onların koyduğu sınırları aşma, kraldan çok kralcı olma, anlatabiliyor muyum. Bir şeye buğz edebilirsin Allah için, ama zulmetme.Buğz etmen zulmetmeni gerektirmez. Bir şeye merhametin olabilir ama taviz verme. Merhamet tavizi getirmesin. Bir şeye müsamaha gösterebilirsin, bunlar güzel ahlaklar ama müsamahan hududu aştırmasın. Hukukullaha ters bir şey kabul ettirmesin. Ölçüleri iyi ayarla. Allah ve Resulünün önüne geçme, anlatabiliyor muyum. Senin merhametin, Allah’ın merhametinden çok değil. Mesela kemale gelmiş bir evladın var. Uyuyor. Sen kıyamıyorsun ki onu sabah namazına kaldırasın. Ona sen merhamet, şefkat gösteriyorsun. Uyusun yazık, gündüz yorucu işte çalışıyor veya okula gidiyor,ders çalışıyor, namaza kaldırmıyorsun. Bu merhamet değil ona azap ediyorsun, halbuki sana rabbin ‘’Ehline namaz ile emredici ol’’ . Yani onu namaza kaldır. Eğer namaz ona farz olmuş ise, baliğ ise, onu namaza kaldır.Senin ona gösterdiğin şefkat ona zulümdür, zarardır. Yarın çünkü Cenab-ı Hak onu o namazdan dolayı muaheze edecek, hesaba çekecek. Sen ona merhamet göstermiyorsun. Veya belli bir çağa geldiğinde, Cenab-ı hak ona buyuruyor ki ‘’ Namazı ona tebliğ et, kılmıyorsa hafif, kaba etlerine okşa. ‘’Sen burada da hududu aşma. Ben Allah’ın emrini yerine getiriyorum diye çocuğun suratına, başına vs ona zarar verecek şekilde değil. Evet, zalim olma. Ama merhamette de hakkın koyduğu sınırı ölçüyü aşma. Himmetini bu manada yüce tut. Yani Allah ve Resulünün emirlerine tabi olarak Hukukullaha riayet ederek. Onun tercihi neyse, Mevla’nın muradı ne ise onu yapmaya gayret et. Bunun için büyükler hap dua etmişler ki Yarabbi tercihine tevfik buyur. Neyi tercih ediyorsanız, bize o yolda tevfik buyur, yardım buyur, muradı ilahiyeye muhalif bir şey bizden zuhur etmesin, tercihini tevfik buyur.
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Paylaşımların için tşkler mahfuz:eek:
 

Mahfuz

New member
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
158
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Ýstanbul
Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

Ecrâm ü felek, Levh u kalem, mest-i nigâhım,
Dîdârına âşık Ulu Yezdân’dır Efendim.

Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim.

Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır Efendim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.

Doğ kalbime bir lahzacık ey Nûr-i dilârâ
Nûrun ki gönül derdime dermândır Efendim.

Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim.

Kıtmîriniz ey Şâh-ı rüsûl, kovma kapından,
Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim.


Ecrâm ü felek: Gök cisimleri, yıldızlar
Levh-u kalem: Allah tarafından takdir edilip yazılmış olan
Mest-i nigâh: Hayran olarak bakma
Dîdâr: Yüz, çehre
Yezdân: Allah, hayırları yaratan mâbûd
Mahşer: Kıyametten sonra insanların yeniden dirilip toplanacağı yer
Nebiler: Peygamberler
Medet: Yardım
Kıtmîr: Ashâb-ı Kehfin köpeğinin adı
Şâh-ı rüsûl: Peygamberlerin şahı
Buhurdan: Tütsü
Hicrân: Ayrılık
Lahzâ: Kısa zaman, bir bakış
Dilârâ: Gönül alan
Âşık-ı zâr: Ağlayan aşık
Âteş-i sûzân: Yanan ateş
 
Üst Alt