Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gıybet ve kul hakkı

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Ayet açıktır: “Ey îman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Zîra zannın bir kısmı günahtır. Bir birinizin günahını araştırmayınız. Bir kısmınız bir kısmınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz! Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri dâimâ kabul eden ve acıyandır.”hucurat suresi 49/12

1- Bir şahıs yaptığı gıybeti meşru göstermek için, “Ben bunu onun yüzüne karşı da söylerim/söyledim” diyorsa, o halde orada, onun olmadığı yerde neden bahsediyor? Amacı boş yere dedikodu üretmekse, yüzüne karşı söylemiş olsun, olmasın, yaptığı iş, gıybettir. Gıybet zaten yüzüne karşı söylemekte değil; ardından konuşmakta söz konusudur. Ve gıybette esas olan, kendisinin bulunmadığı ortamlarda ayıplanmaktır. Müslüman, kendisinin bulunmadığı ortamlarda “yüzüne karşı söylerim” gerekçesiyle ayıplanmaya reva görülmemeli. (Öte yandan yüzüne karşı söylemenin de meşru olmayan patavatsız, yırtık ve kırıcı biçimleri vardır. Ki çoğu caiz olmaktan uzak biçimlerdir.)

2- Yukarıdaki ayete dikkat edelim. Ayet bizi su-i zan yürütmekten menediyor. Sizin verdiğiniz tanım, su-i zanna kapı açan bir tanımdır. Nitekim bir şahsı farazi olarak kötü bir amel işlerken tahayyül etmek su-i zan kastıyla yapılıyorsa, günahtır. Yok; rast gele bir hayal ise, itibar etmemek ve bu şahıs hakkında kötü zanna kapılmamak şartıyla zararsızdır. Eğer yaptığı su-i zan ise kul hakkı söz konusu olur. Eğer yaptığı boş bir hayal ise ve kendisi de boş bir hayal olduğunu biliyorsa, bunda kul hakkı olmaz.
 

yavuzburak

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
74
Puanları
0
Gıybetin türleri

Gıybetin türleri

GIYBETİN TÜRLERİ

Gıybet dört türlüdür:
Birinci türlüsü küfürdür. Gıybetin bu türlüsü şöyledir. Kişi, bir Müslümanı çekiştirmeye başlar. Kendisine “gıybet etme” denince de “ bu sözler gıybet değildir, çünkü doğru söylüyorum” diye cevap verir. Böylece Allah’ın haram kıldığı şeyi helal saymaya kalkmış olur ki, Allah’ın haram kıldığı şeyi helal sayan kimse, Allah korusun, kafir olur.
İkinci türlüsü münafıklıktır. Gıybetin bu şekli de şöyledir. Kişi, isim vermeksizin birini arkadan çekiştirir. Fakat sözünü dinleyenler onun kim olduğunu anlamaktadırlar. Adam da böyle yapınca gıybet etmiş olmanın günahından sıyrılabileceğini sanmaktadır.
Üçüncü türlüsü günahtır. Gıybetin bu şekline gelince kişi, isim vererek birini arkadan çekiştirmekte ve yaptığı işin günah olduğunu bilmektedir. Bu durumda o kimse bir günahkardır ve tevbe etmesi gerekir.
Dördüncü şekli de mubah hatta sevap kazandırıcıdır. Gıybetin bu şekli kişinin, açıkça günah işleyen bir kimsenin veya bidatçının aleyhinde konuşmasıdır. Kişi bu konuşması yüzünden sevap kazanır. Çünkü onun bu açıklamaları sayesinde söz konusu fasıkı veya bidatçıyı tanıyarak şerrinden sakınırlar. Nitekim Efendimiz (s.a.s.) “ Kötünün kötülüğünü anlatınız ki, insanlar ondan sakınsın” buyurmuştur.[1]

[1] a.g.e. s:163
 

yavuzburak

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
74
Puanları
0
GIYBETİN İLÂCI
Ey aziz kişi! Sen bil ki, gıybete haris olmak o kişinin gönlünde bir hastalıktır. Ona ilâç bulmak da vaciptir. Bu ilâç iki türlüdür:
1 — İlim (bilgi) yolu ile olan ilâçtır. Bu da iki türlüdür:
A) Gıybet hakkında gelen hadîsleri ve gıybetin sebep olduğu kötü sonuçlan bil­mek, düşünmektir. Gıybetin iyilikleri olmadığı o zaman anlaşılır ve gıybet hevesi iflâs eder. Nitekim Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Gıybet, kabul edilmiş duaları, kulun hasenatını tıpkı ateşin kuru odunu yaküğı gibi yakıp ortadan kaldırır."
Hatta, bu kişinin hasenesi (sevabı) günahlarından kat kat aşağı kalır. Bu gıybet se­bebiyledir ki, günahları iyiliğinden ağır bastığı için o kişi cehenneme gider.
B)İnsan kendisinin ayıbını, gıybet edilmesi mümkün olan kusurlarını düşünmeli. Eğer kendisinde bir ayıp görürse, kendisi hakkında gıybet edeni ma'zur tutmalıdır. Tıpkı kendisini ma'zur tuttuğu gibi başkalarını da ma'zur tutmalıdır. Eğer kendinde hiç bir ayıp bulamazsa şöyle bilmeli ki, o kendi aybmı kendinden gizleyen cahilliği ile bütün ayıplar gölgede kalmıştır. Eğer üzerinde ayıp olmadığı gerçek ise bilmeli ki, murdar eti yemek­ten daha kötü bir ayıp yoktur. Murdar eti yiyen, ayıbsız özünü ayıplara boğar. Ayıbı ol­mayan kişi daima şükürle meşgul olmalıdır. Şöyle bilmeli ki, eğer gıybet ettiği kişiyi ku­surlu bulacak olursa hiç bir kulun yaptığı iş ve hareket kusurdan uzak değildir. Çünkü şe­riat yolunda kusursuz kula rastlamak kabil değildir. Gıybet edilen kişinin yaratılışında bir noksanlık varsa, bil ki o kusuru onda Cenab-ı Hak yaratmıştır. O ayıp o kişinin yaratmasiyle meydana gelmiş değildir ki, ondan dolayı ayıblansın, kınansın.
2 — Gıybetten kurtulmanın ikinci ilâcı. Kendisini gıybete sevkeden sebeplere nazar etmektir. Bunlar da sekiz türlü sebeptir:
Birinci sebep: Gıybet edilen kişiyle, bir sebepten Ötürü, kızgın ve kırgın olmaktır. Bilinmeli ki, bir kişiye kızmaktan ötürü kendini cehenneme salmak da aptallıktan başka bir şey değildir. Gerçekten de birine kızdığı için onu arkadan çekiştiren bir kişi, kendi eliyle kendini cehenneme atmış olur ve dünyada bundan büyük ahmaklık da olmaz.
Resûlullah Efendimiz şöyle buyurur:
"Bir kimse kızgınlığını yenerse Hak Teâlâ, kıyamet gününde onu yaratıklar arasında çıkarıp kendisine: "Cennet hurilerinden dilediğini seç!" diye buyurur."
İkinci sebep: Cıybet eyleyen kişi başkalarının rızasını kazanmak için onlara mu­vafakat gösterir, uyar. Bunun da ilâcı şudur ki, insanların rızasını kazanmak dolayısiyle Hak Teâlâ'nın hışmına uğramak da cahillik ve aptallıktır. Aksine halkın rızasını gözet­mek Allah'ın hışmına götürdüğü için daima Hak Teala’nın rızasını dilemeli. Üçüncü sebep: Bunlar kendisine bir hiyanet izafe edilmiş olanlardır ki, kendisini kurtarmak için bu hiyaneti başkasının üstüne alarlar. O kimsenin bilmesi gerektir ki, Hak Teâlâ'nın kızgınlığının belâsı insanların kızgınlığından hem daha şiddetli, hem de mu­hakkaktır. Başkasının üstüne atarak o suçtan kurtulması ise şüphelidir. Ama Hak Teâlâ'nın hışmı yakînen bilinir ve ansızın gelir. Bunun İçin insana gerek olan şey hainliği özünden def etmektir. Lâkin bunu başkasının üstüne atmak asla doğru değildir. Olur ki:
— Her ne kadar ben haram yiyorsam, yahut da devlet malını çalıyorsam da falan, filân da bunu yapmaktadır! der. Bu hamakat, aptallıktır. Çünkü bir kişi günah işlerse ona uymak reva değildir. Böyle bir sözü söylemekte ne Özür olur. Bir kimseyi ateşe girer görsen kendini onun ardından ateşe atmazsın. Belki bu sözü söylemekle günah da işlemiş olursun. Ve hem de gıybet etmiş olursun.
Dördüncü sebep: Bir kimse kendisini öğmek diler, fakat öğemez. Böylece başka­larım dile dolar, gıybet eder, tâ ki, bu gıybetle kendisinin üstünlüğü ortaya çıksın ister. Nitekim şöyle der:
— Falan kişi hiç bir şey anlamaz. Filân kimse ise riyadan kaçınmaz. Yani: "Ben her şeyden anlarım, riyadan kaçınırım", demek isler. Gerektir ki, o kişi, her akıllı ki­şinin onun fâsıklığına ve cahilliğine inanmıyacağını bilmelidir. Akılsız olan kimsenin iti­kadında ne fayda vardır? Belki faydası şu olur ki, Hak Teâlâ'nın katında kusurlu olduğu­nu bilmelidir. Yoksa, bir bîçare kulun, elinden hiç bir şey gelmeyenin nazarında yüksek olmanın ne faydası vardır?
Beşinci sebep: Hased, kıskançlıktır. Bir mevki sahibi, bilgisi çok ve malı bol olan kişiye halkın inancını gördüğü halde bu kişinin onu kıskanması, çekememesidir. Çünkü kendisinde bu hasletleri bulamaz. Onun kusurunu bulmaya çalışır. Bütün gayesi o kişiyi dile dolamaktır. Lâkin şunu bilmez ki, başkasına söylediği şeyler kendisinde mevcuttur. Başkası içni söylerken bilmez ki, kendisini açıklamaktadır. Çünkü kendisi bu dünyada azabta ve kıskaçlık acılan içinde kıvranmaktadır. Öteki cihanda da ettiği gıybetin azabın­da olacaktır. Tâ ki, iki cihanın nimetlerinden mahrum kalacaktır. Böyle bir kişi bilmez ki, her kime mevki, haşmet bahşetmişlerse, kıskançların kıskançlığı onun değerini daha çok arttırır.
Altıncı sebep: İstihza, alay etmektir. Yâni bir kişiyi küçük düşürerek ona gülmek­tir. Arna bilmez ki, bu alay etme kendisini Allahü Teâlâ huzurunda rezil, riisvay eder. O ise alay ettiği kimseyi halkın önünde rüsvay etmek ister. Fakat böyle kimse bilmelidir ki, alay ettiğinin günahları kendi boynuna yüklenir. Eşek gibi o günahları ile cehennem ka­pılarına kadar sürülür. Bir kimse Kıyamet gününde halinin böyle olacağını bilmelidir. Aklı varsa başkasına gülmeğe ve onunla eğlenmeğe kalkışmaz.
Yedinci sebep: Bir kimse bir günah işlendiğini görünce o günahtan ötürü özü ke­dere boğulur. Allahü Teâlâ için kalbini Üzüntüler sarar. Nitekim din ehlinin âdeti böyle­dir. Bir kimse, üzüldüğü bir şeyden söz açtığı zaman doğru söyler. Lâkin söz arasında o günahı işleyen kimsenin adını dilinde dolaştırır durursa, bu söyledik terin i n gıybet olaca­ğından gaflet içindedir demektir. Gerçi bir müslümanın günah işlemesinden üzüntü duy­makla Allah'ın hoşuna giden güzel bir huy göstermiş ve bundan sevap kazanmış olur. Bilmez ki, İblis onun kendisi üzerine hased etmiştir. Fakat o günah işleyen kimsenin adı onun dilinde dolaşır olunca söyledikleri gıybet olduğundan gıybetin günahının kendi se-vablannı silip süpürdüğünü bilemez.
Sekizinci sebep: Kişi, Aüahii Teâlâ için, bir kişinin günahından ötürü kızar, yahul işlenen günaha şaşar. O kızgınlık veya şaşkınlık içinde ya o kişinin adını söyler, adını herkes bilsin diye açıklar. Bu kızgınlıkla kazanılan sevap işte bu gıybet ile silinmiş olur.
Bundan dolayı o kişi, kendisinin hışmını ve şaşkınlığını hikâye etmeli, fakat günah işleyen kişinin adını anmamalıdır.[1]

[1] İmam Gazali “Kimya-ı Saadet”
 
Üst Alt