Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gecedeki Sir..!

stigmata

New member
Katılım
2 Haz 2007
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
bursa
Gecedeki Sır

Cenâb-ı Hakk'ın geceye verdiği kıymet ve onun içine yerleştirdiği sırlar, sayısızdır. Bu hususta Rabbimizin: (el-İnşikâk, 17); (ed-Duhâ, 2) ve: "Kararmaya yüz tuttuğunda geceye; ağarmaya başladığında sabaha andolsun!» (et-Tekvîr, 17-18*) şeklinde kasem buyurmasındaki sır, idrâkimize ve gönlümüze nice hakîkatleri seyrettirmek için açılan ilâhî bir penceredir.
Yine âyet-i kerîmede:
"Geceyi size bir örtü yaptık." (en-Nebe 10) buyurularak gecenin bir libâs oluşundan bahsedilmesi, ayrıca zikre şâyan bir tecellî taşır.
Gerçekten geceler, sıhhî, ictimâî, ahlâkî ve bediî bir libâs, yâni örtüdür. Dünya boyuna göre biçilmiş bir kudret, huzur ve nîmet elbisesidir. İzdivaç kanunu bakımından da bir seâdet libâsıdır. Aynı zamanda mahremiyeti koruyan bir sır perdesidir. Maddî ve mânevî gizlenme isteyenler için de bir sığınaktır. Bu bakımdan geceler, bir taraftan Hak âşıkları için bir vuslat demi olurken diğer taraftan mücrim ve nefsine mağlûb olanlar için de büyük bir aldanıştır.
Gündüzler, gecelerin sıhhî istirâhatini vermekten uzaktır. Dolayısıyla insan, gündüz yorgunluğunun maddî ve mânevî sıkletini gecenin sükûnetine bürünmedikçe üzerinden atamaz. Aksi halde nice muhteris insanlar uykuyu te'hîr ederek hırslı binicilerin altında çatlayan atlar gibi nefislerini helâke götürürlerdi. İşte şu ilâhî takdîrin netîcesindedir ki günler, gece ve gündüz olarak ikiye taksim edilmiştir.
Müsbet veyâ menfî mühim vukûat ve hâdiseler gündüze nisbeten gecenin derûnunda galebe hâlindedir. Nitekim gündüzlerden emin olmamamız kaydıyla, azâb-ı ilâhî'nin ekseriyetle geceleyin vâkî olduğu muhtelif âyet-i kerîmelerde beyân edilmiştir. Bunlardan birinde Cenâb-ı Hak buyurur:
"Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azâbımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (el-A'râf sûresi 97)
Bu bakımdan geceler, azâb-ı ilâhîden kurtuluş için en mühim ilticâ vakitleridir.
Diğer taraftan vahiyler, ekseriyetle gece vakitlerinde gelmiştir. Peygamberliğin ilk müjdeleri olan rü'yâ-i sâdıkalar, ilham bahşeden gecelerin rûhâniyetinde vukû bulmuştur. Bizlere bir ikrâm sadedindeki "Rahmânî rü'yâ" denilen levh-i mahfuzdan istikbâle akseden pırıltılar, feyizli gecelerin sînesinde zuhûr eden hikmetlerdendir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in dünyâyı teşrifleri Rebîulevvel ayının 12'sinde ve yine bir gecenin seher vaktindedir. Tüm beşerin, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Habîbullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ilâhî huzûra kabul edilerek ezelî ve ebedî vuslatın hakîkatine erdiği mîrac hâdisesindeki "isrâ" bir gece yolculuğudur. Semâvâta urûc (yükseliş), Recep ayının 27. gecesindedir. Kur'ân'ın dünyâ semâsına icmâlen nüzûlü "Beraat Gecesi"nde, tafsîlen nüzûlü de "Kadir Gecesi"ndedir.
Olgunluğa erişmiş mü'minler için geceler, derûnundaki sükûnet ve feyz dolayısıyla müstesnâ bir ganîmettir. Bu ganîmetin kadrini lâyıkı ile bilenler, -bilhassa gece yarısından sonra- bütün mahlukâtın istirâhate çekilerek âlemi derin bir sükûnetin kapladığı hengâmda, duâ, ibâdet ve Hakk'a yanık ilticâların kabûlü için Rablerine teveccüh etmenin feyizli zemînini bulurlar. Gece ve seherleri uyanık geçirmek husûsunda Cenâb-ı Hakk, kendisinden sakındıkları için ilâhî nîmetlere mazhar olarak cennette pınar başlarında dinleneceklerini beyân ile medhettiği o bahtiyar kulları hakkında şöyle buyurur:
"Onlar geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi." (ez-Zâriyât, 17-18*)
Gece, tatlı ve yumuşak yatakları sırf Allâh Teâlâ'nın rızâ-yı şerîfi için terk ederek ilâhî huzûra yalnızca muhabbet ve aşk sebebiyle baş koyma zamanıdır. Dolayısıyla geceleyin herhangi bir farziyyeti olmadığı halde kılınan namazların ve yapılan tesbîhâtın Allâh'a yakınlık bakımından ehemmiyeti büyüktür. Bu itibarla gönüllerde aşk ve muhabbet-i ilâhînin şiddeti ne kadarsa, gece namazına ve tesbihâta rağbet ve riâyet de o derecede tezâhür eder. Denilebilir ki gece namazı ve tesbihleri, yâr ile buluşup sohbet etme mâhiyetini taşır. Herkes uyurken uyanık olmak, Mevlâ-yı Müteâl'in rahmet iklîmine girmek, muhabbet ve merhamet meclisine dâhil olan müstesnâ kullarından olmak demektir.
Cenâb-ı Hakk buyurur:
"(Ey peygamber-i ekber!) O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor ve secde edenler arasında dolaşmanı da..." (eş-Şuarâ, 217-219)
Bu âyet-i kerîme hakkında Kâdî Beyzâvî diyor ki:
"Ümmet için beş vakit namaz farz olup da gece namazı sünnet hâline gelince, Rasul-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbın ahvâlini müşâhede sadedinde gece vakti hücre-i seâdetlerinden dışarı çıkıp ashâbın evleri arasında dolaşmış ve o evleri Kur'ân kıraati, zikir ve tesbih sesiyle arı kovanları gibi uğuldar bir halde bulmuştu."Nebe Sûresi 9. âyette uykunun "subât" kılındığı bildirilmiştir. Lügatte kesmek, ta‘tîl etmek, rahat etmek, salgın, ölüm gibi mânâlara gelen bu kelime, uykunun muhtelif cepheleriyle alâkalıdır. Uyku vücûda bir istirahat te'mîn ettiği gibi bedenî meşgaleleri de tâtil eder. Âdetâ bizi uyanıklık hayâtımızdan ayırıp üstümüze çöken bir salgın misâli uyuşturur ve nihâyet ölümün hâlinden bir hisse aldırır.
Hakîkaten gündüzün maîşet manzaralarıyla yorulan gözler, geçim gürültüleriyle dolan kulaklar, hayat düşüncesiyle bunalan dimağlar, dert anlatmaktan bezgin ve bitkin dudaklar, yorgun gönüller, türlü fânî çalışmalarla durgunlaşan kollar ve bacaklar, günün yükü altında ağırlaşan gövdeler, tam bir istirahat hasretini hissederken, ufuklar loşlaşır, akşamlar tüllenmeye başlar.
Gecenin girişiyle artık günün dekor ve âhengi değişmiştir. Günün meşgaleleriyle yorulan sinirlerimize ve çöken sînelerimize mukâbil gece, serin karanlıkları, sükutu ve sanki tesellî parıltıları halindeki salkım salkım yıldızlarıyla bir ihtişâm tablosu sergiler. Muhteşem gece sarayının bu canlı, kandilli ve avizeli tavanı gülümserken bir yandan da görünmez ve salgın bir uyku hastalığı üzerimize çöker. Zarurî bir gevşeklik içinde süzülmeye başlar ve nihâyet her meşgalemizi mecburen tâtil ederek, mevtâlar gibi rahat döşeklerimize uzanırız.
Eşyâ, kâinât, siyah bir gecenin sükutuna râm olarak bir adem (yokluk) manzarasını alır. Sanki âlem bir mezarlık, insanlar birer ölü... Artık hapishâne ve hastahânedekilerin ızdırap manzaralarından eser yok. Saraydakiler ise devlet ve saltanat cümbüşlerinden mahrum halde...
Herkes gecenin umumî baskı kanunu altında zavallı bir haldedir. Hattâ sırtları toprak bilmeyen zorbalar dahi bîçâreler gibi yerlere serilmişken sâlihler ve âbidler ise nefeslerini bir ömür tesbihi hâline getirerek Hakk'a yaklaşmaktadırlar.
Vücûdlar müşterek bir ölüm tatbîkatı içinde fânîliklerinden sıyrılmış, ölüler gibi Hakk'ın hâkimiyetine açıkça teslim olmuştur. Herkes yerde, her şey uykuda... Fakat tecellîler başka başka. Şimdi maddî görüşler, yorucu müşâhedeler durmuş; buna mukâbil, uykunun istirahati içinde seyr-i temâşâlar, rüzgarlar, berzahî iklimler ve filmler, zevkler, safâlar, neşeler, azaplar, ızdıraplar ve korkuların deverânı başlamıştır. Gün âleminden gecenin esrârına geçişin hikmetini âyet-i kerîme şöyle açıklar:
"Gecenin ve gündüzün değişmesi onun eseridir. Hâlâ akıl erdirmez misiniz?" (el-Mü'minûn, 80)
Her gecenin sabaha uzanması hakîkati bizi haklı olarak sabah ümidine, pembe bir fecre bağlıyor. Alıştığımız fânî âlem kânunlarına göre günümüz geceye, gecemiz de bir taraftan gündüze inkılâb ediyor. Muzdaripler:
Göz yumma güneşten ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî her gecenin gündüzü vardır.
terennümündeki tesellî ile sabahları beklerken öte yandan "Hangi gündüz ki onun âhiri akşam olmaz!" hikmetiyle gecelere karışıyoruz.
Bütün gece-gündüz değişmelerinin en mühim gayesi, umûmî bir kanun olan "Hayat iki gün bir geceden ibârettir." hakîkatini tatbikî bir şekilde tâlimdir. Umûmî görüşe nazaran hayat, dünya günüyle âhiret günü arasındaki ölüm gecesinden ibârettir. Yâni dünyâ fânî bir gün, ölüm muvakkat bir gece, âhıret ebedî bir hakîkat sabâhıdır.
Uyku nasıl ki maddî hayatla mânevî hayâtın kavuşma noktasıdır, ölüm de öyledir....
 
Üst Alt