Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gaybet-huzur

Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
55
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Sûfîlerin kullandıkları özel tabirlerden ikisi de “gaybet” ve “huzur”dur.

Gaybet, üzerine gelen mânevî vâridat [feyiz ve haller] ile duyuların meşgul olmasından dolayı kalbin, halkın hallerinden habersiz olmasıdır. Kul bazan yaşadığı halden dolayı kendisini ve başkasını bile farkedemez duruma gelir. Bu yaşanan hal, âhirette verilecek bir sevabı hatırlamak veya azabı düşünmekten kaynaklanabilir. Buna örnek olarak şu olay nakledilir:


Rebî b. Huseym, İbn Mesud’un (r.a) yanına gidip gelirdi. Bir gün bir demirci dükkânının yanından geçerken, körüğün içinde kor halinde kızarmış bir demir parçasını görünce kendinden geçti, bayılıp yere düştü. Bir gün kendisine gelemedi. Ayıldığı zaman ne olduğunu sorduklarında,

“Cehennemliklerin ateşin içinde olmasını hatırladım” cevabını verdi. Bu ileri seviyede bir gaybet hali olduğu için kendinden geçip bayılmıştır.

Rivayet edildiğine göre Ali b. Hüseyin (Zeynelâbidîn), namazda secde halindeydi. Bulunduğu evde bir yangın çıktı. O namazdan ayrılmadı. Selâm verdikten sonra durumu sorulunca, “En büyük ateş (cehennem) beni bu ateşle ilgilenmekten alıkoydu” dedi.

Çoğu zaman bu hislerini kaybetme hali, Cenâb-ı Hak tarafından kula açılan mânevî hallerden kaynaklanır. Sonra bu halleri yaşayanların durumları birbirinden farklıdır. Bu konuda şu olay meşhurdur.

Demir işiyle meşgul olan Ebû Hafs-ı Nîşâbûrî, tasavvufa girdiği ilk günlerinde kendisine sanatını terkettiren şu olayı yaşamıştır.

Ebû Hafs dükkânında çalışırken, bir hafızın Kur’an’dan okuduğu bir âyeti işitti; o esnada kalbine mânevî bir hal geldi; hissetme sıfatını kaybetti. Elini kızgın ateşe sokup içindeki kor halindeki demir parçasını çıkarıp aldı. Bunu gören bir talebesi, “Ey üstat, bu ne haldir?” diye sordu. Ebû Hafs, üzerinde zuhur eden bu kerameti görünce, (fitneye düşmekten korkup) sanatını terketti, dükkânından çıkıp gitti.

Bu konuda bir örnek de şudur:

Bir gün Cüneyd-i Bağdâdî hanımı ile otururken, yanına Şiblî geldi. Hanımı hemen kalkıp örtünmek istedi. Cüneyd hanımına, “Şu anda Şiblî’nin senden haberi yok (mânevî hal içindedir), otur” dedi. Sonra Cüneyd Şiblî ile konuşmaya başladı; biraz sonra Şiblî ağlamaya başladı. Cüneyd onun ağlamaya başladığını görünce, hanımına, “Şimdi perde gerisine geç; Şiblî kendinden geçme halinden ayıktı” dedi.

Nîşâbur’da Ebû Nasr Müezzin’den dinledim. Bu zat, sâlih bir insandı. Şunu anlattı:

“Üstat Ebû Ali Dekkâk Nîşâbur’da bulunduğu zaman meclisinde Kur’an okurdum. Kendisi hac üzerinde çok sohbet ediyordu. Konuşmasından çok etkilendim ve o sene hac için yola çıktım. Dükkânımı ve sanatımı terkettim. Üstat Ebû Ali Dekkâk da aynı sene hac için yola çıkmıştı. Kendisi Nîşâbur’da bulunduğu müddet içinde ben kendisine hizmet ediyordum ve sürekli meclisinde Kur’an okuyordum.

Bir gün kendisini çölde abdest alırken gördüm; yaşadığı mânevî halin etkisiyle elindeki su testisini unutmuştu. Hemen alıp kendisine götürdüm, kafilenin konaklama yerine gelince testiyi yanına koydum. Üstat, ‘Bunu getirdiğin için Allah seni hayırla mükâfatlandırsın’ dedi. Sonra, sanki hiç görmemiş gibi bana uzun süre baktı ve, ‘Seni bir kere gördüm; sen kimdin?’ diye sordu. Ben de şaşırdım ve,

‘Kendisinden yardım istenecek Allah’tır. Efendim ben sizinle uzun müddet birlikte oldum, sohbetinize katıldım, sizin vesilenizle evimi ve malımı terkettim, bunca çölü sizinle birlikte aştım; şimdi siz, seni bir defa gördüm diyorsunuz’ dedim.”



Huzur haline gelince

Huzur haline ulaşan ârifin kalbi bazan Cenâb-ı Hak ile hazır olur. Çünkü o, halktan ayrı olunca, Hak ile huzur halini elde eder. Yani sanki kul, O’nun huzurundaymış gibi olur. Bu da Hakk’ın zikrinin kulun kalbini tamamen sarmasıyla gerçekleşir. Böylece kul, kalbi ile yüce rabbinin huzurunda bulunur. Kalbiyle halktan uzak durduğu derecede Hak ile huzur halini korur. Eğer halkı bütünüyle terkederse, Hak ile huzuru o ölçüde olur.

“Falan huzurdadır” dendiği zaman, bunun mânası, o kalbi ile rabbinin huzurundadır, O’ndan gafil ve habersiz değildir, sürekli O’nu zikir halindedir demektir. Sonra kula, rabbinin huzurunda derecesine göre Cenâb-ı Hakk’ın kendisine tahsis ettiği birtakım mânevî haller açılır.

Bazan da kul, nefsinin ve halkın hallerini hissetmeye döndüğünü (şuur ve idrakinin geri verildiğini) ifade için, “o, hazırdır” denir. bunun mânası, o gaybet halinden çıktı demektir. Bu durumda o, halk ile hazır olmaktadır. Birinci kimse ise, Hak ile huzur halindedir.

Sûfîlerin gaybet halleri de birbirinden farklıdır. Bazısının gaybet hali çok devam etmezken, bazılarının gaybet hali uzun süre devam eder.

Anlatıldığına göre, Zünnûn-i Mısrî, müridlerinden birini Bâyezid-i Bistâmî’ye gönderdi; onun hal ve sıfatlarını öğrenip kendisine bildirmesini istiyordu. Gönderilen adam Bistâm’a geldi, Bâyezid’in evini sordu, gösterdiler. Adam eve gelip kapısını çaldı, karşısına Bâyezid çıktı; adama,

“Ne istiyorsun, kimi arıyorsun?” diye sordu; adam,

“Bâyezid’i görmek istiyorum” dedi. Bâyezid,

“Bâyezid de kimdir?” Bâyezid nerededir? Ben de senelerdir Bâyezid’i arıyorum” dedi. Bunu işiten adam, “Bu deli!” diyerek oradan ayrıldı. Zünnûn-i Mısrî’nin yanına geri döndü ve gördüklerini anlattı; bunları dinleyen Zünnûn ağladı ve, “Kardeşim Bâyezid, Hakk’a gidenlerle O’na gitmiş (Hakk’ı müşahede içinde koybulmuş)” dedi.

ABDÜLKERİM KUŞEYRÎ

Kuşeyrî Risâlesi
[SÛFÎLERİN İNANÇ ve AHLÂKI]

Tercüme
Dr. Dilaver Selvi


SEMERKAND
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
İmam Kuşeyri güzel tercih...Risalenin Süleyman Uludağ çevirisi istifade ettiğim kitaplardandır...
 
Üst Alt