Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gaybe iman Gaybın Türleri

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Gaybe iman


اَلَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

3 - O kimseler ki gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) infak ederler.

Allah (c.c) bu ve akabindeki ayetlerinde muttakilerin sıfatlarını sayıyor.

«O kimseler ki gayba iman ederler.»

İman : Kur'an ve sahih sünnette zikredilen ve inanılması gereken şeyleri şeksiz şüphesiz bir şekilde kesin olarak kalple tasdik, dille ikrar etmek, bu bildirilen şeyler gereğince amel edip bu şeylerin aksine hareket etmemek ve bu şeyleri bozacak hareketlerde bulunmamaktır. Allah'ın istediği manadaki iman ancak bu şekilde geçerli olur.

İman edilmesi gereken şeyler kalple tasdik edilir, dille söyleme imkanı olduğu halde dille söylenmezse, bu iman geçerli olmaz. Aynı şekilde iman edilecek şeyler kalple tasdik edilip dille ikrar edildiği halde bu iman edilen şeyleri bozacak veya geçersiz kılacak hareketlerde bulunmak da imanı geçersiz kılar.

Bu ayette bahsedilen gaybe iman; Allah'a, meleklerine, resullerine, Kur'an'dan önce indirdiği kitaplarına, ahiret gününe, cennet, cehennem, hesap, mizan ve bunun gibi iman edilmesi gereken gaybi şeylere, görülmedikleri halde görüyormuşçasına inanmaktır. Bu gaybi gerçeklere inanan kimseler ahirette başlarına gelecek kötü şeylerden korunmak için Allah'ın razı olduğu şeylere yönelirler.

Gayb : «Ga'ba» fiilinin masdarı olup «gözden ve duyulardan gizli olan, bilinmeyen» anlamındadır. Bu sebeple duyulardan ve mahlukatın ilminden gizli olan herşey bu kelimeyle ifade edilir.


Gaybın Türleri:

1 - Sadece Allah'ın bildiği ve bu konuda melek, cin ve resuller dahil hiç kimseye bilgi vermediği gayb,

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Gaybın anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başkası onu bilemez. Karada ve denizde olanları yalnız O bilir.» (En'am: 59)

Bu ayete göre; gaybın ilmi sadece Allah'a aittir. Sadece Allah'ın bildiği bu konularda hiç kimse melek, cin, resul dahi olsa söz sahibi değildir.

Kur'an'da, Allah'ın mahiyetini açıklamadığı, sadece varlığını ve ismini bildirdiği bazı gaybi gerçekler vardır.

Buhari'de geçen meşhur Cibril hadisinde, Cibril (a.s) kıyametin ne zaman kopacağını sorunca Rasulullah:

«Bu, Allah'tan başka hiç kimse tarafından bilinmeyen beş gaybi meseleden biridir» buyurdu ve şu ayeti okudu:

«Kıyametin saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her-şeyden haberdardır.» (Lokman: 34)

Bu ayete göre; kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, doğacak olan çocuğun nasıl ve ne şekilde olacağını en ince ayrıntısına kadar, kişinin nerede ve ne zaman öleceğini ve bir kimsenin yarın ne kazanacağını yalnız Allah bilir. Bu konularda fikir beyan etmek, yorum yapmak tahminden başka bir şey değildir ve bunlar imana yakışmayan davranışlardır. Bunların kesin olarak bilinebileceğini iddia etmek küfürdür.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Sana: «Ruh nedir?» diye soruyorlar. De ki: «Ruh Rabbimin emrindedir. Size çok az ilim verilmiştir.»

(İsra: 85)


Bu ayete göre; ruh da sadece Allah'ın bildiği gaybi bilgilerdendir. O halde ruhu, Kur'an ve sünnetin beyan ettiği sınırlar dışında tanımlamaya çalışmak ya da mahiyetini araştırmak boş ve yasak bir davranıştır.

Mü'minlere düşen; böyle konularda yorum yapmayıp onları Allah'ın bildirdiği şekilde tasdik etmektir.

İnsanların kalplerinden geçirdiği düşünce ve niyetler ancak Allah'ın bilebildiği gaybi bilgilerdir. Hiçbir kulun bu gibi şeyleri bilmeye veya bu gibi konularda fikir be-yan etmeye kudreti ve izni yoktur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Ben sizlere hem yerlerin hem de göklerin gizli olan şeylerini bilirim hatta açıkladıklarınızı ve gizlediklerinizi de bilirim diye söylemedim mi?»

(Bakara: 33)

Abdullah b. Utbe b. Mes'ud (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: Ömer (r.a)'den işittim. O şöyle diyordu:

«İnsanlar Rasulullah zamanında vahiy ile gizli hallerinden de sorumlu tutulurlardı. Rasulullah'ın vefatı ile vahiy kesilmiştir. Bugün sizi, gördüğümüz amellerinizden dolayı sorumlu tutarız. Bu yüzden kim bize hayır ve adalet gösterirse onu emin sayar ve güvenilir kabul ederiz. Onların gizli hallerini araştırmak bize düşmez. Gizli hallerinin hesabını Allah görür. Bize zahiren fena hal gösterenlerden de emin olamayız. Niyetinin iyi olduğunu söylese bile ona inanmayız.» (Buhari)

Her kim kalbten geçenleri bildiğini iddia ederse:

a - Yalnız Allah'a ait olan «gaybı bilme» sıfatını kendisinde gördüğünden dolayı,

b - Kendisine vahiy geldiğini iddia ederek Allah (c.c)' nun vahyin kesildiğine dair haberini yalanladığından dolayı küfre girmiş olur.

2 - Allah (c.c)'nun vahiy yoluyla sadece resullerden dilediğine bildirdiği gayb.

«Görülmeyeni bilen Allah görülmeyeni kimseye göstermez. Ancak resullerinden razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna. Çünkü onun önüne ve arkasına izleyiciler (koruyucu melekler) dizer.» (Cin: 26-27)

Bu ayette açıkca görülüyor ki; Allah (c.c) bazı gaybi bilgileri seçmiş olduğu resullerine bildirmiştir. Bu bilgilerden bazıları; geçmiş ümmetlere ait haberler ve gelecekte zuhur edecek bir takım olaylardır. Hatta bazı zamanlarda insanların kablerinden geçenleri Rasullerine bildirmiştir. Onlar da vahiy sayesinde bu gibi konularda insanlara haberler verebilmişler veya zahirde gösterdikleri alametlere rağmen insanlara kalblerinden geçenlerle hükmetmişlerdir. Fakat bu hal ancak Rasullere mahsus bir özelliktir.

Rasullerin haber verdikleri olayların gerçekliği muhakkaktır. Çünkü Rasullere gelen vahiy şeytanın etkisinden korunmuş olduğu için Allah'tan geldiği şekilde doğru olarak kalır. Bu sebeple resullerin getirdiği, doğrudan vahye dayalı olan bilgi mutlak uyulması gereken doğru bilgidir.

3 - Allah (c.c)'nun rüya veya ilham yoluyla salih kimselere bildirdiği gayb. Tıpkı Ömer (r.a)'nun hadisesindeki gibi.

Ömer (r.a), hilafeti zamanında Sariye (r.a)'yu İslam ordusunun başında bir savaşa göndermişti. Kafirlerle savaş yapılan yer bir dağın eteği idi. Savaş esnasında müslümanlar biraz güçsüz kalmışlardı. Kafirler dağın arkasından gelip müslümanları haberleri olmaksızın kuşatmak ve onlara ani bir baskın yapmak istediler. Bu sırada Ömer (r.a), Medine'de cuma günü minberde hutbe okuyordu. Allah (c.c) Ömer (r.a)'ya savaş meydanını gösterdi. Ömer (r.a) müslümanların arkadan baskına uğrayacaklarını görünce: «Ey Sariye! Dağa, dağa!» diye seslendi. Allah (c.c) Ömer (r.a)' nun sesini Sariye'ye işittirdi. Bunun üzerine Sariye hemen tedbir alıp düşmanın baskınını önledi. Taarruza geçerek düşmanı bozguna uğrattı.

(İbni Esir - El-Kamil Fi't-Tarih, İbn Hacer - El-İsabe)

Bu hadiseden; Allah (c.c)'nun, Ömer (ra)'e ilham ederek gayb olan bir şeyi bildirdiği anlaşılmaktadır.

Salih kimselerin rüya veya ilham yoluyla bildikleri «bilgi» uyulması gereken mutlak bilgi değildir. Çünkü bu kimselere bildirilen şeyler, resullere gelen vahyin korunduğu gibi şeytanlardan korunmamıştır. Bu sebeple insanlara, kendilerine gelen bilginin Allah'tan olduğunu söyleyemezler. Bu kimseler kendilerine ilham veya rüya yoluyla bildirilen şeyleri sadece kendi şahıslarında yaşarlar. Rüya ve ilhamlar şeri kaynak değildirler. Böyle bir kimsenin, kendisine ilham edilen şey vasıtasıyla gaybı kesin bir şekilde bildiğini iddia etmesi küfürdür. Çünkü kendisine gelen rüya veya ilhamın Allah'tan olduğu kesin değildir, şeytan karışmış olabilir.

4 - Cinlerin semadan çalarak kahin ve sihirbaz dostlarına bildirdikleri gayb.

Allah (c.c) ileride olacak bir takım olayları Levhi Mahfuzda görevli meleklere yazdırır, melekler de bu haberleri birbirlerine aktarırlar. Rasulullah (s.a.s) gelmeden önce cinlerin bu haberleri almalarına müsade edilmişti. Fakat Rasulullah (s.a.s) resul olarak gönderildikten sonra cinlerin semadan haber almaları kıyamete kadar yasaklandı ve sema haberlerini dinlemek isteyen cinler şihab adlı gök taşlarıyla kovalanmaya başlandı.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

«Şimdi kim dinleyecek olursa kendisini gözleyen bir ateş (göktaşı) buluyor.» (Cin: 9)

Kendisine şihab (göktaşı) isabet etmeyip de kurtulan cinler semadan çaldıkları haberlere yüzlerce yalan katarak hemen sihirbaz ve kahin dostlarına ulaştırırlar. Bu kahin ve sihirbazlar da bunları insanlara anlatırlar. Bu söylediklerinden bazıları doğru çıkınca insanlar onların gaybı bildiklerini zannederler. Oysa bu haberler, Allah'ın meleklere bildirmesiyle zaten gayb olmaktan çıkmıştır.

Aişe (r.a)'dan, Rasulullah (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Melekler, (bir bulut olan) Anane'ye inerler de gökte kaza ve hükmolunan bazı şeyleri görüşürler. Bu sırada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. İşittiklerini de kahinlere gizlice ulaştırırlar. (Cinler) bu haberlere yüz yalan da kendilerinden katarlar.» (Buhari)

Bu sebepledir ki her kim kahin ve sihirbazlara gidip onların söylediklerini tasdik ederek inanırsa, insanı İslam milletinden çıkaran büyük küfür işlemiş olur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Her kim falcıya, gaipten haber verene veya sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar ve onların söyle-diklerine inanarak tasdik ederse kafir olur.»

(Ebu Davud, Ahmed)

5 - Göremediğimiz veya duyu organlarımızla algılayamadığımız ya da bizden uzak olduğu için bilemediğimiz fakat cinler tarafından bilinebilen gayb.

Cinler Allah'ın kendilerine vermiş olduğu özellikten dolayı çok çabuk hareket edebilme vasfına sahiptirler. Bu sebeple bir yerde bir şey olursa hemen ondan haberdar olabilirler. Bizler ise ancak duyu organlarımızla şahit olduğumuz şeyleri biliriz. Başka bir yerde olan ve duyu organlarımızla algılayamadığımız şeyler ise bizim için gaybtır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Süleyman şöyle dedi: «Ey cemaat! Teslim olmuş olarak bana gelmelerinden önce hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?» Cinlerden bir ifrit: «Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim» dedi. Kitabın bilgisine sahip olan biri: «Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm» dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşmiş görünce: «Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir» dedi. (Neml: 38-40)

Ayette de bildirildiği üzere cinler Allah (c.c)'nun kendilerine vermiş olduğu özellik sebebiyle bir takım gaybi şeylerden haberdar olabilirler. Bizim için gayb olan böyle şeyleri cinler vasıtasıyla öğrenmeye çalışmak küfürdür. Çünkü bu gibi gaybi gerçekleri öğretecek olan cinler kafir olan cinlerdir ve kafir cinler müslümanı küfre sokmadan veya onu saptırmadan ona bir şey vermezler. Müslüman cinleri ise bu konularda kullanmak mümkün değildir. Çünkü onlar bunu yapmanın küfür olduğunu bilirler.

Cinlerle irtibat kurma izni yalnız Süleyman (a.s)'a verilmiştir, ondan başkasına bu izin verilmemiştir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Doğrusu insanlardan bazı kimseler cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, (bu cinler) onları daha çok yorar (saptırır)lardı.» (Cin:6)



Namazı İkame :

«Ve namazı dosdoğru kılarlar.»

Burada Allah (c.c) bu kimseler için «yusallune» (namazı kılarlar) demiyor. Bilakis «yukımune's-salate» (namazı ikame ederler) diyor. Bir şeyi ikame etmek demek onu tam manasıyla yerine getirmek demektir. İşte bu muttaki kimseler de kıldıkları namazları; rükun ve şartlarını tam olarak yerine getirerek huşu içerisinde eda ederler. Allah da bu şekilde kılınan namazdan razı olur.



İnfak :



«Ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) infak ederler.»

Rızık : Kişinin yediği, içtiği, giyip eskittiği şeylerdir.
Rızkı veren Allahtır. Kişiler Allah'ın verdiği rızkın bir kısmını yine Allah yolunda infak ederlerse Allah'tan ecir kazanırlar. Bu, Allah'ın onlara verdiği rızkı eksiltmez, bilakis bereketlendirir.

İnfak : Harcamak demektir.



Ayeti kerimede Allah (c.c)' nun bahsettiği infak sadece zekat değildir. Çünkü bu ayet indiğinde henüz zekat farz değildi. Bu hükmün içine hem zekat, hem Allah yolunda harcama hem de sadaka girer. Allah (c.c) ayette «onlara rızık olarak verdiklerimizi» değil, «onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler» diyor. Bu da rızık olarak verilen şeylerin hepsinin değil, bir kısmının harcanmasının gerektiğini bildiriyor. Allah (c.c) bize rızık olarak verilenlerden hangi şeyleri infak etmemiz gerektiğini ise diğer bir ayetinde şöyle açıklıyor.

«Derler ki neyi harcayalım? De ki: İhtiyaçtan fazlasını.» (Bakara: 219)

Ayeti kerimede belirtildiği gibi zekatın farz kılınmasından önce müslümanlara farz olan, ihtiyaçlarından arta kalanını Allah yolunda harcamaktı.

Zekat farz kılındıktan sonra, zekat dışında, maldan belli bir miktar harcamak farz olmamakla beraber gereklidir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

«Malda zekattan başka da hak vardır.» (Tirmizi)
 
Üst Alt