Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Freud'ün Psikanalitik Ateizmi ve Eleştirisi

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Modern dönemde başta Freud olmak üzere bazı ruh bilimciler insanın psikolojik yapısından hareketle Tanrı inancını çürütmeye çalışmışlardır. Aslında psikoloji ilminin Tanrı inancını çürütme ya da yanlışlama gibi bir görevinin bulunmaması gerekirdi. Ne varki söz konusu bilim adamları bu bilim dalının yöntemlerini kullanarak Tanrı inancını yok etmeyi düşünmüşler ve bilim adına ideolojik bir tavır sergilemişlerdir.(70)

Freud ve onun gibi düşünenler her ne kadar insanın ruhî yapısıyla ilgili birtakım yararlı tesbitler de bulunmuşlarsa da Tanrı inancı konusunda ön yargılı davranmış ve hatalı sonuçlara varmışlardır. Söz konusu bilim adamları tarafsız bir şekilde hasta insanların ruhî yapılarını tahlil etmek ve onlara yardımcı olmak yerine sahalarının dışına çıkarak dinî konularda birtakım yanlış hükümlere varmışlardır. Daha ilginç olanı ise bu yanlış hükümlerini sağlıklı olmayan insanların psikolojik durumları üzerine bina etmiş olmalarıdır.


Hastaları üzerinde ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıkları araştıran Freud, bu rahatsızlıkların kaynağında toplumun, mevcut kanunların, ailenin ve dinin baskısı olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre kişinin arzu ve istekleri bu baskılar sonucunda bastırılmış ve şuur altına itilmiştir. Şuur altına itilen ve tatmin edilmeyen bu arzu ve istekler de insan bünyesinde birtakım rahatsızlıklara yol açmış ve onları anormal davranışlara sevketmiştir.


Freud Tanrı inancının temelini çocukla babası arasında yaşanan psikolojik ilişkide aramıştır. O’na göre çocuktaki korunma duygusu, yaşamı boyunca devam etmiş karşılaşılan zorluklar da böyle bir korunma ihtiyacını çocuğun zihnine yerleştirmiştir. Dolayısıyla Tanrı fikri insanın, çocukluk döneminde karşı karşıya kalmış olduğu zorluk ve felâketler karşısında geliştirdiği zihinsel bir savunma sisteminden kaynaklanmıştır.(71) Yani insanın çocukluk devresinde yaşamış olduğu birtakım korkuları, tedirginlikleri ve suçluluk duygusu Tanrı inancının ortaya çıkmasında önemli etmenler olmuştur.


Görüldüğü gibi bizim bu çalışmada üzerinde önemle durduğumuz ve her fırsatta yinelediğimiz yaratıcı Tanrı kavramı ile Freud’ün ortaya koyduğu Tanrı kavramı arasında büyük uçurumlar bulunmaktadır. Yani Freud bir anlamda dindarların zihnindeki Tanrı’yı anlamak ve onun kişi üzerindeki yansımalarını tahlil etmek yerine, Yunan mitolojisini, ilkel kabile inançlarını, sağlıksız çevrede büyüyen ve ruhî bunalım geçiren hastaların zihin yapılarını ölçü almış ve onları genellemiştir. Buradan hareketle de bilim adına Tanrı inancının sırrını çözdüğünü zannetmiştir. Ancak Freud'ün çok ciddi bir şekilde yanıldığı görülmektedir.


Bir insan olarak Freud'ün kokain bağımlısı olmanın yanında, duygusal ve bunalımlı bir kişiliğe sahip olması(72) fikirlerinin doğruluğu hakkında da çevresindekileri ciddi tereddütlere sevketmiştir. Ünlü filozof ve psikologların da içerisinde bulunduğu pek çok kişinin onu eleştirmesi, yine bunun yanında milyonlarca zeki ve sağlıklı insanın hâlâ Tanrı'nın varlığına inanması ve inanmaya da devam etmesi konunun o kadar basit olmadığını göstermektedir.


Freud'ün Tanrı'ya inanma ile çocukluk devresi arasında kurmuş olduğu ilişkinin tersine çevrilmesi ve ateizmin aleyhinde kullanılması da mümkündür. Meselâ inançsızlık da insanın çocukluğunda getirmiş olduğu bir ruh halinin tekrarı olarak görülebilir. Çünkü bir çocuğun babasını kıskanması, ondan korkması, babasının baskısına dayanamadığı için bir an önce ondan kurtulmaya çalışması da şuur altında Tanrı’yı (otorite) reddetmeye, inançsızlığa götürebilir. Doğrusu aile içi problemlerden dolayı sıkıntılı çocukluk devresi geçirenlerin sinirlenmeye, isyankârlığa, suç işlemeye ve inançsızlığa daha yakın oldukları açıkça görülmektedir.


Freud dinle ilgili değerlendirmelerinde totem, tabu ve fetiş gibi kavramları gündeme getirmiştir. Ancak bu tür kavramlar Afrika'daki bazı yerel inançlar için söz konusu olup ilâhî dinle (İslâmiyet) ilgili değillerdir. Meselâ totem, ilkel kabilelerde kutsal sayılan kişi, hayvan, ağaç gibi nesnelere verilen addır. Tabu ise kutsal sayılan nesnelerde var olduğu düşünülen dokunulmazlıktır ki dokunulduğunda zarar verecek bir şeydir. Fetiş ise doğa üstü güce sahip olduğu düşünülen ve tapınılan put anlamına gelmektedir.


Halbuki İslâmiyet daha ilk günlerinde kendine en büyük hedef olarak putperestliği, ilkel inançları, hurafeciliği ve büyücülüğü seçmiş ve olanca gücüyle bunların hâkim olduğu Arap geleneğini yıkmaya çalışmıştır. Kısaca Tanrı’dan başka hiçbir şeyin kutsal olamayacağını ve tapılmaya lâyık olmadığını belirtmiş ve her fırsatta kutsal sayılan putların güçsüzlüğünden ve aczinden bahsetmiştir. Aslında bu İslâmiyet'in insanlığa sunmuş olduğu bir tür aydınlanma ve modernleşme hareketi anlamına da gelmektedir. Bir şekilde bilimsel zihniyetin temelini kurmaktır. Pozitif bilime yapılmış ve yapılabilecek en büyük katkı olmuştur. Nitekim ilk müslümanların kısa bir sürede başarılı olmalarının ve bir medeniyet kurmalarının temelinde de Kur’ân’ın sağlamış olduğu bu zihnî berraklık yatmaktadır. Bütün bunlar ortada iken hâlâ bazı ateistlerin İslâmiyet'in Tanrı inancıyla ilkel inançlar arasında ilişki kurması bilgisizlikten başka ne olabilir?.


Bazı ateist ruh bilimciler inancın psikolojik yapısını incelerken birtakım doğruları da saptırmışlardır. Meselâ Tanrı inancını insanların mutluluğu ile izah etmişler güya inancın onları avuttuğunu düşünmüşlerdir. Ancak canı pahasına dahi olsa Tanrı inancından vazgeçmeyen kişileri görmezlikten gelmişlerdir. İnsanlar Tanrı kavramını zihinlerinin bir köşesinde süs eşyası gibi tutarak zaman zaman zevk almak ya da canları sıkıldığında onu dertlerine ortak etmek için bulundurmazlar. Yine Tanrı inancı insanların mutlu günlerinde unutacakları, dertli günlerinde ise birtakım gösterişsel törenlerine âlet edecekleri bir olgu da değildir. Tanrı'nın varlığına inanan kişi, inancını yaşamı boyunca hissetmekte ve yaşam biçimini o inanca göre şekillendirmek-tedir. Hayata da öyle bakmaktadır. Böyle bir inanç da bünyesinde hem sevgiyi, tutkuyu, heyecanı ve hem de birtakım riskleri ve tedirginlikleri barındırmaktadır.


Ateistlerin iddia ettiği gibi insanlar sadece mutlu olmak için Tanrı’ya inanıyor değillerdir. Çünkü Tanrı'ya sadece psikolojik açıdan mutlu olmak için inanılmaz. Tanrı inancı bünyesinde pratik ve pragmatik amaçlar gütmemelidir. Mutluluk ve iç huzuru elbetteki Tanrı inancının insanlara sağlamış olduğu en büyük avantajlardan birisidir. Ayrıca ortada bir gerçek durmaktadır. Tanrı inancı olan kişilerin ruh yapıları diğerlerine göre daha sağlıklı ve daha istikrarlıdır. Yaşanan gerginliklere karşı psikolojik dirençleri güçlü olduğu için yıkılmamaktadırlar. Tanrı inancı, yaşamının sevinçli ve kederli bütün dönemlerinde insanı ayakta tutmakta ve insanın dengesini kaybetmesine engel olmaktadır. Onun erdemli bir yaşam sürmesine zemin hazırlamakta yaşlılık ve hastalık gibi dönemlerinde, ölüm korkusu karşısında ona destek çıkmaktadır. Dolayısıyla böyle bir inanç kişinin bunalıma düşmesine, kendini yalnız hissetmesine, çılgınlık yapmasına, çevresiyle uyumsuzluğa düşmesine, yersiz korkulara kapılmasına ve ilkel saplantılara düşmesine izin vermemek-tedir. Ruh bilimciler inancın bu yönünü görmekte gecikmemişler ve Tanrı inancının insan üzerindeki psikolojik etkilerini dile getirmişlerdir.
 
Üst Alt