Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

fotoğrafı olmayan çocuk.!

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Fotoğrafı olmayan çocuk


Bu haftaki haberi çocuktan alacaksınız; on üç yaşına kadar hiç fotoğrafı olmamış bir çocuktan...

Halbuki neredeyse bütün bebeklerin daha gün ışığına alışmamış gözleri, doğduktan kısa bir süre sonra flaşlarla tanışıyor. Hemşireler, yıkayıp kundakladıkları bebekleri annelerine getirir getirmez, odalarda bir vaveyla kopuyor. Anneler, gözyaşları içinde bebeklerine sarılırken; babalar, babaanneler, anneanneler, dedeler, halalar, teyzeler ve kardeşler, üst üste patlayan flaşlar içinde, bebeğin ne kadar güzel olduğunu ve kime benzediğini konuşmaya başlıyorlar. Sanki bir “ânın” fotoğrafı çekilmese, tarihe kayıt düşülmeyecek ya da dünyanın bu yeni konuğu kimsesiz kalacakmış gibi, gözler vizörden, parmaklar deklânşörden ayrılmıyor ve “küçük yıldız”ın her hareketi, bir ömür boyu okunacak fotoromanın karelerini dolduruyor. Uyurken, uyanıkken, yıkanırken, kurulanırken, ağlarken, gülerken, sürünürken, otururken, emeklerken, sıralarken, yürürken, yemek yerken, su içerken, oyuncaklarıyla oynarken hatta lâzımlığında otururken fotoğrafı çekiliyor çocuğun. Kulağına ezan okunduğu isim koyma töreninden ilk dişinin çıktığı “diş bulguru” seremonisine, ilk doğum gününden okulla tanıştığı ilk dakikalara kadar hayatın hiçbir ânı atlanmıyor; biriken fotoğrafları albümler almıyor, biriken albümler dolapları dolduruyor.

Bu haftaki haberi böyle bir çocuktan değil, on üç yaşına kadar hiç fotoğrafı olmamış bir çocuktan alacaksınız. Ama önce çocuklarınızı sıkıca giydirip bahçeye çıkartın. Başlarında bereleri, boyunlarında atkıları, sırtlarında paltoları, ayaklarında sıcacık botları olsun. Korkmayın, hasta olmazlar. Bırakın kar topu oynasınlar ve kocaman bir kardan adam yapıp, poz versinler size...


Sanki bir fotoğraf makinesini tutuyormuş gibi ellerimi gözüme yaklaştırıp, işaret parmağımla boşluğa dokunuyorum. İlk fotoğraf, makinenin içinden sıyrılıp karların üzerine düşüyor: On üç yaşındaki Hüseyin Şahan, okulun bahçesinde arkadaşlarına karnesini gösteriyor. Fotoğrafı çektikten sonra Hüseyin’i izlemeye başlıyorum. Bir elinde okul çantası, diğer elinde naylon bir poşet, yanında arkadaşları var. Hüseyin ve sekiz arkadaşı, Erzurum’un Çat ilçesindeki yatılı okullarından 27 km ötedeki köylerine gitmek üzere minibüse biniyorlar. Ben de peşlerine takılıp yolcuların arasına karışıyor ve Hüseyin’i görebileceğim bir koltuğa oturuyorum. Hüseyin yerine yerleştikten kısa bir süre sonra, elini taşıdığı naylon torbanın içine sokup, bir çift botu dışarıya çıkarıyor. Hemen hayali fotoğraf makinemi gözüme yaklaştırıp, işaret parmağımla boşluğa dokunuyorum. İkinci fotoğraf makinenin içinden sıyrılıp dizlerime düşüyor: Hüseyin, okulun hediye ettiği botların bağlarıyla biraz oynadıktan sonra yeniden özenle poşete koyuyor.

Minibüs, tekerlekleri zincirli olmasına rağmen karda hızlı gidemiyor. Kalorifer ancak ılık hava üfleyebiliyor ve ılıklık henüz ellerimize ulaşmadan, pencerelerden sızan soğuğa teslim oluyor. Dışarıda fırtına var ve köye 7 km kala minibüsümüz kara saplanıyor. Burada da bir köy var ama; Hüseyin ve arkadaşlarının köyü değil. Onlar diğer yolcular gibi bu köye sığınmak yerine, el ele tutuşup kendi köylerine doğru yürümeyi tercih ediyorlar. Tabiî ben de peşlerine takılıyorum. Az sonra da Hüseyin’in ayağındaki yazlık ayakkabılara takılıyor gözlerim. Bir ara arkadaşının, “Botlarını giysene!” dediğini, onun ise “Gerek yok, bayramda giyeceğim!” diye cavap verdiğini işitiyorum. Bir süre karların içine bata çıka yürüdükten sonra şiddetli bir tipi bastırıyor. Köye 500 m kala göz gözü görmüyor. Çocuklar birer ikişer birbirlerinin ellerini bırakıp tesbih taneleri gibi dağılıyorlar...


Ne Milat’tan önce 400 yılında Rusya’daki Ermenistan bölgesinde Ksenophon’un komutasında çarpışan Eski Yunan ordusu, ne 1708’de İsveç Kralı XII. Karl’ın Ukrayna’da savaşan birlikleri, ne 1812’de Rusya’nın içlerine kadar ilerleyen Napoleon’un ordusu, ne 1914’te Enver Paşa’nın emriyle Sarıkamış Muharebesi’nde Allahuekber Dağları’nı aşmaya çalışan Türk kolorduları ne de 1941’de Sovyet topraklarına giren Alman ordularının kar önündeki mağlubiyetleri, 2004 yılında on üç yaşındaki Hüseyin Şahan’ın tek başına kara yenik düşmesinden daha acıklı değildi. Çünkü Hüseyin’in donmuş cesedini bulan yetkililer, polis arşivlerine konulmak üzere ilk fotoğrafını çekmişlerdi.

Olaydan sonra, Çat Kaymakamı, Hüseyin’in tek bir fotoğrafını bile bulamayan şaşkın gazetecilere şu açıklamayı yapıyordu. “Çukurçayır köyünde kışlar çetin geçiyor. İlçeye ancak atlarla ulaşılabiliyor. Hayvancılıkla uğraşan köylüler çocuklarını okula göndermek istemiyorlar. Çocukların ne bebekken ne de daha sonra fotoğrafları çekilmiyor. Çocuklarını okutmak isteyen aileler bile bazen fotoğraf parası nedeniyle çocuklarını okutmaktan vazge– çebiliyorlar. Sırf bu yüzden öğrencilerden fotoğraf isteyemiyoruz.”


Bu haftaki haberi bir çocuktan aldınız; on üç yaşına kadar hiç fotoğrafı olmamış bir çocuktan...

Vücut ısınız hâlâ 37 derece mi?

.....alıntı!!
 

NUAYMAN

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
530
Tepkime puanı
249
Puanları
0
Yaş
51
evet kardeşim üzücü bir olay bizlerse ALLAH'ın verdiği nimetlere şükretmeyip şunumuzda olsa bunumuzda olsa deriz..birazcık durup etrafımıza baksak aslında ALLAH'ın verdiği nimetler icinde boğulduğumuzu göreceğiz.ALLAH bizleri her zaman şükredenlerden eylesin....:(
 
Üst Alt