M
mettin
Guest
Birinci Bölüm
Genel açıklama:
Gayet açık ve net anlamlı yedi ayetten, yani yedi cümlecikten oluşan fatiha suresi hakkında; ünlü tefsircilerimizden İmam-ı Razi 250 sayfa, İbn-i Kesir 114 sayfa, Elmalılı Hamdi Yazır ise 104 sayfa açıklama yapmışlardır. Bu açıklamalarda,
Surenin bir kere mi yoksa iki kere mi ve nerede indiğini,
Surenin başındaki “Besmele”nin ayet olup olmadığı ve “Besmele”nin önemini,
Surenin kıraat (okunuş) farklılıklarını,
Surenin okunuşunda “istiaze”nin gerekip gerekmediğini,
Surenin namaz ile ilişkisini, olursa olmazları ve olmazsa olmazları,
Sureyi okumanın fazilet ve sevaplarını,
Surenin diğer isimlerini,
İsm-i A’zam’ın (Allah’ın en büyük ismi) neler olabileceğini, neler olamayacağını bin bir rivayetle açıklamaya çalışmışlar ve sonuçta Kur’an’ı anlamak ve anlatmak üzere yazılmış olması gereken bu eserlerde, Fatiha suresinin Kur’an ve İslâm’daki gerçek yeri ve esas mesajı yukarıdaki konular arasında kaybolup gitmiştir. Dolayısıyla bu eserler, insanların Kur’an’ı anlamaları açısından âdeta birer engel konumuna gelmişlerdir. Aslında Kur’an’ı anlatmak için yazılmış her kitap Kur’an ile okuyucu arasına konulan birer engeldir. Kur’an’ı anlamak isteyen herkes ilk müslümanlar gibi direkt olarak Kur’an’ı okurlar ve anlarlar. Kur’an için en güzel tefsir Kur’an’dır.
Fatiha suresine verilmiş olan isimler:
Taşıdığı özellikler dikkate alınarak sureye aşağıdaki isimler verilmiştir:
Mushaflar ve namazdaki okuma bu sure ile başladığından, “فاتحة الكتاب Fatihat-ül Kitap” suresi ya da kısaca “الفاتحة Fatiha” suresi (Fatiha, açış, başlayış demektir).
Yedi ayetli olduğundan ve hem Mekke’de hem de Medine’de indiği rivayetlerine dayanarak, “السّبع المثانى es Seb’ul Mesani” suresi.
Başında “الحمد hamd” sözcüğü bulunduğu için, “Hamd” suresi.
Namazda okunurken diğer sureler gibi bölünmediğinden, “الوافية el Vafiye” (Tam olan) sure.
Başka surelerin yerini tuttuğu, ama diğer surelerin bunun yerini tutamadığı gerekçesiyle, “الكافية el Kâfiye” (Yeten) sure.
İslâm inancının temelini oluşturan ilkelerden bahsettiğinden, “الأساس el Esas” (Temel) sure.
Şükür manası içerdiğinden, “الشّكر Şükür” suresi.
İçinde istekler mevcut olduğundan ve “Allah şöyle buyurdu: Beni zikretmesi, benden bir şey istemesine engel olan kimseye, isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm” sözde rivayetine (Müslim, Salât 38; Tirmizi, Tefsir 2) uygun düştüğünden, “السّئال es Süâl” (İstek) suresi.
Bir kısmı dua anlamında olduğundan, “الدّعاء Dua” suresi.
En sağlam hadis derlemecisi olduğu kabul edilen Buhari’de bile yer alan ve tam bir mizah örneği olan; okunduğunda yılan-akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenmelere şifa olduğu ve bayılmışlara okunduğunda ayılttığı yolundaki rivayetlere dayanarak, “الشّفاء Şifa” veya “الرّقية Rukye (Nuska)” suresi.
Namaz Fatiha’sız olmadığından ve aşağıda açıklayacağımız Ebu Hüreyre rivayetine dayanarak, “الصّلاة es Salât” (Namaz) suresi.
Kur’an’ın bütünü içinde yer alan iman, amel (kişisel işler), muamelât (toplumsal işler), ahlâk, kıssa (peygamber hikâyeleri), inzar (uyarma) ve tebşir (müjdeleme) gibi konuları öz olarak içerdiğinden, “امّ القرأن Ümm-ül Kur’an” (Kur’an’ın anası) suresi.
Yukarıdaki isimlere ek olarak Fatiha’nın bugünkü işlevi dikkate alındığında bu sureye “Ölü” suresi, “Mezarlık” suresi, “Türbe” suresi gibi isimler vermekte hiçbir sakınca yoktur.(!)
Bize göre yukarıdaki isimler arasında itibar edilecek olanları; “Fatiha”, “Hamd” ve “Ümm-ül Kur’an” isimleridir.
Fatiha suresini anlamak için önerdiğimiz yol:
Biz bu sureyi peygamberimiz gibi, onun arkadaşları gibi, hatta Mekke müşrikleri gibi anlamak için, Kur’an ile anlama yöntemini önermekteyiz. Şöyle ki:
Bilindiği gibi Fatiha suresi Mekke’de ve 5. sırada inmiştir. Yani bu sure indiği sırada, Kur’an ve İslâm adına iman edeceğimiz sadece dört sure (Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir) mevcuttu.
Rabbimiz;
Alak suresinde, peygamberimiz ile muhatap oldu, onu peygamber yaptı ve ona Rabbi adına okumasını emretti,
Kalem ve Müzzemmil surelerinde, onu eğitti ve hizmete hazırladı,
Müddessir suresinde ise, ona üniformasını giydirdi, teçhizatını kuşandırdı ve “KALK. HEMEN UYAR! VE RABBİNİN EN BÜYÜK OLDUĞUNU İLÂN ET!” diyerek göreve çağırdı.
Dikkat edilirse bu dört surede Rabbimiz hep peygamberimizi muhatap almıştır. Peygamberimiz ise bu olanları henüz kimseye söylememiştir.
Fatiha suresi ise, Rabbimizin insanlara ilk beyanıdır, ilk açıklamasıdır. Peygamberimiz de bu mesajı Rabbi adına okuyarak, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyarmıştır.
Biz bu çalışmayı yaparken sadece Kur’an ayetleri ile yetinmeye ve hangisinin doğru hangisinin düzmece olduğunu bilmediğimiz bir çok rivayetten uzak durmaya özen gösterdik. Ancak burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından faydalı olabileceğini düşündüğümüz bir rivayeti, (tevhit açısından da sakıncası olmadığından) tarih belgesi niteliği taşıması nedeniyle sunuyoruz.
Rivayete göre; “Kalk. Hemen uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini alan peygamberimiz Safa tepesine çıkmış ve “Ya sabahâh! Ya sabahâh!” diye seslenmiştir. (Bu ifade o günkü toplumda, bir nevi “Dikkat! Dikkat! Beni dinleyin!” anlamına gelen bir çeşit anons olup savaş gibi önemli duyurular yapılacağı zaman kullanılırdı.) Bu davete gelenlere; “Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Lüeyy oğulları! Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız?” dedikten sonra, onların “Evet!” cevabı ile kendisine duyulan güveni teyit ettirten peygamberimiz, topluma mesajı iletmiştir:
Ey insanlar! “Rahman ve Rahîm Allah adına” okuyorum.
“Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi Allah’adır.
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola ilet!”
Peygamberimiz Rabbi adına okumuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyararak ilk görevini tamamlamıştır.
İşte Fatiha suresinin Kur’an’ımızdaki, dinimizdeki konumu budur. Bu husus bilinmeden, bu noktadan hareket edilmeden Fatiha suresinin anlaşılması mümkün değildir.
Ayetlerin meali:
1- Rahman Rahîm Allah adına…
2 – 4- Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
5- Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
6, 7- Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun
dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola ilet!
Ayetlerin tefsiri:
1. Ayet:
Rahman rahîm Allah adına…
Hatırlanacak olursa Alak suresinin 1. ayetinde, peygamberimizden okumasının Allah adına olması istenmişti. Kişisel hayat bitmişti, artık çalışmalar Allah adına olacaktı. Bu işten maddî ve manevî çıkar da söz konusu değildi. Burada şu hususu hatırlamakta yarar vardır: Bütün peygamberler tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmışlardır. Örnek olarak, güneşe tapan Sebe halkını bu sapıklıktan kurtarmak için Süleyman peygamber, kraliçeye yazdığı mektupta “Rahman Rahîm Allah adına” hareket ederek isteklerde bulunmuştur (Neml; 30).
2 – 4. Ayetler:
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
Hamd:
“الحمد Hamd”, bir nimetin ve güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka ifadeyle “hamd”, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Hamd yapılırken nimet sahibi hem övülür, hem yüceltilir, hem de ona şükredilir.
Hamd, şükürden farklıdır. Şükür bir nimet karşılığı yapılır ama hamd bir nimet karşılığı olmadan, bir nimet ve güzellik ulaşmasa da yapılır. Ayrıca şükürün sözle, davranışla ve kalpten yapılabilir olmasına karşılık hamd sadece söz ile yapılır.
Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcı’nın sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir.
Hamd, methetmeye benzese de her methetme hamd sayılmaz. Çünkü methetmede riyakârlık, dalkavukluk şaibesi olabilir. Hamd ise samimiyetle yapılan övgüdür.
Hamd, nimetleri, ikramları ve iyilikleri sonsuz olan Yüce Rabbimiz dışında hiç kimseye yapılmaz. Teşekkür ise insanlara da yapılabilir. Hamd ve önemi konusunda şu ayetlere bakılabilir: En’âm; 1 , A’raf; 43 , Yunus; 10 , Ta Ha; 130 , Kasas; 70 , Zümer; 74.
Âlemlerin Rabbi:
er-Rabb:
Kur’an’daki “مولى Mevlâ” kelimesi ile eş anlamlı olan الرّب Rabb, şu özellikleri taşır:
Rabb; emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
Rabb; kendisine itaat edilerek boyun eğilecek, emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendidir.
Rabb; her şeyi düzelten, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye eden, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenleyen, arıtıp saflaştırıp olgunlaştıran, ıslah eden, terbiye edendir.
Yukarıda söz edilen üç özellikten de kolayca anlaşılabileceği gibi Rabb kelimesi sadece ve sadece Yüce Allah için kullanılabilir. Fakat Arap dilinde izafet terkibi (isim tamlaması) olarak (meselâ, evin sahibi, devenin sahibi gibi), insanlar için de kullanılmıştır.
Özetle Rabb; “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir.
er-Rahman er-Rahîm:
الرّحمن Rahman ve الرّحيم Rahîm isimleri Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır (en güzel isimlerindendir). Yani Allah’ın en güzel isimlerindendir.
Rahman, Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve sıfatlarından biridir. İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahman kelimesi; rikkat (sevecenlik), karşılıksız yardım iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen “رحمة rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Mübalâğa sigalarından (artı anlam ifade eden yapılar) olduğundan, rahmetin en yüce derecesine sahip olan demektir. Yani rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir.
Kur’an’da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahman ismi, elli yedi yerinde Allah için geçmektedir. Kur’an’da bu isimle bir sure de vardır: er-Rahman suresi. Bu surede Yüce Allah, insanlar, cinler ve hayvanlar için rahmet olarak yarattığı nimetleri saymakta, ins ve cinnin, bunların kıymetlerini bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm; çok merhametli, merhamet olunan; “رحمة rahmet, مرحمة merhamet ve رحم ruhm” mastarından ism-i fail ve ism-i mef’ul anlamlı bir sıfattır. Kök anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm’in çoğulu “رحماء ruhama”dır. Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur’an’da,114’ü Allah bir tanesi de Rasülüllah için (Tevbe 128) olmak üzere 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı, Kur’an’da genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “غفور gafur” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu durum, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Kur’an’ın dört ayetinde de “ارحم الرّاحمين erhamü’r-rahîmin (merhametlilerin en merhametlisi) tamlaması şeklinde kullanılmıştır.
Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “رحمة rahmet” mastarından türemiş olmakla birlikte, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahman sıfatı ezel ile, rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için “dünyanın Rahman’ı, fakat ahiretin Rahîmi’dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın; tüm varlıkları yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı yapmadan hepsine rızıklarını vermesi, inkârcıların çalışma ve gayretlerin karşılığını dünyada tam olarak görmesi, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini kullanmalarına fırsat vermesi, hep Rahman sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının ortaya çıkışı ise daha çok ahirette görülecektir. Kur’an’da pek çok ayette, Allah’ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Ayette geçen bu ifadeler ile İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiş, yıkılmıştır. Şöyle ki: İslâmiyet geldiğinde, yani bu ayetler indiğinde insanlık, çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler üzerine oturmuş bir sürü saçma inançları yaşıyordu. İnsanların bir kısmı Aristo’nun “Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona önem vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü benimsemişlerdi. Başka bir kısmı da Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, sürekli kullarına karşı öfkeli, sürekli onların takipçisi ve onlara hileler hazırlayan ve onlardan intikam alan tanrıya inanıyorlar ve bundan kurtulabilmek için aracı, şefaatçi ilâhlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Dar-ün Nedve (Halk Meclisi) üyelerinin dışında Rabb tanımamıştı.
Sonuç olarak İslâm ile, insanlık, gerçek ilâh ve gerçek Rabbı; Rahman Rahîm Allah’ı tanımış oldu.
Genel açıklama:
Gayet açık ve net anlamlı yedi ayetten, yani yedi cümlecikten oluşan fatiha suresi hakkında; ünlü tefsircilerimizden İmam-ı Razi 250 sayfa, İbn-i Kesir 114 sayfa, Elmalılı Hamdi Yazır ise 104 sayfa açıklama yapmışlardır. Bu açıklamalarda,
Surenin bir kere mi yoksa iki kere mi ve nerede indiğini,
Surenin başındaki “Besmele”nin ayet olup olmadığı ve “Besmele”nin önemini,
Surenin kıraat (okunuş) farklılıklarını,
Surenin okunuşunda “istiaze”nin gerekip gerekmediğini,
Surenin namaz ile ilişkisini, olursa olmazları ve olmazsa olmazları,
Sureyi okumanın fazilet ve sevaplarını,
Surenin diğer isimlerini,
İsm-i A’zam’ın (Allah’ın en büyük ismi) neler olabileceğini, neler olamayacağını bin bir rivayetle açıklamaya çalışmışlar ve sonuçta Kur’an’ı anlamak ve anlatmak üzere yazılmış olması gereken bu eserlerde, Fatiha suresinin Kur’an ve İslâm’daki gerçek yeri ve esas mesajı yukarıdaki konular arasında kaybolup gitmiştir. Dolayısıyla bu eserler, insanların Kur’an’ı anlamaları açısından âdeta birer engel konumuna gelmişlerdir. Aslında Kur’an’ı anlatmak için yazılmış her kitap Kur’an ile okuyucu arasına konulan birer engeldir. Kur’an’ı anlamak isteyen herkes ilk müslümanlar gibi direkt olarak Kur’an’ı okurlar ve anlarlar. Kur’an için en güzel tefsir Kur’an’dır.
Fatiha suresine verilmiş olan isimler:
Taşıdığı özellikler dikkate alınarak sureye aşağıdaki isimler verilmiştir:
Mushaflar ve namazdaki okuma bu sure ile başladığından, “فاتحة الكتاب Fatihat-ül Kitap” suresi ya da kısaca “الفاتحة Fatiha” suresi (Fatiha, açış, başlayış demektir).
Yedi ayetli olduğundan ve hem Mekke’de hem de Medine’de indiği rivayetlerine dayanarak, “السّبع المثانى es Seb’ul Mesani” suresi.
Başında “الحمد hamd” sözcüğü bulunduğu için, “Hamd” suresi.
Namazda okunurken diğer sureler gibi bölünmediğinden, “الوافية el Vafiye” (Tam olan) sure.
Başka surelerin yerini tuttuğu, ama diğer surelerin bunun yerini tutamadığı gerekçesiyle, “الكافية el Kâfiye” (Yeten) sure.
İslâm inancının temelini oluşturan ilkelerden bahsettiğinden, “الأساس el Esas” (Temel) sure.
Şükür manası içerdiğinden, “الشّكر Şükür” suresi.
İçinde istekler mevcut olduğundan ve “Allah şöyle buyurdu: Beni zikretmesi, benden bir şey istemesine engel olan kimseye, isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm” sözde rivayetine (Müslim, Salât 38; Tirmizi, Tefsir 2) uygun düştüğünden, “السّئال es Süâl” (İstek) suresi.
Bir kısmı dua anlamında olduğundan, “الدّعاء Dua” suresi.
En sağlam hadis derlemecisi olduğu kabul edilen Buhari’de bile yer alan ve tam bir mizah örneği olan; okunduğunda yılan-akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenmelere şifa olduğu ve bayılmışlara okunduğunda ayılttığı yolundaki rivayetlere dayanarak, “الشّفاء Şifa” veya “الرّقية Rukye (Nuska)” suresi.
Namaz Fatiha’sız olmadığından ve aşağıda açıklayacağımız Ebu Hüreyre rivayetine dayanarak, “الصّلاة es Salât” (Namaz) suresi.
Kur’an’ın bütünü içinde yer alan iman, amel (kişisel işler), muamelât (toplumsal işler), ahlâk, kıssa (peygamber hikâyeleri), inzar (uyarma) ve tebşir (müjdeleme) gibi konuları öz olarak içerdiğinden, “امّ القرأن Ümm-ül Kur’an” (Kur’an’ın anası) suresi.
Yukarıdaki isimlere ek olarak Fatiha’nın bugünkü işlevi dikkate alındığında bu sureye “Ölü” suresi, “Mezarlık” suresi, “Türbe” suresi gibi isimler vermekte hiçbir sakınca yoktur.(!)
Bize göre yukarıdaki isimler arasında itibar edilecek olanları; “Fatiha”, “Hamd” ve “Ümm-ül Kur’an” isimleridir.
Fatiha suresini anlamak için önerdiğimiz yol:
Biz bu sureyi peygamberimiz gibi, onun arkadaşları gibi, hatta Mekke müşrikleri gibi anlamak için, Kur’an ile anlama yöntemini önermekteyiz. Şöyle ki:
Bilindiği gibi Fatiha suresi Mekke’de ve 5. sırada inmiştir. Yani bu sure indiği sırada, Kur’an ve İslâm adına iman edeceğimiz sadece dört sure (Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir) mevcuttu.
Rabbimiz;
Alak suresinde, peygamberimiz ile muhatap oldu, onu peygamber yaptı ve ona Rabbi adına okumasını emretti,
Kalem ve Müzzemmil surelerinde, onu eğitti ve hizmete hazırladı,
Müddessir suresinde ise, ona üniformasını giydirdi, teçhizatını kuşandırdı ve “KALK. HEMEN UYAR! VE RABBİNİN EN BÜYÜK OLDUĞUNU İLÂN ET!” diyerek göreve çağırdı.
Dikkat edilirse bu dört surede Rabbimiz hep peygamberimizi muhatap almıştır. Peygamberimiz ise bu olanları henüz kimseye söylememiştir.
Fatiha suresi ise, Rabbimizin insanlara ilk beyanıdır, ilk açıklamasıdır. Peygamberimiz de bu mesajı Rabbi adına okuyarak, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyarmıştır.
Biz bu çalışmayı yaparken sadece Kur’an ayetleri ile yetinmeye ve hangisinin doğru hangisinin düzmece olduğunu bilmediğimiz bir çok rivayetten uzak durmaya özen gösterdik. Ancak burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından faydalı olabileceğini düşündüğümüz bir rivayeti, (tevhit açısından da sakıncası olmadığından) tarih belgesi niteliği taşıması nedeniyle sunuyoruz.
Rivayete göre; “Kalk. Hemen uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini alan peygamberimiz Safa tepesine çıkmış ve “Ya sabahâh! Ya sabahâh!” diye seslenmiştir. (Bu ifade o günkü toplumda, bir nevi “Dikkat! Dikkat! Beni dinleyin!” anlamına gelen bir çeşit anons olup savaş gibi önemli duyurular yapılacağı zaman kullanılırdı.) Bu davete gelenlere; “Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Lüeyy oğulları! Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız?” dedikten sonra, onların “Evet!” cevabı ile kendisine duyulan güveni teyit ettirten peygamberimiz, topluma mesajı iletmiştir:
Ey insanlar! “Rahman ve Rahîm Allah adına” okuyorum.
“Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi Allah’adır.
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola ilet!”
Peygamberimiz Rabbi adına okumuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyararak ilk görevini tamamlamıştır.
İşte Fatiha suresinin Kur’an’ımızdaki, dinimizdeki konumu budur. Bu husus bilinmeden, bu noktadan hareket edilmeden Fatiha suresinin anlaşılması mümkün değildir.
Ayetlerin meali:
1- Rahman Rahîm Allah adına…
2 – 4- Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
5- Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
6, 7- Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun
dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola ilet!
Ayetlerin tefsiri:
1. Ayet:
Rahman rahîm Allah adına…
Hatırlanacak olursa Alak suresinin 1. ayetinde, peygamberimizden okumasının Allah adına olması istenmişti. Kişisel hayat bitmişti, artık çalışmalar Allah adına olacaktı. Bu işten maddî ve manevî çıkar da söz konusu değildi. Burada şu hususu hatırlamakta yarar vardır: Bütün peygamberler tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmışlardır. Örnek olarak, güneşe tapan Sebe halkını bu sapıklıktan kurtarmak için Süleyman peygamber, kraliçeye yazdığı mektupta “Rahman Rahîm Allah adına” hareket ederek isteklerde bulunmuştur (Neml; 30).
2 – 4. Ayetler:
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
Hamd:
“الحمد Hamd”, bir nimetin ve güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka ifadeyle “hamd”, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Hamd yapılırken nimet sahibi hem övülür, hem yüceltilir, hem de ona şükredilir.
Hamd, şükürden farklıdır. Şükür bir nimet karşılığı yapılır ama hamd bir nimet karşılığı olmadan, bir nimet ve güzellik ulaşmasa da yapılır. Ayrıca şükürün sözle, davranışla ve kalpten yapılabilir olmasına karşılık hamd sadece söz ile yapılır.
Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcı’nın sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir.
Hamd, methetmeye benzese de her methetme hamd sayılmaz. Çünkü methetmede riyakârlık, dalkavukluk şaibesi olabilir. Hamd ise samimiyetle yapılan övgüdür.
Hamd, nimetleri, ikramları ve iyilikleri sonsuz olan Yüce Rabbimiz dışında hiç kimseye yapılmaz. Teşekkür ise insanlara da yapılabilir. Hamd ve önemi konusunda şu ayetlere bakılabilir: En’âm; 1 , A’raf; 43 , Yunus; 10 , Ta Ha; 130 , Kasas; 70 , Zümer; 74.
Âlemlerin Rabbi:
er-Rabb:
Kur’an’daki “مولى Mevlâ” kelimesi ile eş anlamlı olan الرّب Rabb, şu özellikleri taşır:
Rabb; emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
Rabb; kendisine itaat edilerek boyun eğilecek, emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendidir.
Rabb; her şeyi düzelten, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye eden, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenleyen, arıtıp saflaştırıp olgunlaştıran, ıslah eden, terbiye edendir.
Yukarıda söz edilen üç özellikten de kolayca anlaşılabileceği gibi Rabb kelimesi sadece ve sadece Yüce Allah için kullanılabilir. Fakat Arap dilinde izafet terkibi (isim tamlaması) olarak (meselâ, evin sahibi, devenin sahibi gibi), insanlar için de kullanılmıştır.
Özetle Rabb; “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir.
er-Rahman er-Rahîm:
الرّحمن Rahman ve الرّحيم Rahîm isimleri Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır (en güzel isimlerindendir). Yani Allah’ın en güzel isimlerindendir.
Rahman, Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve sıfatlarından biridir. İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahman kelimesi; rikkat (sevecenlik), karşılıksız yardım iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen “رحمة rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Mübalâğa sigalarından (artı anlam ifade eden yapılar) olduğundan, rahmetin en yüce derecesine sahip olan demektir. Yani rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir.
Kur’an’da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahman ismi, elli yedi yerinde Allah için geçmektedir. Kur’an’da bu isimle bir sure de vardır: er-Rahman suresi. Bu surede Yüce Allah, insanlar, cinler ve hayvanlar için rahmet olarak yarattığı nimetleri saymakta, ins ve cinnin, bunların kıymetlerini bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm; çok merhametli, merhamet olunan; “رحمة rahmet, مرحمة merhamet ve رحم ruhm” mastarından ism-i fail ve ism-i mef’ul anlamlı bir sıfattır. Kök anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm’in çoğulu “رحماء ruhama”dır. Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur’an’da,114’ü Allah bir tanesi de Rasülüllah için (Tevbe 128) olmak üzere 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı, Kur’an’da genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “غفور gafur” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu durum, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Kur’an’ın dört ayetinde de “ارحم الرّاحمين erhamü’r-rahîmin (merhametlilerin en merhametlisi) tamlaması şeklinde kullanılmıştır.
Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “رحمة rahmet” mastarından türemiş olmakla birlikte, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahman sıfatı ezel ile, rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için “dünyanın Rahman’ı, fakat ahiretin Rahîmi’dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın; tüm varlıkları yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı yapmadan hepsine rızıklarını vermesi, inkârcıların çalışma ve gayretlerin karşılığını dünyada tam olarak görmesi, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini kullanmalarına fırsat vermesi, hep Rahman sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının ortaya çıkışı ise daha çok ahirette görülecektir. Kur’an’da pek çok ayette, Allah’ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Ayette geçen bu ifadeler ile İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiş, yıkılmıştır. Şöyle ki: İslâmiyet geldiğinde, yani bu ayetler indiğinde insanlık, çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler üzerine oturmuş bir sürü saçma inançları yaşıyordu. İnsanların bir kısmı Aristo’nun “Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona önem vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü benimsemişlerdi. Başka bir kısmı da Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, sürekli kullarına karşı öfkeli, sürekli onların takipçisi ve onlara hileler hazırlayan ve onlardan intikam alan tanrıya inanıyorlar ve bundan kurtulabilmek için aracı, şefaatçi ilâhlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Dar-ün Nedve (Halk Meclisi) üyelerinin dışında Rabb tanımamıştı.
Sonuç olarak İslâm ile, insanlık, gerçek ilâh ve gerçek Rabbı; Rahman Rahîm Allah’ı tanımış oldu.