Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ey insan AMELSİZ YARINLAR BİZİM Mİ..

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
Mevlana kuddise sırruh Mesnevi’de, ömrü temennilerle heder eden bir köpeğin hikâyesini anlatır:
“Kışın köpeğin kemikleri toplanır; soğuğun darbesi, onu öylece ufaltır.

Der ki: ‘Benim şu kadar bedenim için taştan bir ev yapmalıyım.
Yaz gelince ben elimle soğuk için taştan bir ev yapayım.’
Yaz gelince ferahlıktan dolayı kemikleri genişler, derisi neşelenir.
O, kendini büyük görünce der ki: ‘Ey ulu! Hangi eve sığarım?’
Büyür, bir gölgeye çekilir; tembel, tok, güçsüz ve bencil biri olur.
Gönlü, ona ‘Ey amca! Bir ev yap’ der; o da, ‘söyle eve nasıl sığarım?’der.
Dert zamanında senin hırs kemiğin birbirine girer, dürülerek ufalır.
‘Tövbeyle bir ev yapayım, kışın bir yuvam olsun’ dersin.
Dert gidip, o hırsın da büyüyünce köpek gibi ev sevdası senden gider.
Nimete şükretmek, nimetten daha güzeldir; şükre âşık olan, nimete doğru nasıl gider?
Şükretmek nimetin canıdır, nimet de deri gibidir. Çünkü şükür, seni dostun mahallesine kadar getirir.
Nimet gaflet getirir, şükürse uyanıklık; padişaha şükretme tuzağıyla nimet avla.
Şükür nimetin gözünü doldurur, seni bey yapar; böylece fakire yüz nimet dağıtırsın.
Hakk’ın yemeğiyle ve yiyeceğiyle doyarsın; böylece oburluğun ve dilenciliğin gider senden.”(1)
Şükrün manası; kulun, Allah tarafından kendisine verilen zahir ve batın nimetleri, tümden niçin yarattıysa, ne sebeple verdiyse, ona sarf etmektir. Böyle olmadığı takdirde şükür de olmaz.
“Ey Rasulüm de ki: Kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin.” (Furkan 77)
Ömür nimeti bize sunulan bir fırsattır. Bu yüzden denilir ki, dünyanın bir günü ahiretin bin gününden daha önemlidir. Zira ahiret bu dünyadaki amel ve taatlerin semeresidir. Ahiret ise, kazanç ve çalışma yeri olmadığından bu dünyada ki sermaye çok kıymetlidir.
Ne zaman, nerede, nasıl olacağı belli olmayan bir ölüm gerçeği vardır. O gerçekle yüz yüze gelmeden, kulluğun gereği olan amelleri, vazifeleri vaktinde, asla tehir etmeden, yarına bırakmadan yapmak esastır. Yarına bırakılan işler, ameller, hizmetler zayi olmuş demektir. Çağımızın en önemli hastalıklarından biri de budur. ‘Hele bakalım’, ‘yarın yaparız’, ‘Yarın olsa kıyamet mi kopar!’, ‘daha çok zamanımız var’, ‘bir düşünelim de..’ gibi işi savsaklamaya matuf sözler, işlerimizi, hizmetlerimizi içten kemiren bir güve mesabesindedir.
Bizim inanç ve medeniyetimizde, “bu gün git yarın gel” mantığı yoktur..
Bizim medeniyetimizde, öğretimizde; ‘bu günün işini yarına bırakmama’ hassasiyeti vardır. Öte yandan ehem-mühim duyarlılığımız da neredeyse bir serap olmuş durumda. Mühimi, daha az mühim olana tercih etmek, duyarlılığımız dumura uğramış, hatta bu ölçüler değişmiş bulunuyor. Bu sebeple kimlik sıkıntısı çekiyoruz. Kendimiz, kendi değerlerimize olan saygımızı kaybettiğimiz için, başkaları da bize saygı duymamaktadır.
Aşağılık dünyevî çıkarlarımız için gerek politikacıların, gerek yönetici ve sermaye sahiplerinin karşısında düştüğümüz zillete, katlandığımız aşağılayıcı muamelelere Allah için, İslam için katlanabiliyor muyuz? Oysa İslam’a hizmeti, diğer bütün işlerin önüne geçirmek, kulluğun tabii bir gereğidir.(2)
Günümüzde bir kısım insanlar imansızlık ve ahlaksızlık erozyonunda kaybolup giderken, onlara tatlı bir lisan ile yaklaşarak İslam’ın güzelliklerini, zarafet ve nezaketini anlatmak her mümin için büyük bir iman ve vicdan borcudur. Son derece kıymetli bir sermaye olan zamanı, boş ve abes şeylerle israf etmek, ahiret hayatını tehlikeye atmaktır. Bu yüzden gaflet perdelerini aralayabilmek için zaman hiçbir şeyle kıyaslanamayacak derecede kıymetlidir. Ayette:
“Bir işi bitirince, hemen başka bir işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel(O’na yaklaş)” (İnşirah 7-8) buyruluyor.
Yani, ibadet ve hayır işlerin biri bittiğinde, hemen diğerine koşmak, herhangi bir zamanı ibadetsiz ve hayırdan uzak geçmesine fırsat vermemek icap eder.
Şair:
“O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner;
Azraile ‘hoş geldin’ diyebilmek de hüner.” diyor.
Dindarlık, sadece Ramazan ayına ve muayyen günlere tahsis edilmemelidir. Diğer günlerin de değerlendirilmesi gerekir. İstikbal, mazideki kadar tehlikelerle doludur.(3)
Çünkü kısa ömrümüzün, çoğu Ramazan’ın dışındadır. Asr suresinde, hayatı kuşatan zamana yemin edilerek, hüsrandan kurtulan insanların donanması gereken vasıflar zikredilmiştir. İnsanın ömrü en kıymetli sermayesidir. Ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür dehrden bir cüzdür, onunla akmaktadır. Kârsız geçen her lahza, o enfes sermayeden ziyan edilen bir ziyan, bir hüsrandır.
Elmalılı Merhum bir şiirinde mealen şöyle der:
“Hayat bizi aldatıyor. Hâlbuki mematımız onun memesinden sütlerini emiyor. Kişi hayatın nefesleri arasında kendini yaşıyor zannediyor. Hâlbuki o nefesler, kefenleri dokuyan mekiklerin hareketlerinden ibaret.
Zaman bozuldu, fesadı var diyorlar. Zaman bozulmadı kendileri fesad...
Yani haddi zatında asrın, zamanın aybı, kabahati, zararı yoktur. O değerli bir nimettir. İnsanlar zamanın kadrini bilip de salaha çalışmadıkları için, hüsrana uğrarlar.
“Hangileri daha güzel iş yapacak diye sınamak için hayat verilen” insanı, kurtaracak olan devamlı iman ve hayır yolunda amel etmesidir. Hakk’a sarfedilmeyen her şey batıldır. Hasardır. O yüzden büyük-küçük birbirlerine riyakârlık, ziyankârlık, alakasızlık veya tabasbus ve dalkavukluk etmeden, tüm iyiliklerin Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle olduğunu bilerek, fani, aldatıcı, hüsrana götürücü şeylere aldanmadan her şeyin hakkını gözeterek icra etmelidir. Hakkı tavsiye etmek, hak üzere birleşmeyi, hep hakka davet etmeyi esas almalıdır ki sonuç, akıbet hayrola.”(4)
Ağaçları, ırmakları, huri ve gılmanları ile dünyaya ait eşyanın hiçbirine benzemeyen cennet, salih amellerin semereleridir. Dünyada yakınlığın nihayeti namaz, ahirette yakınlığın nihayeti ise rü’yettir.(5)
Yarınların bizim olabilmesi için, demlerin salih ameller ve hayırlarla demlenmesi, şahsiyetimizin Hakk’ın boyasıyla boyanması icap eder. Lehimize olmayan zamanlar bizim olmaz, ama onda baskın olanlar, aleyhimize dururlar. Cennet ehlinin ahirette en çok hayıflanacağı, hasret ve nedamet duyacağı şeyin, Cenab-ı Hakk’ın zikrinden gafil olduğu zamanlar olduğu rivayet edilir.(Heysemi, X, 73-74) Kaldı ki, sadece belli günlerde ibadete heveslenip, sonra da aynı gaflet hayatına dönmek, aldanmaktan başka nedir ki! Belki mübarek bir günde taate heveslenmek, sürekli bir kulluğun adımı olursa anlam kazanacak, o mübarek günün bereketinden istifade edilmiş olacaktır.
Tabî her şey Cenab-ı Hakk’ın tevfiki iledir. Ona yakaralım da bize in’am ettiği ömür gibi değerli hazineyi, en değerli işlere sarfetmeyi nasip etsin. Bizi nefsimize bırakmasın
 
Üst Alt