فَوَ اللهِ لَأَنْ يُهْدَى بِكَ رَجُلٌ وَاحِدٌ خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمِ
HADÎS-İ ŞERÎFİN MA’NÂSI
Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Vesellem (Hazret-i Ali’ye hitâben) şöyle buyurmuştur:
“(Yâ Ali) Tek bir kişinin senin irşâdınla müslüman olması; iyi bil ki sana kızıl develer bahşedilmesinden (senin de onları yoksullara tasadduk etmenden) daha hayırlıdır.”
(el-Lü’lüü vel-Mercan, no: 1557)
Gerek Yüce Allah’ın rızasını kazanmak, gerekse insanların sürekli huzuru te’min etmeleri itibariyle en mühim mes’ele hidâyet mes’elesidir. Bunun içindir ki, günde kırk def’a Fatiha-i Şerîfe’de Yüce Mevlâ’dan hakîkî hidâyeti taleb ediyoruz. Bu hidayet mes’elesi çok geniştir. Biz burada kısaca temas edeceğiz:
1- Zikredilen hadîs-i şerîfe benzer pek çok hadîsler vardır ki en mühim ve en değerli mes’elenin hidâyet mes’elesi, yani Hakk’ı bulma, O’nu kabul etme, O’na sımsıkı sarılma ve sırat-ı müstakimde sebat etme mes’elesi olduğunu açıkça ifade etmektedirler.
2- Bu hadîs-i şerîf en makbûl say-ü gayretin, en faziletli hizmetin ve en sevimli meşgalenin bir başkasının hidâyetine vesile olmak, hakkı bulup, hakta sebat etmesine yardımcı olmak ve hayatını hidâyet ve îman nûru ile aydınlatmasına vâsıta olmak olduğunu anlatıyor.
3- Bu hadîs-i şerîfe göre; gerek dünyada gerekse âhirette, alâ-küllî hâl en revaçta olup, dâima geçerli olan husus hidâyete erme ve birisinin hidâyetine sebeb olma hizmetidir.
a- Evet hidâyet hakîkatı şu dünyada geçerlidir. Zirâ etrafındaki eşya ve hâdiselerin ekseriyetinin kendi arzu ve iradesi hâricinde yani istemediği ve beklemediği bir şekilde meydana geldiğini gören hidâyetten mahrum bir kimse, o hâdiselerin altında işleyen kudret ve rahmet elini göremeyeceğinden sayısız hikmet ve maslahatları sezemiyecek, onları kendi aleyhinde, hatta tamamen ma’nâsız zannedecek ve bunalıma sürüklenecektir. Çünkü eşya ve hâdiselerdeki rahmet ve adaleti, hikmet ve maslahatı göremeyen akıl tatmin olamaz. Rahmet ve şefkat elinin kendisine o şekilde uzandığını hissedemeyen ruh ve vicdan itmînana kavuşamaz ve o kimsenin hayatı zehirli bir hâle dönüşür. Halbuki insana verilen mükemmel duygular, insan hayatını saadetle geçirsin diye verilmiştir. Olup biten eşyanın hikmet ve mahiyetini anlayıp kavramak ise hidâyetle mümkündür. Onsuz eşya ve hâdiseler münâsib ve muvafık bir şekilde ne anlaşılabilir ne de anlatılabilir.
b- Hidâyet hakîkatı, âhirette de geçerlidir. Zîrâ, nasıl ki bir başka memlekete gidip seyahat etmek isteyen bir kimse için pasaport alma şartı vardır. Aksi takdirde o kimse gideceği memlekette rahat seyahat edemez. Gittiği her yerde ve karşılaştığı her hâdise karşısında titrer, gezip gördüğü yerlerden zevk alamaz. Neticede yakalanıp kaçak muamelesi görür. Ve oralara pasaportsuz gittiğine bin pişman olur. Aynı şekilde buradan berzah âlemine, oradan da âhiret âlemine gitmesi muhakkak olan insandan uğrayıp geçeceği her yerde, kabirde, ba’sü ba’del-mevtde (dirilmede), haşirde, defterlerin dağıtılmasında, mîzanda (hasenât ile seyyiâtın tartılmasında), hisabda, sıratta, hidâyet ve îman adındaki pasaport istenilir. Eğer şu dünyada îman adındaki vesîkayı eline alıp gittiyse oralarda rahat edecek. Eğer îman vesîkasını ve hidâyet hüccetini alamadan gittiyse orada çok zahmet çekecek; akla hayale gelmedik ve dayanılmaz azablara maruz kalacak. Biz böyle kötü bir âkibetten Allah’a sığınırız.
4- Binlerce Peygamberin, peygamberlik vazifesi ile ortaya çıkar çıkmaz, insanları dalâlet ve küfür bataklığından îman ve İslâm ufkuna çıkarmak için onları hidâyetle işe başlamaları ve onları ısrarla hidâyete çağırmaları, hidâyetin en lüzumlu ve kaçınılmaz bir mes’ele olduğunun açık bir delili olduğu gibi, milyonlarca asfiyâ ve milyarlarca evliyânın aynı şekilde hareket ederek başkalarının kayan ayaklarının sabitleşmesine, yamulan kalblerinin doğrultulmasına çalışmaları, gerektiğinde ezâ ve cefâlara sebat ve tahammül göstermeleri, hatta şehîd olmaya kadar her türlü fedâkârlığı göze almaları, hidâyet mes’elesinin ne kadar ciddî olduğunu ve beşer için ne derece lüzumlu ve zarûrî olduğunu gösteren apaçık şahidlerdir.
Evet, hidâyet beşer için son derece lüzumlu ve zarû rîdir. Ve beşerin en fazla muhtaç olduğu husus, hidâyet mes’elesidir.
Hidâyet olmadan ne ferdin, ne âilenin ne de cemiyetin huzuru ve bekâsı düşünülebilir.
Hidâyetin olmadığı bir yerde kavgalar, gürültüler, anarşiler, intiharlar, tehditler ve katliamlar birbirlerini kovalar durur. Gün geçtikçe de fazlalaşır. Ve birgün gelir cemiyetin ve dünyanın ma’nâsı gitmiş, geriye sadece maddeden ibâret olan yanı ma’nâsız kalan kalıbı kalmış olur. Ma’nâsız kalan ve bir işe yaramayan kalıbı ise hâdiselerin amansız dişleri arasında ezilir gider.
İnsanlık elbette ki böyle bir neticeyi istemez. Bu kötü neticeden korunmanın çaresi ise, hidâyeti elden bırakmamak ve başkalarının hidayeti için her türlü imkânla seferber olmaktır.
اَللّهُمَّ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
اَللّهُمَّ ثَبِّتْنَا وَاجْعَلْنَا هَادِياً مَهْدِيّاً