Evet, ehli kitap ile amentü birlikteliğimiz var diyenlere...
Dikkat olunsun. Bu ifadelerin gerisinde gözlerden saklanmağa çalışılmış, uzaktan bakıldığında karaltıda kalıp fark edilmeyen, örtüyü şurasından burasından hafifçe kaldırıp baktığımızda ise hemen ortaya çıkacak olan bir gerçek.
O gerçek nedir?
Ehl-i kitabın bugün üzerinde oldukları milletin, rasûllerinin getirdikleri İbrâhim milleti olmadığı gerçeğidir.
Yani ne yehûd’un Hz Musa’nın milleti üzere, ne de nasârânın Hz İsâ milleti üzere olduğu gerçeği.
Hz İsâ ve Hz Mûsâ aleyhisselâmlar, millet-i İbrâhim üzere idiler, bizim peygamberimiz Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem de, millet-i İbrâhim üzeredir. Yani hem Mûsâ hem İsâ aleyhimesselâm hem de Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem şüphesiz âmentü’de ittifak hâlinde idiler. Velâkin ümmet-i Mûsâ, Uzeyr a.s için, ümmet-i İsâ da Meryem’in oğlu İsâ a.s için Allâh’ın oğludur diyerek İbrâhim milletinden, yani rasûllerinin üzerinde olduğu milletten ayrıldılar.
Ayrılmaları bununla da kalmadı. Yehûd, ahbârını, nasârâ da ruhbanını Allah’ın dûnundân rabbler edindiler. Bunları bize Tevbe sûresinin 30 ve 31inci âyetleri açıkça bildiriyor.(1) Demek ki Hz Mûsâ ve Hz İsâ ile olan âmentü ittifakımız artık onların yolundan ayrılmış olan şu iki ümmet, yehûd ve nasâra ile yoktur. Başka bir ifâde ile ehl-i kitaptaki imân, artık Hz Mûsâ’daki, Hz İsâ’daki imân değildir.
Bunun için onlara Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile yapılan çağrı, aramızda ortak olan bir kelimeye yani lâ ilâhe illallâh’a oluyor (bk Âl-i İmrân 64). Eğer onlar rasûlleri ile aramızda ortak olan o kelime ile olsa idiler onlara aramızda ortak olan bir kelimeye gelin denilmez, onlara böyle bir çağrı yapılmaz idi.
Onlar bu çağrıya icâbet edecekler mi?
Etmeyecekler. Bakara 120 ve 145 buna yeter delildir. Çünkü Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem onların milletine tâbi olmadıkça ondan râzı olmayacakları haber veriliyor ki Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemin üzerinde olduğu millet şüphesiz millet-i İbrahim yani tevhiddir. Demek ki onlar tevhide gelmeyecekler. Peygamberimiz onlara hangi âyeti getirirse getirsin kıblesine de tâbi olmayacak olduklarına göre demek İslâm’a da gelmeyecekler.
Öyle ise neden çağrılıyorlar?
İlâhi beyana göre nâsın bir tek ümmet olma durumu olmadığı halde yine de her fert nasıl İslâm’a çağrılıyor ise ehl-i kitâb da gelmeyecek olsa bile yine de İslâm’a çağrılmaları gerektiği için çağrılıyorlar.
Her nefse çağrı var, velâkin yapılan o çağrıya her nefis için icâbet etmek yok. Çünkü cennet yani Allah’ın rahmeti nasıl hak ise cehennem yani Allah’ın azâbı da öylece hak, ikisine de ehil bulunacak. Bu sebepten herkes hidâyet olunmamıştır. Allah dilediğine mağfiret eder dilediğine de azâb. Burada bunun niçinini sorgulamağa gerek yok. Çünkü bu sır burada değil âhirette çözülecektir. Kur’ân okuyanlar bilirler ki ehl-i nâr, nârda kendi nefislerini ayıplamaktan başkasını işlemiyorlar. Cehenemdeki nefislerden o gün levvâme olmamış, kendini kınamamış hiçbir nefis yoktur. Diyorlar ki, ‘Rabbimiz bizi geri çevir de iman edip sâlihat işleyenlerden olalım.’ Demek o gün onlarda hâsıl olan bilinç onlara dünya hayatlarında iken icâbetin yolunun kapalı olmadığı bilincidir. ‘Oysa döndürülse idiler işlediklerinden başkasını işleyecek değildiler’ buyruluyor. Dediğimiz gibi bu kader meselesi olup bunun sırrı bu dünyada değil âhirette çözülecektir.
Ehl-i kitâb ile âmentü meselesine döner isek.
Yazar bizde de Allah’a peygamberlere meleklere ve âhirete iman var, ehl-i kitapta da var diyor. Âmentüde ittifaktan bunu kastettiğini ileri sürüyor.
Ne var ki insana doğru gibi gelen bu yaklaşım aldatıcı bir görüntüden ibârettir. Çünkü ehl-i kitâbda Allah’a îman yoktur. Hemen nasıl olur denilmesin. Yoktur. Çünkü Allah’a îman Allâh vardır demekten ibâret bir îman değildir. Bazı şartları vardır. Evvelâ Allah’a îman O’nun birliğinde olmalıdır, yani Allâh’a lâ ilâhe illallâh kelimesi ile îman edilmiş olmalıdır. Bunun gayrinde ona nasıl îman edilmiş olunur ise olunsun Allâh’a îman edilmiş olmaz. Çünkü Allah birdir.
Sonra onun rasûllerinin hepsine aralarını ayırmadan îman edilmelidir. Çünkü onlardan birini tanımayan Allah’ın risâletini ve ba’s ettiğine indirdiği âyetleri tanımamıştır. Bu da onu küfre sokmuştur. Çünkü Allah’a îmanın olduğu yerde O’nun âyetlerine de îman vardır. Onun âyetlerine, velev onlardan bir kısmına olsun îmanın olmadığı yerde Allâh’a îman da yoktur.
Sonra Allah’a îman etmiş olmak için onun indirdiği kitapların hepsine de îman edilmesi lâzımdır. Tâ suhuflara kadar kitapların tamamına îman edilmeden yine Allâh’a îman edilmiş olmaz.
Meleklerine îman ile kazâ ve kadere îman da bunlara eklenince şart, bildiğimiz beşe bâliğ olur. Demek ki Kitabımızda bahsi geçen Allah’a îman bu beş şartın bir icmâlidir. Kur’ân bu icmâli bir çok âyetinde tefsir ile tafsil etmiştir. Kimse “Allâh’a îman” lafzının içini bu tafsilden sarfı nazâr ederek keyfince dolduramaz. Doldurur ise o dolgu reddolunur.
İmdi ehl-i kitabda Allah’a îman O’nun vahdetinde değildir. Bu cihet, Kur’ânın Tevbe 30 ve 31inci âyetleri ile sâbit bulunuyor. Aksi ileri sürülemez. Sonra rasûllerine îman yoktur. Çünkü yehûd, Hz İsâ ve Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme îman etmeyerek, nasârâ da Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve selleme îman etmeyerek, Allâh’ın rasullerinin arasını ayırıyorlar. Oysa bütün rasûllerin hepsi bir tek ümmettirler (Mü’minun 23/52). Hepsine îman yok ise hiçbirine îman yoktur. Hz Mûsâ hem Hz İsâ’yı hem de Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi kavmine haber vermiş iken bu ikiye îman etmemiş yehûd için nasıl denilebilir ki Hz Mûsâ’ya îman etmiştir. Kezâ Hz İsâ Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemi haber vermiş iken nasıl denilebilir ki ona îman etmemiş nasârâ Hz İsâ’ya îman etmiştir.
Îmanın altıncı şartı âhir güne îmandır. Kişi eğer Allah’a, birliğinde îman etmemiş ise onda âhiret inancı da yoktur. Çünkü âhiret demek hesap demektir. Bu da ancak ilâhı birleyenlerin inancında söz konusu olur. Çünkü ilâh iki olsa sorgu da iki olur, bu da kul için iki cezâ demek ve binâenaleyh iki âhiret demek olur. Bu ikiden biri diğerini iptal edeceğinden Allah’a inancı O’nun birliğinde olmayanda, âhiret inancı sahihen vücut bulamaz.
Nitekim Tevbe 29 ehl-i kitabı “Allah’a ve âhir güne îman etmeyenler“ olarak niteliyor.
Görülüyor ki Hz Musa ve Hz İsâ ile olan âmentü ittifakımız onların yolunda olduklarını ileri süren ehl-i kitâb ile yoktur.
Ehl-i kitâb ile âmentü ittifakımızın olduğunu ileri sürenler bu kavilleri ile ehl-i kitâbın bize olan nikmetini izâh sadedinde gelmiş şu âyete açıkça teâruz etmiş olduklarını görmüyor veya görüyor iseler bundan ürkmüyorlar mı?
“De ki ey ehl-i kitâb! Siz bizden ancak bizim inanmamız var diye hoşlanmıyorsunuz Allah’a ve bize indirilenlere ve önceden indirilenlere. Ve çoğunuz fasıklarsınız (yani terk-i itâat etmiş, yoldan çıkmış kimselersiniz, böyle olup gideceksiniz) (Maide 59)
“Ve çoğunuz fâsıklârsınız” denilir iken bunun ile onlara, hiç şüphesiz onların o gün üzerinde oldukları ile ölüp gidecekleri yani Hz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile yapılan İslâm olun çağrısına içlerinden bir azınlık hâriç icâbet etmeyecekleri, bunun önceden bilindiği ve onlardan İslâm için bundan başkasının beklenmediği ve beklenmeyeceği iş’âr edilmiş oluyor.
İmdi cây-i suâldir (yani sormanın yeri); fasıklar ile bizim, âmentü’de nasıl ittifakımız olabilir? Öyle fasıklar ile ki bizden nikmetleri (yani hoşlanmamaları) sırf, bizim Allah’a ve bize indirilenlere ve önceden indirilenlere inanmamız var diyedir.
İslâm kavi bir dindir, kimse onu yerinden oynatamaz. O kimsenin kaleminin veya dilinin ucunda bir fırıldak değildir. Kimse onu istediği yöne çekip götüremez. Kimse onun vaatlerinin önünü kesemez, onun aziz ettiğini kimse hakarete düşüremez. Bir fitne ve istidracdır yaşanan, bunda ehl-i kitâbı gâlib sanan ve izzeti onların katında görüp onların muhabbetini ve rızâsını arayanlar yaman bir aldanış ile aldanıyorlar.
1- “Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.”(Tevbe 30-31)